Günay AKSOY - Zana KAYA / ÖZGÜR GÜNDEM
Öcalan, yerel yönetimleri, çapul kapitalizme karşı devrimci ekonomi modeli için seferber olmaya çağırdı.
Öcalan, yerel yönetimleri, çapul kapitalizme karşı devrimci ekonomi modeli için seferber olmaya çağırdı.
HDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Öcalan’ın yerel yönetimlere yaptığı çarpıcı çağrıyı gazetemize anlattı. Öcalan, “Yerel yönetimlerimiz yerel demokrasiyi kurarken ekonomik ayağını görmezlikten gelmemelidir. Hatta en öncelikli iş edinmelidirler” dedi
“Gültan Başkan bu perspektifi halkla tartışarak geliştirebilir” diyen Öcalan, “Halkı bu çapul kapitalizmin iğrenç tüketim ve sömürü tuzaklarına karşı korumasız bırakamazsınız. Bu konuda devrimci ve alternatif modellerimiz olmalıdır” dedi
Devrimci ekonomik modelimiz olmalı
Kamuoyu, PKK lideri Öcalan’ın sadece süreç konusundaki değerlendirmelerini değil başka birçok konuda neler düşündüğünü merak ediyor. Örneğin, son dönemde Kürt hareketine dönük bazı yazar ve gazetecilerin artan eleştirileri konusunda ne düşünüyor? Medyayı nasıl görüyor? Yerel yönetimler için ne öngörüyor? Soma’yı nasıl yorumladı? vb. Söyleşinin bugünkü son bölümünde, HDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’e Öcalan’ın bu konuları nasıl değerlendirdiğini sorduk. İşte o çarpıcı cevaplar...
- Son dönemlerde liberal kesimlerin Kürt hareketine eleştirileri oldu. Özellikle böyle bir hükümetle bu süreç yürütülemez noktasında yoğunlaştı eleştiriler. Kürt hareketine yönelik bu eleştirileri nasıl değerlendirdi?
Biraz acı acı gülümseyerek belli değerlendirmeler yaptı. “Bu arkadaşlar bilimselliği ve teoriyi unutmuşlar. Bizim yüzümüz demokratik sosyalizme dönük ve bizler idealizmin tuzağına düşmeyiz” dedi. “İdealizm kişileri tartışır, oysa biz sistemi tartışırız. Kimi dostlarımızın gözden kaçırdığı en önemli ayrıntı bu meseleyi sistem üzerinden değil kişiler üzerinden tartışması. Sistem üzerinden tartışmaya başladıkları anda bunların kişisel özellikleri ve yapısallıkları gereği böyle davranmaktan başka seçeneklerinin olmadığı görülecektir” vurgusu yaptı. Birincisi bu eleştiriyi yaptı. İkincisi ve daha önemlisi -gerçekten gülümseleyerek- “Ya bu yaptıkları değerlendirmelerin tam da hükümetin istediği yönde değerlendirmeler olduğunu görmüyorlar mı” dedi. “Bu değerlendirme şöyle sorunlu. Tek belirleyenin hükümet olduğu tespitinden ve yanlış gerçekliğinden yola çıkan değerlendirmeler bunlar. Oysa hükümet burada bırakın tek belirleyen olmayı, belirleyeni bile değil; bunun arkasında bir yandan 40 yıllık bir mücadele tarihi bir yandan da 100 yıllık bir tarihsellik var. Ve bunun Kürt hareketini de aşan bir sürü mücadele boyutu var. Kadın boyutuyla, gençlik boyutuyla, ekolojik mücadele boyutuyla... Bütün bunları getirip de bir hükümetin ya da Başbakan’ın ağzının içinden çıkan kelimelere indirgemek idealizmin tuzağına düşmektir; hem de hükümetin istediği yönde. Hükümeti temel güç odağı gösteren bir yaklaşım tuzaktır. Buna düşmemelidirler” dedi.
