Sedat Yurtdaş / RADİKAL
Sürecin ‘Kürt tarafı’nı oluşturan İmralı-KCK-BDP; temsili isimlerle ifade edersek -Öcalan-Bayık-Demirtaş- ‘sürecin tıkandığını’, dahası ‘bitirildiğini/dolayısıyla bittiğini’ açık seçik bir şekilde ifade ediyorlar.
İlk Selahattin Demirtaş, Başbakan’ın ‘Demokrasi Paketi’ni açıklamasının yarattığı belirgin hayal kırıklığıyla “Başbakan’a göre ortada süreç falan yok. Onlara göre paketin de bununla alakası yok. Hükümet şu anda fiilen olmasa bile kamuoyu nezdinde süreci bitirmiş durumdadır” diyerek damardan konuştu.
Sürecin ‘diğer/devlet tarafı’nı oluşturan ‘Başbakan-Hükümet’, emrindeki MİT vs. güçler, Demirtaş’ın açıklamasını beğenmediğinden, damardan bir tavırla İmralı’da Öcalan’la görüşecek heyetten çıkardı.
Açıklıkla ifade etmek gerekir ki, sürecin en büyük handikaplarının başında, Başbakan’ın kendini sürecin biricik ‘sahibi, yönlendiricisi’ olarak görmesi, istediği hak ve özgürlükleri, ‘seçim takvimine’ bağlı olarak verme arzusu geliyor. Bunun da çözümün iki taraflı, hatta ‘çok taraflı’ olduğu gerçeğini bir yana iten, genel olarak Kürtlerde çözümün ‘toplumsal psikolojik’ temellerini sarsan bir sonuç yarattığı görülmelidir.
Öcalan’ın ilettiği mesajın da sürecin tıkandığını, bir aşamanın bittiğini, ancak yeni aşamasının başlayabilmesi için devletin yeni adımlarına ihtiyaç olduğunu ortaya koymakla, BDP’ye paralel olduğu söylenebilir. “... Gereken bazı şeyleri devlet heyetine aktardım. Devlet hâlâ bana dönüş yapmadı... Eğer devlet heyeti gelmez ise zannederim onlar açısından süreç bitmiştir ve dolayısı ile bizim açımızdan da biter.”
Başbakan’ın tek patronajlı ve hizaya sokucu tavrı yanıtsız kalmadı. Demirtaş’ın tepkisinin yanı sıra asıl tepki KCK Başkanlık Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, Mustafa Karasu ve Sabri Ok’tan geldi; “Oslo’da her şey tartışıldı. Önderlik her şeyi tartıştı. Tartışılacak hiçbir şey kalmamıştır” denildikten sonra “Demirtaş çıkarılınca heyet gitmemeliydi... Süreci fiili olarak AKP bitirmiştir” tepkisi gösterildi.
Başbakan’ın yorumu ise “Adalet Bakanı’yla iyi geçinsinler, yoksa bu yol kapanır” şeklinde, yukarıda tanımladığımız tutumun bir kez daha alışılmış havada ortaya konulması biçiminde oldu.
Önce KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık Reuters’a verdiği röportajda “Sürecin sonuna gelindi. Ya Kürt hareketiyle derin ve anlamlı müzakereleri kabul ederler ya da Türkiye’de iç savaş çıkar”, aynı röportajda “Şu an hükümet koşullarımızı kabul etmezse Kuzey Kürdistan’a geri çekilen grupları geri göndermeye hazırlanıyoruz” dedi. Süreç boyunca, her kritik durumda/krizde ‘silaha yediden sarılma’ anlamındaki sözlerin, sürecin hırpalanmasının ciddi nedenlerinden biri olduğu kanaatindeyim.
Kamuoyunda bu sert sözler tartışılırken, bu kez KCK “AKP süreci bitirdim demiyor, ama süreci bitirdiğini ortaya koyan her şeyi yapmış bulunmaktadır” diyerek devamında “AKP şiddetli bir savaşa hazırlanıyor!” şeklinde açıklama yaptı.
Kabul etmek gerekir ki, sözler de tutumlar da ‘damardan’. Doğrudan ve açık.
