Evrensel gazetesine konuşan KCK Yürütme Konseyi Eşbakanı Cemil Bayık şunları ifade etti:
Rojava ve Kobanê’de gelişen süreci, etkileri bakımından değerlendirir misiniz?
Şimdi dikkat edilirse, biz Rojava’da büyük bir siyasal devrimin gerçekleştiğini söyledik. O devrimin eksik ve hataları var şüphesiz ama bunlar bu gerçeği değiştiremez. Bu devrimin tabii ki, sosyal yanının güçlendirilmesi gerekiyor; siyasal devrimle bunun bütünleştirilmesi gerekiyor. O zaman o devrim kalıcı hale gelir ve tehlikeyi de atlatabilir. Şimdi bu devrim geliştiğinde biz dedik ki, “Rojava devrimi herkesin kaderini belirleyecek bir devrimdir.” Bu, belki birçok güç tarafından dikkate alınmadı, belki de küçümsendi. Ama bugün artık, bunun bir teorik belirlemeden çıktığı, pratikte herkesin görebileceği bir gerçeklik haline geldiği ortadadır. Artık Rojava devrimi, o devrimde Kobanê direnişi, herkesin gerçekliğini belirleyecek bir konum kazandı. Bu devrim, bu direniş, Kürt meselesini evrensel bir düzeye taşıdı. Sadece Kürt sorununu evrenselleştirmedi. Kürtlerdeki birliği geliştirmeye başladı. Kürtler içinde yaşanan birçok sorunun çözümü için zemini güçlendirdi. Kürtlerde uyanışı sağladı. Onları eğitiyor, ulusal birliği geliştiriyor. Onların ruhunu, özgürlük duygularını güçlendiriyor. Bu aynı zamanda PKK’nin Kürdistan’daki öncülüğünü de geliştiriyor. Bununla birlikte uluslararası alanda, sosyalist ve demokrasi hareketi üzerinde de oldukça olumlu etkiler yaratıyor. Nasıl ki bir dönem hani Bolşevizm, Leninizm, işte sosyalist harekete, demokrasi hareketine ruh veriyorduysa, özgürlük arayışı içinde olan güçler Leninizmi, Bolşevizmi anlamaya çalışıyordu ise ve o temelde kendini örgütleyip pratikleştiriyordu ise benzer bir durum şu anda Kobanê etrafında yaşanıyor. Nasıl ki diyelim, bir dönem Vietnam devrimi, bütün sosyalist demokrasi hareketlerine ruh veriyordu ise ve onlardan güç alıyordu ise, şu anda da benzer bir durum yaşanıyor. Yine nasıl ki İkinci Dünya Savaşında Hitler faşizmine karşı, Sovyetler’den Avrupa’ya, Amerika’ya kadar uzlaşma sağlandıysa ve bu uzlaşmayla Sovyetler, Stalingrad’da Hitler faşizmine büyük bir darbe vurduysa; bu, Hitler faşizminin sonunu belirlediyse; benzer bir durum yine Kobanê’de yaşanıyor.
Geçmişte Türkiye’ye destek veren Avrupa, Amerika, NATO -ki Türkiye bu destek ile bize karşı savaş yürütüyordu- bugün destek vermiyor; DAİŞ’e karşı duruyor. Biz de DAİŞ’e karşı duruyoruz. Burada bir uzlaşma durumu ortaya çıkıyor. Uzlaşma mücadelesizlik anlamına gelmiyor, gelmez. Uzlaşmalar geçici dönemleri kapsar, aynı zamanda kendi içinde mücadeleleri de kapsar.
Yine Kobanê etrafındaki direniş uluslararası siyasette de deprem etkisi yarattı. Geçmişte PKK’yi terörist listesine alan bazı ülkelerde, kamuoyunda yoğun tartışmalar ortaya çıktı. Bu, devletleri de zorluyor. Bu kararları alan güçleri de zorluyor. Eskiden PKK etrafından bir tecrit çemberi geliştirilmişti uluslararası alanda. Şimdi o çember kırılmış durumda. Şimdi DAİŞ’e karşı koalisyon kuran güçler, DAİŞ’e karşı en büyük mücadeleyi PKK yürüttüğü için, artık kendi kamuoyu nezdinde de sıkışmış durumda. Özellikle gerillanın Güney Kürdistan’da, Şengal’de, Rojava Kürdistanı’nda, Kobanê’de ortaya koyduğu olağanüstü direniş, PKK algılarını yerle bir etti.