“Mesela, bu arkadaşların bu meselenin bir güvenlik boyutu olduğunu ve bu mücadelenin bir hafızası olduğunu, her gün yeniden günlük ve anlık gelişmelere göre tutum değiştirme ya da geliştirme aculluğuna düşmeyeceğini de bilmeleri gerekir. Bu hareket 40 yılda 40 kez imha edilmeye çalışılmış ve her seferinde kendisini var etmiştir. Bu dostlarımızın yanımızda durmasını sağlayan bu tarihtir ve tarih hep bizi haklı çıkartmış. Bizim öngörülerimiz, uyarılarımız ve aldığımız tutumun bize maliyeti çok yüksek de olsa tarih hep bizi doğrulayarak bugüne gelmiştir.” “Dünya tarihine baksınlar” dedi, “Var mı böyle halk hareketi ve siyasal hareket.” “Bütün kurumlarıyla, Önderliğiyle, alanlarıyla bir halk gerçekliği ve bir mücadele gerçekliği; düşünün ki hayatın bütün alanlarında örgütlenmiş olsun, kendisini halklaştırmış olsun ve bugün Türkiye mücadeleler tarihinde hep imha ile sonuçlanacak müzakere edememe gerçekliğini, müzakere etme gerçekliğine dönüştürmüş olsun” dedi. “Yani bu arkadaşlar hükümet korkusu ve paranoyası yerine bilimselliğe yaslanırlarsa -ki yaslanacaklardır- tarihin bizi haklı çıkaracağını görecektir. Ama bizim siyasal bilincimizi ve siyasal hafızamızı küçümsemeye ya da yok saymaya da kimsenin hakkı yok” dedi.
“Bugün Türkiye’de ortaya çıkan demokratik itirazlar aslında tam da bizim meseleyi demokratik siyaset ve müzakere ortamına evirmemizin sonucudur. Çünkü bu olmasaydı bugün her türlü totaliter yaklaşıma ve demokratik olmayan yol ve yöntemlere karşı itiraz edenlere Kürt’ü düşman gösterip, hepsini hizalayacaklardı. Türkiye halkları, emekçiler ve dostlarımız bilmeli ki bu meseleyi demokratik bir zemine taşıdığımız için bu demokratik itirazlar ve çeşitlilik ortaya çıktı. Bugün kendisi için bir şey yapan insanlar -ki bunu çok olumlayarak söylüyor- bugüne kadar hep başkasından beklemiş, ilk defa kendisi için bir şey yapan bütün kesimler eğer savaş gerçekliğini yürütüyor olsaydık bize küfür etmekle meşgul olacaklardı. Sistemin bu yüzünü açığa çıkarıcı ve demokratik siyasete ya da demokratik taleplere alan açıcı bir işlevimiz olmuştur” diyor.
- Toplumun tüm dinamiklerinin bu süreci sahiplendiğini düşünüyor mu?
O konuda BDP ve HDP’ye dönük eleştiriler başlığı altında o meseleyi ele aldı. Şunları vurguladı: “Çözüm karşıtı faşist güçler sürekli bölünme paranoyasını besleyerek halkın tümünü bu sürece katkı vermekten uzak tutuyorlar. Burdan halkı suçlayamayız. Burdan kendimize dönük eleştiriler geliştirebiliriz. Bizim siyasi kurumlarımız tam da bunun bir ortak vatan ve bir birlikte yaşama gerçekliğinin teminatı olduğunu yeterince ya da onların bu propagandalarını boşa çıkartacak şekilde anlatamamış.” BDP-HDP ve diğer tüm siyasal kurumlara dönük böyle bir eleştiride bulundu. Kendisinin “Benim halkla iletişim kanallarım bugünkünden daha elverişli koşullara ulaştığında ben bu ikna meselesini bir haftada yapabilirim” tespiti var. “Siz sürekli bu dar propagandaların etkisi altında kalıp yeterli cevap oluşturamıyorsunuz, oysa elinizde bu kadar sağlam ve gerçek olgu varken bunu halka anlatamamış olmak bizim de üzerinde düşünmemiz gereken bir olgudur” diye değerlendirdi. Daima Türkiye halkına bir genel seslenişi var. Bunu büyük barışın etrafından kenetlenme olarak değerlendiriyor. Ayrıca iki Newroz mektubunu da bir Barış Manifestosu olarak değerlendiriyor. “Bizim onurumuza bağlılığımızı dost düşman herkes bilir. Onuruna bağlı insanlar bu manifestoların da arkasında hayatları pahasına dururlar. Elimizde bu kadar çok gerçek varken, bunu anlamamış olmak, onların psikolojik harp yöntemlerinin gelişkinliği kadar bizim baş etmedeki yetersizliğimize de işaret ediyor.”
