Koma Civakên Kurdistan (KCK) Yürütme Konseyi Üyesi Zübeyir Aydar, İmralı adasında tutulan PKK lideri Abdullah Öcalan ile Türk devleti arasında başlayan çözüm sürecinde gelinen son aşamayı değerlendirdi. Aydar, 22 aylık bir görüşme sürecinin ardından sürecin tıkanmasının nedeni Türk devleti ve AKP'nin verdiği sözleri tutmaması olduğunu belirtti.
AKP'nin Kürt sorunun çözümü yerine Kürt Özgürlük Mücadelesini çözmeye çalıştığını belirten Aydar, “AKP, devletin eski ‘tek millet, tek dil, tek kültür, tek din' gibi kodlarından vazgeçmemiştir. İnkâr ve yok sayma zihniyeti var. Bu da süreci tıkatmıştır “dedi. Kürt tarafı olarak çözüm sürecini sürdürmek istediklerini vurgulayan Zübeyir Aydar, ancak devletin yeni dönemdeki tavrına karşılık kendilerinin de bir karar vereceklerini bildirdi.
KCK Yürütme Kurulu Üyesi Zübeyir Aydar ile 22 aylık çözüm sürecinin perde arkasını ve gelinen aşamada tıkanmanın nedenlerinin üzerine konuştuk.
AKP'NİN NİYETİ KÜRT SORUNUNU ÇÖZMEK DEĞİLDİ
PKK lideri Abdullah Öcalan tarafından Kürt sorunun çözümü için 2013 Newroz'unda başlatılan çözüm süreci gelinen aşamada tıkanmış bir durumda. Peki büyük bir heyecanla başlayan süreç neden bu noktaya geldi?
Bu süreç 2012 yılının sonlarında başlayıp, dönemin Başbakan Recep T. Erdoğan'ın “İmralı'da Öcalan ile görüşüyoruz” açıklamasının ardından ve 2103 yılının başından beri heyetlerin gitmesiyle birlikte resmi olarak devam etmektedir. 22 ay süren bir süreç söz konusu. Ancak şu anda geriye dönüp baktığımızda Türkiye devleti ve AKP hükümetinin Kürt sorununu çözmeye niyetli olmadığını gördük. Bizim açımızda tablo bu. AKP Kürt sorununu çözmekten ziyade PKK'yi çözmeye çalışıyor. Tamamen güvenlikçi bir yaklaşım söz konusudur.
Siz bu girişimleri Türkiye'nin tarihsel imha politikalarının bir parçası olarak mı ele alıyorsunuz?
Türkiye halen Kürtlere yönelik devletin eski kodlarından kurtulmuş değildir. Cumhuriyetin kuruluşunda oluşturulan, “tek millet, tek dil, tek kültür, tek din” gibi kodlar günümüzde de devam ediyor. 1920 ile 1940 yılları arasındaki anlayış ile yaklaşılıyor. “Kürtleri göstermelik haklarla ikna edip asimle edebiliriyim” niyeti söz konusu. Diğer taraftan da “Güvenliği tehdit eden Kürtleri de nasıl etkisiz hale getirebilirim” gibi yaklaşımlar var. Çözümden anladıkları budur. Sorun da buradan çıkıyor. Türkiye'nin Kürt sorununu temel haklar temelinde çözümü için halen stratejik bir kararı yoktur. Çünkü Kürtleri bir irade olarak kabul etmiyor. Bizim ise Anadolu toplumlarıyla birlikte yaşama kararımız var. Bu bizim için stratejik bir yaklaşımdır. Bu konuda projeler sunduk ve defalarca niyetimizi deklere ettik.
Ancak Türkiye Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan her seferinde sizi suçluyor. Verilen sözlerinin yerine getirilmediğini iddia ediyor. Siz ne gibi sözler verdiniz?
Biz üzerimize düşen bütün görevleri yaptık. Ama onlar verdikleri hiç bir sözü tutmadılar. Türkiye verdiği sözlerini yerine getirmediği için bizi suçlayarak bahane yaratıyor. Meselenin özü budur. İnsan bunları dinlediğinde “Acaba Kürt sorununu çözdüler de bizim haberimiz mi yok” diye düşünmeden edemiyor.
Şimdi burada şunu sormak istiyorum; Başkan Apo’nun şartları düzetildi de biz mi kabul etmedik? Müzakere masası kuruldu da biz mi kaçtık? Anadilde eğitim hakkı tanında biz mi karşı çıktık? Demokratik Özerk yönetimler kuruldu da biz mi kabul etmedik? Cezaevleri boşaltı da biz mi istemedik? Demokratik siyaset yolu açıldı da biz mi katılmadık? Sen daha 12 Eylül darbesinin getirdiği yüzde 10 gibi ucube bir seçim barajını dahi kaldırmamışsın. Kime ne söylüyorsun?
ELİMİZDE BELGELER VAR
Peki ne gibi sözler verildi de yerine getirilmedi?
