Kadir İnanır: 'Barıştan elini çekenler yanar'

Hep çatışmalarla adını duyduğumuz Şemdinli ve Yüksekova’yı gördüm. Ve onlara bir film çekme sözü de verdim. Zaten oralar adeta bir sinema şaheseri, bir film platosu gibi. Nereye baksanız muhteşem yani.

Kadir İnanır: 'Barıştan elini çekenler yanar'
 Ayşen Güven / Evrensel


İnsan derin bir “ah” çekiyor Kadir İnanır’ı görünce; kavgamıza, emeğimize, aşkımıza damgasını vurmuş unutulmaz filmleri geliyor akla. Beyaz perdeden hayata karışması Kadir Baba’nın, tıpkı “Tatar Ramazan” edasıyla; adaletli, hakçı, keskin, dürüst ve yürekli. Her santimetrekaresi barışa susamış topraklarda elini taşın altına koyup sıkılı yumruklardan damla damla barış şifası üretmek belki de Kadir İnanır’ı bugün de “baba-kardeş-ağabey-arkadaş” yapıyor. Onu beklerken biraz dizlerde titreme, kalpte çarpıntı oluyor haliyle; zaten kapıda bütün karizmasıyla belirince bunların ne kadar yerinde refleksler olduğunu anlıyoruz. Görünüşüne iltifat edecek oluyoruz “e herhalde kereste tüccarı mıyım ben” diyor, ilk gülüşmelerle gerilimi üzerimizden alıyor. Memleketin hal-i pürmelaline gelin de Kadir İnanır’la bakalım.

Geçtiğimiz hafta Hakkari’de bulundunuz. Vesilesi neydi bu ziyaretinizin? 

Benim sinematografime baktığınızda neredeyse Anadolu haritasının üzerine kurulmuş tüm mekanlar vardır. Hemen hemen film çekmediğim il kalmamış. Doğu ve Güneydoğuda ise film çekmediğim sadece Van ve Hakkari var. Biri bölgenin en güçlü diğeri adeta terk edilmiş şehri. Buraları görme hasretinin dışında bir de etkinliğe davet söz konusu olunca hemen değerlendirmeye çalıştım. 

DAĞLAR ARTIK KARDELEN ÇIKARMAK İSTİYOR

Hem sinemasal olarak hem de halkın sürece bakışı açısından izlenimleriniz neler oldu? 

Dağlar arasında bir şehir. Fırsat yaratıp kazalarını da gezdim. Bir tek ters tarafta olduğu için Çukurca’ya gidemedim. Ama hep çatışmalarla adını duyduğumuz Şemdinli ve Yüksekova’yı gördüm. Ve onlara bir film çekme sözü de verdim. Zaten oralar adeta bir sinema şaheseri, bir film platosu gibi. Nereye baksanız muhteşem yani. Tabii, konuşmalarımız, görüşmelerimiz barış sürecine bağlandı. Hakkari dağları 30 yıldır, hiç durmadan bomba yiyor. İşte o dağları konuşturdum biraz. Sanırım bu satırlar oranın derdinin güzel de bir özeti oldu: “Dağlar haykırıyor; ben şarapnel parçalarından yoruldum. Kardelen çiçekleri çıkarmak istiyorum.”

Hakkari’de bir de sinema salonu açılışına katıldınız. Hakkari için bir sinema salonu ne ifade ediyor sizce? 

Evet, o çok anlamlıydı. Düşünebiliyor musunuz zaten her taraftan sıkışmış bir vilayette hiçbir kültürel etkinlik yok. Böyle bildiğimiz Anadolu’da yaygın olan folklorik birkaç çalışma dışında ne tiyatro ne sinema ne de plastik sanatlar var. Bunlardan en yaygın olanı sinemaydı, o da kapanmış. Ve o sinema şimdi yeniden hayata döndü. Şimdi orada herkes yepyeni sinema filmlerini izleyecek. Ses düzeni, perde ekranı, her şeyiyle çağdaş bir sinema olmuş. Benim filmimle açılışını yaptık. Şimdi orada başta Hakkari halkı olmak üzere, görev yapan öğretmenler, doktorlar, askerler, polisler, okumaya gelen üniversite öğrencileri... Hepsi “sürgün yeri burası” düşüncesine daha az kapılacaklar. Evden dışarıya çıkmak için hiçbir nedenleri yoktu. Şimdiyse bir sinemaları var. 

Bu gezi size sinema için de epey ilham vermiş sanırım...