- Gezi Direnişi’nin bir yılı doldu. Türkiye’deki demokratik siyaset zeminini tüm bu çeşitlilik ve itirazlarla beraber nasıl değerlendiriyor?
Kongre bunun için önemli bir fırsat diyor. “Kongre tüm bu kesimlere temsiliyet imkanı bulabilecekleri alanlar açmalıdır. Bu muhalefet ancak böyle doğru bir zemine oturabilir ve netice alabilme eşiğine gelir. Yoksa, herkes bir tarafından çekiştirir ve sönümlenip gider bu” diyor.
- BDP’nin yeni dönemdeki rolüne ilişkin neler söyledi?
BDP’nin yeni dönemde üstleneceği rolü de tam buradan tarif ediyor aslında. Bu teorik, pratik inşayı ve insanların bu tartışmaları tüm kurumlarda bütün boyutlarıyla ele almasını sağlayacak olan öncü güçtür BDP yeni dönemde ve böyle olması gerektiğini düşünüyor.
- Sayın Öcalan, medyaya da ‘yapıcı rol oyna’ çağrısı yaptı. Medya konusundaki eleştiriyi biraz açabilir misiniz?
“Meseleyi Öcalan ister onlar yapar ya da onlar söyler Öcalan buna göre düzenlemeler yapar boyutuna indirgemek çok gayri ciddi ve sorumsuz bir şey” dedi. Bu barışa hizmet etmez. Yürütülen mücedeleden de bunun tarihinden de hiçbir şey anlamamış olmaktır” dedi.
İsimlendirmedi ama Tv’lerde yürütülen tartışmaların önemli bir kısmını izliyor; kendi izleyemediğini de diğer tutsak arkadaşlar aktarıyorlar. “Bu tür değerlendirmeler meseleyi magazinleştirmek ve spekülatif bir yere taşımak olur. Ancak barış süreci gelişmesin diye düşünen insanların yapabileceği bir şeydir bu” dedi. “Sen bütün bir halkın tarihini, mücadelesini ve itirazını gelip bir insanın üzerine yüklersen bu meseleden hiçbir şey ya anlamamışsın demektir ya da kasten süreci güçsüzleştirmek, itibarsızlaştırmak ve beyhude tartışmalar aralığına hapsetmek istiyorsundur. Başka da bir yorumu yoktur” dedi. “Büyük bir çoğunluğu tartıştığı meselenin cahili. Yani merak edip ya ben bu lafı söylüyorum ama arkasında ne var. Buna dönük sanmam ki bir saatlik bir okuma ya da düşünme sürecini kendine tanımış olsun. Çünkü başka türlü bir saat bile genel kronolojik bilgi olarak bile buna bakan bu saçmalıkları söylemez” dedi. “Matah bir şeymiş gibi her gece bir yere diziyorlar üç beş tanesini ve boş beleş havanda su dövüp duruyorlar” dedi.
Soma için sol da yoğunlaşmalı
- Soma Katliamı’na ilişkin nasıl bir değerlendirmesi oldu?
