Yaşananları geçen yüzyılda Ortadoğu’ya dayatılan ve iflas etmiş bir sürecin yeniden şekillendirilmesi olarak tanımlayan Altun, mevcut durumun kısa vadeli değil, sonuçları uzun zamana yayılacak bir durumu ifade ettiğini de belirterek, “Bu çatışmalı süreç, kendi içinde derinleşerek zamana yayılacak bir durumu ifade ediyor. Biz elbette mezhebe dayalı çatışmaların halkların lehine olmadığını belirtiyoruz. Ancak bu çatışmanın mezhebe dayalı gelişeceği de kesin” diye konuştu.
Altun, mevcut durumun kaos gibi görünse de önemli ittifak ve ilişkilere de açık olduğunun altını çizerek Kürtlerin de siyasal, diplomatik, askeri olarak atağa geçmesi gerektiğini vurguladı: “Irak'ta başlayan süreç belirttiğimiz gibi stratejik bir durum ifade ediyor. Bir kaosu ifade ediyor ve aynı zamanda bu kaos içinde çeşitli güçlerin sıçrama yaparak Ortadoğu egemenliğinin inşa edilmesinin sürecidir. Bu durum, başta biz olmak üzere herkesi ilgilendirir.”
Altun, ABD, İran, Türkiye, KDP gibi güçlerin IŞİD saldırılarıyla başlayan süreçteki pozisyonları ve rollerini de değerlendirdi.
-Bugün Ortadoğu’da yaşanan altüst oluş durumunu genel hatlarıyla, nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bugün Ortadoğu'da yaşananları, bölgede yaşanan konjoktürel gelişmeleri göz önünde bulundurarak değerlendirmek mevcut durumu daha kapsamlı görmemizi sağlar. Çok genel bir değerlendirmeyle aslında kapitalist modernitenin yaşadığı genel krizin Ortadoğu'daki ifadesinden söz ediyoruz. Bu kriz, kapitalist modernitenin düğüm noktalarından biridir. Şu çok açıktır, kapitalist modernitenin Ortadoğu'ya yönelik çeşitli projeleri var ve bunların sonucu olarak da bir Ortadoğu gerçeği ortaya çıkıyor. Kapitalist modernitenin, uluslararası emperyalizmin Ortadoğu'ya bir müdahalesi sözkonusu ve bu müdahale, sadece güncel çıkarlar üzerine şekillenmiş bir müdahale değil, kapitalist modernitenin yaşadığı kriz neticesinde bir yeniden yapılanmanın zorunluluğu olarak ortaya çıkıyor.
‘YENİ BİR ORTADOĞU YARATILMAK İSTENİYOR’
Bugün yaşananlar geçtiğimiz yüzyıl içinde yaşanan gelişmelerle iflas etmiş bir sürecin yeniden şekillenmesi anlamına geliyor. O zaman şöyle bir şey diyebiliriz; uluslararası kapitalizm, kendi dünya sistemini yenilerken oryantalizmi de güncelleştirerek yeni bir Ortadoğuyaratılmasına dönük bir süreç başlatmıştır. Bu, stratejik bir durumdur.Bu stratejik durum, kapitalizmin kaderini belirlediği kadar aynı zamanda Ortadoğu halklarının da kaderini belirleyecek nitelikte bir politik durumdur hatta bir uygarlıksal durumdur. Bu politik durumun Ortadoğu tanımlaması BOP vb kavramlarla netleşmiştir.
Bugünkü gelişmeleri bu tarihsel bağlamdan kopararak değerlendiremeyiz. Çünkü stratejik bir yaklaşım var ve bu stratejik yaklaşım, direkt bir mücadele gücü olarak devrededir. Askeri, siyasi, ekonomik, diplomatik olarak devrededir. Kapitalist modernite, kendi dünya sistemini kurmak ve bu sistemin Ortadoğu'dakigerçeğini yaratmanın yoğun ve aktif mücadelesi içindedir.
ORTADOĞU JEOPOLİTİĞİNDE ÖNEMLİ ETKEN: DİN
Ama bir de bunun karşısında Ortadoğu’nun bir gerçeği var. Hem tarihsel hem de uluslararası kapitalist sistemin Ortadoğu'ya girişiyle bölgenin aldığı bir biçim var. Ortadoğu'nun kendine özgü bir durumu var ve başka yerlere benzemiyor. Ortadoğu'da birçok faktör iç içe; bu güçler birbiriyle sürekli çelişki ve çatışma içindedir.Ortadoğu jeopolitiğinde din çok önemli bir faktör olarak rol oynuyor. Bu faktörü gözönünde bulundurmadan ne Ortadoğu jeopolitiğini anlamak, ne de bu topraklar üzerinde var olan inançların hangi politikaları yürüttüğünü ortaya çıkarmak mümkün değildir.