Sözün evrilmeden-çevrilmeden, ötesi-berisi çok da düşünülmeden -belki de bilgi ve deneyimler düşünmeyi doğal olarak içselleştirmiş- ifade edildiğine, ihtiyatın epeyce bir elden bırakıldığına tanıklık yapıyoruz. Damardan konuşanlar karşı olunsa da sevilirler. İhtiyatlıların, yerinde karar verme olasılıkları -sebep ve sürenin kazandırdığı avantajla- fazla da olsa, sinir bozucu bulduğumuz çok olur. Ancak her ihtiyatlı faninin, eninde sonunda ‘damardan söz söylediği, davranış ortaya koyduğu’ zamanlar vardır.
KCK ve zaman zaman BDP’nin çeşitli sebeplerle koyduğu ‘damardan’ tavrın yanında, her halükârda 40 yıldır ‘damardan görüşlerle’ politikalar geliştirdiği malum.
Hakkını vermek gerekir ki, ‘sıradan konularda bile’, bütün damardan tavrına rağmen, Başbakan Erdoğan da tam özellikle ‘elinde biriken güç ve tek seçici’ olma duygusuyla ‘zıvanadan çıkabilir’ endişesi taşınırken; “Biz ihlal eden taraf olmayacağız, lakin çözüm sürecini engelleyen bunun bedelini öder!” diyerek kritik bir zamanda önemli bir ‘damardan-ihtiyati’ tutum sergiledi.
Bu yenilik ve ciddi kabulleri içeren sözler irdelendiğinde, şimdiye kadar öyle ‘taraf-süreç-müzakere falan yok’ havasının yerini;
- ‘Çözüm süreci’nin varlık ve kabulüne,
- En az- ‘İki taraflı’ olduğunun kabulüne;
- Taraflardan biri olarak ‘ihlal eden’ olunmayacağının kabulüne,
- Ve ihlal edenin ‘bedel ödemek/yaptırımına hedef olacağının’ kabulüne dair söz söylemiş oldu.
Bu sözler ve tutum değerlidir. Barış süreci açısından gerek Demirtaş’ın ‘suni teneffüs isteği’ne gerekse barış süreci açısından ‘Kervan yolda düzülür’e önemli bir zemin teşkil etmeye uygundur.
Seyrin tarih, anlam, ruh ve başarı ihtimaline uygun olmadığının altını tekrar çizdikten sonra, ‘taraflar’ın üzerinde ‘ağırlığı, etkisi olan’, aralarındaki ihtilaf(lar)ın kalıcı çözümü için, savunduklarını, öngördüklerini, önerdiklerini ‘not edecek, hatırlatacak, beklendik-beklenmedik tıkanıklıkları aşmaya yardımcı olacak, sürecin sağlıklı işlemesi ve ilerlemesine katkıda bulunacak, kolaylaştırıcı bir üçüncü göze/tarafa ihtiyaç’ var.
Her ne kadar, gerçek krizlerde, bir şekilde devreye giren ‘toplumsal akıl’dan, ‘yaratıcı politika/lar’dan söz etmek mümkünse de her zaman böyle olacağı anlamına gelmez. Yani, sürecin ağırlık ve hassasiyeti sürekli hırpalanmaları kaldırır zannı yanlış.
Bu nedenle bence Başbakan, devlet tarafı öncelikle ‘âkil insanlar deneyimi’nden yola çıkarak bir ‘saha içi hakem/lik’ oluşumunu sağlamanın yanı sıra, aslında benzer ihtilaflarda izlenen yollar ve sorunlar konusunda dünyanın edindiği deneyimleri paylaşmak misyonu ile bilinen, kısa bir süre önce Cüneyt Özdemir’in çok başarılı bir çalışmayla ekrana taşıdığı ‘Oslo belgeseli’nin gereğine uygun ‘saha dışı hakem/lik’ kurumunun da oluşmasının önünü açmalıdır.
Damardan iyi de, Ortadoğu gibi bir coğrafyada, Türkiye gibi bir ülkede, ihtiyatlı olmamak ne kadar isabetli, doğrusu emin değilim. Yeniden ‘damardan itidal ve ihtiyat’!..
