Türk Tabipleri Birliği (TTB) Covid-19 İzleme Grubu korona virüsü salgınına ilişkin 6’ncı ay değerlendirme raporu hazırladı. Farklı disiplinlerden uzmanların katkı sağladığı, özellikle sağlık çalışanlarının deneyimlerine yoğunlaşılan rapora ilişkin TTB Merkez Konseyi Başkanı Sinan Adıyaman, TTB Covid-19 İzleme Kurulu Üyeleri Prof. Dr. Kayıhan Pala, Prof. Dr. Özlem Kurt Azap, Doç. Dr. Cavit Işık Yavuz, Doç. Dr. Osman Elbek’in katılımıyla online açıklama yapıldı.
Hazırlanan rapora ilişkin sunum yapan ve 1 Haziran itibariyle uygulanan yeniden açılma döneminin bilimsel kriterlere uygun yapılmadığını belirten Doç. Dr. Osman Elbek, “Önümüzdeki dönemde eylül sonrası tsunamisi bizi bekliyor. Önümüzdeki aylara yüksek bir toplumsal bulaş havuzuyla giriyoruz” dedi.
‘TTB’NİN ÖNERİLERİ HAYATA GEÇİRİLSEYDİ BU KADAR ÖLÜM YAŞANIR MIYDI?’
TTB’nin, salgının ilk başından bu yana atılması gerekilen adımları dile getirdiğini belirten TTB Başkanı Sinan Adıyaman, “Birliğimize üye olan hekimlerin hak ve menfaatlerini korumak ödevimizdir. Dahası halkın sağlığını korumak için faaliyetlerde bulunmak, halk sağlığı ve tıp alanındaki sorunlarda resmi makamlarla karşılıklı işbirliği yapmak bizim yükümlülüğümüzdür” dedi. TTB’nin salgının başından bu yana vurguladığı önemli konuları sıralayan Adıyaman şunları kaydetti:
“Salgının altıncı ayını geride bıraktığımız şu günlerde geçmişten bugüne kadar Türk Tabipleri Birliği olarak vurguladığımız en önemli konular; verilerin şeffaf ve güvenilir olması, sağlık çalışanlarının nitelikli koruyucu ekipman eksikliği yaşamaması, test sayısının arttırılması, salgınla mücadelenin hastane değil birinci basamak merkezli yürütülmesi, sağlık sisteminin bu durum dikkate alınarak düzenlenmesi, yeniden açılmanın ve gerektiğinde kapanmanın epidemiyoloji bilimi çerçevesine uyarak şekillendirilmesi, gerektiğinde uygulanacak fiziksel hareketlik kısıtlamasının kamu ve özel sektör çalışanlarının tümünü kapsaması, salgından en çok etkilenen grupların belirlenerek onlara özel önlemler alınması, yerel yönetimlerin salgınla mücadelenin bileşeni haline getirilmesi ve pandemi mücadelesinin kişisel önlemlere bırakılmayıp, suçlama ve damgalama yapılmadan kamusal önlemlerle yetkinleştirilmesi konularıydı. Şimdi şu sorunun yanıtını hepimizin vermesi gerekiyor: Eğer Türk Tabipleri Birliği’nin bu başlıklar halinde özetleyebileceğimiz önerileri hayata geçirilseydi, eğer bizlerle sürekli, yapıcı, açık, eşitlikçi bir görüşme ve salgın kontrolü eşgüdümü sağlansaydı bugün Türkiye’de bu kadar hasta ve ölüm yaşanır mıydı? 41’i hekim olmak üzere 95 sağlık çalışanını kaybeder miydik?”
