Dış politikada gitgide yalnızlaşan, öyle ki “değerli yalnızlık” diye bir kavram uyduran AKP de Kürdistan’a barış gelmeden bırakın bölgesel güç olmayı, eski kahya konumuna bile gelemeyeceğinin farkında. Bir yandan da ekonomik kriz çanları çalıyor. 22 Ekim’de Financial Times’ta “Büyüyen pazarlar: Güneş hâlâ parlarken” başlıklı bir analizde Türkiye “reformcu” ya da “geciken” değil “aykırı” kategorisinde ele alınıyor. Ekonomik göstergeler ve yapısal sorunlar bir yana, özellikle ülkedeki siyasi gerilim ve hükümetin sermaye çevreleriyle giriştiği kavga öne çıkıyor. Elbette Hükümet ya da parti değil Recep Tayyip Erdoğan bu değerlendirmelerin odak noktası. Buna benzer çok sayıda analiz yapıldı, muhtemelen bundan sonra daha çok da göreceğiz. Buradan küresel güçlerin Recep Tayyip Erdoğan ya da AKP’nin ipini çektiği sonucunu çıkarmak doğru değil. Ama daha iyi bir alternatif bulunduğunda vazgeçecekleri de açık. CHP de bir süredir buna talip olduğunu özellikle dış politika alanında gösteriyor.
Gündemi ve ülke siyasetini belirleme inisiyatifini Gezi İsyanı ile kaybeden AKP’nin bir şekilde ilerleme kaydedebileceği, dolayısıyla yeniden refomcu makyajını edinebileceği yegane alan Kürt sorunu. Fakat Kürdistan’da çatışmasızlık AKP için barış olsa da Kürtler için o anlama gelmiyor. AKP kendisinin “çözüm” sürecinden özgürlükten çok ekonomik çıkarlar peşinde; Kürdistan’ın sermayeye açılması. Ekonomik krizin kaçınılmazlığı için hasarı azaltmanın yolu da Kürdistan’dan geçiyor. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek 2009 denemesinde “Bölge’yi Türkiye’nin Çin’i yapacağız” derken aynı haftalarda Erdoğan da “Türkiye’yi Avrupa’nın Çin’i yapacağız” diyordu. Ucuz emek için sermayenin kullanımına açılacak alan gerekiyordu. Bölgesel asgari ücret uygulaması sadece öneri olarak kaldı ama önümüzdeki dönemde özellikle yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ile beraber gündeme gelmesi beklenebilir.
HDP’YE SALDIRININ SEBEBİ NE?
Peki ne oluyor da bu planları uygulamak yerine AKP süreci tıkıyor? Beşir Atalay’ın meclisteki yasal partiyi değil de Öcalan ve Kandil’i daha makul bulması da Yalçın Akdoğan’ın birdenbire “bedel ödemiş Kürtler”le sözde duygudaşlık kurup HDP’ye savaş açması da Kürtleri bölerek hareketin sosyalist karakterini tecrit etme politikasının yeniden kullanıma sokulduğunu gösteriyor. Kürtlerin zaten doğuştan sahip olduğu haklar karşılığında vahşi kapitalizme teslim olmaları isteniyor. Bugün Rojava’da kurulmakta olan sistemin bir benzerinin Kuzey Kürdistan’da da yeşermesinden korkuyorlar. O nedenle kooperatifler hedef alınıyor. Sendikal haklarına sahip işçilerle nasıl Türkiye’nin Çin’i kurulur? Daha da fenası ya o anlayış tüm Türkiye’ye yayılırsa nasıl Avrupa’nın Çin’i olunur?
Yalçın Akdoğan Kürt hareketi içindeki çatlaklardan dem vuruyor, aslına bakarsanız yarılmaları hayal ediyor ancak asıl çatırtı sesleri AKP’nin 12 yılda kurduğu düzenden geliyor. Bu düzende ülke siyaseti AKP hegemonyasındaydı. Reaktif bir CHP ve marjinal olarak yaftalanan DTP/BDP’nin ve bunlar dışındaki hiçbir yapının da toplum ve uluslararası güçler nezdinde siyaseten belirleyici olmalarına müsamaha yoktu. Barış süreci ve Gezi İsyanı bu hegemonyayı sona erdirdi. Gezi en çok da aslında bu siyasi hegemonyaya karşıydı. Halk sokaklarda kendilerini birey olarak ortaya koyuyor ve bu yüzden de hegemonyanın billurlaştığı bireyi yani Erdoğan’ı nefret objesi olarak seçiyordu. Karizmatik bir lider hızla bir nefret objesine dönüşürken sermayenin de uluslararası güçlerin de yatırımını tekrar gözden geçirmemesi düşünülemez. İşte Akdoğan’ın duyduğu çatırtı oradan geliyor.
Barış süreci Gezi İsyanının çıkabileceği koşulları ortaya çıkardı, AKP’nin ve Erdoğan’ın da bu tespiti yapmış olduğunu düşünmek mümkün. Özellikle Medeni Yıldırım’ın katledilmesi sonrası yapılan eylemler barış sürecinin karşısındaki kamuoyu olarak gösterilen gruplar ile Kürtlerin ve demokratik kamuoyunun temas edebileceğini gösterdi. Bu temas barışın sadece AKP ile olabileceği iddialarını yerle bir etmekle kalmadı, asıl ana muhalefetin CHP olmadığını da ortaya koydu. Akdoğan’ın HDP’ye ve Türkiye sosyalistlerine saldırması doğal, keza HDP ana muhalefet hattı olarak ortaya çıkıyor. Çünkü bizim gördüğümüzü onlar da gördü: Barış yapılmaz, barış kurulur. HDP neoliberal politikaların dışında bir düzenin iddiasında ve anlaşılan o ki en az bizim heyecanımız kadar onlar da endişe taşıyor. / Evrensel