Şunun altını özellikle çizmek lazım; bölgede yaşanan gelişmelerde sadece bir gücün kendini temel eksen olarak ele alması ne kadar yanlış bir yaklaşımsa, bununla paralel bölgede yaşanan gelişmelerin hiçbir gücü atlayarak var olamayacağını da bilmek gerekir. Ortadoğu'nun yeniden şekillenmesinde hiçbir faktör temel değildir ama Ortadoğu'da var olan hiçbir din, inanç, ulus, kültür, etnik güç de bu hedefin dışında değildir. Böyle bütünlüklü bir bakış açısıyla mevcut durum daha net kavranabilir.
-Ortadoğu jeopolitiğinde dinin önemli bir faktör olduğunu söylediniz. Bu bölgede sık sık karşımıza yeni isimlerle radikal dini örgütler çıkıyor. Bunun hem Ortadoğu tarihsel gerçekliği hem de kapitalist modernite dediğiniz güçlerin bölge müdahalesiyle bağlantısı ne sizce?
Bu güncel bir gelişme fakat hem kapitalist modernitenin Ortadoğu'ya yaptığı müdahaleyle bağlantısı var. Ama hem de Ortadoğu'nun mevcut gerçekliği üzerinde kendini dayandırdığı bir durum söz konusu. Ortadoğu'da yaşanan kaosta selefi hareketler ortaya çıktı. Neden? Çünkü bir yanıyla kapitalist modernitenin Ortadoğu'ya getirmek istediği sisteme karşı dinsel bir duruşu ifade ediyor. Ancak bir de eskiden beri devlet olmuş, iktidar olmuş çeşitli dinsel hareketlerin içinde bulunduğu durumların çözümsüzlüğü temelinde bazı selefi hareketlerin gelişmesi kaçınılmaz bir durumdur. Fakat bu hareketleri uluslararası emperyalizmi aşabilen onunla ya da bölgesel devletlerle hiçbir bağı olmayan bir temelde değerlendirip bu hareketleri Ortadoğu ekseninde temel bir faktör olarak ele almak eksik bir yaklaşım olur.
Selefi hareketlerin başından beri ilan ettikleri cihat, cihadı ilan etme biçimleri ve bu cihadın uluslararası düzeyde uygulanış biçimi ileOrtadoğu'daki mevzilenme alanları, mücadele biçimlerine bakıldığında bunun hem uluslararası emperyalizmle bağını hem de bölgedeki devletlerle bağını rahatlıkla kurabiliriz. O zaman şu belirtilebilir; selefi bir eğilim sürekli var oldu ama selefiliğin kendini ortaya çıkarırken bağımsız bir güç olarak çıkması sözkonusu değildir. Daha çok ya uluslararası güçlerin ya da bölgesel güçlerin etkisi altında Ortadoğu kaosuna sürülmüş durumdadırlar. Temel güçlerin daha çok konjoktürel çıkarlarını ifade eden bir gerçeklikleri sözkonusudur. Kesinlikle uluslararası emperyalizm ve bölge güçlerinden bağımsız değildir.
‘IŞİD BİR ÖRGÜT OLARAK GELİŞİP BAĞIMSIZLIĞINI İLAN ETMEDİ’
-Peki Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) bu tablonun neresinde?
IŞİD de benzer bir durumda. El Kaide içinde yer alan bir oluşumken kısa sürede El Kaide'den koparak adeta patlama yaptı. Hem Rojava'da temel bir güce dönüşmesihem de neredeyse Irak'ı ele geçirecek bir güç haline gelen durumu, belirttiğimiz faktörlerle bağlantısını açıkça ortaya koyuyor. Bugün IŞİD'i değerlendirdiğimizde birbiriyle çelişkili gibi görünen güçlerin varlığı aslında çok anormal değildir. KDP'yi, Türkiye'yi, ABD'yi, İsrail'i birden ele alarak değerlendirmek çelişkili gibi görünüyor ama değildir. İŞİD, temelde örgüt olarak gelişip bağımsızlığını ilan eden bir hareket değildir.
IŞİD selefi hareket içinden çıkmış ama çıkışı itibariyle daha çok bölgesel güçlerin ve uluslararası güçlerin işbirlikçiliği temelinde şekillenerek hem Rojava'da hem de Güney'de kendini var eden bir harekettir. Bunun iki temel oluşum noktası var. Birincisi; Irak'taki Sünni kesim. IŞİD'in dayandığı merkez Irak'taki Sünni kesimlerdir. İkincisi; Türkiye'dir. Bunların arasında belli bir bağ var. KDP'yi de buna dahil edebiliriz. Bir yönüyle şimdiye kadarki gelişmeler bir Şii-Sünni çatışması gibi görünse de ortaya çıkan bu sonuçlarından rahatsız olan kesimler var. Çıkarları çatışan güçler var. Öte taraftan KDP'nin mezhepsel politikada Sünnilerin yanında yer alması, Türkiye ile içine girdiği stratejik ilişkiden dolayı bütünlük arz ediyor. IŞİD'in Rojava'daki durumu da şimdiki Irak'taki durumu da değerlendirildiğinde bu üç gücün IŞİD üzerindeki belirleyici etkisinden söz edebiliriz.