Diyalog sürecinde konuşulan ve üzerinde mutabık kaldığımız belgeler var. Başkan Apo daha sonra bunu geliştirerek, örgütün bütün kademelerine 13 Şubat 2013 tarihli mektupla gönderdi. Ve görüşlerini istedi. Bu belgede üç ayrı protokol var. Bunlar ileride yayınlanır, kamuoyu görür, kimin verdiği sözleri yerine getirmediği o zaman net bir şekilde anlaşılır.
Bu belgenin içerisinde ne var...
Kürt sorunun barışçıl ve demokratik çözümü için esas olan maddelerdir. Protokol 1, protokol 2 ve protokol 3 şeklinde düzenlenmiştir. Güven arttırıcı adımlar, anayasal ve yasal adımlar ile pratikleşme adımları başlığında, bir mutabakat metnidir. Buna göre Newroz bildirisinin hemen ardından hükümet sürecin ruhuna uygun bir tasarıyı meclise sunması gerekiyordu. Meclis sürece sahip çıkma temelinde bir karar alacaktı. Bu kararla birlikte gerilla savaş alanlarından yasal düzenleme çerçevesinde çekilecekti. Öyle “Nasıl geldilerse öylede gitsinler“ biçiminde değil. Bir yasal prosedürü olacaktı ve gözlemci heyetler denetiminde gidilecekti. Tek seçenek sınır dışı da değildi. Kuzey Kürdistan'da bazı merkezlerde toplanabileceklerdi. Bunlar da alternatifti. Yine mecliste bütün partilerin içerisinde yer alacağı çözüm komisyonu kurulacaktı. Bu komisyona bağlı olarak “akil insanlar heyeti” oluşturulacaktı. Bütün bunlar normalde Nisan ya da Mayıs aylarında pratikleşmesi gerekiyordu.
Meclis bünyesinde bir komisyon kuruldu ve 'akil insanler heyeti' de oluşturuldu?
Kendilerine göre bir komisyon oluşturup ve akil insanlar heyetini kurdular. Ama bizim dışımızda kendilerine göre oluşturdular. Sonra da gördük hiçbir şey çıkmadı oradan. Normalde ondan sonra bizimle ortak komisyonlar oluşturulup yasal süreç düzenlemesi yapılacaktı ve mecliste tatile girmeyecekti. 2013 sonbaharına kadar yasal ve anayasal süreç bitecekti. Ondan sonra bunun pratikleşmesi başlayacaktı. Ondan sonra cezaevlerindeki tutukluların bırakılması, Avrupa'da ve dağdakilerin dönmesi olacaktı.
Bahsettiğiniz bütün bunlar Abdullah Öcalan ile devlet arasında hazırlanan protokolde geçiyor mu?
Evet, süreç böyle işleyecekti. Bütün bunlar o protokol çerçevesinde yapılması gerekiyordu. Başkan şöyle diyordu; eğer iki tarafta elini çabuk tutarsa 2013 yılının sonuna kadar bu iş büyük ölçüde biter. Normalde hükümet belirtilenlere sahip çıksaydı geçen yıl içerisinde biz bu sorunu büyük ölçüde çözerdik. Ve bu yılın Newroz'una son noktayı koyardık. Fakat hükümet hiç bir düzenleme yapmadı. Meclisten karar çıkarmadı. Kendisine göre heyetler oluşturdu ve adım atmaya çalıştı. Hepsi bu. Örneğin gerillalar çekilmeye başladığı dönemde görüşmeler hızlanması gerekirken 55 gün başkan (Abdullah Öcalan) ile görüşme yapılmadı. Heyetler götürülmedi. Ve bu süreçte karakollar yapıldı. Güvenlik barajları yapılmasına hız verildi. Hükümet sanki yeni bir savaşa hazırlanıyormuş gibi hazırlıklar yapmaya girişti. Bütün bunlardan dolayı geri çekilme durduruldu. En son da Türkiye Başbakanı Recep T. Erdoğan, çok şaşalı bir şekilde 30 Eylülde bir paket açarak, “sorunu çözüyoruz“ dedi. Ama bizim bundan haberimiz yoktu. Bu paket bizim paketimiz değildi. Çünkü bu tür şeyler, mutabakata varılmadan yapılmaz. Bir tarafın istekleri doğrultusunda adım atılmaz. Atılarsa da karşı tarafı bağlamaz. Zaten paketten de bir şey çıkmadı. Kürtçe için seçmeli ders var onunda hiç bir hazırlığı yoktu. Sonra dediler ki cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra yol haritasını „bütün dünya ya duyuracağız.“ Oda olmadı. Bir sayfalık bir endeksi heyetle paylaşmışlar o kadar. Başkan Apo ile ne paylaştığını da bilmiyoruz. Bize ulaşan bir şey yok. Böyle süreç yürür mü?