Sürecin ‘Kürt tarafı’nı oluşturan İmralı-KCK-BDP; temsili isimlerle ifade edersek -Öcalan-Bayık-Demirtaş- ‘sürecin tıkandığını’, dahası ‘bitirildiğini/dolayısıyla bittiğini’ açık seçik bir şekilde ifade ediyorlar.
İlk Selahattin Demirtaş, Başbakan’ın ‘Demokrasi Paketi’ni açıklamasının yarattığı belirgin hayal kırıklığıyla “Başbakan’a göre ortada süreç falan yok. Onlara göre paketin de bununla alakası yok. Hükümet şu anda fiilen olmasa bile kamuoyu nezdinde süreci bitirmiş durumdadır” diyerek damardan konuştu.
Sürecin ‘diğer/devlet tarafı’nı oluşturan ‘Başbakan-Hükümet’, emrindeki MİT vs. güçler, Demirtaş’ın açıklamasını beğenmediğinden, damardan bir tavırla İmralı’da Öcalan’la görüşecek heyetten çıkardı.
Açıklıkla ifade etmek gerekir ki, sürecin en büyük handikaplarının başında, Başbakan’ın kendini sürecin biricik ‘sahibi, yönlendiricisi’ olarak görmesi, istediği hak ve özgürlükleri, ‘seçim takvimine’ bağlı olarak verme arzusu geliyor. Bunun da çözümün iki taraflı, hatta ‘çok taraflı’ olduğu gerçeğini bir yana iten, genel olarak Kürtlerde çözümün ‘toplumsal psikolojik’ temellerini sarsan bir sonuç yarattığı görülmelidir.
Öcalan’ın ilettiği mesajın da sürecin tıkandığını, bir aşamanın bittiğini, ancak yeni aşamasının başlayabilmesi için devletin yeni adımlarına ihtiyaç olduğunu ortaya koymakla, BDP’ye paralel olduğu söylenebilir. “... Gereken bazı şeyleri devlet heyetine aktardım. Devlet hâlâ bana dönüş yapmadı... Eğer devlet heyeti gelmez ise zannederim onlar açısından süreç bitmiştir ve dolayısı ile bizim açımızdan da biter.”
Başbakan’ın tek patronajlı ve hizaya sokucu tavrı yanıtsız kalmadı. Demirtaş’ın tepkisinin yanı sıra asıl tepki KCK Başkanlık Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, Mustafa Karasu ve Sabri Ok’tan geldi; “Oslo’da her şey tartışıldı. Önderlik her şeyi tartıştı. Tartışılacak hiçbir şey kalmamıştır” denildikten sonra “Demirtaş çıkarılınca heyet gitmemeliydi... Süreci fiili olarak AKP bitirmiştir” tepkisi gösterildi.
Başbakan’ın yorumu ise “Adalet Bakanı’yla iyi geçinsinler, yoksa bu yol kapanır” şeklinde, yukarıda tanımladığımız tutumun bir kez daha alışılmış havada ortaya konulması biçiminde oldu.
Önce KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık Reuters’a verdiği röportajda “Sürecin sonuna gelindi. Ya Kürt hareketiyle derin ve anlamlı müzakereleri kabul ederler ya da Türkiye’de iç savaş çıkar”, aynı röportajda “Şu an hükümet koşullarımızı kabul etmezse Kuzey Kürdistan’a geri çekilen grupları geri göndermeye hazırlanıyoruz” dedi. Süreç boyunca, her kritik durumda/krizde ‘silaha yediden sarılma’ anlamındaki sözlerin, sürecin hırpalanmasının ciddi nedenlerinden biri olduğu kanaatindeyim.
Kamuoyunda bu sert sözler tartışılırken, bu kez KCK “AKP süreci bitirdim demiyor, ama süreci bitirdiğini ortaya koyan her şeyi yapmış bulunmaktadır” diyerek devamında “AKP şiddetli bir savaşa hazırlanıyor!” şeklinde açıklama yaptı.
Kabul etmek gerekir ki, sözler de tutumlar da ‘damardan’. Doğrudan ve açık.