Şimdi dediğiniz gibi aslında PKK’yi terör listesinde tutan uluslararası güçlerin merkezlerinde, önemli temsil mekanizmalarında dahi, laik, seküler değerleri temsil ettiği için PKK ve YPG’ye olumlu bir yaklaşım var. Peki, sizinle temasları açısından, yani bu süreçte Batı’daki çeşitli temsiliyetler olabilir; bu duruşunuzdan sonra, bir ilişkilenme var mı?
Elbette direkt, dolaylı ilişkilenmeler oluyor. Şimdi bizim için önemli olan bizim yarattığımız sonuçlardır. Yani hiç kimse durup dururken, durduğu yerde, PKK hakkındaki düşüncelerini değiştirmedi, değiştirmez de. Eğer bugün birçok güç, PKK ile ilişkileniyorsa; direkt veya dolaylı, birçok tartışma oluyorsa, PKK hakkında yaratılan algılar yıkılıyor, yeni algılar gelişiyorsa, bu tamamen PKK’nin yürüttüğü kahramanca mücadele ile ilgilidir. Hani meşhurdur; “Düşenin dostu olmaz” sözü. Dikkat edilirse, “Kobanê düştü, düşecek” deniliyordu; bir ay kimse Kobanê’ye yaklaşmadı. Ne zaman ki, Kobanê etrafında Bütün Kürdistan’da halk ayağa kalktı, Avrupa’da halk ayağa kalktı. Ne zaman ki Kuzey’de insanlar şehit düştü, yaralılar oldu, halk sınıra yürüdü, sınırları ortadan kaldırdı... Büyük bir sahiplenme gelişti. O zaman Kobanê’deki direniş yeni bir evreye, artık yenilemeyeceği bir evreye girdi. Beraberinde sorunu da evrensel düzeye taşıdı. Kobanê’ye sahiplik yapmayan, Kobanê’nin yenilgisini bekleyen güçler, Kobanê direnişiyle ilişkilenmeye başladılar. Çünkü artık bu direnişle şu veya bu biçimde ilişkilenmeyen herhangi bir güç artık Ortadoğu’da siyaset yapamaz. Kaybeder.
Şimdi burada elbette ki herkesin kendine göre amaçları var. Herkes kendi amaçlarını gerçekleştirmeye çalışıyor. Bu konuda kesinlikle yanılmamak gerekiyor. Şimdi sorun burada, PKK’nin ya da Kürtlerin kaşına gözüne hayranlık değildir. Amaçlardır. Büyük bir mücadele yaşanıyor. Ha bu mücadele sonucunda kim kazanır? Halen net değildir.
Biz kendimize güvenen bir hareketiz; herkesle ilişki kurarız. Bizimle ilişki kurmak isteyen herkesle... Burada tek şartımız var; biz nasıl ki herkesi kendi kimliğiyle görüyor, tanıyorsak, herkesin de bizi gerçekliğimizle, kimliğimizle görüp, tanıması gerekir. Belki de bazıları işte diyelim, uluslararası komployla elde edemediğini bu tarzla elde etmek isteyebilir. Bu da normaldir.
ABD’nin başında bulunduğu Koalisyon güçlerinin de belli bir dönemdir IŞİD’e müdahaleleri var. PKK, Ortadoğu’da bugüne kadar, ABD’nin Ortadoğu’ya müdahale süreci içinde de, bir bağımsız hareket olarak Kürt dinamiği içinde özel bir yer tuttu. Bu süreçte PKK açısından bakıldığında ABD ile ilişkilenmenin sınırı nedir?
Elbette ki, PKK kendi amaç ve çizgisini koruyacaktır. Hiçbir zaman kendi amaç ve çizgisinden vazgeçemez. O zaman kendisiyle çelişir. Demin de ifade ettim; PKK ile ilişki kurmak isteyenler, PKK’nin kimliğini tanımak zorunda.