Vermez mi? O Zap suyunun geçtiği vadi boyunca şehre ilerlerken öyle fotoğraflardan geçiyorsun ki hem benim böyle bir ülkem var diye övünüyorsun hem de sanıyorsun ki bu yolun sonu çok tarihi, görselliği güçlü bir şehre çıkaracak seni. Vardığında bir bakıyorsun ki, yoksulluktan perişan olmuş, köy gibi bir vilayet karşında. Hiç adil değil. Bir defa doğaya ters, anlayışa ters, fotoğrafa ters... Bu kadar yoksulluk olabilir mi? Halkı çok politize olmuş, özellikle gençleri. Esnafı huzur istiyor. 11 aydır kan dökülmemesinden çok mutlular. 

Hükümetin adım atmaması, çözüm sürecine ilişkin kaygıları artırıyor. Çokça eleştiri ve tepki de var. Siz süreçte bugünü nasıl değerlendiriyorsunuz?  


Bakın bu, adı üstünde “süreç”. Yani zamana yayılma demek değil mi? Şimdi bu 11 aydır kan dökülmeme gerçeği yaşandığı için halk bundan çok memnun, ülke çok memnun. Bu barış hasretinden uzatılan eli çeken kim olursa canı fena yanacak. İster Hükümet olsun ister bölge halkı olsun. Bu barış eli artık koparılamaz. Hakkari’de de söyledim: “Barışla bitmeyen hiçbir savaş yoktur. Bu da bitecek.” Bu zamanı hızlandıralım istiyoruz, bütün mesele bu. O zaman yazık değil mi bunca giden insana? Yüzyıl savaşları bile barışla bitti. 

Peki sizin, sürecin sekteye uğramasına dair kaygılarınız var mı? 

Kaygılarım var ama hiç önemsemiyorum. Çünkü her zaman provokasyonlar olacaktır. Onca yıl savaştan sonra IRA ile İngiliz Hükümeti anlaştı, ertesi gün Londra’da bomba patladı, 30’un üzerinde insan öldü. Olabilir. Ben gittiğim yerlerde “ne olacak” diye sorular geldiğinde hep böyle şeyler olabileceğini anlattım. Sırf provokasyon için beni şu anda burada vurabilirler. Hiç umrumda değil. Tek bir gerçek var ki; bu savaş eninde sonunda bitecek. Bu inançla yaşamak zorundayız. Kafamızdaki bu soruları bir endişeye dönüştürürsek insanlara da, kendimize de moral veremeyiz. 

PAKET YANILTTI DEMEK İÇİN ERKEN

“Halkın taleplerini karşılayacak”, “çözüm sürecine derman olacak” diye sunulan, Hükümetin bu yönde beklentiyi yükselttiği demokrasi paketi hayal kırıklığı yaşattı. Kürt halkının en önemli taleplerinden biri olan ana dilinde eğitim, özel öğretime devredildi örneğin. Keza Alevilerin statü talebi de karşılık bulmadı. Akil insanların raporlarının da yansıyacağı söylenen demokrasi paketini siz nasıl değerlendirdiniz?

Paketi ilk duyduğumuz zaman bu kadar mı dedik? Bu kadar mı? Onlar bu kadar olmadığını biliyorlar. Ama senin gazetenin adı gibi “evrensel” bir gerçek var ki; siyasi partiler iktidarlarını korumak için uygulamalarını zamana yayarlar. Hemen bir günde her şeyi tüketmezler. Göreceksiniz seçimlere kadar iki haftada bir, ayda bir yeni adımlar gündeme gelecek, devreye sokulacak.

Yani demokrasi böyle paketle taksit taksit mi gelecek?