Sözün evrilmeden-çevrilmeden, ötesi-berisi çok da düşünülmeden -belki de bilgi ve deneyimler düşünmeyi doğal olarak içselleştirmiş- ifade edildiğine, ihtiyatın epeyce bir elden bırakıldığına tanıklık yapıyoruz. Damardan konuşanlar karşı olunsa da sevilirler. İhtiyatlıların, yerinde karar verme olasılıkları -sebep ve sürenin kazandırdığı avantajla- fazla da olsa, sinir bozucu bulduğumuz çok olur. Ancak her ihtiyatlı faninin, eninde sonunda ‘damardan söz söylediği, davranış ortaya koyduğu’ zamanlar vardır.
KCK ve zaman zaman BDP’nin çeşitli sebeplerle koyduğu ‘damardan’ tavrın yanında, her halükârda 40 yıldır ‘damardan görüşlerle’ politikalar geliştirdiği malum.
Hakkını vermek gerekir ki, ‘sıradan konularda bile’, bütün damardan tavrına rağmen, Başbakan Erdoğan da tam özellikle ‘elinde biriken güç ve tek seçici’ olma duygusuyla ‘zıvanadan çıkabilir’ endişesi taşınırken; “Biz ihlal eden taraf olmayacağız, lakin çözüm sürecini engelleyen bunun bedelini öder!” diyerek kritik bir zamanda önemli bir ‘damardan-ihtiyati’ tutum sergiledi.
Bu yenilik ve ciddi kabulleri içeren sözler irdelendiğinde, şimdiye kadar öyle ‘taraf-süreç-müzakere falan yok’ havasının yerini;
- ‘Çözüm süreci’nin varlık ve kabulüne,
- En az- ‘İki taraflı’ olduğunun kabulüne;
- Taraflardan biri olarak ‘ihlal eden’ olunmayacağının kabulüne,
- Ve ihlal edenin ‘bedel ödemek/yaptırımına hedef olacağının’ kabulüne dair söz söylemiş oldu.
Bu sözler ve tutum değerlidir. Barış süreci açısından gerek Demirtaş’ın ‘suni teneffüs isteği’ne gerekse barış süreci açısından ‘Kervan yolda düzülür’e önemli bir zemin teşkil etmeye uygundur.
Seyrin tarih, anlam, ruh ve başarı ihtimaline uygun olmadığının altını tekrar çizdikten sonra, ‘taraflar’ın üzerinde ‘ağırlığı, etkisi olan’, aralarındaki ihtilaf(lar)ın kalıcı çözümü için, savunduklarını, öngördüklerini, önerdiklerini ‘not edecek, hatırlatacak, beklendik-beklenmedik tıkanıklıkları aşmaya yardımcı olacak, sürecin sağlıklı işlemesi ve ilerlemesine katkıda bulunacak, kolaylaştırıcı bir üçüncü göze/tarafa ihtiyaç’ var.
Her ne kadar, gerçek krizlerde, bir şekilde devreye giren ‘toplumsal akıl’dan, ‘yaratıcı politika/lar’dan söz etmek mümkünse de her zaman böyle olacağı anlamına gelmez. Yani, sürecin ağırlık ve hassasiyeti sürekli hırpalanmaları kaldırır zannı yanlış.
Bu nedenle bence Başbakan, devlet tarafı öncelikle ‘âkil insanlar deneyimi’nden yola çıkarak bir ‘saha içi hakem/lik’ oluşumunu sağlamanın yanı sıra, aslında benzer ihtilaflarda izlenen yollar ve sorunlar konusunda dünyanın edindiği deneyimleri paylaşmak misyonu ile bilinen, kısa bir süre önce Cüneyt Özdemir’in çok başarılı bir çalışmayla ekrana taşıdığı ‘Oslo belgeseli’nin gereğine uygun ‘saha dışı hakem/lik’ kurumunun da oluşmasının önünü açmalıdır.
Damardan iyi de, Ortadoğu gibi bir coğrafyada, Türkiye gibi bir ülkede, ihtiyatlı olmamak ne kadar isabetli, doğrusu emin değilim. Yeniden ‘damardan itidal ve ihtiyat’!..