Diyarbakır zindanlarında ölüm orucuna girildiğinde artık son günlerdir, Kemal Pir arkadaş artık gözlerini kaybetmek üzeredir. Oradaki bir devlet yetkilisi geliyor ve şunu söylüyor. Diyor ki, “Hâlâ tümden gözünü kaybetmiş değilsin. İstersen seni kurtarabiliriz.” Kemal arkadaşın verdiği cevap şudur: Beni kimliğimle kabul edecek misiniz? Eğer beni kendi kimliğimle kabul ederseniz, PKK kimliğimi kabul ederseniz ben o zaman tedaviyi kabul ederim. Beni kimliğimle kabul etmezseniz ben tedaviyi kabul etmem. Bu gözü ne yapacağım. PKK gerçekliğini en iyi ifade eden bu yaklaşımdır. PKK en zor günlerde bile boyun eğmemiştir. Amaçlarından, çizgisinden taviz vermemiştir. Gelinen aşamada bundan vazgeçemez. Biz efendilerimizi değiştirmek için mücadele etmiyoruz. Bunca acılara bunun için katlanmadık. Biz özgür yaşamak istiyoruz. Yaşam olacaksa özgür olacak bizim açımızdan. Başka türlü yaşamı kabul etmeyiz. Ona yaşam da demeyiz.
Dünya Savaşının yüzüncü yılında, o koşulların ürünü olarak gündeme gelen ve Kürtleri farklı coğrafyalara bölen Sykes Picot anlaşmasının belirlediği sınırlar bugün fiilen buharlaşmış durumda. Ortadoğu’da ortaya çıkan yeni dengeler içinde Kürtler önemli bir aktör durumuna geldi. Bu tabloyu nasıl yorumluyorsunuz ve bu değişen dengeler içinde Kürtlerin pozisyonu ne olacak sizce?
1. ve 2. Dünya Savaşında Ortadoğu düzenlenirken Kürtlere yer verilmedi. Kürtler tamamen statü dışı bırakıldı. İnkar ve imha sürecine terk edildi. 20. yüzyıl, Kürtler için büyük katliam ve acılarla geçti. Gelinen aşamada 21. yüzyıl Kürtlerin yüzyılı olacaktır. Çünkü Kürtler, her ne kadar katliamlar, sürgünler yaşadılarsa da mücadeleden vazgeçmediler. Giderek bütün parçalarda Kürtler, belli bir mücadeleyi yürüterek kendileri için her şart altında kendilerini ifade edebilecekleri değerler oluşturdular. Adeta, katliamların, işkencelerin içerisinde yeniden kendilerini yarattılar. Artık Kürtler, 1. ve 2. Dünya Savaşındaki statüde yaşamak istemiyor. Kendi toprakları üzerinde, kendi kimlikleri ve değerleriyle özgürce yaşamak istiyor. Ve bunda da oldukça kararlıdır. Artık, eski statüler bitmiştir. Gelinen aşamada, Ortadoğu’da Kürtlersiz yeni bir statünün kurulması mümkün değildir. Çünkü Kürtler, Bölgenin en dinamik gücüdür, en örgütlü, en mücadeleci gücüdür. Kürtler artık belirleyici bir güçtür; siyaseti, statüyü belirleyen bir güçtür. Diyebilirim ki, bölgedeki herkesin kaderini belirleyen bir güç haline gelmiştir.
Şimdi yeniden düzenlenen Ortadoğu’da Kürt statüsü hangi Kürt’e dayandırılacaktır? Özgürlükçü Kürt’e mi dayandırılacaktır, işbirlikçi Kürt’e mi? Sorunun esası budur. Elbette ki, kapitalist modernite ve onun güçleri işbirlikçi Kürt’ü esas alıyor. Kürdistan statüsünü onlara dayandırmak istiyor. Onların üzerinden Ortadoğu statüsünü oluşturmak istiyor. Elbette, özgürlükçü Kürt de statünün özgür Kürt’e dayandırılarak gerçekleştirilmesini, bu temelde Ortadoğu’nun şekillendirilmesini istemektedir. Bu büyük bir mücadeledir. Sonucu belirleyici kılacak olan da bu mücadeledir. Bu mücadelenin öyle kısa sürede sonuçlanması beklememek gerekir.
