Perwer YAŞ / ANF
6. yüzyıldan itibaren yolu Kürdistan’a düşen seyyahlar ve araştırmacılar en çok Êzîdîlere merak sardı. Arabistan çölü ve Kürdistan dağları arasında sıkışıp kalan bu küçük inanç grubunun sırrını çözmek ise hiç de kolay değildi. Şüphesiz Êzîdîlere ilişkin tarihi belgeler, seyyahların gezi notları ve tarihçilerin not defterleri 72 fermanın izleriyle dolu.
“Köyün yakınından geçen derede kadınlar yıkanıyor. Ertesi günkü festival için hazırlanıyorlar. Çünkü hiç kimse önce vücudunu ve elbiselerini temizlemeden Şeyh Âdi vadisine giremezdi. Şafakla birlikte en güzel, parlak giysilerine bürünmüş bir halde ermişin mezarına doğru yol alıyorlar. Kaval ve tef çalan müzisyenler düştüler önümüze ve uzun bir alay şeklinde yolculuğa başladık. Çok dik bir eğimin eteklerine geldik. Buradan yukarı doğru tırmanması çok zor, dik bir patika gidiyordu. Tam bir saatlik mücadeleden sonra, doruğa ulaşmayı başardık. Aşağıda ağaçlarla dolu Şeyh Adi vadisi uzanıyordu. Ağaçların üzerinde türbenin beyaz sivri kulesi görünüyordu.”
İngiliz-tarihçi Austen Henry Layard 1840 yılının baharında Şengal’e ve Şeyh Âdi mezarına yaptığı yolculuğu böyle anlatıyor. Êzîdîlerin kutsal mekânları o yıllarda batılı gezginler ve araştırmacıların uğrak yeriydi. Arabistan’a uzanan uçsuz-bucaksız Kürdistan dağlarının başladığı ayrımda yaşayan, koca İslam ülkelerinin ortasında sıkışıp kalan kadim Êzîdî inancı, tarihi ve kültürü seyyahların merak konusuydu.
Özellikle Hıristiyan misyonerler ve tarihçiler Kürdistan’da yaşayan Hıristiyanları araştırırken Êzîdîleri de keşfetmişlerdi. Fakat seyyahlar o toprakların bir yabancısı olmalarına rağmen Êzîdîlerin dinlerini anlatmaya, sorulara yanıt vermeye çekindiklerini belirtiyorlar. Çünkü Êzîdî toplumu bin yıla yakındır süren baskı ve zülüm cenderesi karşısında dışa kapanarak ayakta kalmaya çalışmıştı.
İLK HALEP’TEKİ ÊZÎDÎLER YAZILDI…
Êzîdîlerin inanç ve ayinlerine ilişkin batı kaynaklarındaki en eski anlatım Halep'e giden Michele Febvre isimli Fransız Katolik misyonere ait. Febvre 1675 yılında Paris’te yayınlanan “L'Etat prensent te la Turquie” adlı eserinde az da olsa Êzîdîlere de yer vermişti. Daha sonra onu 1759, 1781 ve 1810'da Şengal’e giden İtalyan misyonerler takip etti.
1672’de Kürdistan’a giden Papaz Jean-Marie de Jesus isimli papaz da Êzîdîlerin o yıllardaki yaşamlarına ilişkin önemli bilgileri aktardı. Nusaybin yakınlarında göçebe bir Êzîdî aşiretiyle karşılaşan Papaz Jesus’un Êzîdîlere ilişkin günlüğünde yazdığı notlar şöyle:
“Êzîdîlerin, diğer bir ifadeyle Kürtlerin ‘kralı’ ya da ‘prensi’ ile karşılaşmıştık; çölden gelmiş, yazı dağların serin havasında geçirecekti. Yanında geçimlerini sağlamak için sayısız koyun ve inekten oluşan sürüleri güden hepsi de çok yoksul, perişan adamlar vardı. Prensin önünde kenarları sarı ve Müslüman sembollerin işlendiği kırmızı bir sancak taşınıyordu. Onu ok ve satırlarıyla donanmış yaklaşık yedi süvari takip ediyordu.”