‘IŞİD’İ BÜYÜTEN TÜRKİYE OLDU’
-Nasıl bir etki?
Cihat çağrısı yapıldığında hem Ortadoğuhem dünya çapında bu çağrıda Türkiye çok önemli bir rol oynadı. Başta Rojava ve Suriye üzerinde kendi politikasını uygulamak için bu güçleri çok kötü kullandı. Hem bu uluslararası güçlerin toplanması, Rojava'ya aktarılması hem bu güçlerin sınır boylarında eğitilmesi hem de bunlara gerekli olan silah, cephane, sağlık gibi bütün lojistiğin sistematik olarak sunulması, Türkiye tarafından gerçekleşen bir durum oldu. Bu, Türkiye için stratejik bir yaklaşımı ifade ediyordu. Çünkü daha önce Ortadoğu politikasında bir ara yıldızı parladı ama sonra söndü ve Ortadoğu'da izole oldu. Bu nedenle Ortadoğu'da yeniden belli bir etkinlik sağlayabilmek ve bu temelde kendi istediklerini yapabilmek için Suriye rejiminin devrilmesi ve orada daha çok islami güçlerin ya da Sünni mezhebe dayalı yeni bir rejimin oluşması Türkiye için çok önemliydi.Buradan hareketle Ortadoğu'ya yayılmak istedi. İkincisi; Rojava durumu ortaya çıktı. Bu da en az onun kadar stratejik bir durumdur. Kürtlerin orada kendi özyönetimlerini oluşturmalarının Türkiye ve diğer parçalardaki Kürtler üzerindeki etkilerini hesaplayarak Rojava'yı tehdit olarak algıladı. Bu nedenle Türkiye, IŞİD'i temel rol oynayan bir konumda tutarak, güçlenmesinde bölgesel düzeyde önemli bir rol oynadı.
-Hem Rojava hem de Irak’taki güç dengeleri açısından KDP’nin yaklaşımını nasıl değerlendirebiliriz?
KDP'nin bütün güçlerle ilişkilenirken temel bir politikası olduğu kesindir. Taktik ve stratejik temelde geliştirdiği ilişkileri var. KDP son dönemde daha çok Sünni bağlantılı ve Türkiye üzerinden stratejik bir ilişki geliştirmek gibi bir politika güdüyor. Türkiye mezhepsel olarak Sünni, politik olarak bölgesel düzeyde temel bir dayanak olarak KDP'yi meydana çıkarıyor. Bu noktada Rojava politikalarına baktığımızda IŞİD'le bağı kurulabilir. Belirttiğimiz gibi IŞİD bölgesel güçlerin çıkarlarına göre kurulmuş, onların çıkarlarını ifade eden bir güçtür. Elbette bunu aşan yönleri olabilir ama bugün onun kazandığı mevzinin arkasında bu gerçek var. Rojava'da oynamış olduğu rol, daha çok Türkiye ve KDP eksenlidir. Onlara dayanarak Rojava halkına karşı mücadele etti. Irak'taki Sünnilere de dayanarak, onların sahasını kullanarak, onlardan lojistik destek alarak bunu yaptı.
‘ÇATIŞMALAR DERİNLEŞECEK VE YAYILACAK’
-Irak'ta yaşananları Suriye’de yaşananların bir devamı olarak görmek mümkün mü?
Irak'taki durum biraz daha farklı bir hal aldı. Rojava'daki IŞİD'in durumunu aşan bir noktaya geldi. Ortadoğu krizi içinde ve bu krizin tıkanması noktasında -ister kriz içinde kriz ifadesini kullanalım istersek krizde bir sıçrama yapıp stratejik hedefe yönelmenin yeni bir hamlesi diyelim- şu açık ki, ortada yeni bir durum var. Bu yeni durum, Ortadoğu'da şimdiye kadar Arap Baharı olarak ifadelendirilensüreçte yaşananlarla birlikte belli değişiklikleri ifade ediyor. Bu değişikliklerinkrizi derinleştirme potansiyeli olsa da krizin belli güçlerin çıkarları doğrultusunda çözülmesi noktasında bir yönü de var.
