İçişleri Bakanlığı kararıyla görevden alınan ve 22 Ekim’de tutuklanan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Adnan Selçuk Mızraklı tutuklu bulunduğu Kayseri Bünyan Cezaevi’nden Gazete Fersude’den Bengisu Kömürcü’nün sorularını yanıtladı.
Gözaltına alınma fotoğrafınız çok konuşuldu. Bize o anı anlatır mısınız? Ters kelepçe yapıldı mı?
Gözaltına alındığım gün sabah saat 06.10 eve gelişleri, 07.10 evden çıkışımızdı. 07.25’te internette fotoğraflarım yayınlandı. Yani her şey önceden hazırlanmıştı. Fotoğrafçıları bile hazırdı. Anında servis edildi. Geldiklerinde, eğer beni çağırsalardı gidebileceğimi söyledim. Tabii o gün itibari ile kayyımın görev süresinin uzatıldığı yazısı tebliğ edilmediği için gelmişlerdi. O yazı bana saat 11.00’de jandarmada tebliğ edildi. Bu arada kelepçe uygulanmadı. O çok konuşulan fotoğrafta kelepçe yoktu. Ne gözaltına alınırken ne de tutuklanmamdan sonra Diyarbakır Cezaevi’ne götürülme anımda da yoktu. Tutuklanma sürecim, beklemediğim değil aksine öngördüğüm bir süreçti.
‘ÇEKİLEN FOTOĞRAFLAR GÖZDAĞI OLARAK GAZETE MANŞETLERİNDE VERİLİR’
Başka bir cezaevine nakledilirken yaşatılanları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tutuklama-sürgün-tecrit süreci işletiliyor tabii ki. Daha önceki siyasetçilerimize, muhaliflere uyguladıkları taktiklerdir bunlar. Gözaltına alınırken, adliyede bekletilirken veya tutuklanırken çekilen fotoğraflar birer zafer edasıyla ve geride kalanlara bir tehdit bir gözdağı olarak gazete manşetlerinde verilir. Ailenizden uzaklara sürgüne gönderilirsiniz. Cezaevinde de tecrit içinde tecrite maruz bırakılırsınız. 100 yıldan fazladır Kürt muhaliflere reva görülen hep bu oldu. Gözlerinizi bir anlığına kapatın, o an hafızanızda onlarca, yüzlerce bu tarz görüntü canlanacaktır. Katliamlardan, yıkımlardan, zorla yerinden edilmelerden bahsetmiyorum bile. Kürtler kendi topraklarında yıllardır fiziksel, kültürel ve ekonomik soykırıma uğradılar ve bu hala devam ediyor. Devletin ‘makul’ Kürtlerini de katıyorum buna. Onlar da ‘makul’ olma-edilme sürecinde kırıma uğradıkları gibi, kendilerinde veya iktidarda en ufak bir eksen kaymasında dahi aynı şekilde kırıma uğrayacaklardır.
Yine Kürt olmayan ama devletin zora dayalı politikalarına maruz kalan diğer halklar ve toplumsal kesimler de aynı kıskaçtadır. 21. yüzyılda devlet kurumsallaşmasını ve hukuk mekanizmasını demokratikleştiremeyen, dolayısıyla da baskı ve zulüm ile bekasını sağlamaya çalışan bir ulus-devlet ile karşı karşıyayız. Ama burada aynı zamanda muhteşem bir direniş de var. Kürtler, muhalifler, kadınlar, gençler yılmadılar, yorulmadılar, yollarından dönmediler. Faşizme karşı demokrasi cephesinde çok güçlü bir karşı duruş, direniş var. İktidarın ise zulmü arttıkça sonu yakınlaşır. Bunu açıkça görmek gerekiyor.
‘ADALET AKP’NİN BEKASININ TEMELİ OLMUŞTUR’
Tutuklama kararını duyduğunuzda ne hissettiniz?