Kobanê bir anlamda Kürtleri de bir araya getirdi. Bu arada Kürtlerin bir araya gelmesini sağlamak için ulusal bir konferans da uzun süredir gündemde. Ancak bir sonuca varılamadı. Bu konuda yeni gelişmeler var mı?
Şimdi DAİŞ saldırılarından önceki durumlar ile sonraki durumlar farklıdır. Bunun için de Şengal ve Kobanê’deki direnişlerden önceki durum ile sonraki durum farklıdır. Artık Kobanê öncesi gibi ne siyaset, ne diplomasi, ne savaş, ne çalışma yürütülebilir. Çünkü yeni durumların, hem Kürdistan sahasında hem Ortadoğu’ya hatta dünyaya yansımaları var. Artık bu duruma göre, siyasetin, diplomasinin, savaşın, çalışmanın yürütülmesi gerekiyor. DAİŞ’den önce Kürtlerin yaşadığı sorunlar ile DAİŞ’den sonraki sorunlar, hele hele Kobanê sonrası, farklıdır. DAİŞ, Kürtlere saldırarak, aslında etnik bir temizliği gerçekleştirmek istedi. Ama başarılı olamadı. Neden? Çünkü PKK buna müsaade etmedi de ondan. Bugün uluslararası kamuoyunun, PKK hakkında yeni algılara ulaşması bununla bağlantılı. DAİŞ, kendi niyeti dışında, Kürtlerin kendi sorunlarını çözmesine hizmet ediyor. Kürtlerin, ulusal birliğinin gelişmesine hizmet ediyor. DAİŞ, Kürtlere en büyük hizmeti bu alanda yaptı; Kürtleri yakınlaştırdı. Mesela DAİŞ saldırılarıyla birlikte PKK gerillası, Şengal’den tutalım Celewle’ye kadar Güney Kürdistan’ın birçok noktasında konumlandı. Gerillanın bu alanlara gidişi, hem Peşmerge’ye hem halka büyük bir güven verdi, direnme gücünü ortaya çıkardı. DAİŞ karşısında geri çekilen Peşmerge, halk, tekrar gerillanın müdahalesiyle direnmeye başladı. Gerilla halkın güvencesi oldu, Güney’in güvencesi oldu. Güney hükümetini ayakta tutan güç haline geldi. Güney toplumunda PKK’ye, gerillaya büyük bir saygınlığı ortaya çıkardı. PKK gerillası hakkında, önderliği hakkında geliştirilen birçok antipropaganda yerle bir oldu. Uluslararası kamuoyunda da oldu. Daha sonra Kobanê direnişinin gelişmesi, Şengal’i tamamladı ve zirveye ulaştırdı. Kürtlerde PKK gerillası ve önderliğine karşı oluşan duyguları daha da güçlendirdi, pekiştirdi. Bu eskiden çözülemeyen birçok sorunun çözümünün de zeminini güçlendirdi. Zaten pratikte kongre gerçekleşti aslında. Yani birçok yerde gerilla ile Peşmerge birlikte savaş yürütüyor DAİŞ’e karşı. Yani birlik, aslında tabanda sağlandı, halkta sağlandı. Bunun üst düzey siyasette de sağlanması gerekiyor. Bütün gelişmeler bunu öngörüyor. Hatta uluslararası gelişmeler, Kürt siyasal birliğinin gelişmesinden yana. Şimdi Kürt halkı da bunu istemekte... Böyle olunca aslında sorunların çözümü eskiye oranla daha da kolaylaştı. Ama bu bütün sorunların ortadan kalktığı, kalkacağı anlamına gelmiyor. Böyle bir yanılgıya düşmemek gerekiyor.
Biliniyor; biz öteden beri bir ulusal kongrenin toplanması için çalışmalar yürüttük. Belli bir seviyeye de getirmiştik ama bu gerçekleşmedi. İyi olmadı, hatta bazı hayal kırıklıklarına yol açtı. Tekrar aynı durumların yaşanmaması için, kaldığımız yerden tekrar görüşmeler başlattık hareket olarak.
Bizim halkımıza karşı, halklarımıza karşı sorumluluklarımız var. Buna göre hareket ederiz. Biz kesinlikle Kürt halkını partilere kurban ettirmeyeceğiz. Partiler Kürt halkı için olacaktır. Partiler demokratik, ulusal çıkarlar için siyaset yürütecektir. Bizim temel yaklaşımımız böyledir.
