Biri Ankara'da üçü İstanbul'da faaliyet gösteren dört ajans ve bu konulara yatkın bir grup arkadaş oturduk ve şu zorlukla karşılaştık. Türk siyasetinde partiler çok kapatılıp açıldığı için tüketilmemiş kelime neredeyse yok. Özellikle de en çok parti kapatılan muhafazakar ve Kürt siyasetinde her şey denenmiş. Demokrasi diyorsunuz, birlik diyorsunuz, Adalet diyorsunuz daha önce kullanılmış. Logolar da semboller de aşınmış. Hilal gibi bir sembol o kadar kullanılmış ki. Sizin yeni bir hareket olduğunuz itibarını verecek bir sembol olma niteliğini kaybediyor. Ben de açıkçası parti sembollerinde milletin ortaklaşa kullandığı sembollerin kullanılması taraftarı değilim. Parti ayrıştıran bir şey. Tartıştık bir çok isim geldi. Bizim Parti, Bir Parti, Birlik Partisi, Demokrasi ve Reform Partisi. Gelen çalışmaları eleyip önemli bir kısmını kurucularımıza sorduk. Onlardan gelen tavsiye ve tercihler belirleyici oldu. İsimle ilgili son kararı parti kurulmadan önceki cumartesi günü verdik. Çok logo geçti önümüzden. Bu çınar ağacı yaprağı masaya ilk geldiğinde herkesin benimsediği bir logo oldu. Önce logoda mutabık kaldık. Yalın herhangi bir sembol istismarına dayanmayan bir simge. Gelecek adı da öyle. Gelen tepkiler de son derece olumlu oldu.
Yıldıray Oğur: Aslında siz konuşmalarınızda tarihe çok sık referanslar yapan, kadim, medeniyet gibi kelimeleri çok sık kullanan bir siyasetçisiniz. Parti adı olarak Gelecek kelimesinin seçilmesi sizinle ilgili bu imaja karşı bir kontrastlık için miydi acaba?
Ahmet Davutoğlu: Tarihe referansta bulunmak yanlış değildir. Bugün önemli entelektüel devlet adamları Avrupa’da, ABD 'de yada Rusya'da konuştuklarında mutlaka tarihe referanslarla konuşurlar. Bizde de bunu yanlış görmem. Nitekim tarihi referanslara bugünü ve geleceği daha derinlikli anlamak üzere müracaat ediyoruz. Bu çerçeveden baktığınızda benim tarih vurgularımla partimizin adının Gelecek olması arasında herhangi bir çelişki olmamakla beraber bir uyum ve devamlılık görürsünüz.
DEĞERLERE SAYGILI ÖZGÜRLÜKÇÜ PARTİ
Elif Çakır: Peki Gelecek Partisi siyaseten kendisini nerede konumlandırıyor? Türkiye'de neyi temsil edeceksiniz. Nerede duruyorsunuz. Hangi kesimleri hedefliyorsunuz?
Ahmet Davutoğlu: Bunu tek bir cümleyle ifade gerekirse. “Değerlere saygılı özgürlükçü bir partiyiz.” Yani özellikle özgürlükçü bir parti olduğumuzu vurguladık. Ve değerlere saygılı olduğumuzu buna bir sıfat olarak ekledik. Özgürlükçü bir muhafazakar partiyiz demedik. Özgürlüklere saygılı bir muhafazakar parti demedik. Özgürlükçü bir partiyiz. Değerlere saygılıyız. Bu değerleri de programda tanımladık. Bu değerler hem bu toplumun asırların tecrübesinden gelen birikimine dayalı toplumsal değerleridir. Hem cumhuriyetle birlikte gelen kazanımlar, Tanzimat’tan bu yana gelen hukuk ve demokrasi kazanımlarının oluşturduğu değerlerdir. Bütün bunları harmanlayan bir değerler zemini üzerinde bir özgürlükçü parti.
TEMEL MESELEMİZ HERKESE HİTAP EDEBİLEN, HERKESİ İÇİNE ALAN BİR DEMOKRASİ KÜLTÜRÜ
Elif Çakır: Ama tabii siz sabah kalkıp yeni bir özgürlükçü parti kuralım diye ortaya çıkmadınız sonuçta. Siyasi partiler tarihine bakıldığında yeni bir partiyi doğuran bir konjonktür var. Adalet, özgürlük alanlarında sıkışmışlıklar, sorunlar var. Ak Parti’yle hesaplaşmak için mi kuruldu bu parti, Türkiye'de merkez sağ siyaset tıkandı bunun yolunu açmak için mi?
Ahmet Davutoğlu: Tabii sorunlara hitap ayrı, kendinizi nasıl tanımladığınız ayrı bir şey. Bizim kurduğumuz partinin şu anda en temel meselesi herkese hitap edebilen, herkesi içine alan bir demokrasi kültürünü ortaya çıkarmak. Bu olmadan başka bir şey yapmak mümkün değil. Türkiye'de hukuk problemi var ama hukuk ancak herkesin eşit olarak katılabildiği bir süreçle hayata geçirilebilir. Türkiye’de özgürlük meselesi var. O da herkesin kendisini içinde hissettiği bir süreçle sağlanabilir.
HERKES, HEPİMİZİN SINIRLARIMIZI GÖRDÜK
Türkiye'de her ideolojik kesim kendi limitlerini gördü. İktidarı tanıdı ve gördü. İslami kesim geldi teorik olarak söylediği şeyleri sınadı. Ve limitlerini gördü. Ben gördüm limitleri. İnsanları böyle iyi yetiştirelim, olmuyor. Sol kesim gördü limitlerini. Kürtler gördü limitlerini. Samimi bir milliyetçi salt Kürt karşıtlığıyla Türkiye’nin birliğinin sağlanamayacağını gördü. Kendisine aşırı güvenen ve diğer kesimlere mütekebbir bir şekilde tepeden bakan ve bir tek kendi doğrusunu dikte etmeye çalışan insanların Türkiye'ye yapabileceği hiçbir katkı yok artık. Dolayısıyla biz öyle bir siyasi hareket inşa edelim ki limitlerini, sınırlarını görebilecek erdeme sahip insanlardan bir topluluk oluşturalım.
Yıldıray Oğur: Peki oluşturabildiniz mi? Çünkü Kurucular Kurulu’na baktığımızda en azından kamuoyunun tanıdığı isimlerin çoğunun AK Parti kökenli olduğu görülüyor?
Ahmet Davutoğlu: Kurucular Kurulu’nu oluştururken bazı kriterler belirledik. Dürüst, saygın, temiz olsun. Yolsuzluklara bulaşmamış olsun. Bulunduğu camiada değer verilen biri olsun. Konusunun ehli olsun. Ayrıca, her kesimden insan olsun ama sadece kendi temsil ettiği kesimin doğrularına inanmış diğer kesimlere kapalı duran kimse olmasın dedik. Mesela bu hareket içerisinde geçmişinde Türk milliyetçiliği çizgisinden gelen isimler olabilir. Ama Türk milliyetçiliğini bütünüyle Kürt karşıtlığına oturtmuş biri Türkiye'ye katkı sunamaz. Bu hareket içinde geçmişte Kürt hareketi içerinde önemli yer edinmiş arkadaşlar olabilir. Ama şiddeti terörü haklı gösteren biri olamaz. Bu hareket içinde muhafazakar, İslami geçmişten gelen biri olabilir ama inancıyla herkesi rencide eden ve bu değerlere zarar veren biri olamaz. Bu hareket içinde seküler kesimden biri olabilir. Ama jakoben bir seküler olamaz. Bir tek kendini ahlaklı görüp herkese ahlak dersi verip, yolsuzluklara gözünü kapatan bir dindar da bu hareket içinde olamaz. Siyasi hareketin çerçevesi de burada şekillendi. Ve gerçekten gurur duyuyorum. Ak Parti’nin devamı mı değil mi sorusu bağlamında öyle bir heyet oluşturduk ki kimse bunu tek bir partiyle ilişkilendiremez. Tek bir partinin ismiyle sınırlayamaz. 16 kişilik başkanlık kurulunda AK Parti’de milletvekilliği veya il başkanlığı yapmış arkadaş sayısı 6. 16 bakanlığa karşılığı 16 kişilik bir kurul. Bu kurulda da Ak Parti’den gelen 3 veya 4 kişi var. Ben eski AK Partili mi değil mi diye bakmam, sadece ehliyet ve liyakate bakarım.
'İKİ KUTUPLULUKTAN DAHA TEHLİKELİSİ YOK'
Ahmet Taşgetiren: Kurucu kadro evet çok çeşitli ama toplum bir takım katmanlara bölünmüş durumda. AK Parti’nin ulaştığı alanlar var, CHP'nin, HDP'nin ulaştığı alanlar var. Bunların hepsi tanımlanmış alanlar bir anlamda. Siz tanımlanmamış bir siyasi hareket başlatıyorsunuz. Bu zorluk olarak gündeminize geldi mi, ne yaptınız?
Ahmet Davutoğlu: Türkiye'de siyasette soğuk bir savaş iklimi var. İki kutuplu bir soğuk savaş iklimi. Daha önce de söyledim biz bu iki kutupluluğu dağıtmaya ve soğuk savaş iklimini yok etmeye geleceğiz. Kastettiğim şuydu. Siyaset Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı şeklinde iki cepheye bölündü. Ben geçmişte bu cepheleşmeleri siyasi tarihimiz içinde okudum. 1950'lerin sonundaki Vatan Cephesi ve karşı cepheler arasındaki karşıtlığın nereye gittiğini biliyorum. 70'li yıllarda Milliyetçi Cephe ve karşısında cepheleşmelerin nereye getirdiğini iyi biliyoruz. İki partili sistemden değil, iki kutupluluktan bahsediyoruz. Türkiye gibi ülkelerde iki kutupluluktan daha tehlikeli bir husus yok. Çünkü o anda kimlikler üzerinden savaşılıyor ve kimlikler öne çıkar, vatandaşlığın ortak değeri ortaya çıkmaz. Dolayısıyla tam da bu dediğiniz tanımlanmış siyasi kalıpları yıkmak için yola çıkıyoruz. O tanımlanmış siyasi kalıpları yıkamazsak Kürt seçmenlerin HDP'ye, milliyetçi seçmenin MHP'ye veya İYİ Parti’ye, seküler seçmenin CHP'ye, muhafazakâr dindar seçmenin Ak Parti'ye mahkûm olduğu ve onların yanlışlarını göz ardı ederek siyasi tavır sergilediği bir tablo ortaya çıkıyor. Eğer biz başarılı olacaksak bir gün Alevilerin haklarını Sünniler, Kürtlerin haklarını Türkler, Türklerin kaygılarını Kürtler ifade etmeye başladığında bu parti başarılı olur. Artık şimdiye kadar hepimiz değişik toplum kesimlerinden gelmiştik, tanımlanmış yerlerden gelmiştik bundan sonra hepimiz Gelecek Partiliyiz. Sosyal medyayı takip ediyorum, bakıyorum iki arkadaş birbirinden farklı kanaat sergiliyor çok da rahatsız olmuyorum. Tamam sergilesinler ta ki parti programına sadık kalsınlar.