İki soruna dikkat çekti. Birincisi kadın cinayeti kabul edilemez dedi. Ardından Soma’ya getirdi. “İnşaatlarda ve Soma’da ortaya çıkan şey bize şu gerçekliği işaret ediyor” dedi. Syriza bağlantısını da hemen ondan sonra kurdu. “Burada sol-sosyalist geleneğin yokluğu da ortaya çıktı. Tam da bulunmaları gereken alanlar buraları... Sınıfla irtibatı kesilmiş... Sınıfı bu çapul kapitalizmin insafına terk etmiş olmak sol ve sosyalist gelenek açısından kabul edilebilir bir şey değil. Bence dar tartışmalar yürütmek yerine bu alanlardaki boşlukları yaratıcı yöntemlerle nasıl doldururuz, ona yoğunlaşmalı” dedi. “Bütün iş cinayetlerinde katledilen emekçilerin ailelerine taziyelerimi sunuyorum” dedi.
Yerellerin öncelikli işi
- Yerel yönetimler konusunda tespitleri var mıydı?
Yerel yönetimlere yönelik önemli tespitler yaptı. “İki meseleye yoğunlaşmalılar” dedi. “Diyarbakır’da Gültan Başkan bu perspektifi geliştirebilir” dedi. “Siz yüzde 60 oy aldığınız bir yerde halka ekonomik model de sunmak zorundasınız. Halkı bu çapul kapitalizminin iğrenç tüketim oyunlarına, iğrenç sömürü tuzaklarına karşı korumasız bırakamazsınız. Bizim yerel yönetimlerimiz yerel demokrasiyi kurarken bu ekonomik ayağını görmezlikten gelmemelidirler. Hatta en öncelikli iş edinmelidirler. Bu konuda bizim devrimci ve alternatif modellerimiz olmalı. Bu da ancak geniş kapsamlı ekonomi konferansları ile ortaya çıkar” dedi.
“Bu konuda kararları hayatla test etmeden hemen ilkesel yaklaşımlar haline getirmemeliyiz. Her kesimin katılımına ve katkısına açık olan büyük ekonomi çalıştayları ve kongreleri yaparak başlatabiliriz bu süreci. Bunun için de 5-6 aydan fazla zamanımız olmamalıdır” dedi. “Şöyle bir belediyecilik bizim açımızdan düşünülemez: Yani biz değer ailelerini, bütün kentin yoksullarını gözetiyoruz türünden bir yaklaşım çok eksik bir yaklaşımdır. Çünkü bu zaten bizim boynumuzun bir borcudur, bu bir faaliyet başlığı değildir. Eğer bir yerel yönetim bizdeyse o yerelde hiçbir insanın aç kalmamasını temin etmek temel borcumuzdur. Sıralayabileceğimiz bir faaliyet başlığı değildir” dedi. Şunun altını çizdi: “Borç ayrı, program ayrıdır. Program tam da bu çapul kapitalizmin çarklarına halkı bırakmayacak yaratıcı modeller geliştirmektir. Bu konuda Latin Amerika deneyimleri araştırılabilir. Tarihe gidilebilir. Tarihte bu türden dayanışma modelleri araştırılabilir. Olabilecek en geniş katılımla bu çalıştaylar yapılmalı. Bazen en iyi öneri, yöntem en eğitimsiz bir yoksuldan gelebilir. Onun için işi akademik alana da sıkıştırmayan bir model olmalı.”
“Yerel demokrasi ve özerklik meselesinin iki ayağını çözmezsek kimseden bize bir yardım gelemez. İkincisi güvenlik boyutudur. Güvenlik deyince herkes asker ve asayiş gibi şeyler anlıyor. Oysa güvenlik boyutu bundan çok öte bir şeydir. Buna da bir yoğunlaşma içerisindeyim. Bunu tarif edecek ve bütün bu tartışmaları bitirecek bir yaklaşım geliştirmenin ariferisindeyim. Bunu da geniş katılımlarla, geniş tartışmalarla genişletebilecek hale getireceğim” dedi
Güncelleme Tarihi: 05 Haziran 2014, 19:06