Mevcut durum kaosu ifade etse de, bu öyle sanıldığı gibi kısa vadeli bir durum değildir. Bir gücün kendi zaferini ilan etmesiyle sonuca gidecek bir durum değildir. Yani Irak'ta yaşananlar yeni bir süreçtir. Bu çatışmalı süreç, kendi içinde derinleşerek zamana yayılacak bir durumu ifade ediyor. Biz elbette mezhebe dayalı çatışmaların halkların lehine olmadığını belirtiyoruz. Ancak bu çatışmanın mezhebe dayalı gelişeceği de kesin.
IRAK’TA OLASI SENARYOLAR
O halde Irak’ı nasıl bir gelecek bekliyor?
Bir varsayım Irak'ın üçe bölüneceği yönündedir. Bu zayıf değil, güçlü bir ihtimaldir. Daha önce de ortaya çıkan bir durumdur. Eskiden Osmanlı zamanında da Irak vilayetler biçiminde bölünmüştü. Musul, Basra, Bağdat vilayeti diye bölünmüşlüğü vardı ve bu bölünmüşlük, kendi içinde belli inanç gruplarının konumlanmasına göre ayarlanmıştı. Bunun tarihsel dayanakları da var. 1877'lerde oluşturulan bir durumdur. Bugün de hem bölge güçlerinde hem de uluslararası güçlerde benzer bir eğilim var. Yani Kürtler, Sünniler ve Şiiler biçiminde bölünmüş bir Irak'ın ortaya çıkması, uluslararası güçlerin siyasetidir. O zaman IŞİD, mevcut pozisyonuyla bu siyasetin uygulayıcısı biçiminde görülebilir.
Öte taraftan da içerideki güç dengelerinin iyi ayarlanması temelinde birleşik bir Irak'ın varlığını koruması gibi bir yaklaşım da var. Bu daha çok KDP'nin konfederalizm olarak ifade ettiği ve Irak'taki Sünni aşiretlerin özellikle de aşiret konseyinin mevcut Irak iktidarından daha çok siyasal ve ekonomik pay istemini karşılayan bir seçenek olarak ortadadır. KDP, konfederalizmyaklaşımını bizim söylediğimiz biçimde değil devlet anlamında dillendiriyor. IŞİD, başlattığı bu hareketle aynı zamanda bunun da gelişmesinin öncülüğünü yapıyor.
Bunun dışında da kısa süreli çözümden yana olmayıp da çatışmaların derinleşmesini ve böylesi bir ortamda kendini var etmeyi isteyen uluslararası ve bölgesel güçler var. IŞİD bunların da tetikçisi konumundadır. Uzun vadeli çatışmalı bir süreç var ve etkili olan güç, kendi sistemini kurmaya dönük bir sürece evrilecektir.
-Irak’taki böyle bir çatışma Suriye ve Rojava’ya nasıl yansır?
Irak'ta ortaya çıkan hareketin olası sonuçlarına bakacak olursak, birincisi; Irak üçe bölünürse KDP-Türkiye ile ittifak içinde ciddi bir Sünni gücü oluşacak. Bu gücün kendi stratejik hedefine ulaşması için Suriye ile birleşmek çok önemlidir. Bunun direkt Rojava'ya yansımaları köklü olacaktır. Hem Türkiye hem de Sünniler kendi hesapları bağlamında Suriye üzerinde yoğunlaşarak Rojava'da baskı kurmaya çalışarak kendi bölgesel statülerini genişletme ve güçlendirmeyi hedef alacaklardır. Bağımsız bir devlet ortaya çıkarsa Suriye'ye müdahalede Rojava çok ciddi bir hedef haline geliyor. İkincisi; eğer Sünnilerle Şiiler arasındaki çatışma derinleşirse Şiiler biraz geriler ve de Sünniler ileri doğru hamle geliştirirse yine burada elde ettikleri kazanımları Rojava'da savaşa dönüştürerek kendilerini güçlendirme içine gireceklerdir. Her iki durumda da ciddi sonuçlar var. Süreci belirleyecek olan süreç içinde önemli rol oynayan güçlerin konumudur.
RİSKLER KADAR KAZANIMLAR DA İHTİMAL DAHİLİNDE
-Peki Kürtler buna karşı nasıl bir pozisyon almalı?
Böylesi süreçler, riskler kadar çok önemli kazanımlar da ortaya çıkarabilir. Dolayısıyla ortaya çıkan mevcut durumda Ortadoğu'daki denklemleri dikkate alan bir yaklaşımla sürece müdahil olmak ve müdahil olunduğu kadar da gelişme kat etmek gerekir. Mevzilerin başarıya ulaşmasının tedbirini almak gerekir. Belli noktalarda süreçte aktif rol oynayabilme becerisini gösterdiğimizde sürecin bizim lehimize gelişme potansiyeli çok daha fazladır.