TEK ADAMIN YÖNETTİĞİ BİR PARTİNİN NASIL TÜKENDİĞİNİ YAŞAYARAK GÖRDÜM
Ahmet Taşgetiren: Partide çeşitlilik var ama partide lidere de ihtiyaç var. O dengeyi nasıl tutturacaksınız. Çünkü sizin baskın bir lider olduğunuz, partinin de kadro değil lider partisi olacağı hakkında kanaatler de var.
Ahmet Davutoğlu: Bu tür durumlarda uygulamalara bakılmalı. Parti kurulduktan bu yana takriben geçen bir aylık sürede en az 30 arkadaşımız parti adına ya da şahsi görüşlerini ifade etmişler. Ben hatalardan veya olumlu tecrübelerden ders almayı bilen biriyim. Ben tek adamın yönettiği bir partinin nasıl tükendiğini bizzat yaşayarak gördüm. Ve bunu engellemek için çok çaba sarf ettim. O zaman Sayın Cumhurbaşkanı’na şunu ifade ettim. “Efendim benim bir liderlik meselem yok, siz bu partiyi kurdunuz müsaade ederseniz bu partiyi kurumsallaştırırız. Ve bu parti öyle sağlam temele dayanıyor ki yüzlerce yıl da yaşayabilir. Ama kurumsallaştırmazsak yaşayamaz. Kişilere bağlı partiler kişilerle birlikte gider.” Bunu hem cumhurbaşkanına hem de partide birçok kez söyledim. Herkes de biliyordu benim en temel hedefim Ak Parti’yi kurumsallaştırmaktı. Şimdi bütün bunları yaşamış birisi olarak yeni kuracağım bir partide varlığı liderine bağlı bir yapıya izin verir miyim? Şimdi bütün o birikim üzerinde iddiam ve tezim şu; ifrat ve tefritten kaçmak lazım. Şimdi biri şöyle derse hiç lider olmadan parti kurulsun bu bürokraside de iş hayatında da entelektüel hayatta da insan doğasına aykırı bir şeydir.
BİZ İNTİKAM PEŞİNDE OLACAK BİR PARTİ DEĞİLİZ
Elif Çakır: Ama parti kurulalı bir ay oldu. Çok farklı açıklamalar yapılıyor. Örneğin bir genel başkan yardımcınız “gerekirse devri sabık yaratırız” diyor. Kürt sorunuyla ilgili parti yöneticilerinden farklı sesler çıkıyor. Sanki net bir iskelet oluşmamış gibi görünüyor.
Ahmet Davutoğlu: Çok net bir tanım konsaydı bu sefer de Davutoğlu’nun ideolojisi belli denirdi. Herkes aynı şeyi tekrar etseydi zaten demiştik tek adam var, hepsi aynı şeyi söylüyor denirdi. Ben arkadaşlara şunu söyledim program artık belli, hepiniz bu programa imza attınız, artık konuşabilirsiniz. Her sayfasına imza atılıyor bu programın. Devri sabık tabirini benimsemediğimi ilgili arkadaşımıza da söyledim. Doğru bir tabir değil. Kastetmek istediğinizin bu olmadığını da biliyorum. Biz rövanşist bir parti değiliz, intikam peşinde olan bir parti değiliz. Orada kastedilen şey şu. Hukuk dışı şeylere bu dönemde yeltenenler bunun hesabının sorulacağını bilsinler. Neden bunu söylemek ihtiyacı hissediliyor? Bize kurucu olan arkadaşlar işadamıysa maliye müfettişleri gidiyorsa, başka görevlerdeyse birtakım tehditler alıyorlarsa hatta bazı illerde bürokratlar birtakım işlemlerde bulunuyorsa.
Yıldıray Oğur: Örnek verebilir misiniz?
Ahmet Davutoğlu: Bize bilgiler geliyor. Birçok ilde gelip soruluyor siz şu partiyle birlikteymişsiniz dikkat edin diye. Bunlar söylendiği zaman hele bunlar devlet görevlileri tarafından söylenmişse ileride bu söyleyenlerin hukuk önünde sorumlu olacaklarının hatırlatılması lazım ki bu tekrar tekerrür etmesin. Talimatla yaptık demesin hiçbir bürokrat. İşler talimatla yapılmaz hukukla yapılır. Talimat o hukuk içindeyse işleme konur.
Bugün Şehir Üniversitesi olayı da dahil olmak üzere yapılan hukuksuz işlemler mutlaka bir gün hukuk tarafından tekrar ele alınılacaktır. Yoksa devri sabık gibi bir niyetimiz düşüncemiz söz konusu olamaz. Hiçbir zaman da rövanş ya da hissi bir tavır içerisinde olamayız. Hukuk his kaldırmaz.
VAKTİYLE TAYYİP BEY'E 'MUHTAR BİLE OLAMAZ' NAZARIYLA BAŞLIK ATANLAR GELECEK PARTİSİ HEYECAN UYANDIRMADI DİYE YAZIYOR
Elif Çakır: Bu şartlarda teşkilatlanmak zor olmuyor mu?
Ahmet Davutoğlu: Valla size samimiyetle bir şey söyleyeyim ben de bu kadar önemli bir psikolojik şiddet olduğunu hissetmiyordum. Son bir ayda bize gelip tebrik edenlerin önemli bir kısmı “siz ve ekibinizin göstermiş olduğu cesaret dolayısıyla tebrik ederim” diyor. Bir parti kurmanın cesaret gerektiren bir iş olduğu düşüncesinin kendisi bile utanılacak bir şeydir. Baskılar var ama beni mutlu eden bütün bu baskılara rağmen 152 kişilik çok kapsayıcı bir heyet ortaya çıktı. Bütün bu baskılara rağmen parti kuruluşunun hemen sonrasında iki hafta içinde 12 il başkanımızı tayin ettik. Bütün bu baskılara rağmen 10 binlerce kişi üyelik için başvurdu. Ve hala başvurular devam ediyor. Üstelik daha araziye çıkmadık bile. Haziran ayına kadar 81 ilde teşkilatlanmamızı tamamlayacağız. Bazılarını şimdi görüyorum ve tebessüm ediyorum. Vaktinde Tayyip Bey’e “muhtar bile olamaz” nazarıyla başlık atan gazetelerin bugünkü köşe sahipleri Gelecek Partisi heyecan uyandırmadı diye yazıyorlar. Görmek istediklerini görmeye çalışıyorlar. Hiçbir alan tecrübeleri yok.
Yıldıray Oğur: Gazetecilerden bahsetmişken, sağolun röportaj talebimizi kabul ettiniz ama sizi medyada pek göremiyoruz. Televizyon tartışmalarında sizden sık sık bahsediliyor ama siz veya partinizden kimse yok. Sansür mü uygulanıyor, siz mi çıkmıyorsunuz?
Ahmet Davutoğlu: İki kere ikinin dört olduğunu veya İstanbul’un bir tarihi yarımada olduğunu söylemek için ispata gerek yok. Haritaya baktığınızda görürsünüz. Parti kurulmadan önce de böyleydi. Son 3,5 yıldır Suriye ile ilgili ya da diğer konularda her türlü şey söylendi. Bir kişinin aklına da çağıralım gerçek muhatabına soralım gelmedi. Parti kuruldu bir aydır hiçbir ana akım medyada adımız geçmiyor. Saatlerce Gelecek Partisi’ni tartışıyorlar bir tane parti üyesini davet etmeye cesaret edemiyorlar. O gün parti kuruldu önemsiz magazin haberleri bile yer buldu haberlerde, birkaç kanal dışında parti kurulduğu haber bile olmadı. Ama sosyal medyada benim konuşmam 48 saat içinde kaç milyon kez izleniyor. Bu bir anormallik. Çok açık bir şey söyleyeyim 27 Mayıs’tan sonra Demokrat Parti’nin devamı olan siyasi hareketler çok daha kolay zamanda örgütlenebildiler. Adalet Partisi’nin, Yeni Türkiye Partisi’nin kuruluşuna bakın. Yassıada’da idamlar gerçekleştirilirken partiler kuruldu. 12 Eylül'den sonra Doğru Yol Partisi kurulurken siyasi yasaklar vardı. Ama “bir bilen” adıyla basın Demirel'den nakille görüşlerini yazıyordu. Demirel'in ne düşündüğü biliniyordu. Ecevit'in ne düşündüğü biliniyordu. Dolayısıyla, bize yönelik baskı ve karartmalar bizi yıldırmadığı gibi, toplumla buluşmamıza da engel olmayacak.
Ahmet Taşgetiren: Şu konuşuluyor, derin bir yapı Ak Parti’yi belli bir istikamete sürükledi. Başlangıçtaki rotasından şaşırttı, bugün Cumhur İttifakı denen yapıya getirdi deniyor. Sizin böyle bir derin yapı konusunda kanaatiniz var mı?