Kobanê üzerinden baktığımızda daha önce Ortadoğu’da politika yürüten bir koalisyon gücü vardı. Ancak Kobanê sonrası bu koalisyonda ayrışmalar, bölünmeler oldu. Gelinen aşamada tabloyu bu açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz?
DAİŞ’e karşı uluslararası bir koalisyon kuruldu. Normalde Türkiye’nin de bu koalisyonda olması gerekiyordu. Çünkü Türkiye de bir NATO ülkesi, ama Türkiye bu koalisyona girmedi. Girmesi için baskılar yoğunlaşınca da bir takım şartlar öne sürdü. Bu şartlar ne idi? Uluslararası koalisyon eğer Suriye’deki iktidarı yıkmayı kabul ederse girerim. Bu büyük bir yalandır, büyük bir çarpıtmadır, toplumu aldatmadır. Herkes de çok iyi biliyor ki AKP, Beşar Esad’ı ayakta tutmuştur. DAİŞ vahşetini geliştirerek, Esad’ın iktidarda kalmasını sağlamıştır. Yine DAİŞ vahşetini geliştirerek, Suriye’deki demokratik muhalefetin gelişmesini ortadan kaldırmıştır. Herkesi ya rejime ya DAİŞ’e mecbur etmiştir. Bunu yaratan AKP’nin, Erdoğan’ın politikalarıdır. Eğer, demokratik muhalefet gelişmediyse, rejim yerinde kaldıysa bu DAİŞ’in vahşetinden dolayıdır. DAİŞ vahşetinin gelişmesinin arkasındaki güç de Türkiye’dir. Bunun herkesçe bilinmesi gerekir. Yine koalisyona söylediği bir şart da; tampon bölge oluşmalıdır. Yasak bölge oluşmalıdır. Tampon bölge ile hedeflediği nedir. Rojava Kürdistanı’ndaki Kanton yönetimini tasfiyedir. Kürt düşmanlığıdır yani. AKP koalisyona girmedi, girmez.
Neden?
Bir kere AKP’nin ideolojisi ile DAİŞ’in ideolojisi birdir. Bir bu açıdan DAİŞ’e karşı tavır alamaz. İkincisi Kürt düşmanlığı yapıyor Rojava’da, Kantonları yıkmak istiyor. DAİŞ’i bir de bu açıdan desteklemektedir. Çünkü DAİŞ’in dışında kullanacağı herhangi bir güç yoktur. Güney’de bir statü var. Rojava’da da bir statü oluşursa Kuzey’deki Kürt statüsünü kabul etmek zorunda kalacak. Oysa ki Kuzey’deki Kürt statüsünü kabul etmek istemiyor. Onun için de, Rojava’daki Kürt statüsünü ortadan kaldırmak zorundadır. Eğer Rojava’da Kürtlerin statüsü olursa, yeni Suriye’nin şekillenmesinde de belli bir rolü olacaktır. Bu Türkiye açısından hiç de istenmeyen bir durumdur. Mutlaka bunun önüne geçilmesi gerekiyor. Bu açıdan DAİŞ’den vazgeçemez. Üçüncü bir neden, Türkiye Ortadoğu’da Sünni cephenin liderliğine soyundu. Sünni cepheyi temsil eden kimdir? DAİŞ’dir. DAİŞ ile bu cepheyi geliştirip bu cephe üzerinden Ortadoğu’da hegemonik bir güç olmak istiyor. Bu amaçlarından vazgeçmeden bu koalisyona giremez. Diyelim ki, vazgeçti, girdi; o zaman da DAİŞ Türkiye ile olan bütün ilişkilerini açığa vurur. O zaman da AKP bunun altından kalkamaz. Hangi açıdan bakarsak bakalım, Türkiye hiçbir zaman DAİŞ’e tavır alamaz. Belki uluslararası baskılardan dolayı açıktan destek veremez ama gizliden desteğini sürdürür ve sürdürecektir. Bugün Kobanê savaşını yürüten Türkiye’dir, AKP’dir. DAİŞ’in içerisinde Türk Özel Harp Dairesinin elemanları var. Yine Suriye muhalefeti içinde, Özgür Suriye Ordusu dediğimiz farklı gruplardan oluşuyor; farklı farklı gruplardır, onun içinde Türk