Baştan sona tüm süreç bir kurguydu. Perşembenin gelişi çarşambadan değil 6 ay öncesinden belli edilmişti. Tıpkı Gabriel Garcia Marquez’in “Kırmızı Pazartesi”ndeki olaylar zinciri gibi önceden belli olan bir süreçti. O romanda herkes Santiago Nasar’ın öldürüleceğini biliyordu. Burada da bizlerin tutuklanacağını herkes biliyordu. Talimatla hem savcılığın hem de hakimliğin etki altında bırakıldığı bir durumdan başkaca bir karar çıkamazdı. Düşünün bir ülkede devlet yurttaşına, seçilmişlerine karşı böyle kurgu işlemler yürütmüştür. Adaletin çivisi değil ruhu çıkmıştır. Mahkeme duvarlarında yazan “Adalet Mülkün Temelidir” yazısı sadece bir slogandan öteye gidemiyor. Adalet artık AKP’nin bekasının temeli olmuştur. Ki bunu son dönemde yapılan araştırmalardan, yaşanan olaylardan, halkın adalete, yargıya olan güvensizliğinden de anlamaktayız.
Daha önce de söylediğim gibi tutuklanmak beklemediğim değil aksine öngördüğüm bir süreçti. Belki bir adım ötesine de geçip şunu söylemek gerekiyor. Bugün iktidara karşı -hangi kimlikle olursa olsun, Kürt, Türk, kadın, erkek, genç fark etmeden- muhalif olmak sadece öngörmeyi değil çok daha kararlı ve inançlı bir biçimde tutuklanma da dahil yaşanılacak her şeyi göze almak anlamına geliyor. Faşizmin bu kadar yükseldiği, toplumsal, siyasal ve ekonomik yaşamı bu derece felç ettiği bir zamanda bu ‘göze alma’ eylemi başlı başına cesaret ve direniştir.
Bizlerin dinlerken hüzünlendiği ‘Malan Bar Kir’ parçası var. Ortadoğu coğrafyasında Kürtlerin payına düşen göçü, sürgünü, parçalanmışlığı ve bir olamamanın çaresizliğini anlatır. Ama günümüzde bunun yanında bir de direnişimizi anlatan, korkusuzluğumuzu, geri adım atmayışımızı anlatan stranlarımız, sözlerimiz var. ‘Berxwedan Jiyane’ de bunlardan biri. Evet bizleri tutuklayabilirler. Sürgünlere gönderebilirler. Tecrit edebilirler ama asla boyun eğdiremeyecekler. Zindanlarda binlerce insan hep bir ağızdan ‘Berxwedan Jiyane!’ diyor. Asıl unutulmaması gerekende budur.
Cezaevinde bir gününüz nasıl geçiyor?
Her anın çok kıymetli olduğunun hissi ile yaşıyorum. Şairin dediği gibi içeride, dışarıda, derste, sırada nerede olursan ol dayan tırnak ile diş ile, sevda ile yürek ile! Cismimizi hapsedebilirler fakat ne ismimizi, ne sevdamızı hapsedemiyorlar. Yürek attıkça kavga devam ediyor.
‘ÖZGÜRLÜK TUTKUSU ZİNDE TUTUYOR’
En çok neyi özlediniz?
Ellerimin ellerine, yüreğimin yüreklerine, gözlerimin gözlerine değdiği, sesimiz yetişmese bile gönül gözümüzle konuştuğumuz bütün o güzel çocukları, anaları, eylem alanında bir araya geldiklerimizi, beraber yüzbinlerle yürüdüğümüz o insanları özledim. Ama unutmayalım, burada da yalnız değilim. Kartlar, mektuplar, fakslar ve dahası burada o genç yüreklerdeki sevda, özgürlük tutkusu insanı zinde tutuyor. Sakın zindan zindeleştiriyor dediğimi sanmayın. İçeride de dışarıda da zinde olalım.
Cezaevinde yapmayı planladığınız bir çalışma var mı?
En önemlisi gündemden ve gelecek arayışından kopmamak. Analizler ve önermeler yapmaya çalışıyorum. 21. yüzyıl Kürtlerin yüzyılı. Türkiye-Kürdistan halklarının bariz yüzyılı olsun diyorsak hepimizin çok fedakârca çalışması gerekiyor. Bizimkiler yeterince cezaevi edebiyatına katkı yapıyorlar. Bir karikatür eksik biraz, o keramet de bende yok.
Bizler aracılığıyla ailenize ve sevenlerinize ne söylemek istersiniz?
“Hindik ma” diyorum Kurmanci olarak, yani Türkçesi ile “az kaldı”. Bütün özgürlük ve barış mücadelesi verenlere en derin sevgi ve saygılarımı sunuyorum. / DUVAR
Güncelleme Tarihi: 24 Kasım 2019, 21:47