Ahmet Davutoğlu: Birileri Ak Parti’nin, Türk demokrasisini restore eden bir hareket olmaktan çıkararak Türkiye'de özgürlükleri kısıtlayan 90'lı yılların siyaset mantığını geri getiren bir yapı haline dönüşmesini arzu etti. Ve bunda FETÖ'cü unsurları da kullandı, Pelikan unsurlarını da. Anlaştıkları şey, Ak Parti’nin otoriter bir yere evrilmesiydi. Bizim böyle bir dizayna engel olduğumuz görüldü. Bundan kim rahatsız oluyordu? Ak Parti’nin 90’lı yıllara dönmesini isteyen statükocu çevreler. 90'lı yılların siyasetini geri getirmeye çalışan malum çevreler, Ak Parti üzerinden zenginleşen bazı çıkar çevreleri ve Ak Parti’yi bir aile mirası olarak görenler uzlaştılar. Şu anda da o uzlaşma devam ediyor. O uzlaşma içinde Ak Parti, milletin sesi olmaktan, milletle bütünleşen bir hareket olmaktan çıkarılıp Türkiye’de ekonomik ve siyasi olarak statükocu bir elitin biraz da beka kavramı üzerinden his istismarına dayalı olarak kendi iktidarlarını sürdürmelerinin aracı haline dönüştürülmek istendi. Manifesto bu dönüşüme karşı Ak Parti’ye bir reçete idi aslında. Ve bütün iyi niyetimizle o reçetenin muhatap bulmasını bekledik aylarca.
Elif Çakır: Mevcut düzen sorgulaması yapıyorsunuz ama sanki bu eleştirilerin bir öznesi yok gibi. Bugün yaşananların direk sorumlusu kim?
Ahmet Davutoğlu: Aksine ben hep özneyi koydum. Ayrıca illa başına bir şey koymak istediğinizde ben özneyi sakladığımız kanaatinde değilim. Elazığ'da yaptığım konuşmada, aile-deprem analojisi üzerinden bina analojisi üzerinden çok açık bir şekilde söyledim. Bu konuda mütereddit bir dil kullanmadık.
'MESELE, HAKSIZLIKLAR KARŞISINDA SESSİZ KALINMASI'
Elif Çakır: Bu dönemin şartlarını siz geçmişle mukayese ettiniz. 27 mayıs, 12 Eylül örneklerini verdiniz. Bazen de “28 Şubat'ta bile bu kadar değildi” deniliyor. Siz bu mukayeseye katılıyor musunuz?
Ahmet Davutoğlu: Ben hiçbir kötülüğün başka bir kötülükle meşru kılınamayacağı kanaatindeyim. Yani bugün basın özgürlüğü, şu özgürlükler kısıtlandı, 28 Şubat daha iyiydi diyerek 28 Şubat mazur gösterilemez. Ama 28 Şubat'ta da kısıtlandı diyerek de bugünkü durum mazur gösterilemez. Bizim kötülükleri mukayese ederek birini meşru kılmaya hakkımız yok. Doğru da değil. Buradan bir yere gidemeyiz. 28 Şubat insanlık suçlarının işlendiği kara bir dönemdir. Ama Şehir Üniversitesi gibi bir üniversite 28 Şubat'ta kapatılamazdı. Kapatılsa bütün kitleler ayağa kalkardı. Şimdiki mesele sadece haksızlıklar yapılması değil, haksızlıklar karşısında sessiz kalınması. 28 Şubat’ta sesini yükselten kitleler benzer uygulamalara şimdi sessiz kalıyorlarsa problem bir hukuk problemi değil, vicdan problemi haline gelir. Ben hicap duyuyorum . 28 Şubat'ı yaşamış insanların bugün bu sıkıntıların yaşandığı bu dönemde görev yürütüyor olmalarından ve sessiz kalıyor olmalarından hicap duyuyorum.
NE KADAR ŞEFFAFLIK O KADAR DEMOKRASİ
Yıldıray Oğur: Partiyle ilgili son bir soru daha sorup diğer meselelere geçelim. Şimdi partinin Genel Merkezi kuruluyor, teşkilatları açılıyor. Parti kurmak masraflı bir şey. Siz siyasetin finansmanıyla ilgili yasa çıkarmaya çalışmıştınız 2015’de. Biz de size soralım; Nereden geliyor bu partinin parası?
Ahmet Davutoğlu: Doğru ve önemli bir soru bu. Ben biraz da bunları öngörerek başbakanlık dönemimde siyasetin finansmanıyla ilgili bir yasa getirmiştim. Herkes şeffaf bir şekilde bilmeli ve bir partiye destek olan da o partiye destek olduğu için herhangi bir hukuki müdahaleye maruz kalmamalı. Net olmalı, netleşirse mesele kalmaz. Bir kişi destek verdi bir partiye finansal olarak ya korkuyor bu desteğim bilinirse deyip desteğini başka yollardan vermeye çalışıyor, verip görünmek istemiyor. Bazen de iktidar ümidi gördüğünde herkes o partiye destek olmak istiyor ki iktidara geldikten sonra oradan nemalanayım. Ne kadar şeffaflık o kadar demokrasi. Bütün tecrübelerim üzerine siyasette en önemli kavram şeffaflık diyebilirim. Ama öyle bir konjonktürden geçiyoruz ki destek verenler bilindiğinde baskı altına alınıyor. Hukukileşmemiş. Bu durumun açıkçası bir de şu boyutu var ben büyük paralarla kurulan partilerin yaşadığına hiç şahit olmadım. Türkiye’de büyük iş adamlarının kurduğu partiler yaşayamadı. Yüreği ve zihni olgunlaşmamış kişilerin parayla kurduğu partiler bir müddet sonra çıkar partisine dönüşür. Buna mukabil hiçbir kaynak olmadan yola çıkan Erbakan hocanın Nizam Partisi köydeki insanların ufak ufak imkanlarıyla yola çıktı, 30 yıl sonra Başbakanlığa geldi. Bir gelenek oluştu. Şu anda il teşkilatlarımız her ilde kendi teşkilatlarını kendi kaynaklarıyla kuruyor. Genel merkez tadilat görüyor mobilyalar bir yerden alınıyor. Ne kadar çok sayıda insan küçük küçük miktarlarla anonim katkılar yaparsa ve bu katkı ne kadar anonimleşirse parti o kadar özgürleşir. Maddi zorluklar bizi engellememeli. Çünkü biliyorum geçmişte böyle maddi sıkıntılar içinden gelip partiler Türkiye’de çok ciddi işler yaptı. Hazıra konmuş partiler ise bir başarı sağlayamadı.
SİYASİ RAKİPLERİMLE SİYASAL ALANDA MÜCADELE EDERİM
Elif Çakır: Şimdi siz işte parti kurulduktan sonra parti yetkili kurullarındaki arkadaşlarınızla 30 yakın açıklama olduğunu söylediniz. Mesela Selahattin Demirtaş biliyorsunuz HDP eşbaşkanıydı, tutuklu, bir kitap yazdı, kitap tiyatroya uyarlandı ve partinizden bir tepki geldi. En nihayetinde yayınlanan bir kitap ve oynanan da bir oyun. Siz de bir akademisyensiniz. Bu tepkiyi yadırgamadınız mı? Tuhaf bulmadınız mı?
Ahmet Davutoğlu: Selahattin Demirtaş ve başka hususlarda benim tutumum da partinin tutumu da açık olarak programa yansımıştır. Nedir bu aşikar olan şey önce onu belirtelim. Daha tamamlanmamış hukuki süreçler söz konusuysa hukuka müdahale konusunda hiçbir açıklama yapmadım. İkincisi tutuklu yargılanmaya esastan karşı çıktım. Bunun muhatabı kim olursa olsun Başbakanlığım döneminde de tutuklu yargılanmalar geri dönülemez insan hakkı ihlallerine yol açıyor diye açıklamalar yaptım. Tutuklu yargılama hangi durumlarda olur; kaçma riski varsa, delilleri tahrif etme riski varsa, çok istisnai hallerde uygulanır. İlkeleri koyarsak, Demirtaş veya başkası hangi vatandaş içine giriyorsa onun için de geçerlidir. Dolayısıyla kim olursa olsun hukuka intikal eden bir konuda kesin hüküm ifade eden cümleler kurmam. Kim olursa olsun bu tutuklu yargılanmaya müsamaha göstermem, tutuklamayı kabul etmem. Kim olursa olsun, kimsenin siyasi görüşleri dolayısıyla muhasara altına alınmasını kabul etmem. Şimdi Demirtaş’ın meselesine baktığım zamanda da nihai hükmün verilmediği bir süreç var. Ve tutuksuz yargılanma tutuklu yargılanma konusunda da benim dediğim gibi benimsemediğim bir uygulamaya muhatap olmuştur. AİHM kararı da var.
Siyasi meseleye geldiğimizde, siyasi rakiplerimle siyasal alanda mücadele etmeyi hep tercih etmişimdir. Demirtaş’la ilgili çok şey söyleriz, siyasi olarak eleştiririz. Ki bende geçmişte çok eleştirdim. 6-8 ekim olayları hakkında da eleştirdim. 7 haziran sonrasında PKK “çatışmasızlık dönemi bitti” dediği zaman, PKK silahlı direnişe çağrı yaptığında buna karşı HDP'nin tutum almamasını eleştirdim.
Ama buna rağmen 7 hazirandan sonra HDP' ye giderek, ilk defa bütün parti liderleriyle görüşürken HDP lideri olarak eşbaşkan ve heyetiyle yerinde görüştüm. Bizim siyasi tarihte bir ilktir. Bütün bu çerçevede bakarım bu olaya. Dokunulmazlıkların kalkması sürecinde ise Nisan Mayıs aylarında çünkü kamu düzenini yok eden 6-8 Ekim de olduğu gibi ve en çok da bölgedeki Kürt vatandaşlarımızın haklarını ihlal eden çukur barikatlara karşı bir terörle mücadele yürütüyorduk. O zaman çıkıp açık şekilde kendim için kaldırmadığım dokunulmazlığı başka siyasiler için kaldırmam dedim ve dokunulmazlıkların bütün siyasilere teşmil edilebilecek şekilde genişletilmesini sağladım. Yani kendi dokunulmazlığımı kaldırmadan Başbakan olarak Demirtaş’ın dokunulmazlığının kaldırılmasına izin vermedim. Benim de kalktı dokunulmazlığım o anda. O anda gerek Ak Parti içerisindeki genel hava, gerek toplumdaki genel hava sadece HDP'li siyasilerin dokunulmazlığının kaldırılması yönünde olduğundan bunu yapmadım. Bunu şunun için söylüyorum siyasi mücadele siyasi alandan yürür. Siyasi alandaki aktörlere saygıysa o aktörlerle görüş ayrılığı içinde olsam bile o aktörlere oy veren kim olursa olsun onlara o vatandaşlara saygı duyarım. Bu HDP için de geçerlidir, bu Vatan Partisi için de geçerlidir. Son dönemde bana en ağır hakaretlerle saldıran iki üç kesim var. Doğu Perinçek’in partisinden sert eleştiriler geliyor, HDP’den geliyor. MHP ile de ihtilaflarımız oldu. Onların siyasal haklarını savunmak da benim görevim. Ve bu onlarla ihtilaf etsem bile onlara oy veren vatandaşlara saygımın bir gereği olarak haklarını savunurum. Bütün bunları şunun için söylüyorum ister Demirtaş olsun, ister kim olursa olsun bu ilkeler onlar için geçerlidir. Bu bağlamda tutuklu yargılamaya zaten esastan karşı olduğum için ve siyasi mücadelenin siyasal alanda olması gerektiğini düşündüğüm için Demirtaş’ın tutuklu olmasına ne ben ne partim bu çerçevede onay vermez yani olumlu görmez.