Başkan Apo bu hareketin kurucusu, önderidir. Baş müzakerecidir. Ama tek başınadır. Yanında hiç kimse yok. Bir sekretaryası yok. Danışmanları yok. Basınla görüşemiyor. Partisiyle, yardımcılarıyla görüşemiyor. Bir hücreye koymuşsunuz, devlet olarak üzerine gidiyorsunuz. Ardından da “gel çöz diyorsunuz.“ Böyle çözüm olur mu?
ORTAÇAĞDAN KALMA YÖNTEMLERLE SORUN ÇÖZÜLMEZ
Peki baştaki niyet bu muydu?
Süreçten kimin ne anladığına bakmak gerekiyor. Biz süreçten Kürt sorunun çözümünü anlarken onlar ise Kürt Özgürlük Hareketi'ni çözmeye çalışıyorlar. Sorun buradan çıkıyor. Tabi ki biz niyet okuyamayız. Sonuçlara bakarız. Sonuç da ortada. Çünkü hiçbir şey pratikleşmedi. 22 aylık diyalog süreci müzakereye dönüşmedi. 22 ay boyunca orta çağdan kalma yöntemlerle mektup götür, mektup getir, durumu oldu. Belki bu bir kaç ay için geçerli bir yöntem olabilirdi. Ama sonrası böyle bir durum söz konusu olamaz. Böylesi büyük bir sorunu bir kaç saatlik ziyaretlerle çözemezsiniz, bir birimizi kandırmayalım. Geldiğimiz aşama itibarıyla bizim artık laflara karnımız tok. Pratik adımların atılması gerekiyor.
Kandırıldığınızı mı düşünüyorsunuz?
Kendilerine yapılması gerekenler söylenmiştir. Bunlar ortada duruyor. Devlet şu anda kararsızlık içerisindedir. Ankara karar alamıyor. Bir kesim usulüne uygun bir çözüm istiyor. Ve çabaları da var. Ama bir kısmı da hala devletin eski kodlarıyla hareket ediyor. Ve bundan dolayı ortak karar alamıyorlar. Bir dönem susan ordu tekrar hortladı. Artık sesini yükselterek çıkarıyor. Bu da derin devletin ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor. AKP'den bağımsız değil bu durum. Birlikte hareket ediyorlar. Ordu şu anda etkindir. Basın yayın organlarını tek tek arayıp, haber yaptırtıyor. Biz bunların ne anlama geldiğini biliyoruz. AKP hükûmeti Ankaralaşmış ve devletleşmiştir. Diğer hükümetlerle aynılaşmıştır.
KUZEY’DE ÇÖZÜM ROJAVA'DA İMHA SİYASETİ
Kobanê burada ne gibi bir rol oynadı?
Kuzeyde Kürt sorunun çözümünden yana görünen AKP, Rojava'da anti Kürt politikaları izlememesi gerekirdi. Ancak Rojava'daki kazanımlara karşı Kürt düşmanlarını örgütleyip oraya saldırttı. Sürekli Rojava’nın kendilerinin kırmızıçizgisi olduğu söyleminde bulundular. 2012 yılında Rojava Kürt partileri Hewler'de anlaşmaya vardıklarında, dönemin dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu, oraya giderek, müdahale etti. Daha sonra AKP, El-Nusra ve radikal dinci örgütlere destek verdi. Ve en sonunda da DAİŞ'i silahlandırıp, Kürtlerin üzerine saldırttı. Onların bütün derdi Kobanê'nin düşmesi ve Rojava’daki bütün kazanımların tekrardan Kürtlerin ellerinden alınmasıydı.
Peki süreç bundan sonra nasıl devam edecek?
Bu şekilde gitmez. Bizim tavrımız nettir. Çözüm sürecinin devam etmesinden yanayız. Ama şartların değişmesi gerekiyor. Başkan Apo'nun koşulları, sekretaryası, heyetinin oluşması gerekiyor. Müzakere masasında heyetler eşit oturacak. Tarafsız bir gözlemci heyet olacak. Bunda uluslararası bir heyette olabilir. Şu veya bu olacak demiyoruz. Kim çözüm sürecinde yardımcı olacaksa o olmalı. Bu bir uluslararası heyet mi olur, devlet mi, Avrupa Birliği (AB) mi, Birleşmiş Milletler (BM) mi olur hiç fark etmez. Türkiye içerisinde de olabilir. Ama Türkiye içerisindeki heyetlerin bağımsız ve etkili olacağını tahmin etmiyorum. Onun için arabulucu, gözetleyici gücün tarafların üzerinde etkili olması gerekiyor. Bir de varılan bütün mutabakatların imza altına alınmasını istiyoruz.
Resmi bir protokol şeklinde mi?
Evet, her şey resmiyet altına alınması gerekiyor. Biz üzerimize düşün herşeyi yaptık. Şu anda bütün her şey hükümetin elinde. Top onların sahasındadır. Bizim tavrımız nettir. AKP'nin yeni dönem tavrı ve kararına göre biz de yeni kararlar alırız. / Firatnews
Güncelleme Tarihi: 08 Kasım 2014, 14:29