Bu notlardan yaklaşık 100 yıl sonra Danimarkalı gezgin ve araştırmacı Carsten Niebuhr ise Mart 1766'da Bağdat'tan Musul'a yaptığı yolculukta, birkaç yıl önce Süleyman Paşa'nın yaptığı Êzîdî katliamının hala izlerinin olduğunu anlatır. Urfa’ya kadar giden Niebuhr Musul ve civarında Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar'ın iç içe yaşadığını, Êzîdîlerin yanı başlarındaki köylerde Süryanilerin de kaldığını Niebuhr "Burada neredeyse herkes Kürtçe, Türkçe, Arapça ve Süryanice bilir" diyor. Musul'dan Mardin'e giden Carsten Niebuhr yolculuğunu şöyle anlatıyor:
"Verimli topraklardan geçiyoruz, tarlalar yemyeşil. Çölün kıyısında dağların başladığı noktada uzanan Êzîdî ve Müslüman köylerin damları gözüküyor. Türk akıncılarının saldırısıyla yıkılan köylerin yanı başında yeni evler kurulmuş. Musul'dan Nuseybin'e yolculuğumuz 6 gün sürüyor. Nuseybin 130 evden oluşuyor, evlerin çoğu kötü durumda."
1803-1805 yılları arasında Halep’te yaşayan Alman bilim insanı ve seyyah Ulrich Jasper Seetzen de bölgede Êzîdîlerle karşılaştığını yazar. Seetzen “Halep’teki günlüğüm” başlıklı eserinde Êzîdîleri şöyle anlatıyor:
“Halep'ten Latakia'ya yolculuk yaparken ne Müslüman ve ne de Hıristiyan olan bazı köylerden geçiyoruz. Martauwan ve Kefthin bu köylerin en büyükleri. Bize Êzîdî olduklarını söylüyorlar. Êzîdîlerin misafirperver olmaları dikkatimi çekiyor, bizi evlerine davet ediyorlar, ikramlar getiriyorlar ve bizim gece burada konaklamamız için ısrar ediyorlar.”
Bu anlatımlar bile Êzîdîlerin Kürdistan’ın yanı sıra Halep’ten Musul’a uzanan geniş bir coğrafya dağıldığını gösteriyor. Yolları Mezopotamya’ya uğrayan seyyahların sık sık Êzîdîleri anlatması üzerine 19. yüzyılın başında Avrupa’daki bilim dünyası izole olmuş bu dini grubu merak etmeye başladı. Êzîdîlerle ilgili ilk bilimsel çalışma 1850'de Berlin Üniveristesi'nde din profesörü olan Dr. August Neander'in Prusya Bilim Akademisi'nde okuduğu bir metinle başladı.
KÜRDİSTAN DAĞLARININ KIYISINDAKİ ŞENGAL…
İngiliz araştırmacı ve yazar James Silk Buckingham ise 1800’lü yılların başında Halep’ten Diyarbakır’a oradan Bağdat’a uzanan uzun bir yolculuğa çıktı. Gezisini 1828 yılında “Mezopotamya’ya yolculuk” adıyla yayınlayan Buckingham 200 kişilik bir kafileyle zorlu bir yolculuk tecrübesiyle ülkesine döndü. Dicle’nin kıyılarında Êzîdîlerin yaşadığını ve Araplarla sürekli savaş halinde olduğunu anlatan Buckingham Kürdistan topraklarına giriş anını şöyle tarif ediyor:
“Çölde öyle bir kuraklık ve sessizlik ki var, dayanılmayacak kadar. Bütün gücümüzü alan bu atmosferde eriyip giderken karşımızda yüksek, karla kaplı dağlarıyla Kürdistan'ı gördük. Öyle bir zıtlık ki bizim soğuk bir iklime olan hasretimizi daha da çoğalttı ve şu an çektiğimiz kahrımızı daha çok büyüttü. Buradaki evler de Diyarbakır'daki gibi bazalt taşlarıyla yapılmış.
Kürdistan dağlarından getirilen ve buradan Halep'e götürülen safran bitkisi bu bölgenin zenginliğinin ana kaynağı, buradaki insanların en önemli uğraşıdır. Bölgenin insanı çoğunlukla Kürtlerden oluşur, biraz Türk ve biraz da Araplar var. Musul’a yaklaşıyoruz, kaç kere yıkılıp inşa edilen bir kent, eski kalıntılar gözüküyor. Temmuz sıcağı altında Şengal dağını ve ovasını geçiyoruz.”
ŞEREFNAME’DEKİ ÊZÎDÎ TAHRİFATI!
1597'de Bitlis beyi Şerefxan'ın kaleme aldığı ve Kürt tarihine ilişkin bilinen ilk eser olan "Şerefname"ye göre en önemli Kürt aşiretlerinden yedisi her hangi bir zaman diliminde ya kısmen, ya da tamamen Êzîdî'ydi. Ancak ne gariptir ki Şerefname'nin orjinal el yazmasında Êzîdîlere ait bölümler çıkartılmıştır. Bu durumu, bizzat Oxford'daki Bodleian Kütüphanesi'nde bulunan Şerefname'nin orjinal metinlerini inceleyen Amerikalı araştırmacı John S.Guest şöyle açıklıyor:
"Şerefxan'ın yaşadığı yıllarda olduğu gibi bugün de önde gelen Êzîdî aşireti Desanilerdir. Desaniler Şeyh Âdi türbesinin bulunduğu Laliş'e giderken, Musul'un kuzey ve doğusundaki yamaçlara yerleşmiştir. Son iki yüzyıldır toprakları Şeyxan olarak bilinir. İbni Fadllah, Kürdistan üzerine yaptığı çalışmasında bu aşiretin Musul'un kuzeyinde bulunan dağlarda yaşayan Bohti aşiretinin bir kolu olduğunu söylüyor.
Şerefname'nin girişinde kitabın içeriği ile ilgili verilen listede Daseni aşiretine ayrılmış bir bölüm var. Ancak yazarı tarafından imzalanan bugün Oxford'daki Bodleian Kütüphanesi'nde bulunan Şerefname'ye ait orjinal elyazmasında III. Kitap, 2. Kısım'da yer alan metnin 6. Bölümün sonu ile 10. Bölümlerin yerine, ne her hangi bir boşluk bırakılmış ne de sayfaların kenarlarındaki boşluklara herhangi bir açıklayıcı not düşünülmüştür. Atlanılan bölümler Tazra, Ustani ve Daseni aşiretlerinin ele alındığı bölümlerdi."
EVLİYA ÇELEBİ’NİN NOTLARINDA ÊZİDİLER…
Osmanlı cephesinde ise Êzîdîlerle yolu kesişen seyyahlardan biri de Evli Çelebi’dir. 1655’te Diyarbakır’a giden Çelebi vali Mustafa Paşa’nın Êzîdîlerden vergi toplamak için Şengal’e gittiğini öğrenir. Mayıs ayında Evliya Çelebi valinin konaklandığı Şengal dağının aşağısındaki ovaya gider. Êzîdîler Şengal’in yukarısında yerleşmişlerdir ve bu yüzden Mustafa Paşa’nın ordusu nasıl ilerleyeceğini bilemez. Burada Mustafa Paşa ile bir gece geçiren Evliya Çelebi Şengallileri şöyle tarif ediyor:
“Burada yaşayan insanlar tıknaz, saçı sakalı birbirine karışmış, yuvarlık kara gözlü, rengarenk yünlü elbiseler giyen, bellerine ipek kuşak, başlarına ise ipek sarık bağlayan, ağır bambu ayakkabılar giyiyor. Kılıç, pala, savaş baltasına sahipler ve pireyi gözünden vurabilecek ustalıkta silah kullanabiliyorlar. Kadınların saçları ayak bileklerine kadar uzanıyor. Çok sayıda bulunan ve çoğunlukla siyah olan köpekleri var. Günlük olarak yenilen yiyecekler; darı ekmeği, koyun eti ve arada bir de bıldırcın etidir. Kudret helvası, bal, üzüm, kuru üzüm ve ipek yetiştiriyorlar. Bunların hepsi de Mardin ve Bağdat’taki tüccarlarca çok rağbet gören ürünlerdir.”
İran’ı gezdikten sonra Ocak 1956’da Bağdat’a varan Evliya Çelebi Van’a gitmek için yeniden Kürdistan topraklarından geçer ve yeniden Êzîdîlerle karşılaşır. Akre bölgesinde 500 hanelik Manar köyünde Êzîdîlerin yaşadığını not eden Çelebi onların alaybozan tüfeklerinin olduğunu ve serçeyi gözünden vuracak kadar nişancı olduğunu anlatır.
Evliya’nın kafilesi daha sonra Dihok bölgesinin en büyük aşireti olan ve Êzîdî olan Desani aşiretinin reisinin karargâhına konuk olur. Evliya Çelebi Desanilerin reisine ilişkin izlenimlerini şöyle aktarıyor: “Reisin 10 bin silahlı adamı vardı. Son derece misafirperverdi. Enerjik ve aynı zamanda da kusursuz davranışları olan biriydi.”
Devamla Şeyh Adi’nin türbesinin Êzîdî topraklarının ortasında olduğunu yazan Evliya Çelebi bu tapınağı ise şöyle tarif ediyor: “Yüksek kubbeli mezarın yanında kurulmuş büyük bir manastırdı; yüzbinlerce Sünni türbeler arasında hiçbiri bu görkemli yapının pahalı altın dekoratiflerine yaklaşmazdı."