BİZİM PARTİMİZDE KİTAP KARŞITI BİR TUTUM OLMAZ. KİM TARAFINDAN VE NİÇİN YAZILMIŞ OLURSA OLSUN
Ama bunları kabul etmek Demirtaş’ın yanlış yaptığı işleri de mazur göstermeyi gerektirmez. Bütün o hendekler çukurlar kazılıp bölgedeki vatandaşlarımızın en temel hakları ihlal edilirken bunlara karşı tutum alamayan HDP yöneticilerinin de özeleştiri yapması lazım. Siyasetin hukuk tarafından ipotek altına alınmasını haklı olarak eleştiriyorsak, siyasetin örgüt tarafından ipotek altına alınmasını da eleştirmemiz lazım. Biz zaten eleştiririz de asıl HDP’nin bunu sorunsallaştırması lazım.
Siyaseti özgürleştirmemiz lazım, hukuki baskılardan da özgürleştirmemiz lazım siyaset dışı örgütlerin baskılarından da özgürleştirmemiz lazım. Bu noktadaki tutumumuz açık; hukuki zemini içinde tutumumuz açıktır. Sayın Temurci’nin açıklamasına geldiğimizde, orada bütünü inceledim vatandaşlarımızın hukuku çerçevesi çizildikten sonra böyle bir özeleştiri çağrısı var. Bu çerçevede kendi aramızda değerlendirdik, değerlendirmeye devam edeceğiz. Bizim tutumumuz da son derece açıktır ve gerektiğinde bu konuda partimiz veya ilgili parti temsilcileri gerekli açıklamaları yapar. Özetle hukuk siyaset üzerinde baskı aracı olarak kullanılmamalı, siyasi aktörler siyasi çerçevede düşüncelerini ifade edebilmeli ama siyasi aktörler aynı zamanda kendileriyle terör örgütleri arasında net bir çizgi ortaya koymalıdır. Selim bey de zaten bunları vurguluyor. HDP’nin de, Demirtaş’ın da o çizgiyi net bir şekilde ortaya koyması lazım artık.
Yıldıray Oğur: Siz hendek teröründen bahsettiniz. Sizin başbakanlığınız döneminin en kritik olaylarından biri şüphesiz PKK’nın başlattığı özerklik ilanları ve hendek terörüydü. PKK’nın oradaki günahları malumumuz. Fakat o dönemde devletin bu hendeklerle mücadele ederken insan hakları ihlalleri yaptığı sivil ölümlerine sebep olduğu, şehirleri bombaladığı yönünde eleştiriler de var. Siz de bu dönemle ilgili eleştiriliyorsunuz, bildiklerinizi tam olarak açıklamadığınız söyleniyor. Bugünden geçmişe baktığınızda hendek olayları sırasında devlet şurada yanlış yaptı dediğiniz bir şey var mı? O dönemle ilgili bilip açıklamadığınız bir şey var mı?
Ahmet Taşgetiren: En sonra Sırrı Süreyya Önder, o dönemde HDP’lilerle telefonla görüşmeler yaptığınızı, o telefonlar açıklanırsa gerçeklerin gün yüzüne çıkacağını söyledi.
Ahmet Davutoğlu: Benim Sakarya konuşmam üzerine başlayan bir tartışmaydı. Orada açıklığa kavuşturmuştum ama bir daha açıklığa kavuşturayım. Sakarya konuşmasında söylediğim 7 haziran 1 kasım arasında yaşananlar konuşursak bazıları insan yüzüne bakamaz. Hangi bağlamda söyledim bunu. Kayyum atamaları oldu seçimden hemen sonra, ben de bu kayyum atamalarını eleştirdim. Ve dedim ki eğer bu insanlar suçlu idilerse seçime sokulmamalıydılar. Eğer seçime sokuldularsa ve yeni bir suç işlemişlerse önce hukuka gönderilmeliler. Yok hukuka gönderilmiş ve ceza almışlarsa belediye içerisinden bir seçim olmalı. Yoksa Türkiye’de seçimin bir mantığı kalmaz. Bunun üzerine MHP'den Ak Parti’den benim aleyhime açıklamalar geldi. Teröre destek olduğum yönünde. Benim o konuşmada cevabım onlaraydı ve orada söyledim terörle mücadele yürütülürken, 30’a yakın şehidimizin defin merasimleri sürerken benim arkamdan kongre oyunları yapanlar dedim Ak Parti yetkililerini ve tam bu terörle mücadele yürütülürken hükümet kurmamı engellemek için her türlü çabayı gösteren MHP'lileri kastettiğimi söyledim. Bir kere o parantezi orada kapatmak lazım.
Başka gizli saklı bir şeyi ifşa etmek diye bir ifade de kullanmadım. Tehdit nazarıyla hiç kullanmadım. Gelecek Partisi’nin programında özgürlük ve güvenlik dengesi var. Bu benim akademik hayatımda da kullandığım bir kavram. Demokrasi özgürlükler ile güvenliğin denge içinde yaşandığı bir rejimdir. Otoriter rejimler şunu söyler. Özgürlükleri güvenlik adına erteleyebilirsiniz, yok edebilirsiniz. Terör örgütleri de her türlü güvenlik tedbirini özgürlükleri kısıtlayan bir şey olarak göstererek kamu düzenini değiştirmek isterler. Kaosla otoriter rejimler arasındaki dengeyi ve demokratik düzeni bu yolla sağlarsınız. 28 Ağustos’ta Başbakan olduğumda 1 ay sonra 6-8 ekim olayları patlak verdi. Sanki çözüm sürecini ben gerçekleştirdim de terörle mücadeleyi sayın Cumhurbaşkanı yürüttü gibi bir hava üretiliyor. Ak Parti çözüm sürecini kötülemek istediğinde Davutoğlu onu yapmış oluyor, HDP terörle mücadelede birilerini eleştirmek istediğinde Erdoğan yerine bana saldırıyor. Oysa çözüm süreci nasıl bir gereklilik idiyse, terörle mücadele de bir gereklilikti. Ben çözüm sürecini de terörle mücadeleyi de gerekli ve yararlı safhalar olarak yürüttüm, bundan da gocunmam.
Üç senedir ben siyasi iklimde yokum ama HDP’nin açıklamalarına bakın Demirtaş’ın duruşmalarda yaptığı açıklamalara bakın ilk sırada saldırdığı kişi benim. Temurci’nin açıklama yaptığı günden bir gün önce Sırrı Süreyya Önder’in benimle ilgili yaptığı açılamaya bakın. Bu açıklamalar, nezaketsiz olduğu kadar, yanlış olgu ve algılara da dayanıyor. Yakışıksız, çirkin kişisel ithamlar siyasilere yakışmaz.
Şimdi onlar bu bütün açıklamaları yapmakta serbest, birisi onlara eleştiri yönettiğinde ise dokunulmazlıkları var, bu olmaz. Demirtaş’ın tutuksuz yargılanmasını savunuruz fakat Demirtaş dokunulmazlık sahibi değil eleştirilir. HDP de eleştirilir. Bizi en ağır şekilde eleştirenlerin eleştiriye de açık olmaları lazım.
Sayın Cumhurbaşkanı bana başbakanlığı devrederken yani kongrede iki emanetim var dedi. Emanetlerinden birisi FETÖ ile mücadeleydi. İkincisi çözüm süreciydi. Ne olursa olsun çözüm sürecini terk etmeyin dedi. Ve emanetçi başbakan istemiyorum dedi. Şimdi bu parametreler açısından bakıldığında 1 Ekim’de başbakanlığı devralmışsınız çözüm sürecini devam ettireceksiniz. FETÖ ile mücadele zaten devam edecek. Ve düzeni de koruyacaksınız. 1 Ekim’de Demirtaş’ı Başbakanlık’ta kabul ettim. Bu ilk defa olan bir şeydi. Ve aynı gün Tayyip bey döneminde çözüm sürecini yasalaştıran paketi Meclis’te kabul ettik. Çözüm sürecinin bir legal zemini vardı ve yürüyordu. Bu Cumhurbaşkanı’ndan bana intikal eden bir şeydi yeni bir durum değildi. 1 ekimde görüşme yaptık. Çözüm sürecinin gereği olarak PKK’nın silahları bırakması ve sizin de terörle aranıza bir mesafe koymanız gerekir diye olumlu bir görüşmeydi. Demirtaş’ı Başbakanlık’ta kabul ettim diye eleştirildim. Legal bir partiyi Başbakanlık’ta kabul ederim dedim. Bu kadar da açık şekilde iyi niyetimi gösterdim. Bunu konuştuktan ve çözüm süreci yasalaştıktan sonra 6 ekimde Suriye’deki olaylar bahane edilerek Türkiye’nin şehirleri kana, ateşe boğuldu, insanlar hayatını kaybetti. O telefon görüşmesi o zaman yapıldı. Sayın Demirtaş’a telefonda bu konuda insanları tahrik eden konuşmalardan kaçının dedim. Öyle bir zaaf ortaya çıktı ki sanki Türkiye’nin belli bir bölgesinde kamu otoritesi devletin elinde değilmiş gibi gösterildi. Bunun sorumlusu ben miyim tabii ki hükümet üyesi olarak başkasının üstüne atmam. Ama çözüm sürecinin kamu düzeni aleyhine bozulduğu bir dönemi devralmıştık. Onun üstüne ilgili kamu güvenlik birimlerini topladık söyledim de çözüm sürecine şans vereceğiz. Sonuna kadar şans vereceğiz.