Çünkü bölgesel durum, ne kadar çelişki ve çatışmalar taşıyorsa paradoksal biçimde çok önemli ittifaklar ve ilişkiler potansiyeli de taşıyor. O zaman birincisi bizim kesinlikle siyasal, diplomatik, askeri alanda atağa geçmemiz gerekir. Bu temelde sürece müdahale etmek önemlidir. Genel anlamda siyaset yapmak, güce dayanmadan, gücü işletmeden siyaset yapmak kesinlikle mümkün değildir. Genel tartışmalar, açıklamalar yapılır ama öbür taraftan güçler kendi arasında çatışarak sürekli bölgede yeni güçler oluşturmak ve güç kaybetmek mekanizmasıyla belli bir sonuca doğru giderler. Ancak kendi başına siyaset yapmak yeterli değildir.İkincisi, diplomasi yapmak da zaten siyasi ve askeri durumla bağlantılıdır. Siyaset yapılmazsa askeri durum devreye konulmazsa diplomasi yapmak da mümkün olmaz.Diplomasi, güçlerin karşılıklı kendi çıkarlarını oluşturmasının bir siyaset biçimi olduğu kadar bu güçlerin aynı zamanda kendisini geliştirip güçlendirmenin imkanlarını gördüğü oranda yapılabilir.Diplomasiyi sadece görüşmeler biçiminde algılayarak hareket edersek güç oluşturmayı ve gücü harekete geçirmeyi sağlayamazsak diplomasi de kendi başına çok bir şey ifade etmez. Çünkü siyaset ve diplomasinin bir sonuç açığa çıkarması gerekir. Burada esas rolü oynayabilecek temel güç iki noktadadır ya halkın büyük gücünü seferber ederek bir pozisyon tutmak gerekiyor ya da süreçte askeri rol oynayarak pozisyon tutmak gerekiyor. Bu ikisinden birisi olmadan ne siyaset ne de diplomasi yapmak mümkün değildir. Şöyle bir gerçek de sözkonusudur: Hiçbir zaman siyasette ve diplomaside askeri varlığı ya da siyasi demokratik varlığı gözardı etmemek gerekir. Rojava’da yaşanan kimi gelişmeler var ama bu Ortadoğu'daki mevcut durum karşısında çok aktif bir durum ifade etmiyor. Daha çok kendi alanıyla, Türkiye ile sınırlı bir konjönktür içindedir. Bu konjoktür içinde olduğunda Ortadoğu'nun geneline siyaset yapamazsın. Siyaset ve diplomasi yapılabilmesi için ihtiyaç duyulan siyasi ve diplomatik alanlarla ilişki geliştirilmesini sağlayabilecek nedenlerin olması gerekir. Geldiğimiz aşama daha çok herkesin kendini fiili olarak şekillendirdiği bir durumdur. Bu şekillenmenin başladığı yerde eski bazı politikalarda ısrar etmek bütün pratik çalışmalardan kendini koparmak anlamına gelir.
İRAN KUDÜS TUGAYLARINI SINIRA YIĞDI
Bugün çatışmanın ortaya çıkardığı boşluklar vardır. Mevcut yaşananlara müdahil olmak gerekir. Bu daha çok Kürdistan'ın özgürlüğü ve bu temelde tüm bölge halklarının özgürlüğü eksenli bir yaklaşım içinde olacaktır. Irak'ta başlayan süreç belirttiğimiz gibi stratejik bir durum ifade ediyor.Bir kaosu ifade ediyor ve aynı zamanda bu kaos içinde çeşitli güçlerin sıçrama yaparak Ortadoğu egemenliğinin inşa edilmesinin sürecidir.Bu durum, başta biz olmak üzere herkesi ilgilendirir.Yine bu süreç kısa süre içinde hemen kendi sonuçlarını ortaya çıkaracak bir pozisyonda değildir.Bu çatışmalar giderek uzun vadeli bir mezhep savaşına dönüşecek.Nitekim bunun da belirtileri vardır. Mesela İŞİD, Bağdat'a yürürken onun karşısında Şiilerin yaptığı cihat çağrısı var. Yine İran, Kudüs tugaylarını sınıra yığdı hatta bazı tugayları Şiilerin denetimine verdi. İran yaptığı açıklamalarla da bu duruma kesinlikle izin vermeyeceğini söyledi. O zaman böyle karşı karşıya gelen bu iki mezhep gücü çatışmaya başladığında Irak'ın bir kan gölüne dönüşeceği ve sadece bununla sınırlı kalmayıp Ortadoğu'nun bütününe yayılabilecek sonuçları olacak bir çatışma sürecini doğuracağı belirtilebilir.
ABD IŞİD’İ KONTROL ALTINDAKİ BİR GÜÇ OLARAK TUTMAK İSTİYOR
-IŞİD’in Musul’u alması ve sonrasında ABD’den çeşitli açıklamalar geldi. Siz IŞİD’in ıraktaki durumuna yönelik ABD’den gelen açıklamaları nasıl okuyorsunuz?