‘NİNOVA KALINTILARI’NDAKİ ÊZÎDÎLER…
19. yüzyıldan günümüze kadar ise onlarca araştırmacı ve arkeoloğun yolu Kürdistan’dan geçti. Bunların başında ise Fransız asıllı İngiliz arkeolog Austen Henry Layard geliyor. Layard Mezopotamya’daki kültürel kalıntıların en önemli iz sürücüsüydü demek herhalde yerinde olur. 1839’da doğu yolcuklarına başlayan Layard İstanbul’daki İngiliz elçiliğinde çalıştıktan sonra 1845’te Mezopotamya’daki kazı çalışmalarına girişen Layard Ninova’da Asur izlerini ilk gün ışığına çıkaran tarihçilerden biri. Ün saldığı “Ninova ve Kalıntıları” kitabında Layard bölgedeki Êzîdîlerin dini ayinlerine şu çarpıcı bilgiyi veriyor:
“Ülkenin rahatsız edici durumu; son dönemlerde görev yapan paşaların kötü yönetimi yüzünden Êzîdîlerin Şeyh Adi’de son kez toplanmalarından bu yana beş on yıl geçmişti. İsmail Paşa’nın esnek yönetimi, yeni valinin aldığı önlemler, o zamana kadar tüm mezheplerden insanlar arasında kaybolan güveni yeniden ortaya çıkardı. Müslüman Kürtlerin ve Arapların akınlarına karşı kendilerini tam anlamıyla koruduklarında Êzîdîler için büyük ermişlerinin mezarında hep birlikte toplanmak öteden beri gelen ve dönemsel olarak tekrarlanan bir gelenekti.
Sincar’dan ve Kürdistan’ın kuzey bölgelerinden gelen kadın ve erkekler kutsal törenlerinin yapılmasında hazır bulunmak için çadırlarını, çayırlarını terk etmişlerdi. Bu yıl yollar soygunculardan temizlendiği için uzak bölgelerdeki kabilelerin de Şeyh’in mezarında hazır bulunmaları bekleniyor... Êzîdîler 15-20 yıl kadar önce çok güçlü bir aşiretti. En başta gelen korunakları şimdi benim ziyaret ettiğim bölgede, Musul’un batısındaki Mezopotamya Çölü’nün ortasında dikilmiş yalnız bir dağ olan Cebel Sincar’dır.”
1848’e kadar bölgede kalan ve özellikle Kürdistan’daki Hıristiyanlara ilişkin önemli çalışmalar yapan tarihçi-arkeolog Austen Henry Layard Êzîdîlerin yaşadığı katliamlara da tanıklık eder. O yıllarda Êzîdîlerin Osmanlı valileri Mehmet Reşid Paşa ve Hafız Paşa’nın boyunduruğuna girmelerine rağmen katliamların sürdüğünü aktaran Layard’un notları şu şekilde:
“Teslim olan Êzîdîler bile katledildi. Nüfusları dörtte üç oranında azaldı. Êzîdîler mağaralara kaçmışlardı. Çoğu mağara ağızlarında yakılan ateşin dumanından boğuldu, kimileri de açılan top ateşi sonucu parçalandı. İki seçenekleri vardı; ya kılıçtan geçirilecek ya da dinlerinden döneceklerdi. Onlardan vergi almak bile dine uymuyordu. Türkiye’nin güneyindeki haremler Êzîdîlerin kadınlarıyla doldurulmuştur. Her yıl valiler onların bölgelerine seferler yapmakta, erkekler ve kadınlar öldürülürken, her iki cinsten çocuklar alınıp belli başlı şehirlerde satılmaktır…”
1839 yılının sonbaharına ait bu notlar; 200 yıl önceki Şengal trajedisinin 2 Ağustos 2014 günü IŞİD çetelerinin saldırılarıyla başlayan trajediden farklı olmadığını, Kürdistan’da ve Şengal topraklarında soykırımların kısır bir döngü gibi tekrarlandığını gözler önüne seriyor. Zira Êzidî tarihi bir soykırım aynı zamanda soykırımlara karşı bir direniş tarihi…
Kaynaklar;
1- Carsten Niebuhr, Reisebechreibung nach Arabien und andern umliegenden Ländern, Kopenhagen, 1774-1778
2- John S.Guest, Yezidilerin Tarihi, Avesta Yayınları, 2001
3- Ulrich Jasper Seetzen, Tagebuch des Aufenthalts in Aleppo 1803-1805, Hildesheim, 2011
4- James Silk Buckingham, Travels in Mesopotamia, London, 1827
5- Austen Henry Layard, Ninova ve Kalıntıları, Avesta Yayınları, 2000
6- Evliya Çelebi, Seyahatnâme, 4. ve 5. ciltler.
Güncelleme Tarihi: 30 Ağustos 2014, 09:00