Ahmet Taşgetiren: Ne dedi sizin uyarınız karşısında Demirtaş?
Ahmet Davutoğlu: Efendim şimdi operasyonu durdurun. Öyle bir talep olur mu? Orada Batman alevler içerinde, kameralardan ben görüyorum. Ve kurban bayramında yapılıyor bu. Şimdi onların bu eylemleri yapma hakkı var, şehirleri kana ateşe boğma hakkı var, devletin kamu düzenini korumak için tedbir almak için hakkı yok öyle mi? Bu gelişmelerden sonra bütün güvenlik birimleri ve çözüm sürecini yürüten arkadaşlarla oturduk dedim ki 2015 Martına kadar çözüm sürecine sahip çıkacağız. Ne yapılması gerekiyorsa yapacağız ama mart ayında silahları bırakmaları şartıyla. Artık bu silahsızlanma yani ta 2013’de verilen bir sözdü eğer çözüm süreci başarıya ulaşmaz ve bu terör eylemlerine benzer 6-8 Ekim olaylarına benzer olaylar yaşanır ve vatanımızın bir köşesinde şehirler ateşe kana bulanırsa bir daha böyle bir kamu düzeni zaafı görmek istemiyorum. Gerekeni yapacaksınız ve hazır olacaksınız. Bu talimatı verdim.
Ahmet Taşgetiren: Dolmabahçe’de bir mutabakat zemini oluşmuştu halbuki.
Ahmet Davutoğlu: Orada silahların bırakılacağına dair bir taahhüt var. Çünkü 2013’de Cumhurbaşkanı, Başbakan olarak süreci başlattığında Martta biliyorsunuz Öcalan’ın bir mektubu okunmuştu Diyarbakır’da. Ve haziran ayında silahları bırakacaklardı. Türkiye’yi terk edeceklerdi. Bunu yapmadılar. Bunun yapılmasını engelleyen 2013'tür. O anlamda kritik bir yıldır. DEAŞ'in ortaya çıkışı, Mısır darbesi, Türkiye’de gezi olayları, arkasında da 17-25 Aralık olaylarıyla bölgenin ve Türkiye’nin bütün denklemi değişti.
7 Haziran’da seçime giderken seçimin demokratik şartlarda yapılabilmesi için çok mücadele verdik. Gittiğim bütün şehirlerde ortaya çıkan kamu zaaflarını da gördüm ve gerekli talimatları verdim. Bir takım illegal mahkemeler kurulacak, bu illegal mahkemelere insanlar götürülecek hesaba çekilecek, devletin mahkemeleri devre dışı bırakılacak. Bunlara dünyanın hiçbir yerinde müsamaha gösterilmez. 7 Haziran sonrasında ise açık söyleyeyim HDP kanadında tam bir küstahlık hâkim oldu. Nasıl olsa Ak Parti’nin Meclis’te çoğunluğu yok. Kırılgan bir yapıdalar diye. Arka arkaya gelenlere bakın. 11 Temmuz’da PKK açıklaması var, çatışmasızlık dönemi bitmiştir diye. 13 Temmuz’da halkı direnişe çağıran açıklamaları var. Ve HDP bunlara karşı birşey söylemiyor, bu terör çağrılarıyla arasına mesafe koymuyor. Yine de 15 Temmuz’da ben HDP’yi ziyaret ettim. CHP ve MHP’yi ziyaret ettiğim gibi. Ve orada da kendilerine söyledim bakın bu gidiş gidiş değil. Eğer bu hükümetin çoğunluğu yok dolayısıyla biz istediğimizi yaparız diye düşünüyorsanız 6-8 Ekim olayları gibi şeyler yaşatmayı düşünüyorsanız bakın ben bir dakika bile bu ülkede başbakanlık yaparsam onun hakkını veririm ve bir daha bu ülkede kamu düzeninin bozulmasına izin vermem dedim kendilerine. Baktım ki HDP’de istediğimizi yaparız havası var. 15 Temmuz’da bunu konuştuk. 20 Temmuz’da Suruç saldırısı oldu, 21 Temmuz’da Adıyaman’da bir askerimiz şehit edildi PKK tarafından. 22 Temmuz’da DEAŞ bir askerimizi şehit etti sınırda. 22 Temmuz’da Ceylanpınar’da iki polisimizin şehit edilmesi sonrasında o tarihte terörle mücadele talimatı verdik. Ve o mücadeleye katılan herkes bilir ki talimatım açıktı: Demokratik hukuk devleti içinde mücadele verilecek ve hiçbir sivile zarar verilemeyecek dedim.
DEMİRTAŞ VE ÖNDER BUGÜN RAHATÇA BENİ ELEŞTİRİYORLAR DA, O DÖNEMKİ SORUMSUZLUKLARINI BİR MASAYA YATIRALIM
Yıldıray Oğur: Peki bu tam olarak gerçekleşti mi sizce?
Ahmet Davutoğlu: Bunu sağlamak için elimizden geleni yaptık. Bir yanda karşınızda hiçbir kural tanımayan bir terör örgütü var, ne yazık ki diğer yanda her şeyi istismar etmeye çalışan bir FETÖ var. Örneğin Cizre’de bir ceset yerde sürükleniyor bunu videoya çekiyorsunuz ve terörle mücadeleye zarar vermesi için bunu yayıyorsunuz. Derhal soruşturma talimatı verdim ve bunu yapanlar anında açığa alındı.
Burada bir noktayı daha vurgulamam lazım. Bugün o dönemdeki mücadele, büyük oranda HDP’nin gözü ve perspektifi üzerinden söylemselleştiriliyor. Sürekli devletin yürüttüğü mücadeleye mercek tutularak eleştiriye maruz bırakılıyor. Demirtaş ve Önder bugün rahatça beni eleştiriyorlar da, o dönemdeki sorumsuzluklarını bir masaya yatıralım. Ortaya çıkan bilançonun sorumluluğunu üstleniyorlar mı? Kürt çocuklarının Hendek saçmalığı üzerinden göz göre göre ölüme gönderilmesine karşı mı çıktılar, göz mü yumdular? PKK’ya dönüp bu sürreel saçmalıktan vazgeçin diyebildiler mi? Bugün Kürt halkına dönüp, sizi mağdur ettik, görevimizi hakkıyla yerine getiremedik diye özür dilediklerine şahit oldunuz mu?
PKK çözüm sürecini bozmaya yönelik peş peşe açıklamalar yaptığında, çözüm sürecini anlamsızlaştıracak terör saldırılarına hız verdiğinde Demirtaş, bunu eleştirebildi mi? HDP yüksek bir oy aldı, siyasetle bu işi çözebiliriz, terör bunu gölgelemesin dedi mi? Siz buna benzer bir açıklama duydunuz mu?
Yıldıray Oğur: Bir de o dönemde yıkılan Sur ile ilgili “Sur Toledo olacak” açıklamanız kulaklarda kaldı.
Ahmet Davutoğlu: Burada kültür cehaleti ve istismar var. Toledo dünyanın en iyi korunan tarihi şehirlerinden biridir. Onlar Toledo deyince Franco’yu hatırlıyorlar çünkü zihinleri öyle çalışıyor, ben Toledo deyince hayran olduğum tarihin en iyi korunmuş şehrini hatırlıyorum. UNESCO kayıtlarında da örnek şehirlerdendir Toledo. Kastettiğim artık burası bir terör şehri veya güvenliğin olmadığı bir şehir değil, örnek bir kültür hazinesi olacak diye. Diyarbakır’ı benim ne kadar sevdiğimi Diyarbakırlılar bilir. Biz o dönem demokratik hukuk kuralları içinde mücadele etmeye azami gayret sarf ettik. Bu mücadelede MHP bizi yalnız bıraktı, hükümet kurulamadı. HDP kışkırtıcı bir şekilde ülkeyi kaosa sürüklemeye çalıştı. Ve maalesef AK Parti içinden de beni Eylül ayında devirebilmek için imzalar toplandı. Ve ben bu şatlarda ülkede hukuk düzenini korumaya hem de terörle mücadele etmeye çalıştım. Bir başbakan olarak burada hatalarımız eksiğimiz hepimizin olabilir. Ama o dönemde verdiğim mücadeleye millet şahit ve 1 Kasım’da suhuletle yine bir seçime gidilmişse bu o dönemde benimle birlikte bu görevi yürüten arkadaşların gayreti sayesindedir. Bu vesile ile orada şehit olan askerlerimizi polislerimizi rahmetle anıyorum. Her türlü provokasyona rağmen demokrasi sınırları içinde terörle mücadele etmeye çalışan herkesi de tebrik ediyorum. O günkü anlayıştan uzaklaştığınızda, demokrasiyi gerektiğinde rafa kaldırılacak bir lüks olarak gördüğünüzde ne olduğunu görüyoruz. Bugün ülkemizin bir bölümü siyasi hamaset uğruna açıkça düşmanlaştırılıyor. Bu kabul edilemez.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının hepsine aynı şeyi vaat ediyoruz. Onurlu bir hayat, özgürlüklerin ve kamu düzeninin sağlandığı bir hayat, hukuk düzeni.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ VATANDAŞLARININ HEPSİNE AYNI ŞEYİ VAAT EDİYORUZ
Yıldıray Oğur: Aslında parti programında Kürt meselesi adıyla çokça geçiyor ve ileri öneriler yer alıyor. Mesela anadilde eğitim. Yine kayyum atamalarına karşı çıkılıyor, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi savunuluyor. Gelecek Partisi Kürtlere ne vaat ediyor?
Ahmet Davutoğlu: Kürtlere ne vaat ediyor diye başladığınızda baştan Kürtlerin ayrı bir kategori olduğunu söylüyorsunuz. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının hepsine aynı şeyi vaat ediyoruz. Onurlu bir hayat, özgürlüklerin ve kamu düzeninin sağlandığı bir hayat, hukuk düzeni. Ve gelecekten herkesin emin olacağı bir ekonomik refah düzeyi.
Şimdi bunu sağladığınız zaman onurlu bir hayatın içine insanların kendi kimliklerinden gurur duyarak yaşayacakları, kendi dilinden utanmayacakları bir hayat bunun parçasıdır. Hatta programda bir çoğunuzun belki fark etmediği radikal değişiklik yaptık. Bütün diğer parti programlarına bakın önce devlet çatısı kurulur yani anayasal düzen, yönetim sistemi gibi gider. Biz ilk defa insan odaklı siyaset dedik insan temel hak ve özgürlükleri dedik, sonra eğitimi ve sağlığı insan haklarının parçası olarak adlandırdık. Yunus Emre’nin Türkçesi de Fekiye Teyra’nın Kürtçesi de bizimdir. Dilin korunması insanın korunmasıdır. Anadilin eğitimde ve sosyal hayatta kullanılması ve öğretilmesi. Dünyada tüm Türkler için talep ettiğimiz bir hakkı nasıl kendi vatandaşlarımızdan esirgeriz.
ÜÇ YIL ÖNCE CUMHUR İTTİFAKI YOKTU, ÜÇ YIL SONRA OLACAK MI O DA BELLİ DEĞİL
Bizim meselemiz ne anti-Erdoğanizm ne de tek bir kişiyi kutsallaştıran bir sistemde pay alma
Ahmet Taşgetiren: Bir parti doğarken onun Türkiye siyasetinde yarın neye tekabül edeceği konusu da hemen gündeme geliyor. Çünkü yeni sistemde ittifaklar var. Kim kiminle ittifak yapacak. Burada HDP diye bir olgu var. Yüzde 10 oy alıyor. HDP bu ittifaklarda nerede duracak, kim onunla yan yana gelecek meselesi üzerinden siyaset yapılıyor. Karşılıklı yapılan açıklamalardan Gelecek Partisi ile HDP arasında ciddi mesafe olduğu, birlikte bir ittifakta yer almayacakları izlenimi oluşuyor. Gelecek Partisi hangi ittifakta yer alacak?
Ahmet Davutoğlu:. Ben siyasi değerlerin konjonktüre bağlı olarak tanımlanmasını doğru bulmam. Üç yıl önce Cumhur İttifakı yoktu. Üç yıl sonra olacak mı o da belli değil. Parti kurarken hangi ittifak içerinde yer alacağız sorusuyla başlamadık. Neyi savunacağınızı düşünerek başlarsınız. Hatırlarsanız parti daha kurulma aşamasındayken, manifesto yayınladık bazı yorumcular Davutoğlu, Erdoğan’dan taviz alabilmek, yer kapabilmek için bir muhalefet sergiliyor dedi. Şimdi de bazıları “Gelecek Partisi’nin tek hedefi Ak Parti’den yüzde 2-3 koparmak” diyor. Bunu da hakaret kabul ediyorum. Erdoğan’ı devirmek için Millet İttifakı içinde yer alacak deniyor. Bizim meselemiz ne anti-Erdoğanizm ne de nerdeyse tek bir kişiyi kutsallaştıran bir sistemde pay alma meselesi. Biz bu partiyi inşallah 100 sene yaşasın diye kuruyoruz. Yarın Erdoğan da olmayacak ben de olmayacağım. Erdoğan’ı indirmeye dayalı bir siyaset ile parti kurulursa, o parti piyon olur. Burada Gelecek Partisi’nin meselesi bu ülkenin vatandaşlarına onurlu bir hayat sunmaktır.
Elif Çakır: Ama Türkiye’de siyaset öyle bir hal aldı ki iktidarı değiştirmeyi istemek de suç haline geldi. Halbuki muhalefetin amacı iktidara gelmek değil midir?
Ahmet Davutoğlu: Elif Hanım kastettiğim şu; çıkış noktanız bu olmamalı, aksine çıkış noktası ülkenize bir vizyon üretmektir. Ama doğal sonucu siz o vizyonu halka anlatırsanız iktidar olduğunuzda şu andaki iktidar değişecektir. Ama “benim bütün meselem bu iktidarı yıkmak sonra ne gelirse gelsin, kim gelirse gelsin beni ilgilendirmez” diyemezsiniz. Bizim kişilerle meselemiz yok. Türkiye bir krizde, derin bir krizde. Bir yönetim krizinde, bir demokrasi krizinde ve ekonomik krizde. Gelecek Partisi’nde bu ülkenin yetiştirdiği aydın, bilim insanı, iş insanı, vatandaş, kadın, erkek, gençler olarak bu ülkeye kendimizi borçlu hissediyoruz. Arkadaşlarımla birlikte bu borcu yerine getirmek tek derdimiz.
İTTİFAKLARIN KALICI OLDUĞU KANAATİNDE DEĞİLİM. HER PARTİYLE GÖRÜŞÜYORUZ
İttifakların kalıcı olduğu kanaatinde değilim. Her partiyle görüşürüz. İttifaklar seçim yaklaşınca işlevsel olur. O işlevsellik içinde de kim nerde yer alacak bundan o kadar emin olmayın. HDP meselesine gelirsek, halkın oyunu almış herkesle görüşürüm. O görüşme o halka, oy verenlere saygının bir gereğidir. Türkiye’nin normalleşmesi gerektiği gibi, HDP’nin de normalleşmesi gerek. Normalleşme çift yönlüdür. Bir; diğer taraflar HDP’yi siyasi parti olarak görmeli. İkincisi HDP kendisinin siyasi parti olduğunu ispatlamalı. Ve kendisiyle terör arasına net çizgi koymalı, ben bir siyasi partiyim bana herhangi bir yerden talimat gelmez ben gereğini yaparım demeli. Bunu diyen HDP ile neden görüşülmesin. Hatta şunu da söyleyeyim, genel merkez biraz yerleştikten sonra bütün partilerden randevu taleplerim olacak. AK Parti’den başlayarak, herkesle konuşacağız. Bize hakaret edenler bir gün hicap duyarlar.
Elif Çakır: Kılıçdaroğlu geçenlerde “bizim gerek Gelecek Partisi gerek Babacan’ın kuracağı parti ile demokratik değerler konusunda yüzde 99 aynı düşünüyoruz” dedi. Ne diyorsunuz bu açıklamaya?
Ahmet Davutoğlu: Kemal beyle geçmişte muhalefet-iktidar olarak sert mücadeleler verdik. Koalisyon görüşmeleri de yaptık. Ama şunu söyleyeyim medeni bir ilişkimiz oldu hep. Bugün de anlaştığımız konular var, rahatsız olduğumuz noktalar, mutabık kaldığımız konular var, anlaşamadığımız konular da vardır. Şunu takdir etmek durumundayız. Sayın Kılıçdaroğlu ve CHP, bizim esasta karşı olduğumuz geçmişteki tek parti uygulamalarıyla arasına bir mesafe koyma gayreti içinde. Bununda görülmesi ve takdir edilmesi lazım. Zaten o sebeple de bazı yasal değişiklikleri yapabildik.
Yıldıray Oğur: Başörtüsü meselesiyle ilgili yanlış yaptıklarını söyledi bir kaç kez sayın Kılıçdaroğlu.
Ahmet Davutoğlu: Başörtüsü meselesiyle ilgili sayın Kılıçdaroğlu’nun açıklaması paradigma değiştiren bir açıklamadır. Kendisiyle de bir cenazede karşılaştık, çok doğru yaptığını söyledim. Bunun herhangi bir CHP’li tarafından 28 Şubat şartlarında söylenmesi mümkün değildi. Tekrar ediyorum. Herkes mahallesinden çıksın. Bunun içine herkes dahil. MHP, İYİ Parti, HDP, CHP AK Parti, biz de. O mahallelerden çıkabilsek, o mahalle baskısından kurtulabilsek aslında tüm Türkiye olarak pek çok meselede anlaştığımız görülür. Ama o mahalle baskısı bizleri birbirimize mesafeli kılıyor. Şu anda da Ak Parti içerisinde mahalle baskısı var. Mahalle baskısını mümkün kılan da devletin kaynaklarına el konulması, rant ekonomisi ve dar bir çevrenin kurduğu baskı.
İttifak meselesi dediğim gibi şartların ortaya çıkardığı bir şeydir. İttifak cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile ortaya çıktı. Zaten biz bu sistemi kaldırmak istiyoruz. Partilerin doğasını bozan sistemi kaldırdığınızda ittifak meselesi de biter.
AK PARTİ'NİN DOĞASINI BOZAN MHP İTTİFAKININ KATOLİK NİKAHI İTTİFAKINA DÖNMESİ
Yıldıray Oğur: Peki bu sistemi kaldırmak için ittifak yapacak mısınız?
Ahmet Davutoğlu: Kaldırana kadar parlamenter düzen konusunda biriyle ittifak edersiniz ama Türkiye’de kamu düzeni ile özgürlüklerin aynı anda yaşanması konusunda da başka bir partiyle aynı noktada buluşabilirsiniz. Katolik nikahı gibi ittifak olmak zorunda değil. Ak Parti’nin doğasını bozan da MHP ile ittifakın Katolik nikahı ittifakına dönmesi. Herkes kendisini siyasi aktör yapan kitlelerinden uzaklaştı. Seçim ittifaklarının siyasi ittifaklara dönüşmesi, siyasetin doğasını, kimyasını bozuyor. Siyasi partilerin tabanlarını temsil etme hedefinin altını oyuyor ve siyaseti neredeyse tek başlık, tek hedef altında bir iktidar mücadelesine indirgiyor.
Yıldıray Oğur: Şehir Üniversitesi’ne gelelim. Cumhurbaşkanı’nın yaptığı açıklamalar sonrası insanların kafasında bir takım soru işaretleri kaldı. Siz Şehir Üniversitesi’ne bir kayırmacılık yaptınız mı?