Mevcut gelişmeler içinde ABD'nin durumu da çelişkilidir. IŞİD’in arkasında ABD yok demek doğru değil ama IŞİD direk ABD'dir demek de doğru değil. Mevcut çelişkilere bakıldığında KDP'nin Türkiye ile içine girdiği ilişkiler ve bunun yol açtığı rahatsızlıklar, yine Sünnilerle girmiş olduğu ilişkiler ve bunların rahatsızlıkları vardır. O zaman KDP politikası, ABD eksenini biraz zedeleyen bir politikadır. Ama esasında Maliki'nin daha çok İran temelli politikaları ABD'yi rahatsız etmektedir. Türkiye-KDP ilişkisinin rahatsızlığı, Sünnilerle girilen ilişkilerin yarattığı rahatsızlık var. Ancak daha çok da Maliki'nin İran merkezli ilişkileri ABD'yi rahatsız etti. Nitekim açıklama yaptılar. Maliki kapsayıcı olmadığı için IŞİD ortaya çıktı dediler. Bütün suç Maliki'nindir deniliyor ama Kürdistan petrollerinin Türkiye'ye 40 yıllığına satılması ABD'yi daha çok rahatsız ediyor.
Yani hem KDP'nin hem de Maliki'nin yaklaşımları ABD'nin Ortadoğu politikalarıyla birebir örtüşmüyor. Dolayısıyla bunları frenlemenin yolu olarak IŞİD'i tetikçi olarak kullandığı tespiti çok ters değildir. IŞİD Musul'u işgal ettiğinde Obama, IŞİD'in Irak'a girmesi bizim lehimizedir açıklaması yaptı. İlk cümleleri böyleydi. Ardından askeri seçenek gündemde değil diyerek muğlaklık yarattı. Yine gerekirse İran'la bu konuda görüşürüz diyor. Biranla ittifak yapıp IŞİD'e karşı savaşma anlamına gelebileceği gibi İran'ın IŞİD'e karşı savaşını nötralize edebileceği anlamına da gelebilir. Yani ABD'nin IŞİD'e mevcut yaklaşımı esnektir. Öte yandan IŞİD'in zafer kazanmasını da istemez. ABD, kontrol altındaki bir güç olarak IŞİD'i Ortadoğu'nun yeniden şekillenmesinde kullanırken Sünnilerin aşiret sistemi de, KDP de kendi çıkarları için bu çete örgütlenmesini kullanıyor.
ROJAVA EKSENLİ IRAK’TAKİ GELİŞMELERE DAHİL OLMAK GEREKLİ
Diğer taraftan Rojava'nın durumunu, mevcut gelişmeler bağlamında yeniden ele almamız gerekiyor. Rojava'da kendini hem siyasi hem meşru savunma olarak örgütlemek sürekli yapılan bir çalışmadır. Ancak Rojava'yı her yerden izole ederek bir sonuca götürmek mümkün değildir. Suriye'de daha çok demokratik ulus kimliği temelinde belli bir mücadeleyle bunun geliştirilmesi gerekir. Bugünkü IŞİD'deki gelişmeler temelinde baktığımızda bu çok daha acil bir durum arz ediyor. Bütün bu gelişmeler karşısında kendini koruyabilecek bir konuma ulaşabilmeli. Bütün olasılıkları dikkate alarak Rojava'daki mevcut durumumuzu çok ileri bir güç konumuna getirmek zorunlu bir ihtiyaçtır. Rojava merkezli olarak Irak'taki gelişmelere dahil olmak ne kadar gerekliyse aynı zamanda yeni ilişki ve ittifak biçimiyle demokratik seçenekleri öne çıkarabilecek bir çalışmanın mutlaka yürütülmesi ve sonuç almak da zorunludur.
ABD’NİN MEZHEP DENGESİNE DAYALI YENİ ORTADOĞU SİYASETİ
ABD Ortadoğuda mezheplere dayalı bir siyaset geliştiriyor diyebilir miyiz?
ABD geçen yüzyılda daha çok Sünnileri öne çıkararak bir Ortadoğu sistemi kurdu. ABD'nin kurduğu Ortadoğu sisteminde, kendisinin bizzat yarattığı ulus devletlerin geldiği bir nokta var. Kapitalist modernitenin krizi, Ortadoğu'da bunların şahsında çok daha derinleşerek sistemi oldukça zorlayan bir noktaya götürdü. Çelişkilerde belli bir istikrar sağlamadıkları gibi sürekli çatışma hali ama aynı zamanda ulus devletlerin çürüme hali genel anlamda kapitalist modernite açısından ciddi sorun yaratıyor. Bölgede de ciddi bir sorun oldular.Hem inançlar, mezhepler karşısındaki durumuyla hem halk üzerindeki baskı, işkence ve sömürü sistemleriyle bölgesel düzeyde de içinden çıkılamaz bir krize yol açtılar. O zaman yeni Ortadoğu sistemi oluşturulurken ABD stratejisinde mezhepler arasında denge kurma yaklaşımı var fakat bu denge kurma yaklaşımı içinde ideolojikve politik olarak iktidar olabilecek bir takım odakların da önüne geçme gibi bir politika var.