Özel Harp Dairesinin adamları var. Yine Türkiye’ye doğrudan bağlı güçler var: Nusra, el Tevhid gibi güçler... Kobanê savaşını Süleyman Şah Türbesi’nden yürütüyorlar. Orası bir savaş merkezi. DAİŞ ele geçirdiği yerlerdeki bütün kutsallıkları yıkıyor; bütün dinlere ait, Müslümanlarınki de dahil, bütün türbeleri, bazı camileri bile patlatıyor. O türbenin etrafı DAİŞ’in elinde. Peki, neden o türbeye dokunmuyor? Türkiye ile ilişkilerinden dolayı dokunmuyor. Ve orasını bir savaş merkezi olarak kullandığı için dokunmuyor. 29 Kasım saldırısını düzenleyen Türkiye’dir. Çünkü ondan önce DAİŞ büyük darbeler almıştı, savaşı yürütmekte zorlanıyordu. Hatta içlerinde yer yer geri çekilme tartışmaları vardı. Türkiye müdahalede bulundu ve Kobanê’nin mutlaka düşürülmesini istedi. 29 Kasım saldırısı öyle gelişti. İki koldan; bir kuzeyden bir güneyden, bizzat Kobanê merkezinde birleşmek üzere bir saldırı başlattı. DAİŞ, kendi İnternet sitelerinde “Bu son saldırıdır” diye duyurmuştu. Ama sonuç alamadılar. Mürşitpınar’dan saldıranlar, YPG güçleri tarafından geri püskürtülünce ki bunlar kuzey toprağına geçince, YPG de onları takiben Kuzey toprağına geçti. Onlar orada siloya gitti, YPG de siloya girmek istedi ama Türkiye bırakmadı. “Biz onları çıkaracağız” dedi. YPG’liler gece saat 10.00’a kadar bekledi, “Oraya gitmek istiyoruz” dediler ısrarla. Türkiye bırakmadı ve en son şunu söyledi YPG güçlerine: “Sizden de iki kişi gelsin bizimle birlikte. Gidelim oraya, göreceksiniz oradan çıkarmışız. Orada kimin olduğunun anlaşılmasını Türkiye istemedi. DAİŞ miydi, Türklerin kendi birlikleri miydi, orası meçhuldür. DAİŞ ise bile DAİŞ nasıl geldi oraya? Buna kim müsaade etti?
Bağlarken, sizden bir de yeni yıla dair mesajınızı alsak...
2015’e büyük umutlarla, büyük mücadelelerle, büyük gelişmelerle giriyoruz. 2015, 2014’e göre kazanımları daha fazla bir yıl olacak hareketimiz açısından. Hareketimizin öncülüğü artık gündeme girmiş bulunuyor. Bize düşen buna yakışır tarzda hareket etmektir. Hem Kürt halkına karşı, hem diğer halklara karşı, hem diğer dinlere ve kültürlere karşı… Yaptıklarını yeterli görmeyen, kendimizi bu temelde dağıtmayan, kendimize sevdalanmayan bir hareketiz. 2015 yılına da böyle giriyoruz. Ortadoğu’da, bir kriz, kaos yaşanıyor. Bu devrimci bir durumu ifade ediyor. DAİŞ’in saldırısı da bunu öne çekmiştir. Devrimin zorunluluğunu devrimcilerin önüne koymuştur. Artık kendine devrimciyim diyen, sosyalistim diyen, bundan kaçamaz. Tarihin ve halkların beklentilerini yerine getirmek göreviyle karşı karşıyayız. Biz bunu yerine getirmenin çabası içinde olacağız, bunun sözünü halklara veriyoruz, dinlere, kültürlere veriyoruz. Herkesin sorumluluklarını yerine getirmesini istiyorum. Herkesin yeni yılını kutluyorum. Herkese, başarılar diliyorum. Selam ve saygılarımı sunuyorum. Sizin aracılığınızla Evrensel çalışanlarının, emekçilerinin de yeni yılını kutluyor, başarılar diliyorum.
Biz de, zaman ayırdığınız için teşekkür ediyoruz.
Güncelleme Tarihi: 22 Aralık 2014, 09:39