Ahmet Davutoğlu: Kesinlikle böyle bir şey söz konusu değil. Bir kere arsa tahsisi birçok üniversiteye yapılan bir uygulamadır. Şu anda da üniversitelerin büyük çoğunluğu arsa tahsisi olan mekanlarda işlevlerini yürütüyorlar. Bu tahsis Sayın Cumhurbaşkanı’nın başbakanlığı döneminde yapıldı. Benim de tabi desteğim vardı ama karar ona ait. Bu konuda da üniversite hep kendisine müteşekkir oldu. Ben başbakan olduğumda açılan bir dava sonrası bu tahsis iptal edildi. Sonra şimdi fark ediyorum ki, aynı dönemde, o zaman da bazı bilgiler gelmişti bana, Şehir Üniversitesi’nin bulunduğu yere AVM ve rezidanslar yapılması için bir takım girişimler vardı. Hatta bunun için bir takım plan ve projeler yapıldığı bilgisi geldi. Gazetelerde ilanlar bile çıktı. İki kaygıyı ben gördüm. Bir, tahsis iptal edildiği için üniversite oraya taşınamıyordu, iki üniversite oraya gitmezse burası da İstanbul’un diğer bölgeleri gibi rezidanslara dönüşecekti. Ve bu arsa 200 küsur dönümlük, Anadolu Yakası’nda deprem dahil herhangi bir olağanüstü olayda halkın toplanabileceği bir yer. Burada üniversitenin devam etmesi için o zamanki Özelleştirme İdaresi bir formül olarak bize bunu getirdi. Tahsisi iptal edince tapu devri mümkün dediler. Ve bu tapu devrini de Cumhurbaşkanı’nın Başbakanlığı döneminde çıkan 4026 sayılı kanunun 2. fıkrasına istinaden yapabiliriz dediler. Ben de olur dedim. Benim yegâne yaptığım tasarruf budur. Benim dönemimde Şehir Üniversitesi’ne hiç kredi verilmedi. Daha sonra bu tapu devri gerçekleştikten sonra üniversite orada kampüs inşaatına başlayınca mali ihtiyaç ortaya çıktı. O mali ihtiyaç sonrası kredi benden sonra sayın Binali Yıldırım döneminde verildi. Bizim dönemimizde bir kredi aktarılmış değil. Bu arada yurt dışından yine bir vakıftan bir anlaşmayla bir mali kaynak bulundu, ancak maalesef müdahaleler ile bu kaynağın gelmesi de engellendi. Tabiri caizse Şehir Üniversitesi’nin bir abluka altında boğulması için içeride bankalar harekete geçirildi. Geçen senenin başında başladı bu. Benim ilk defa muhalefet etmeye başladığım andan itibaren. Önce Üniversite’nin bankadan alacağı kredilerin önü kesildi. Sonra geçmiş alınan krediler tümüyle geri çağrıldı. Dışarıdan bulunan kaynaklar fiili müdahalelerle engellendi. Ve dışarıdan bulunan o kaynaklar başka yerlere aktarılmaya çalışıldı. Hukuki olarak da bu tapu devri işlemiyle ilgili Mimar Mühendisler Odası’nın davasının önü açıldı ve burada da hukuki müdahaleler yapıldı. Bir anlamda Kerbela’nın ortasında susuz bırakılan bir üniversite haline dönüştürüldü.
Yıldıray Oğur: Üniversiteyi kuran sizin de kurucularından olduğunuz 40 yıllık Bilim Sanat Vakfı. Muhafazakâr camianın en eski, bilinen, herkesin en az bir kere bir seminere katıldığı bir vakıf. Üniversite de muhafazakâr camiadan çıkmış en önemli kurumlardan biriydi. Bu üniversiteye yapılanlara karşı muhafazakâr camianın tavrı bu camianın içinden gelmiş biri olarak sizi hayal kırıklığına uğrattı mi?
Ahmet Davutoğlu: Hayal kırıklığının ötesinde böyle bir camia var mı sorusunu sordurttu. Çünkü camia olması için üzerinde cem edilmiş mutabık kalınmış değerler silsilesi olur. Bu bahsettiğiniz camianın sükutu, işlemleri yapanların eylemlerindeki acımasızlık kadar, zulüm kadar bizi yaraladı. Çünkü vakıfnameleri herkes bilir, vakıfnamelerinin sonunda bu vakfın niyetleri dışında bir yerde kullanılması, vakfın kapatılmasıyla ilgili ağır manevi hükümler vardır. Bu işin bir manevi yönü bir de hukuki yönü var. Yapılan işlemlerin tümü hukuksuzdur. İlk defa Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir tapu devri mahkeme kararı olmadan Cumhurbaşkanı’nın tabiri caizse fermanıyla, yürütme erkinin fermanıyla yapıldı. Zannediliyor ki son dönemde bunlar istisnai olaylar. Sorun Şehir Üniversitesi değil, sorun hukuku şahsileştiren bir zihniyetin Türkiye’ye egemen olması. Bu örnekten hareketle bugün susan vakıfların birçoğunun ileride benzer bir muameleyle karşılaşmalarının önü açıldı. İlk defa Türkiye’de 28 Şubat’ta olmayan bir şey yaşandı. 27 Mayıs’ta olmayan bir şey yaşandı. 12 Eylül’de olmayan bir şey oluyor.
Elif Çakır: Peki hukukun şahsileşmesi dediniz. Toplumun yüzde 68’i yargıya güven duymuyor. AK Parti de ilk başlarda yargı bağımsızlığından bahsediyordu, sonuç malum. Muhalefette olanlar genelde yargıyı böyle eleştiriyor ama iktidara gelince yargıyı kullanmaya devam ediyorlar. Siz yargıyı tekrar rayına nasıl oturtacaksınız?
Ahmet Davutoğlu: Maalesef Türkiye’de hukuk hep siyaseten araç olarak kullanıldı. İstiklal Mahkemeleri’nden, Yassıada’ya 12 Eylül Mahkemeleri’nden 28 Şubat’a benzer biçimde yargı kullanıldı. Bizim idealimiz hukukun herhangi bir vesayet altında olmamasıydı. Maalesef FETÖ hukuku ve 15 Temmuz sonrası yaşadıklarımız ve bugün gelinen nokta hukukun objektif işlediği konusunda ciddi tereddütler doğuruyor. Brunson Davası, Deniz Yücel davası gibi siyasi bir kararla en ağır mahkumiyetlerin nasıl değiştirilebildiğini gördük. Son kararlara bakıyorsunuz, müebbetle yargılanıyor sonra serbest bırakılıyor. Müebbetle yargılanmasının mesnedi ne, serbest bırakılmasının mesnedi ne? Ve bir gün gözaltına alınıyor, ertesi gün ailesiyle beraber tutuklanıyor. Hangi esasa göre niye yapılıyor bunlar? Hukuka olan güveni tümüyle sarsıyor.
SİSTEMİN BİR KİŞİNİN YA DA KURUMUN MÜDAHİL OLAMAYACAĞI ŞEKİLDE KUVVETLENDİRİLMESİ LAZIM
Elif Çakır: Peki siz Türkiye’yi yönetirken yargı nasıl olacak?
Ahmet Davutoğlu: Maalesef kuvvetler ayrılığı olmadığı için zaten yargıya müdahale imkanları var Türkiye’de. Eskiden TSK vardı müdahale eden, şimdi Cumhurbaşkanı var. Sistemin bir kere bir kişinin ya da kurumun müdahil olamayacağı şekilde kuvvetlendirilmesi lazım. Parti programımızda detaylı kapsamlı önerilerimiz var. HSK’dan üst mahkemelere yargının bütün unsurlarının kapsamlı bir özerkliğe kavuşturulması gerekiyor.
Elif Çakır: Somut olarak, son dönemin en önemli meselesi KHK’lılar. Bu mağduriyetler nasıl aşılacak?
Ahmet Davutoğlu: Ak Parti’nin bozulmasında 4K’nın keşfedilmesi çok önemli. 3 Y (Yolsuzluk, Yoksulluk, Yasaklar) ile mücadele terk edildi ve 4 K keşfedildi. Birincisi; KHK’lar. Kanun Hükmünde Kararnameler. İkincisi; Kayyum. Üçüncüsü; Kamu bankaları ve dördüncüsü: Kamu maliyesi.
Bu 4K’nın işlevsel kabiliyeti anlaşılınca Türkiye’de meşruiyet çizgisinin dışına çıkan alanlar ortaya çıktı.
Kanun Hükmünde Kararnameler ilk defa 2011’de kullanıldı. Devlet bakanlıklarının kaldırılmasında. Fakat zamanla fark edildi ki Meclis’ten bir yetkiyi bir defa aldığınızda Meclis’teki uzun tartışmalara gerek olmaksızın bütün her şeyi yapabilirsiniz. Halbuki yasamanın, meclisin genel misyonu denetim. Bunu ben çok eleştirdim o zaman, fakat o süreçte bazen fark etmiyorsunuz işin bu kadar ileri noktalara geleceğini. Bir kerelik uygulama diyorsunuz. Şimdi ise KHK’lar Meclis’i neredeyse yok eden bir konumda. Bu son KHK’ların hepsi hukuki bir sürece tabidir, yani KHK’larla alınan kararlar hukuki olarak gözden geçirilmelidir. Kayyuma bakalım. Eskiden kayyum bilmezdik. İşin erbabı bilirdi sadece, bir şirkette bir sorun olduğundan gündeme gelirdi, hukukçular bilirdi. Şimdi ise kayyum bir yönetim tarzı haline dönüştürüldü. Beğenmediğiniz her yönetimi ister bu bazen şirket olur, bazen belediye olur bazen üniversite vakıf olur. Türkiye’nin kamu yönetiminde şu anda bir normal yollarla oluşan yönetimler var, bir de kayyum üzerinden oluşan yönetimler var. Bunu bugünkü iktidar şu şekilde kullanır yarın gelir başka iktidar istisnai bir uygulama olan, geçiçi olan kayyumu kalıcı ve istisnai olmayan yaygın bir yönetim şekline dönüştürür. Bu arada FETÖ kurumlarına atanan kayyumlar üzerinden başka bir yolsuzluk alanı ortaya çıktı. FETÖ şirketleri yok edilirken, el konulurken bu sefer kayyumlar üzerinden bambaşka bir rant alanı ortaya çıktı. Keşfedilenlerden bir diğer K, Kamu bankaları. AK Parti’nin ekonomi bakımından yaptığı en önemli şey 90’lı yıllarda görev zararı gibi işlerde kullanılan kamu bankaları kaynaklarının objektif kamu bankacılığı içerisine oturtulmasıydı. Şimdi ise kamu bankaları üzerinden insanlar terbiye ediliyor. Ya ödüllendiriliyor ya da cezalandırılıyor. İşine geliyorsa kamu bankası üzerinden spor kulüplerinin borçları yeniden yapılandırılıp ihya ediliyor ve taraftarlardan destek alınıyor. Ama Şehir Üniversitesi’nde kamu bankası cezalandırıcı bir yöntem araç olarak kullanılıyor.
Ve son K Kamu maliyesi. Bugün bizim partileşme sürecinde ortaya çıktığı gibi, birinin bizimle adı çıktığında iki şeye maruz kalıyor. Bir ödüllendirme bizimle adı çıkan herkese bir makam teklif ediliyor. Bazıları gidiyor. Bizi biraz eleştiren biri bir anda bir şeyler kazanıyor. Ya da duruşundan taviz vermiyorsa cezalandırılıyor. İş adamıysa kullanılan yöntem maliye. Belli şirketler maliye denetimi kullanılarak kontrol ediliyor. Şimdi biz bu 3Y’yi yeniden ihya edip, 4K’daki yanlış olanları ortadan kaldıracağız.
DEVLETİN DİNİ ADALETTİR
Yıldıray Oğur: Siz muhafazakâr camianın en önde gelen entelektüellerinden birisiniz. 80’lerden beri İslamcı, dindar fikriyat ve siyasetin içindesiniz. Yıllarca katı laiklik anlayışına karşı mücadele ettiniz. Sonra siyasete girdiniz ve günün sonunda bir parti kurarken şöyle dediniz: “Siyaset alanında herkes kendi imtihanını vermeli ama dini değerleri bu imtihan sathına sokmamalıdır.” Bir çeşit laikliği keşif mi bu, ne yaşandı, hangi tecrübelerden sonra bu noktaya geldiniz?
Ahmet Davutoğlu: Bir takım değerleri, özü kaybettiğiniz zaman bir müddet sonra şekil ve daha sonra da istismar açığa çıkar. Eskiden “namaz kıldım” denmezdi, “borcu eda ettim” denirdi. Borç edası insana iltimas kazandırmaz, borç edasını göstere göstere yapamazsınız.. Bir zaman alnı secde görenlere vazifeler verilmezdi, eşi başörtülü mü diye bakılıyordu. Ama bunun tersini yapıp liyakatsiz olsa da ehliyetsiz olsa da hatta yolsuzluklara bulaşmış olsa da namaz kılana görev verilmelidir denirse birincisi kadar hatalıdır. Devletin dini adalettir. Bürokrasinin dini de liyakattir. Ehliyettir. Dolayısıyla ehliyet ve liyakat göz ardı ederek ibadet üzerinden birine bir görev vermek emanete ihanettir. Bugünlerde muhafazakâr camiada çok sorulan bir soru var bana “efendim bölünmeyelim, etmeyelim, ya kazanımlarımızı kaybedersek.” Benim onlara verdiğim cevap şu; Peki ya kaybettiklerimizi nasıl kazanacağız? Kazanımlarımız dediğiniz başörtüsü yasağıysa inşallah bir daha gelmez, getirmeye kalkana karşı da hep beraber mücadele ederiz. ‘Kazanımlarımızı kaybederiz’den kastettiğiniz imam hatiplere ayrımcılık yapmaksa, buna karşı hep beraber mücadele ederiz. Ama peki ya Müslüman olan insanlara karşı güvenin kaybolması? Yolsuzlukların bir dinle neredeyse alakalı hale getirilmesi? Ya akraba kayırmacılığı üzerinden kendi aile fertlerini en üstlere makamlara getirmenin kamu vicdanında açtığı yara? Bunları nasıl kazanacağız tekrardan?
Yarın darbe olsa sonuna kadar mücadele ederiz, o darbede bizim elimizden alınan şeyleri geri alabiliriz. Ama değerlerimizi o anlamda kimliğimizi, şahsiyetimizi, insan olma haysiyetimizi kaybedersek bunları geriye kimse getiremez.
Elif Çakır: Yarın seçim olsa seçmenin oy tercihini ekonomik kriz belirleyecek. Kim ekonomik krizden kurtarırım derse onun şansı yüksek. Siz bunu diyebilecek misiniz?
Ahmet Davutoğlu: Bir kere şunu söyleyeyim; bizim kurucular kurulumuzun ve gölge kabinemizin en kuvvetli yeri ekonomidir. Biz bir kadro hareketiyiz ve her arkadaş alanının en iyisi. Çok net söylüyorum piyasa ekonomisini içerden bilen ve aynı zamanda demokratik tecrübeye sahip en kuvvetli ekonomik kadro bizim kadro. Onun içinde söyledikleri her söz yankı yapıyor. Çünkü direk net konuşuyorlar. Önümüzdeki dönemde başka ekonomi programları da açıklayacağız. Ama en teknokratı getirseniz hukuk ve bürokrasideki zaaflar düzelmedikçe ekonomide de düzelme sağlanamaz. Türkiye’de maalesef hukuka güven kalmadı, mülkiyet emniyeti kalmadı. Dolayısıyla yatırımcıyı buraya güzel sözlerle çekebilmeniz mümkün değil. Yatırımcı şuna bakar hukuk var mı? İkincisi rasyonel ve öngörülebilir yönetim. Ehil insanların bu yönetimi yürütebilmesi lazım. Bir doktor düşünün hastanın testlerindeki rakamları düzelterek hastaya “sağlıklısın” diyor. Hasta “ölüyorum” diyor, doktor “rakamlara bak, testlerin hepsi iyi gösteriyor” diyor. Türkiye’deki ekonomi yönetimi tam da bunu yapıyor.
Yıldıray Oğur: Bunu eski bir başbakan olarak sizin söylemeniz önemli. Hangi rakamlarla oynuyorlar, somut bir bilginiz var mı?
Ahmet Davutoğlu: Bizim dönemimizde de enflasyon sepetinde değişiklik yapmak istediler. “Olmaz” dedim. Halk neyi kullanıyorsa o gerçeği biz gözümüzü kapatırsak göremeyiz. Enflasyon sepetini değiştirdiğiniz zaman denklem değişebilir. Ve o zamanda propaganda saikiyle istememişlerdi bunu. Dünyada değişiyor diyerek yapmak istediler ama dünyadaki enflasyon sepetini buraya uygulayamazsınız. Türk halkı neyi kullanıyorsa enflasyon sepetini ona göre kuracaksın. Realite o.
Cumhuriyet tarihinde en yüksek asgari ücret zammını 1 Ocak 2016 da yaptık. Ama enflasyona yansımadı bu, ona göre kaynak ürettik. Şimdikiler bir rakamlarla oynuyorlar, yetmiyor tek seferlik vuruşlarla vergi çıkararak para toplamaya çalışıyorlar. Bu da bütçe sistematiğini yok ediyor. Yukarıdan bütün ekonomiyi gören bir göz olduğu kanaatinde değilim. Günlük tabloyu nasıl iyi gösteririz derdindeler. Diyorlar ki yüzde 12 enflasyon hedefimizin altında gerçekleşti. Dünyada enflasyon yüzde 1.7 gelişmiş ülkelerde. Bizim ölçeğimizdeki ülkelerde ortalama yüzde 4.7. Dünya ölçeğinin dört misli enflasyona sahibiz. Bu illüzyonist yaklaşım varken ekonomide hiç kimse çözüm bulamaz. İkincisi uluslararası sistemden kopuk bir yerde yaşamıyoruz. Ya kapatacaksınız kendinizi dünyaya ya da dünya ekonomik sistemi içinde yaşıyorsanız ona uygun hareket edeceksiniz. Bugün Çin görünüşte Marksist ama dünya ekonomisinin dengeleri içinde oynuyor. Avrasyacılar Türkiye’yi içeri kapatalım derken Çin dünyaya açılıyor.
Elif Çakır: Cumhurbaşkanı’nın faiz düşerse enflasyon düşer yaklaşımını herhalde görevdeyken de duydunuz, ne düşünüyorsunuz?
Ahmet Davutoğlu: Başbakanlık dönemimde Cumhurbaşkanı ile de tartıştım o zaman. Mehmet Şimşek, Ali Babacan’a şimdi söylediği gibi faizci dediğinde. Her seferinde de söyledim, enflasyonu aşağı indirmeden faizde yapacağınız her şey aslında tam tersi etki yapar. Ve kaynakların zayıf taraftan güçlü tarafa geçmesine yol açar. Enflasyonu indirmeden faizi indirdiğiniz zaman hiçbir bir makul akıl sahibi bankada parasını tutmaz. Çeker parasını gider enflasyonun yükseleceğini düşündüğü malı alır. Bankacılık sistemin kaynağını yok edersiniz.
EN SON TROÇKİ'Yİ İZLEDİM, CROWN'DA SON SEZONDAYIM
Yıldıray Oğur: Çok siyaset konuştuk. Siz de dışarıdan hep sadece siyaset yapan, boş vakitlerinde de ya kitap okuyan ya da kitap yazan biri olarak görünüyorsunuz. Ama bu görüntünüzün aksi bir şey yapıp Tik-Tok’ta hesap açtınız.
Ahmet Davutoğlu: O videoyu kim çekti biliyor musunuz? Sare Hanım çekti.
Yıldıray Oğur: Bir de bir köpek koşuyor arkanızdan. O kimin?
O köpek bizim köpek. Elros. Bizim kızın köpeği. Kızım Şehir Üniversitesi’nde yatılı kaldığı zaman akşamları köpeği ben gezdiriyorum bazen. Sonra dönüp, omuzuma zıpladı, kazağımı yırttı. Esas onu çekebilseydi o güzel olacaktı.
Yıldıray Oğur: İşte o zaman tam Tik-Tok videosu olurdu.
Ahmet Davutoğlu: Evet, öyle.
Yıldıray Oğur: Peki siz hiç dizi izliyor musunuz, şimdi adını vermeyelim dijital platformları takip ediyor musunuz. En son izlediğiniz dizi ne?
Ahmet Davutoğlu: Tabii izliyorum. En son Troçki’yi izledim
Elif Çakır: O bile çok siyasi.
Ahmet Davutoğlu: Homeland’ı baştan sona izledim. Homeland’e dikkat edin, üçüncü sezonda galiba Kasım Süleymani’nin muadili olan kişi öldürülür. Beğenerek izlediğim bir başka dizi de Son Çar. Yine Roosevelt ailesinin hikayesini anlatan belgesel müthiş. Ve tabii Crown. Son sezonu izliyorum hala. Bir de Haluk Bilginer’in Şahsiyet’ini izledim. Ödül alınca da aradım, o da şaşırdı diziyi izlediğimi görünce. Hacer sinema yönetmeni olmak istiyor, o tavsiye etmişti Şahsiyet’i. / KARAR GAZETESİ
Güncelleme Tarihi: 22 Ocak 2020, 13:46