Gayet tabii. Adamlar niye her şeyi bir günde yapsın. Öte yandan bu alınan kararlar doğru mu? İçeriği tamam mı? Bunlar ayrı konular. Ama bu “paket yanılttı” lafı bence erken. Sonuçta bizim özlediğimiz dünyaya ne kadar yanaşırlar? Onu zaman gösterecek. Bu kadar zaman sabredildi biraz daha sabretmek, düşünmek lazım. Söz konusu bir tahribat varsa “bunun faturası herkes için ağır olabilir” diye tepki göstermek de elbette insanların en doğal hakkı. Zaten bizim anladığımız dünyada bu haklar sert biçimde yok sayılırsa orada demokrasiden söz edilemez. “Demokrasi paketi” diyorsun adına, o zaman herkes konuşacak. Yeter ki kırıcı olmasın, bilinçli eleştiri olsun. Ama bakıyorsunuz gazetecilerin, köşe yazarlarının bile hepsi böyle davranmıyor. Mesela bazı köşe yazarları sabah kalktığında bütün ülke onların yazılarını okuyor sanıyor. Her konuda fikir beyan ediyor. Hele böyle kafatasçı, ulusalcı geçinen 3-5 tane gazete var ki onların yazarları özellikle beni hedef alıyor bu süreçte. Karşı karşıya geldiğimizde asla o lafları edemeyecek insanlar köşelerinden bana saldırıyor. İstiyorlar ki ben cevap vereyim de gündeme gelsinler. Ben o kadar büyük işlerle uğraşıyorum ki o zavallılarla uğraşacak halim yok. Ama basın izleme ajansım var, hepsini biriktiriyorum. Zamanı gelecek hepsinden tek tek hesabını soracağım. Onların ağa babalarına söyledim “Şimdi barış dili kullanıyorum, süreç bittiğinde kendi dilimi kullanacağım” diye. Bana köşelerinde hakaret edenlerin hiçbirini unutmuyorum. Onlara solun da, sosyalizmin de, sosyal demokratlığın da ne olduğunu öğreteceğim. Hatta vatan sevgisinin, milliyetçilik kavramının da ne olduğunu öğreteceğim. 

Gezi direnişinde de “akiller nerede?” dendi sıkça. Bu eleştiriler konusunda ne düşünüyorsunuz? 

Bana yönelik olamaz. Üç defa deklarasyon yayımladım, İnternet’te de var. “Temel haktır gösterilen tepkiler. Saygı gösterilmeliydi” cümlesini içeren basın açıklamam var. Çünkü tam o tarihlerde hastaydım ve 10 gün yattım hastanede. Yoksa haksızlığa karşı direnişe benim kadar destek verecek adam var mı? Zaten haksızlığa direniş mücadelesi içindeyim. 
Ama tabii ki vandalizme son derece karşıyım. Herkes birbirinin haklarına saygı duymalı. Akiller adına ortak deklarasyon yayımlanması da konuşuldu o günlerde ama onu yapamazsın. Çünkü o karma bir heyetti. İçinde asla Gezi’ye destek vermeyecek insanlar da vardı. Akil insana sorabilirsin “nerdeydin” diye, fakat o heyete nasıl soruyorsun. Ben cevabını veriyorum; hastaydım, yatıyordum. Olmasaydım oraya da giderdim. Gittiğimde ortalığı kırıp dökenlerden de “Bu hareketin altını niye boşaltmaya çalışıyorsun” diye hesap da sorardım. Yoksa oradaki haklı direnişe kim karşı gelebilir ki?


HDP TÜRKİYE’NİN PARTİSİ OLMAYA ADAY 

HDP’nin kuruluşunu çok önemsediğinizi daha önce açıkladınız. Açar mısınız, HDP neden önemli?

Bence şuradan çok önemli şu anda toplumu tamamıyla kucaklayan bir parti yok. İşte birisi yüzde 50’yim diyor. Birisi sosyal demokratım diyor, yarısı kafatasçı, ulusalcı. Öbür tarafta Kürtlerin partisi var. Bir de EMEP var. Bence en önemli parti. Gerçekten işçilerin, emekçilerin partisi. Burada bir parantez açalım; bir de İşçi Partisi var, içinde bir tane işçi yok. PKK da işçi partisi olduğunu söylüyor. Orada da bir tane işçi yok. Şimdi dönersek siyasal görüşümüzü, söylemlerimizi, felsefemizi halkların kardeşliği üzerine oturttuğumuzu söylüyorsak; şiarı bu olan bir organizasyonu alkışlamamak mümkün değil. O zaman çelişkiye düşersiniz. Tabii HDP’nin de herkesi kapsayabilmesi için karşı oluşumlara koz vermemesi lazım. 

Ne gibi ‘koz’lar mesela? 

Yeni oluşum sonuçta elbette eksikleri var, olacak. Mesela genel kurulda İstiklal Marşı’nın okunmaması büyük bir eksiklik. Niye karşı tarafa koz veriyorsun. Mesela ben İstiklal Marşı’nı okuyan birisi olarak sana destek veriyorsam benim için onu da çalacaksın. Aslında bütün marşları çalacaksın, bütün renkleri koyacaksın. Sen bunun için kurulmuyor musun? O partiyi kuranlara akıl öğretmek gibi bir derdim yok. Ama ben bu partiden umutluysam daha kuruluş aşamasında gördüğüm eksiklikleri söylemem gerekiyor. Onlar Halkların Kardeşliği konusunda yoğun emek sarf etsinler en büyük desteği veren ben olacağım onlara. Orada her toplumsal yapıdan insan olmalı. Şimdi, ama insanların farklı farklı hasletleri var. Onu da kırmadan yapacaksın. Biz başka türlü nasıl bu partiyi sevdireceğiz, nasıl birlikte olacağız? O parti bunun için daha çok mücadele edecek, öyle öyle Türkiye’nin partisi olacak.  

