Cüneyt ÖZDEMİR / RADİKAL
Sokakta, sinemada, lokantada, sosyal medyada, statlarda ve haber tartışma programlarında tek bir konu konuşuluyor: YOLSUZLUK. Kimi ciddi ciddi tartışıyor, kimi işin dedikodusunda, kimi AK Parti’ye fırsat bu fırsat vurmaya çabalıyor, kimi ise bizim gibi işin gazetecilik kısmı ile ilgileniyor. Konuyla ilgili çıkan bütün haberleri satır satır okudukça herkesin bir numaralı maddesi olan yolsuzluk soruşturmasının nasıl ber şekle bürüneceğini daha net görmeye başlıyorsunuz. Daha önce bu köşede bu sürecin bir algılar savaşı olacağını belirten bir yazı yazmıştım. Bu algılar savaşında vatandaş olarak bizlerin yerini tarif etmiştim ama anladığım kadarı ile biz gazetecilerin pozisyonunu eksik bırakmışım. Bir ideale, partiye, cemaate gönül vermiş inanan insanlara saygı duyarım. Bu insanlar arasında farklı çıkarları da gözeterek dava savunmasına girmiş olan gazetecilerin de tarih önünde düştükleri durum ortada. Ancak bir de benim gibi bu tür gelişmeleri tarafsız takip etmeye çabalayan bir grup gazeteci olduğunu bilmenizi isterim. Biz gazeteciliğe biat etmiş, her kesime eşit mesafede yakın ve uzak duran gazetecilerin görevi bu algı savaşını biraz olsun kamuoyu adına anlaşılır kılmaktır. Dezenformasyona ve manipülasyonlara karşı kitleleri uyarmak ve tartışmayı doğru zeminde tanımlamaya gayret etmektir. Özgürlüklerin sağlam zemine oturduğu, liberal ekonominin, hukukun ve demokrasinin kendi kuralları içinde hilesiz, istisnasız işlediği ama en önemlisi gerçeklerin saklanmadığı bir toplumun özlemi içinde olduğumuz için, Türkiye’de artık dünyanın en tehlikeli mesleğine dönüşen gazetecilik mesleğini sürdürmeye çabalıyoruz.
Sokakta, sinemada, lokantada, sosyal medyada, statlarda ve haber tartışma programlarında tek bir konu konuşuluyor: YOLSUZLUK. Kimi ciddi ciddi tartışıyor, kimi işin dedikodusunda, kimi AK Parti’ye fırsat bu fırsat vurmaya çabalıyor, kimi ise bizim gibi işin gazetecilik kısmı ile ilgileniyor. Konuyla ilgili çıkan bütün haberleri satır satır okudukça herkesin bir numaralı maddesi olan yolsuzluk soruşturmasının nasıl ber şekle bürüneceğini daha net görmeye başlıyorsunuz. Daha önce bu köşede bu sürecin bir algılar savaşı olacağını belirten bir yazı yazmıştım. Bu algılar savaşında vatandaş olarak bizlerin yerini tarif etmiştim ama anladığım kadarı ile biz gazetecilerin pozisyonunu eksik bırakmışım. Bir ideale, partiye, cemaate gönül vermiş inanan insanlara saygı duyarım. Bu insanlar arasında farklı çıkarları da gözeterek dava savunmasına girmiş olan gazetecilerin de tarih önünde düştükleri durum ortada. Ancak bir de benim gibi bu tür gelişmeleri tarafsız takip etmeye çabalayan bir grup gazeteci olduğunu bilmenizi isterim. Biz gazeteciliğe biat etmiş, her kesime eşit mesafede yakın ve uzak duran gazetecilerin görevi bu algı savaşını biraz olsun kamuoyu adına anlaşılır kılmaktır. Dezenformasyona ve manipülasyonlara karşı kitleleri uyarmak ve tartışmayı doğru zeminde tanımlamaya gayret etmektir. Özgürlüklerin sağlam zemine oturduğu, liberal ekonominin, hukukun ve demokrasinin kendi kuralları içinde hilesiz, istisnasız işlediği ama en önemlisi gerçeklerin saklanmadığı bir toplumun özlemi içinde olduğumuz için, Türkiye’de artık dünyanın en tehlikeli mesleğine dönüşen gazetecilik mesleğini sürdürmeye çabalıyoruz.
Evet isterseniz bu noktadan sonra şu ana kadar sızdırılan tape’ler, yapılan açıklamalar ile gelinen noktanın nereye evrildiğine bakalım.
