Alevi Kültür Dernekleri Adıyaman Şubesi tarafından düzenlenen yardım organizasyonunda yer alan Sırrı Süreyya Önder, Maraş merkezli depremlerin yıktığı illerden Adıyaman'daki son duruma dair izlenimlerini paylaştı. Bölgede gönüllü faaliyetlerin dayanışma içerisinde sürdüğünü aktaran Önder, çadır ve tuvalet sıkıntısına dikkat çekti. Devletin koordinasyonsuzluğuna tepki gösteren Önder "Belediye yok, onu anladık. Adıyaman'da bir tek şey yapabilirler. Bu memlekette 170 civarında cami var. Sadece şu camilerin tuvaletlerini düzenleseler, kente karşı işledikleri bütün suçları bir nebze hafiflettirecek bir şeydir" dedi.
Halk TV yayınında açıklama yapan Önder, Alevi Kültür Dernekleri Adıyaman Şubesi'ndeki faaliyetlere dikkat çekerek liderlik esasına göre değil ekipçe birlik içerisinde çalışıldığını söyledi:
'MUAZZAM BİR DAYANIŞMA VAR'
"Örnek olması bakımından söylüyorum, burada bir baş yok. Yani herkes, yatkın olduğu şeyin ucundan tutarak, büyük bir imeceyle ve pratik çözümlerle, yakınmak yerine yaratıcı çözümler bularak, el birliğiyle, muazzam bir dayanışma içerisinde burada."
Önder, kuruma ait alanı Türk Tabipler Birliği'nin muayene ve ilk müdahale yaptığı bir alana da dönüştürdüklerini, gerekli tüm gereçlerin burada mevcut olduğunu aktarırken, kentte devletin desteğini göremediklerini aktardı.
Önder'in canlı yayındaki açıklamaları söyle:
"Tokat'tan tut Trabzon'a, Rize'den tut Edirne'ye kadar buraya gelmeyen genç, gönüllü, kurum kalmadı. Hepsine müteşekkiriz, hepsi canla başla çalışıyor. İçinde sofusu da var, ülkücüsü de var, HDP'lisi de var, CHP'lisi de var... Müdahale olmadığı zaman, nasıl bir imece nasıl bir dayanışma ruhunun yükselebileceğine dair umut verecek, insanı kıvandıracak en önemli duygu.
Ancak belediye yok, çünkü belediye yıkıldı. Fakat belediyenin hemen yanında Avrupa Birliği'nin desteğiyle, onun finansmanıyla ve onun kriterleriyle yapılan cam binanın bir tek camı kırılmadı. Depremden beş dakika sonra jeneratörü devreye girdi. Tertemiz sapasağlam duruyor, buradan herkes gerekli sonucu çıkarabilir. Artık bütün gönüllülere birkaç şey söylemek istiyorum.
'YARDIMLARIN SÜRDÜRÜLEBİLİR OLMASI ÖNEMLİ'
Depremden sonra her saatin, her günün ihtiyaç karakteri farklı. İnsanlar çırpınıyor, bu çok kutsal çok saygıdeğer. Fakat deprem gibi bunun sonucu yıllara yayılacak bir durum için bunun bir kondisyonunun olması lazım, sürdürülebilir olması çok önemli. İlk günden eline ne geçerse buraya göndermek müşkül bir iş. İlk gün ekmek yağmuruna tutuldu herkes doğal olarak ama bugün yer yer ekmek sıkıntısı var. İlk gün ısıtıcı çok acil bir ihtiyaç değildi bugün ısıtıcı çok acil bir ihtiyaç. Bu konuda, bu gönüllülük potansiyelini verimlilikle birleştirmek çok önemli. Uzmanların önerilerini gözetmek, yapılan yardımların verimli kullanılması anlamında çok önemli.