Daha açık söylemek gerekirse, yeni bir Ortadoğu'da mezhep dengesi daha çok Sünnilerle Şiilerin dengesini yaratma temelindedir. Yani birinin diğerine baskın çıktığı bir Ortadoğu dengesi değil. İkisini de moderniteye bağlayan bir yaklaşım öngörüyor. Irak müdahalesiyle kurulan devlet basit olarak ele alınamaz. Çünkü Maliki'nin Şii olduğunu ve İran eksenli olduğunu biliyordu.
-O halde neden siyasal etkinliği Şiilerden yana kullandı?
Çünkü Şii dengesinin gelişmesini istedi. Ama öte taraftan Şii dengesi biraz öne çıkınca İran'ın ideolojik politik bir hegemonya kurmaması için tutum aldı. Bölgeye damgasını vuracak bir hegemonya kurmaması için İran öncülüğünü temel hedef belirleyip onun politik ve ideolojik yaklaşımlarına karşı sürekli İran'ı kuşatan bir politika güttü. Alttan ise belli bölgelerde Şiilerin durumunu ileri düzeye çıkardı. Yemen'de, Bahreyn'de bunu yaptı.Irak'ta devlet haline getirildi. Pakistan, Afganistan gibi ülkelere bakıldığında da bunu net olarak görmek mümkündür. Ama bütün bu gelişmelerin İran'a akması ise kendi açısından sakıncalıdır. İran-ABD ilişkileri bu eksende düşünüldüğünde İran'ın hegemonya olmasına kesinlikle fırsat verilmiyor. Ambargo uygulanıyor. Maliki ve ABD arasındaki bu çelişki İran etkisinin fazlalaşmasından kaynaklanıyor. ABD gerçekten bu işin içindedir.
-Bu durumun Irak’ın yeni şekillenmesine etkisi ne olur?
Irak'ta ortaya çıkan tablo 3-4 seçenekten biri olmak zorundadır. Ya belirttiğimiz şekilde konfederal bir durum ortaya çıkar, yeniden dengeli bir siyasal sistem oluşur ya bölünür ya da başka seçenekler temelinde şekillenir. Yani böyle kesinlikle devam etmez. O zaman İran'ın da bölgedeki mevcut durumunu gözardı etmemek gerekir. Mezhep temelinde bir çatışma ortaya çıkarsa İran kesinlikle rolünü oynayacaktır. Suriye'de nasıl sistemi ayakta tutan temel bir güçse bugün de Irak'ta Maliki'yi ayakta tutmak için temel rol oynayacaktır. İran, IŞİD'i taktik olarak kullanabilir ama oluşumu ve yönlendirilmesinde İran'ın rolü yoktur. Önümüzdeki dönemde birçok gücün içine girdiği bir savaş potansiyeli çok ciddi anlamda var. IŞİD'in işi de çok kolay değil. Bunun sonucunda kendisinin bile yok olma tehlikesi vardır. Irak'taki mevcut aşiretler konseyi yeni kurulacak devletle uzlaşırsa, sorunu bu temelde çözme yoluna girerlerse IŞİD kesinlikle kendi tabanından kopmuş, çok marjinal bir güç haline gelir. Hiçbir yerde yaşayamaz. Nasıl yıldırım gibi doğduysa öyle de ortadan kalkabilir.
TÜRKİYE'DEKİ GELİŞMELER BELİRLEYİCİDİR
-Bölgede yaşanan tüm bu gelişmelerin Türkiye’deki Kürt sorununa etkisi nasıl olabilir?
Burada bizim açımızdan en önemli nokta, Türkiye ve Kürdistan'daki durumumuzdur. Ortadoğu'daki gelişmeler ne olursa olsun bizim açımızdan belirleyici olan bugün Türk sömürgeciliğiyle yürüttüğümüz mücadeledir, Önderliğin yürüttüğü siyasettir.Buradan kopuk bir Ortadoğu başarısı ya da zaferi beklemiyoruz.Düğüm burada çözülecek. Burada yaşanan gelişmeler, hem Rojava'nın kaderini hem de Ortadoğu'daki durumumuzu belirleyecek olan sonuçlar ortaya çıkaracaktır. Bunu örgüt olarak bütün değerlendirmelerimizde ortaya koyduk. Şimdiye kadarki süreçlere yaklaşımımızın eleştirisi-özeleştirisi yapıldı, yaşanan gelişmelerin yeterince kavranıp kavranmamasına ilişkin çeşitli değerlendirmeler, tartışmalar oldu. Birçok şey büyük ölçüde bilince çıktı.