‘PANDEMİYİ ANLAMAK İSTİYORUZ’
Salgının altıncı ayına ilişkin hazırlanan raporun sloganının “Salgın Yönetilemiyor, Fırtına Kapıda” olduğunu belirten TTB Covid-19 İzleme Grubu üyelerinden Doç. Dr. Osman Elbek online toplantıda rapora ilişkin bir sunum gerçekleştirdi. Salgının başından bu yana 41’i hekim 95 sağlık çalışanının ve 7 bin 506 kişinin Covid-19 nedeniyle yaşamını yitirdiğini belirten Elbek, “Bu pandemiyi anlamak istiyoruz. Yargılamak, suçlamakla ve damgalamak değil pandemiyi anlamak istiyoruz” dedi.
Farklı disiplinlerden uzmanların katkı sağladığı, dünyada ve Türkiye’de salgının boyutuna ilişkin istatistiklerin yer aldığı rapora ilişkin sunum yapan Elbek’in açıklamalarından öne çıkan ifadeler şu şekilde sıralandı:
SAĞLIK ÇALIŞANLARINI KAYBEDERSEK PANDEMİNİN ALTINDAN KALKAMAYIZ: Bu raporda tanıklıklara ve deneyimlere izin vermeye çalıştık. Örneğin Ege Üniversitesi ve Hacettepe Üniversitesi’nde çalışan sağlığı birimlerindekilerin diğer hastanelerden öğreneceği, aktaracağı pek çok şey olduğunu düşünüyoruz. Bu pandemi ortamında bir doktorun hasta olmasının ne anlama geldiğinin peşine düşmeye çalıştık. Rakamları ete kemiğe büründürmeyi hedefledik. Bu süreci dayanışarak aşabileceğimizi vurgulamaya çalıştık. Galatasaray Üniversitesi Toplumsal Araştırmalar Merkezi tarafından yapılan araştırma bize çok çarpıcı bir şey söylüyor. Hekimler adaletsizce yaklaşımlara maruz kalmaktadır. Bu kadar yükün altına girmiş sağlık çalışanlarını kaybedersek biz bu pandeminin altından kalkamayız. Sağlık çalışanlarını korumak ve değerli hissettirebilecek uygulamalar var. En önemlisi hastalandıkları zaman hastalıklarının adı konması. Dünyada Almanya, Belçika, Güney Afrika, İtalya, Kanada ve Malezya Covid-19’u sağlık çalışanları için meslek hastalığı kabul etmiştir. Türkiye’de hala meslek hastalığı olarak kabul edilmemektedir.
KEŞKE HAYAT BİZİ DOĞRULAMASAYDI: Yeniden açılma süreçlerinden sonra dünyada atılan her adımdan sonra olgu düzeylerinde pikler oldu. Gördüğümüz üzere Türkiye’nin olgu sayıları hiçbir pike izin vermeden devam ediyor. Temmuzda ve ağustosta yaptığımız açıklamalarla bunun iyi bir şey olmadığını, bunun aslında toplumda pek şikayeti olmasa da bulaştıran önemli bir nüfusun göz ardı edilebileceğine dair bir kaygımızı paylaşmıştık. Buna etkin önlem alınmazsa eylül ayı başına yüksek bir hasta sayısıyla girebileceğimizi ifade etmiştik. Keşke hayat bizi doğrulamasaydı. Önümüzdeki dönemde eylül sonrası tsunamisi bizi bekliyor. Önümüzdeki aylara yüksek bir toplumsal bulaş havuzuyla giriyoruz. Çünkü açılma dönemini bilimsel kriterlere uygun bir vaziyette yapmadık.
İSTANBUL COVİD-19 KONUSUNDA SINIFSAL OLARAK AYRIŞMIŞ DURUMDA: 6 Eylül günü açıklanan vaka tablosu hangi grupları öncelememiz gerektiğini ifade etmiyor. Veri üretme işine giriştik ve 6 Eylül günü HES sisteminden İstanbul’un tüm bölgelerinin planlarının fotoğraflarını çektik. Nüfusa, adrese kayıt sistemini gösteren haritalarla birleştirdik ve elimizdeki HES verileriyle mekânsal bir işaretleme yaptık. Şunu gördük: 6 Eylül itibariyle en çok Covid-19 görülen İstanbul’daki bölgeler orta ve orta altı sosyo – ekonomik seviyeye işaret eden yerler. Bu grupları önceleyen bir politika tarzına ihtiyacımız var. Bugün itibariyle İstanbul’da sanayi alanlarını çevreleyen mahalleler, özellikle Ambarlı, Pendik, Tuzla liman çevresi. Zeytinburnu, Güngören, Bayrampaşa çevresi çok ciddi Covid-19’a maruz kalıyor. İstanbul Covid-19 konusunda sınıfsal olarak ayrışmış durumdadır. Bir tarafta kapalı sitelerde Covid-19’a az yakalanan insanlar, öteki yanda özel sektörde çalışmak zorunda kalan ve çalışmama hakkın ulaşamayan insanlar.
FİLYASYONDA AKSAMA VAR: 18 Nisan’a kadar Türkiye’de filyasyon yapılmamıştır. 18 Nisan’dan sonra önemi anlaşılmış hızla artmış ve bu sayede kontol altına alınabilmiştir. Haziran ayından sonra tekrar bir azalma trendine girilmiştir. Ağustos ve bugün itibariyle filyasyon oranımızın ne olduğu resmi olarak açıklanmamaktadır. Kişisel gözlemlerimiz Ankara, Güney Doğu Anadolu bölgesi ve İstanbul başta olmak üzere filyasyon hizmetlerinde bir aksama ve gecikmenin yaşandığıdır.
YAZ AYLARINI DA AŞISIZ GEÇİRECEĞİZ: 176 aşı çalışması var ve 11’inin Türkiye’de yürütülmesinden gurur duyuyoruz. 34’ü klinik değerlendirme aşamasında, 8’i ise evre 3 aşamasında. Toplumun geneline ulaşabilmeye bir adım kalmış ama emin olun yakın değil. Önümüzdeki yılın kış, bahar ve muhtemelen yaz aylarını aşısız geçireceğimizi bilmek zorundayız. Bu yüzden aşıya dair tüm araştırmalara devam ederken salgını nasıl kontrol altına alabileceğimizi düşünmeliyiz.
‘ACİLLERDE HASTALAR SIRA BEKLİYOR’
TTB’nin pandemiye ilişkin hazırladığı rapora dair toplantıda uzmanlar, basın mensuplarının sorularını da yanıtladı. Son dönemde en çok vaka görülen yerler arasında yer alan Ankara’ya ilişkin, “Ankara’da sağlık çalışanları özelinde Covid-19’a ilişkin aksamaların nedenleri nelerdir?” sorusuna Prof. Dr. Özlem Kurt Azap şu yanıtı verdi:
“Olgunların artmasıyla birlikte sağlık çalışanları içerisinde de hastalananların oranı artıyor. Olguların artması hastanelerdeki hasta yükünü çok arttırıyor. Salgını hastanedeki tedavi süreciyle yönetmek mümkün olamıyor maalesef. Gerek acillerde, gerek polikiniklerde hastalar sıra bekliyorlar. Yatak sırası, test sırası bekliyorlar. Sağlık çalışanlarına ilişkin güncel veriler henüz maalesef paylaşılmıyor.”
‘DAHA ÇOK VERİYE İHTİYACIMIZ VAR’
“Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ile yaptığınız görüşmede yeniden kapanma öneriniz oldu mu?” sorusuna ise TTB Başkanı Prof. Dr. Sinan Adıyaman, “Görüşmeye benimle birlikte sayın Özlem Kurt Azap’la katıldık. Böyle bir görüşmemiz olmadı. Biz bir tek şey söylüyoruz. Toplumsal hareketliliğin Türkiye’de gelinen nokta da göz önüne alındığında bir an önce yavaşlatılması gerekiyor” ifadeleriyle yanıt verirken Prof.Dr. Kayıhan Pala ise şunları kaydetti:
“Türkiye’de bir kapanmayı tartışabilmek için il ve ilçe bazında salgının ne durumda olduğunu, güvenilir veriler üzerinden değerlendirmek gerekiyor. Şu an böyle bir olanağımız maalesef yok. Sağlık Bakanlığı haftalık durum raporlarını yayımlamakta bile bazı sıkıntılar yaşıyor. Önümüzde güvenilir veriler olmadan gözlemlerimize dayanarak yaptığımız incelemeler Türkiye’nin bölgeleri arasında ciddi farklar olduğunu gösteriyor. Sağlık Bakanlığı’nın yayınladığı 30 Ağustos durum raporunda batı Marmara ile orta Anadolu arasında bir haftalık yeni olgu görülme sıklığı açısından 18 kat fark var. Bu kadar yüksek farklılığın olduğu coğrafi alanlarda aynı önerileri uygulamak gerçekçi değil. İl ve ilçe bazında bunları tartışmak gerekiyor. Özellikle son 4-5 haftadır olgu sayısındaki artış, son iki haftadır da ölüm sayısındaki artış önlem alınmasını zorunlu kılmaktadır. Burada şehirler arası ulaşımın sınırlandırılmasından kamu-özel ayrımı gözetmeksizin bütün sektörlerde çalışanların yaşamlarını rahatlıkla sürdürebilecekleri destekler sağlanarak bir bölgesel kapanma gündeme gelebilir. Ama bunları konuşmak için daha çok veriye ihtiyacımız var. “
‘TÜRKİYE’NİN NE YAPMASI GEREKTİĞİNE KARAR VERİLMESİ İÇİN ELİMİZDE VERİ OLMASI LAZIM’
Uzmanların aşı çalışmalarının devam ettiği, pandemiye ilişkin kısa dönemde kesin çözümlü bir adım atılamayacağı ve önlemlere uyulması gerektiği uyarılarının ardından, “TTB ivedilikle alınması gereken önlemleri sıralayabilir mi?” sorusu yöneltildi ve Prof.Dr. Kayıhan Pala bu soruya şu ifadelerle yanıt verdi:
“Dünyada şu anda en kısa sürede uygulamaya geçecek aşılara baktığımızda, bu aşıyı üretebilecek firmalar bir yıl içerisinde 300 milyon doz gibi bir aşı üretiminden söz ediyorlar. Bu dozun dünyaya yetmesini bırakın dünyada önde gelen birkaç ülke şu anda ön satın almasını yapmış durumda. Ne 2020 yılı için ne de 2021’in ilk ayları için dünyayı aşıyla korumanın ciddi bir gündem oluşturulamayacağı anlaşılıyor. Peki Türkiye ne yapmalı? Türkiye’nin ne yapmasına karar vermemiz için elimizde veri olması lazım. Veriler çok sınırlıyken birkaç öneriyi paylaşın diyorsanız, günlük yeni olgu görülme sıklığının yüz binde birin üzerinde olduğu her yere özgü önlem almak gerekir. Bunların içerisinde risk gruplarının kimler olduğunun belirlenmesi gerekir. Türkiye’de salgının sınıfsal özellik göstermesinden de yola çıkarak kamu- özel ayrımı gözetmeksizin bütün çalışan ve ailelerinin en az iki hafta sürecek bir kapanma gündeme gelebilir. Bu kapanmayı tüm Türkiye için önermek yerine salgının gerçek verileri üzerinden yeni olgu görülme sıklığının nerelerde olduğu belirlendikten sonra tartışmamız gerekir. Bir diğeri filyasyon verilerinin açıklanmasıdır. Kişilerin bulaş kaynaklarının neresi olduğunu Türkiye verileri üzerinden tartışamıyoruz. Bunlar açıklandıktan sonra teknik tartışmanın en doğru yol olduğunu söylüyoruz.”
13 ayrı bölümde 84 başlıkta hazırlanan ve 85 yazarın katkı sunduğu raporun tamamına şu adresten erişilebiliyor:
https://www.ttb.org.tr/kollar/COVID19/yayin_goster.php?Guid=42ee583e-fb2d-11ea-abf2-539a0e741e38