'ÇADIR YOK, İNSANLAR GECEYİ NASIL GEÇİRECEK BİLMİYORUZ'
Çadır konusunda kırıcı bir cümle kullanmadan konuşabilmek çok zor. Eskiden "çadır devleti" bir aşağılama olarak kullanılırdı bugün bütün Adıyaman'ın ütopyası bir çadır devlet. Yani bu çadır konusundaki devletin, vesvesesi, engelleyici tutumu, düzenleyeyim derken uyguladığı blokaj, akla hayale gelmeyecek ölçülerde bir beceriksizlik, bir koordinasyonsuzluk, şu an insanların geceyi çocuk çocukla beraber, özellikle köylerde (daha henüz birçoğuna hiç kimse gidemedi) ne durumda bilmiyoruz. Bir telefon alıyoruz, insanlar 13 çocukla açıkta, donmadan sabah edebilmenin derdindeler. Çadır konusunda bu düzenleyeceğim derken engellemeyle sonuçlanan pratiğini acilen terk etmesi lazım.
'HİÇ OLMAZSA CAMİ TUVALETLERİNİ DÜZENLESELER'
Gördük ki halk, eğer başında böyle bir düzenleyici kuvvet olmazsa, kendisine daha yararlı ve süratli pratikler geliştiriyor. Belediye yok, onu anladık. Adıyaman'da bir tek şey yapabilirler. Bu memlekette 170 civarında cami var. Sadece şu camilerin tuvaletlerini düzenleseler, sadece. Kente karşı işledikleri bütün suçları bir nebze hafiflettirecek bir şeydir. Çünkü salgın hastalık diye kendimizi yiyoruz uzmanlar bilim insanları. İnsanlar haya ediyor bunu öyleyemiyor ama, burada tuvalet ihtiyacı var ve bunu giderdikten sonra bunun toplum için bir sağlık tehditi haline gelmemesini sağlamak birincil öncelikleri
'BU MUCİZE DEĞİL, TOPLUMSAL SUÇUMUZDUR'
İkincisi dil meselesi. İnternet sitelerine girebildiğimiz zaman bakıyoruz. "Mucize"den geçilmiyor. Hatta dün baktım, peş peşe mucize. Bir şey peş peşe oluyorsa mucize olmaz, sıradan bir olay ancak peş peşe olur. Kolu kesilen bir çocuğun kolu yeniden çıkabiliyor mu, mucize budur. Enkazda kendisine bir yaşam üçgeni oluşturmuş kişinin kurtarılması mucize değildir, bir ayıbımızın giderilmesidir. Her can çok kıymetlidir. Onların hayatla buluşma anını izleyen bir kişi bütün dünyasını, bütün kavramlarını sorgular. Ama bu mucize değildir, bu bizim ayıbımızdır, günahımız ve toplumsal suçumuzdur. Onun için bu dili çok tehlikeli buluyorum. Mucize bu değildir arkadaşlar. Mucize devri bitti. Akılla, tecrübeyle, deneyimle, dayanışmayla çözüm üretme zamanı...
ÇADIR VE TUVALET İÇİN ACİL İNİSİYATİF ALINMALI
Tuvaleti söyledik. Tekraren ve ısrarla belirtiyorum. Şu an bir şekilde sivil toplum ve halkın kendi içinde yarattığı dayanışma pratikleri diğer sorunları çözebiliyor ama çadır için ve tuvalet için çok acil bir inisiyatif lazım ve bunlar maliyetli şeyler de değil, pahalı şeyler de değil artık bunların önünde. Fiziki bir engel de yok.
Bundan sonra önümüzdeki bu depremin yarattığı toplumsal tahribatı aşını kaybeden, işini kaybeden, eşini kaybeden tezgahı yıkılan, sokakta kalan ve umudunu yitiren insanlar artık hepimizin meselesidir. Önümüzdeki 15 20 yılın Türkiyesine ipotek koyan bir toplumsal olguyla ve büyük bir felaketle karşı karşıyayız. Bu konuda bu düzenleyici derken engelleyici olmak yerine toplumun bütününü bu karar süreçlerine katacak çözüm süreçlerine katacak bir pratik lazım. Bir tek bir şey daha. Söylemek zorundayım. Bir konteyner furyası gidiyor. Arkadaşlarım bir konteyner, 2 buçuk ton. Bir kamyon ya da tır çekicisi en fazla 2 tane alabiliyor. Bunu bulunduğu yerden almak için vinç lazım. Götürdüğümüz yere kurmak için vinç lazım bunun altını çizeyim. Bunun yerine paketlenebilecek hafif, depremin ilk 35 gününde bu insanları soğuktan donmaktan yağıştan koruyacak, hafif malzemeden barınma şeyleri geliştirmek zorundayız."