Kongrede bulunmak ister miydiniz?

İsterdim ama Hakkari seyahatim vardı işte.


CHP’NİN BÖYLE OLDUĞUNU BİLSEYDİM OY VERİR MİYDİM?

Kongrenin ardından HDP’ye yönelik saldırılar da başladı. “Marjinal partiden, solcular Kürtlerin peşine takılıyor”a uzanan bir dizi eleştiri... Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Her şey denilebilir. Desinler, bunlara açık olmak lazım. Öyle olmadığını gördükçe insanlar gelecek. Partinin üyesi olarak değil ama bir yurttaş olarak biz de onlarla beraberiz. Çünkü söyleminin özü şu “Tüm ezilenlerin partisiyiz”, “Halkların Kardeşliği diyoruz”. Böyle diyen bir parti desteklenmez mi? Alın işte sosyal demokratım diyor, kafatasçılarla aynı şeyleri söylüyor. Böyle bir şey olabilir mi? Daha açık söyleyeyim; beni bu ülkede kime sorarsan sor Cumhuriyet Halk Partili bilirler. Ama kusura bakmasınlar ben o kafatasçılarla birlikte olamam. Nasıl yanılmışım ama... Ben bu partinin böyle olduğunu bilseydim oylarımı verir miydim? Asla vermezdim.


SIRRI SÜREYYA ÖNDER ÖZEL BİR ADAM

Yerel seçim yaklaştıkça aday olacak isimler de yavaş yavaş gündeme geliyor. Bunlardan en çok konuşulan Sırrı Süreyya Önder. Sırrı Süreyya, “benim adayım ben değilim” diyor. Sizin adayınız mı peki?

Sırrı Süreyya Önder özel bir adam. Benim için de öyle. Sayıları yüzün üzerinde olan yeğenlerimden biridir o da. Kendisi de bana “dayı” diye hitap eder. Ayrıca benim vekilimdir. Esas olan millet olarak benim tabii. O benim vekilim o yüzden ona her şeyi söylemeye hakkım var. Sırrı gerçekten çok sevilen, donanımlı, cesaretli müthiş bir karakter. O sıcacık yüreğiyle insanların mutluluğu için koşturan, özellikle ezilenlerin yanında hiç korkusuz duran gerçek bir insan, bir yürek. Ne zaman başı dertte olursa ben onun yanında olurum. Ne karar alacak, partisiyle birlikte bilmiyorum. Ne karar verirse ben saygı duyarım.


BAŞÖRTÜSÜNÜ KADINLAR TAKIYOR ERKEKLER NE KARIŞIYOR!

Başörtüsünün Meclise girmesi, geçtiğimiz haftanın gündemden düşmeyen konusu oldu. Yeniden alevlenen başörtüsü tartışmaları konusunda ne düşünüyorsunuz? 

Merve Kavakçılar zamanı. Benimle röportaj yapmak için peşime bir sağcı dergi düştü: Sızıntı. Ben de prensip olarak istemedim. Çocuk koşturdu, yılmadı.. Bir de dedi “Ağabey ben Termeliyim”. Neyse dedim “Yaparız ama bir şartla. Ben senin derginin konseptini biliyorum. Söylediklerimi yazacak mısın?”  “Yazarım” dedi. İşte oradan buradan konuşurken konu geldi başörtüsü meselesine. Dedim ki; “Başörtüsünü kim takıyor?”, “Kadınlar”, “Bu erkekler ne karışıyor? Gelsinler kadınlar bir araya konuşsunlar, bağrışsınlar, artık saç saça baş başa mı olur? Dövüşsünler, tartışsınlar, kendileri ortak bir yol bulsunlar. Bu erkeklerin niye derdi?” dedim. Dergi çıktı, röportajın hepsi tamam bir tek bu bölümü yok. Bugün de aynı şeyi söylüyorum. Hatta Mecliste erkeksiz bir kadın oturumu yapsınlar. Onlar çözerler sorununu.  