Burada özellikle vurgulamamız gereken noktalardan biri, sürecin kavramsallaştırılmasıdır. Bu, başlı başına bir değerlendirme konusudur. Çünkü onun kavramlaşmış halinin hem halka hem örgüte yansımasının sonuçları, mevcut siyasi durumla çoğu zaman örtüşmüyor. Yani şöyle bir durum açığa çıkıyor: Çözüm süreci diye onu kavramsallaştırmak, esas olarak çözüm beklentisi içine girmek gibi bir sonuca yol açıyor. Ancak mevcut yaşadığımız süreç bir çözüm süreci değil daha çok siyasal bir süreçtir. Elbette bu siyasal süreç, belli mevzilerin kazanılmasını hedefliyor ve kazanılan mevziler üzerinden mücadelenin ilerlemesi hedefleniyor. Bu, uzun soluklu bir mücadeledir. O zaman bizim çözüm süreci olarak kavramsallaştırdığımız durum, esasında Önderliğin bizzat yürüttüğü siyasal bir süreçtir. Önderlik yürüttüğü siyasetle bağlantılı mevcut muhataplarıyla böyle bir kavramsallaştırma içine girebilir.Çünkü belli bir konjoktürel durumu da içeriyor ama nihai bir çözüm süreci değildir. Bu sürecin kadroya, halka, dışarıya yansıması daha çok her şeyi Önderliğe havale edip her şeyin orada biteceğini düşünen ve sürekli oradan bekleyen bir ruh hali içinde durma gibi bir ataleti ortaya çıkarıyor.
Bizim Türkiye ve Kürdistan'da yürüttüğümüz süreç, çok derin bir süreçtir ama aynı zamanda birbirinden çok farklı hedefler, araçlar, amaçlar içeren bir süreçtir. Önderlik en üst kurum olarak her türlü kararı alma yetkisine sahiptir, iki farklı süreci birbirine karıştırmamak gerekir: Bir, Önderliğin geliştirdiği siyasal süreç var bir de bu süreçle bağlantılı bizim Türk sömürgeciliğine karşı yürüttüğümüz özgürlük mücadelesi var. Bunların hem birlikte olan hem de birbirinden farklı yönlerini iyi görmek gerekir. Önderlik bu konuda gereken uyarıları yaptı. Çözüm sürecinin yanlış değerlendirilmesinin 3 eleştirisini yaptı. Yapılan bu eleştiriler üzerinden bu tespitler ortaya çıktı. Bu tespitler üzerinden bakmak gerekir. Elbetteki bu süreç, bizim 40 yıllık mücadelemizin ortaya çıkardığı bir sonuçtur.Kimsenin bize bir şey verdiği yok. Biz kendi yürüttüğümüz mücadele ve mevcut bölgedeki, dünyadaki siyasal durumun ortaya çıkardığı sonuçları iyi kullanarak bir güç oluşturduk. Bu güç,Türk sömürgeciliğini bir çıkmaz içine soktu ve bu çelişkisini çözebilmek için yeni politikalar geliştirmek zorunda kaldı. Çözüm süreci denilen olay, bizim mücadelemizi daha da ileri götürmemizin ve Türkiye'nin de içine düştüğü krizden çıkmasının siyasi konjoktürünü ifade ediyor.
Çözüm süreci ekseninde hareket ederek üzerimize düşen görevlerin yeterince yerine getirilmediği tespiti yapıldı. Böyle bir sürecin Türkiye'deki mevcut iktidarın çok açık saldırısını frenleyen yönleri vardır.Yapılan birtakım yasal değişiklikler var. Bu yasal değişiklikler daha çok siyasal olarak, toplumsal olarak, meşru savunma temelinde kendini örgütlemenin yoğun bir görevini ortaya çıkarmıştır. Temel görev, dışarıda çok yoğundur. Hem Ortadoğu'daki bütün gelişmelere cevap olmak hem Rojava'daki ihtiyaçları karşılamak hem Rojhılattaki mücadeleyi geliştirmek hem de parçalar arasındaki bağı kurmak ve bu bağı Kuzey Kürdistan'da somut bir örgütlülüğe dönüştürmekönemlidir. Somut bir örgütlülüğü Önderliğin de elini güçlendirecek bir pozisyona getirerek onu bir hukuksal başarı noktasına götürme gibi görevle karşı karşıyayız.Bu başarılabilirse yani Önderliğin geliştirdiği siyasal süreç kendi rotasında giderken örgüt de kendi görevlerini yerine getirirse bu sürekli birbirini besleyerek mücadelede ciddi sonuçlar ortaya çıkaracaktır. / anf
Güncelleme Tarihi: 25 Haziran 2014, 21:33