HÜKÜMET CEPHESİNDE ‘YEDİRTMEYİZ’ TELAŞI
Başbakan Erdoğan’ın hafta sonu performansına baktığımızda yolsuzluk olaylarına hükümetin bakışı ile ilgili somut bazı gelişmeler görüyoruz.
Başbakan hiçbir bakanı feda etmemeye karar vermiş gözüküyor. Adı yolsuzlukla anılan bakanları bırakın kabineden uzaklaştırmayı yanı başında tutuyor.
İstanbul Emniyeti’ne, emniyet dışından tecrübesiz ama ‘güvenilir’ bir ismi getirerek tüm koordinasyonu Ankara merkezli kendi kadroları ile götüreceğe benziyor.
Bundan sonra olası soruşturmaların önünü almak için yönetmelik düzenlemeleri ile tedbir almaya çabalıyor.
Soruşturmada adı geçen bakanlar da Başbakan’dan cesaret alarak konuşmaya başladılar. Her şey inkâr ediliyor.
Hükümet, yolsuzluk soruşturmasına karşı uluslararası bir komplo teorisi ve paralel devlet algısı yaratmaya çabalıyor.
CEMAAT CEPHESİNDE ‘BEDDUALAR’ KİME GİDİYOR?
Cemaat cephesi görece daha soğukkanlı ve kendinden emin.
Fethullah Gülen’in hafta sonuna damgasını vuran bedduası kime edilmiş olursa olsun Başbakan ve çevresi ile iplerin tamamen koptuğunu simgeliyor.
Soruşturmanın Fatih Belediyesi ve Çevre Bakanlığı ile ilgili tape’leri ve görüntülerinde ilk kez Başbakan’ın oğlunun adı geçirilmeye başlandı.
Sızdırılan fotoğraflar ve tape’lerde soruşturma Başbakan’ın yakın çevresine hatta ailesine ve Başbakan’a doğru yönlendiriliyor.
Rıza Sarraf’ın devlet protokolündeki fotoğraflarının toplu servis edilmesi ile yolsuzluk AK Parti kabinesi ile özdeşleştiriliyor.
Hükümetin bunca kişinin yerini değiştirmesine beklenen ve kontrollü bir tepki ile bakılıyor.
HANEFİ AVCI YOLSUZLUKLARA GÖZ YUMAR MIYDI?
Bu tabloya baktığımızda hükümetin oluşturmaya çalıştığı uluslararası komplo ya da paralel devlet algısı konusunda elinde (henüz) sağlam ve somut bir veri görmüyoruz. Yerleri değiştirilen onlarca memur var ancak açılan tek bir somut soruşturma hatta gösterilebilen bir neden bile ortada gözükmüyor. Bugüne kadar en somut paralel devlet iddiasını ortaya atan isim Hanefi Avcı’ydı. Malum o şimdi hapiste. İşin daha da ironik yanı Hanefi Avcı’nın (şimdilik) adı anılmasa da daha önce AK Parti’nin içindeki kimi yolsuzluklarla da mücadele ettiği için zamanında önemli görevlerden uzaklaştırılmış olması.
ÖCALAN BİLE DEĞİŞTİREMEDİ
Yine bir önemli not: Bunca hengâmede gündemi değiştirmek için bir tabuya dönüşen Abdullah Öcalan’ın fotoğraflarının birkaç kez sızdırılması bile gündemi değiştirmeye yetmedi. Bu bile skandalın büyüklüğünün kanıtı.
GÜNÜN 5N1K SORUSU
Hoşlarına gitmeyen haberler yaptıkları için milyarlarca lira vergiler ödetilen, Gezi olaylarında otelinin kapısını açtığı için vergi denetmenleri tarafından ümüğü sıkılan, banka müdürü konuştuğu için Başbakan’ın kapısında 3.5 saat bekletilen, oysa vergisini veren, binlerce kişiye iş, emek, istihdam sağlayan işadamları bir de yetmezmiş gibi meydanlarda siyasi kürsülerden linç edilirken nasıl oluyor da çantacıları dışında tek bir çalışanı, birkaç metre dükkânı dışında tek bir yatırımı olmayan Rıza Sarraf devlet protokolüne girebiliyor. Açılışlarda en ön sırada kendine yer bulabiliyor, bakanlarla kanka olması yetmezmiş gibi Başbakan’ın çevresine sokuluyor.
Neden aralarına alıyorlar, nasıl bu adama bulaştılar, ne zaman başladılar, nerede kuruldu bu ilişkiler, ne iş? Kim var bu işin arkasında? Güncelleme Tarihi: 24 Aralık 2013, 19:11