Geçtiğimiz Pazar Aleviler yine sokaktaydı. Hükümetin Aleviler nezdinde de daha tartışmalı bir dönemi söz konusu. Cami-cemevi projesi bu tartışmaları hararetlendirdi. Siz projeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şimdi buradan gidince İnternet’e gireceksin. Kadir İnanır/Fatsa/cami-cemevi yazacaksın, bak karşına ne çıkıyor. Ben bundan 20 yıl evvel yaptırdım o binayı. Yani büyük katkı sağladım yapılmasına. “Güneş Fatsa’dan Doğuyor” diye bir program yapıyordum o dönem. Aynı anda “Böyle Gitmez”i yaparken hayata geçirdik biz o projeyi. Millet daha yeni cami-cemevi yapalım diye konuşurken, Cumhurbaşkanı dahi “böyle bir proje yaptırıyoruz” diye havalara girerken biz yıllar önce yaptırmıştık zaten. Fatsa’da hâlâ duruyor bina, merak eden gider bakar. Cami, cemevi, aşevi, herkes mutlu bir biçimde yapıyor ibadetini. 

Aleviler benim çok sevdiğim insanlar. Kültürlerine çok saygı duyuyorum. Yalnız çok parçalılar, bütün sorun burada. Dert ortaksa Aleviler bölünüp bakamazlar o soruna. En önemli meselelerinde tek yürek olmak zorundalar. Onlar böyle parçalı olduğu zaman faşizmin ana maddesi olan “böl-parçala-yönet” gündeme geliyor. Maraş’a toplantılar için gittiğimde bize dediler ki burada “Alevi-Sünni olaylarından bahsetmeyin. Halk üzülüyor”. Bir süre sonra yine konuyu kendileri açtılar. Maraş’a bir gün birdenbire milli piyangocular gelmiş, nerden geldiyse. 20 kişi, piyango satmaya başlamışlar. Bir gün sonra Maraş karışmış. Ertesi gün bu adamlar yok olmuşlar. Her Maraşlı bunu anlatır. O nedenle parçalanıp bölünürsen parçalarlar.


FİLMİN SERT CÜMLESİ 

Sinemayla başladık sinemayla bitirelim isterseniz. Kadir İnanır’dan her zaman film beklentisi vardır. Bunca şey konuştuktan sonra sizce bu zamanlarda hangi hikaye filme çekilmeli? 

Benim sinematografime bakarsanız 187 filmin arasında 20-25 tanesi ticaridir. Onun dışında hepsinin bir dili, bir sözü vardır. Ben sanatı kitlelere yaparım. O nedenle oynayacağım filmlerin senaryosunda da o kitlelerin sorunları olmalı. Yani çağa yakışmayan, insan onurunu zedeleyen, geride kalmış yapıları irdelemeli, bunları tartışmaya açmalı ya yok etmeli ya da gerçeğini sunmalıdır. Hal böyle olunca bundan sonra yapacağım hiçbir filmin de bunlardan geriye düşmemesi lazım. Zaten Türkiye’de yaşadığınız her dakika bir filmdir. Ve bir senaryo toplumsal sorunları içermiyorsa ben o filmde yokum. Evde 50 tane senaryo var. Bana uymuyor. Meselesi olacak onun üzerine dramatik, sinemasal evrensel değerleri de koyar bir film haline getirirsiniz. Ama özünde sert en az bir cümlesi olacak.


SANATÇI EN ÖNDE OLMALI

Kadir İnanır’ın çizdiği hem bir sanatçı ve hem de bir  yurttaş profili var. Burada  aydın ve sanatçı duruşunun nasıl olması gerektiğini düşünüyorsunuz? 

Ben hiçbir sanatçıya laf söylemiyorum. Kendimden menkulum. Bana göre sanatçılar ülkenin sorunlarıyla son derece ilgili, ülkenin problemlerini ortadan kaldırmak için verilen savaşta en önde olanlar olmalıdır. Benim sanatçılık anlayışım bu. Bunu yapmayan varsa beni ilgilendirmez. Onun için sevdalarımızı, siyasetimizi, ekonomimizi, her şeyimizi bu kardeşlik üzerine kuracağız. Bu ülke kimsenin özel becerisiyle kurulmadı. Ortak bir kaderde canlar verilerek kuruldu. Bakın ben asla “Bu kadar uğraştım. Artık vazgeçtim, bu işten yoruldum” lafını söylemeyeceğim, bu bilinsin. Zaten insanlar ne için yaşar ki? Tamam ben 200’e yakın film çektim, hepsi de tarihler boyunca duracak. İyi de adama demezler mi; “Peki karakterin neydi? Bunun dışında ne iş yaptın? Toplumda bu kadar sevilen sayılan bir insanken ülke gerçeklerinin kavgasına niye girmedin?” ya da “Girdiysen teşekkür ederiz” demeyecekler mi? 

Güncelleme Tarihi: 11 Kasım 2013, 22:25
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER