'Her şeyden önce savaşın nedenleri ortadan kaldırılmalı'

13. günde aynı soruya yanıt arıyoruz: Türkiye’nin içine sokulduğu savaşa karşı, barışın kazanılması için neler yapılmalı?

'Her şeyden önce savaşın nedenleri ortadan kaldırılmalı'

Savaşın sona erip, kalıcı barışın kazanılabilmesi için her şeyden önce savaşın nedenlerinin ortadan kaldırılması gerekir. Tarihsel olarak bakıldığında savaşların hemen tümünün ekonomik nedenlere dayandığı görülür. Egemen güçler, egemenlik alanlarını genişletmek ya da egemenliklerini kaybetmemek için savaşları bir araç haline getirmiştir. Örneğin kapitalizm öncesinde savaşlar; değerli mallara el koymak, yeni topraklar elde etmek, vergi almak için yapılırdı. Kapitalizmde ise savaşlar sermaye birikiminin ve burjuvazinin egemenliğinin aracı olmuştur. Özellikle sanayi devrimi sonrasında, artan rekabet ortamında ulusal sermayelerine üstünlük kazandırmak isteyen devletler bir taraftan çevre ülkeleri sömürge haline getirerek ucuz hammadde, ucuz enerji kaynakları ve ucuz emek gücüne sahip olmak ve yeni pazarlar elde etmek için savaşlar çıkartırken; öte taraftan da diğer sanayileşmiş ülkelerle paylaşım savaşlarına girişmişlerdir. Ayrıca kapitalizme özgü ulus devletlerin inşa süreçlerinde; ekonomik ve siyasi krizler nedeniyle hoşnutsuzluğun arttığı, sistemin sorgulandığı dönemlerde de yine savaş yoluna başvurulmuştur.

Ekonomik ve beraberinde de siyasi hegemonya alanını genişletmek ya da korumak için kullanılan savaşları çıkartan ve yönlendiren daima burjuvazi ve onun çıkarlarını temsil eden siyasi aktörler olmuştur. Savaş, sermaye ve onun çıkarlarının temsilcisi olan küçük bir kesime hizmet ederken, savaşın bedelini ödeyenler (Savaşan taraflardan hangisi kazanırsa kazansın) daima bunlar dışında kalan toplumun geniş kesimleridir.  Kapitalizmin “barış” zamanında sömürdüğü, yoksullaştırdığı ve çoğunluğunu emekçi, küçük esnaf, zanaatkar ve çiftçilerin oluşturduğu kesimler, savaş zamanında da gerek doğrudan cephede canlarını vererek, gerekse savaşın yarattığı yıkımın sonucunda daha da yoksullaşarak savaşın bedelini ödeyen taraf olmuştur.Yani kapitalizmde savaşı, sermaye sınıfının çıkarlarına hizmet eden ama bedelini yoksulların, emekçilerin ödediği ekonomik bir faaliyet olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır.

7 Haziran sonrasında yeniden başlayan savaşın nedeni…

Türkiye’de Kürt sorunu ve bu sorunun demokratik yollardan çözül(e)meyip bir savaş durumunun ortaya çıkması da diğer savaşlar gibi sınıfsal içeriğe sahiptir ve nedenleri ekonomiktir. Kısaca hatırlarsak Kürt sorununun kökenleri, Osmanlının dağılmasının ardından kapitalizme eklemlenmeye çabalayan Türkiye’nin ulus devleti inşa sürecine dayanmaktadır. Trakya, Anadolu ve Mezopotamya toprakları üzerinde inşa edilen ulus devlet, Türk milliyetçiliğine dayanmış, bu topraklarda yaşayan diğer halkları dışlamış, ötekileştirmiş, Türk kimliğini kabule zorlanmış ya da zorla göç ettirmiştir. Buna karşı çıkanlar baskı altına alınmış ve şiddete maruz kalmıştır. Türkiye’nin ulus devleti inşa sürecinde kimliksizleştirilme ve asimilasyon politikalarına karşı sesini en çok yükselten Kürtler olmuştur. Bu nedenle de Kürtler, 20. yüzyılın başından bu yana birçok kez baskıya, şiddete maruz kalmış, Kürdistan ekonomik olarak geri bırakılmıştır. 12 Eylül darbesi sonrasında Kürtlere yönelik şiddet iyice artmış; bunun üzerine kültürel ve siyasal haklarıyla birlikte eşit yurttaşlık isteyen Kürtler silahlı mücadeleyi de içeren bir hareket başlatmıştır. Bu (Çatışmasızlığın olduğu kısa aralarla birlikte) yaklaşık 35 yıldır süren bir savaşın da başlangıcı olmuştur. Savaşta 40 bin dolayında Türk ve Kürt yaşamını yitirmiş, on binlerce Kürt özgürlüğünden yoksun bırakılmış, milyonlarca Kürt yaşamını sürdürecek bir gelir elde etmenin olanakları kalmadığı için yerini yurdunu bırakarak göç etmek zorunda kalmıştır.

2013 Newrozu’nda ilan edilen müzakere süreciyle birlikte silahların karşılıklı olarak susması, barış ortamının sağlanması için bir fırsat yaratmıştır. HDK ve HDP tüm bileşenleriyle birlikte bu fırsattan yararlanarak halklar arasındaki düşmanlığı sona erdirip, Kürt halkının demokratik taleplerini esas alan bir perspektifte barışın, kardeşliğin tesis edilmesi için çaba harcamıştır. 7 Haziran seçimlerinde HDP’nin aldığı yüzde 13 oy sınırlı da olsa bu çabanın karşılık bulduğunu göstermiştir. Ancak egemenliğini halkları düşmanlaştırmak üzerine kurmuş olan ekonomik ve siyasi erk, kardeşleşme ve barış çabalarının toplumda karşılık bulmasını bir tehdit olarak algılamış ve savaşı yeniden başlatmıştır.

7 Haziran’da bir avuç sermayedarın ve siyasetçinin çıkarları için başlayan savaşın diğer savaşlar gibi sınıfsal içeriği açıkça görülmektedir. Kürtlerin en temel insan hakları içerisinde kabul edilmesi gereken siyasal ve kültürel haklarını, eşit yurttaşlık taleplerini vermemek için yeniden başlatılan savaşta, cepheye sürülenler yine ataması yapılmadığı için polis olmak zorunda kalmış öğretmenler, iş bulamadığı için uzman çavuş olmuş emekçiler ve parası olmadığı için bedelli askerliğin bedelini canıyla ödemek durumunda kalan yoksullardır. Toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan bu kesimler savaşın bedelini sadece canlarıyla ödemekle de kalmamaktadır. Zira savaş, aynı zamanda demokrasinin ortadan kalkması anlamına da gelmektedir. Savaş koşullarında işçiler, emekçiler, kadınlar, çevre savunucuları en temel taleplerini dahi dillendirebilecekleri demokratik koşullardan yoksun kalır; sömürü ve baskı daha da artar. Kamu bütçesinde eğitime, sağlığa, sosyal güvenliğe ayrılması gereken kaynaklar savaşa ayrılır ve yoksulluk daha da derinleşir.

Sonuç olarak, 7 Haziran’da yeniden başlayan savaşın gerçek nedeni Kürt halkının en temel insan haklarını içeren
siyasal ve kültürel taleplerinin yerine getirilmemesidir. Kürt halkının bu taleplerinin, savaşın bedelini ödeyen Türkiye’nin emekçi, yoksul, ezilen halkının çıkarlarıyla çelişen hiçbir tarafı yoktur. Kürtlerin ana dillerinde eğitim alması eşit yurttaşlık haklarına sahip olmaları, Trakyalı, Egeli, Karadenizli emekçinin, köylünün hiçbir hakkını ortadan kaldırmayacaktır. Aksine Kürt sorununun demokratik çözümü Türkiye’nin her yanında demokrasinin gelişmesini sağlayacak ki bu da işçinin, köylünün, esnafın sofrasındaki ekmeği büyütecek, çalışma ve yaşama koşullarının daha insanca olmasını sağlayacaktır. Kalıcı bir barışın kazanılmasının yolu, savaşın gerçek nedenlerinin topluma anlatılması ve savaşın nedenlerinin ortadan kaldırılması için topyekün bir mücadeleye girişilmesine bağlıdır.


‘İnadına barış’ diyorum

Avukat Gürkan Korkmaz
(Ali İsmail Korkmaz’ın ağabeyi)

Öncelikle insan olduğumuz hatırlamalıyız. Sırf asker olduğu için ya da tam tersi Kobanê’yi yeniden inşa etmek, oradaki çocuklara umut olsun diye oyuncak götürmek için Kobanê’ye doğru yola çıkarken Suruç’taki  patlamada ölen gençlere, sadece “Kürt destekçisi” olduğu gerekçesiyle bir milliyetçinin üzülmemesi de doğru değil. Aslında insan olduğumuzu, aynı topraklarda, aynı kültürde büyüdüğümüzü aynı havayı soluduğumuzu ama insanlık gereği, doğa ve  tabiat gereği farklı düşüncelerde farklı etnik kökenlerde olduğumuzu, Gezi’de olduğu gibi farklı kimlik, inanç, görüşte olsak da omuz omuza yaşabildiğimizi hatırlamamız barış ortamı için yeterli. Siyasilerin kirli hedefleri dışında, insan temelinde, halk temelinde yani halkın barışı sağlayabileceğine inanıyorum. Dini milliyetçilik, ırkçılık, mezhepçilik değil, tamamen insani değerlerle kendimizi tanımlamamızla mümkün olabileceğine inanıyorum. Maalesef bugünleri üzülerek takip ediyoruz. Yani burada ölen polise de, askere de, sokaktaki gence de üzülüyorum... Buradan bütün annelere başsağlığı diliyorum. Devlet terörüyle, polis şiddetiyle kardeşi katledilmiş biri olarak ne polis, ne asker, ne sokaktaki çocuk, ne hakkını aramak isteyen gençler ölmesin. Bu devlete polis de lazım, asker de lazım. Yeter ki gerçekten kamu düzenci bilinci, hukukun üstünlüğü, insani, evrensel değerlerin üstünlüğü esas alınsın. Ne kimsenin askeri olsun ne kimsenin polisi. Tamamen halkın güvenliğini esas alarak hareket edildiği sürece barış mümkün olabilir. Bunu umut ediyorum ve “İnadına Barış” diyorum.


Acil olarak ölümler durdurulmalı

Av. Nurşan Rotinda Polat
(ÖHD Eş Genel Başkanı):

ACİL olarak yapılması gereken, ölümlerin durdurulmasıdır. Bunun için hiç vakit kaybetmeden  her iki tarafın da  çatışmasızlık koşullarına geri dönmesi gerekmektedir. Geçici hükümet, kendi siyasi çıkarları uğruna giriştiği askeri ve siyasi operasyonları derhal durdurmalıdır. Buna karşılık PKK ise, eylemsizlik pozisyonuna geçtiğini deklare etmelidir. AKP hükümeti, 7 Haziran 2015 seçimleri sonucunda  ortaya çıkan siyasi tablodan memnun olmadığı için ve tek başına iktidar olamayacağı için tekrar bir çatışma ortamı yaratarak, buradan erken seçim zemini yaratmaya çalışmaktadır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kontrolünde başlatılan ve ısrarla devam ettirilen bu kirli savaş stratejisini ve bu kirli oyunu boşa çıkarmak için  Türkiye kamuoyuna  ve demokrasi güçlerine çok iş düşmektedir. Hiç zaman kaybetmeden hükümeti çatışmasızlığa geri döndürmek ve müzakere sürecini yeniden başlatmak gerekmektedir. Çatışmasızlık  koşullarının yaratılması ve daha sağlıklı, kalıcı  bir barışın inşası için; her iki tarafın haricinde, bir üçüncü tarafın varlığına ihtiyaç duyulmaktadır. KCK’nin son çağrısında belirttiği üzere tahkim edilmiş bir ateşkesle birlikte, yine sonrasında devam edecek barış sürecinin de aynı esas üzerinden yürütülmesi gerekmektedir. Fakat bu kez “Akil İnsanlar Heyeti” gibi cılız ve hükümetin insafına bırakılmış bir düzeyde değil, yasal çerçevesi çizilmiş ve statüsü güçlendirilmiş bir tahkim gerekmektedir. Bu sağlanmadığı sürece; son süreçte yaşadığımız  gibi hükümet bir anda savaş başlatıp ülkeyi bir kaos ortamına çevirebilecektir. / Evrensel

Güncelleme Tarihi: 31 Ağustos 2015, 15:34
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER