Akil İnsanlar Heyeti üyelerinden, Prof. Dr. Levent Korkut ile "çözüm süreci"nin 1 yılını; Kürt siyaseti ve AKP'nin performansını konuştuk...
PKK lideri Abdullah Öcalan'ın Newroz Deklarasyonu ile gelişen "çözüm süreci"nin son 1 yıllık en büyük etkisinin 'çatışmasızlık' olduğunu dile getiren Prof. Dr. Levent Korkut, ancak bunun, sürecin devamı için 'yeterli' olamayacağına vurgu yaptı: "Sürecin yarattığı en büyük etki, çatışmasızlık ortamı oldu. Ancak çatışmasızlık ortamının oluşması, bir çözüm süreci için -başka ülkelerdeki benzer süreçlerden edindiğimiz tecrübeleri dikkate alırsak- yeterli değil. Çatışmasızlık ortamıyla barış oluşmaz. Bu ortam, barışın oluşmasının belki ön şartı, alt yapısıdır. Çatışma ortamının durdurulması, yine toplumlarda duyguların yumuşatılması, rasyonel bakışın gelişmesi için önem taşır. Fakat barışın, kalıcı ve toplumsal barışın oluşması için; sürdürülebilir hale gelmesi için yeterli değil."
Süreç devam ederken Paris ve Yüksekova'da cinayetlerin olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Korkut, "Süreç içinde kimi krizler açığa çıktı, çeşitli sorunlar açığa çıktı. Yüksekova'da, Paris'te cinayetler işlendi. Süreç içerisinde talep edilen bazı şeyler yerine getirilmedi; reformlar gereği kadar güçlü çıkmadı. Bütün bunlara rağmen çatışmasızlık bozulmadı. Bozulmaması için de açıkçası samimi bir çaba sarf edildi" diye ekledi.
'GERİYE GİDİŞ SÖZ KONUSU'
Prof. Dr. Korkut, AKP hükümetinin 1 yıllık süreçte kolaylaştırıcı siyasi-toplumsal adımlar atmadığına değinerek, "geriye gidiş" noktasında olunduğunu, anayasa sürecini örnek vererek ifade etti:
"Barış sürecinin çatışmasızlık sağlandıktan sonra önemli aşamaları var. Bir kere, çatışan taraflardan biri olan, sürecin önemli bir tarafı olan gerilla ve yurt dışındakilerin durumu, geleceği nasıl bir çerçeveye oturtulacak ve toplum içine dahil edilmeleri nasıl sağlanacak, bu konularda ilerleme sağlanmadı. İlk başta buna yönelik bazı mesajlar verildi ama ilerleme olmadı. Bugüne kadar da güven verici bir çözümün oluştuğu söylenemez.
İkinci olarak; barış sürecinin pekişmesi, kalıcılaşması için en önemli unsur, toplumsal taleplerin makul bir ortak paydada, hukuki bir alt yapıya kavuşturulmasıdır. Çözüm süreci ile anayasa sürecinin ilişkisi çok önemliydi fakat anayasa süreci sonuçlanmadığı gibi çıkmaza girdi ve sonlandırıldı. Olumlu anlamda sonuç elde edilmedi. Böylece süreç sadece Kürt meselesi açısından değil, diğer meseleler için de akamete uğradı. Geriye gidişten bahsedebiliriz. İşte, 1 yıl önce süreç başladığında anayasa süreci vardı, bugün bundan bahsedemiyoruz."
Prof. Dr. Korkut'a göre; Meclis'te grubu bulunan CHP ve MHP'nin sürece destek vermemesi, AKP'nin üzerine düşen görevleri yerine getirmemesi ile bağlantılı.
Meclis güçlerinin ikna edilmesinin gerektiğini ancak bunun sağlanmadığını belirten Prof. Dr. Korkut, ayrıca eşit vatandaşlık, diğer alanlarda da eşitliği sağlayacak ve vatandaşlık dahil olmak üzere anayasal düzenleme, özerk bir yönetim anlayışı ve anadil başta olmak üzere kültürel hakların iadesi gibi başlıkların da süreç için ehemmiyet taşıdığını kaydetti.
'HÜKÜMET LİDERLİK YAPAMIYOR'
Korkut devamla şunları kaydetti: "BDP ve PKK'nin ortaya koyduğu talepler sadece onların talepleri değil. BDP'ye oy vermeyen Kürt de bunları talep ediyor. Bu nedenle 'Kürt toplumunun genel talebi' diyebiliriz. Makul ve demokratik talepler. Fakat gel gör ki, muhalefet partilerinin tutumu da hiç destekleyici değil. Bu açıdan, sadece hükümetin meselesi değil ama, hükümetin buradaki asıl problemi, liderlik edememesi. bu tür süreçlerde liderlik çok önemli. Hükümet aslında ateşkese verdiği destekle önemli risk aldı ama bundan sonraki tutum ve davranışlara bakınca ciddi anlamda eksiklik var. Liderlik konumunda olan hükümetlerin uzlaştırıcı, bir araya getirici, toparlayıcı faaliyet yapması gerekiyor. Halbuki geçen sene, özellikle Newroz açıklamasından sonra Akil İnsanlar Heyeti'nin kurulması olumluydu. 'Gezi' ile açığa çıkan gelişmelerle farklı bir döneme girildi; bugün de sürüyor. Bu dönem içinde hükümetin tavrı aslında temel problemi oluşturuyor. Hükümetin rolü hem anayasa süreci hem barış süreci açısından toplumsal konsensüsü oluşturmalıydı, yeni dil yaratmak gerekiyordu ama hükümet bunda problemi çözmedi."
Hükümetin reform yapmada da yetersiz kaldığını düşünen ve "reform sürecine yeterince asılmadı ve çok yetersiz bulundu" diyen Prof. Dr. Korkut, Kürtler dışındaki kesimlerin sorunlarının da süreçle paralel olarak çözülmediği için, sürecin toplumsallaşamadığını vurguladı.
SÜRECİN TOPLUMSALLAŞMASI
"Akil İnsanlar Heyeti olarak gözlemlemiştik; çözüm sürecinde yaptığımız tartışmalarda hep başka sorunlar da dile getirildi. Biz de dedik ki, ana mesele Kürt sorunu ama Türkiye'de anayasa, özgürlük, diğer etnisitelerin sorunları da var. Onlar da buna paralel olarak çözülürse, o enerji bunun çözümüne de katkı sunardı. Mesela Alevilerle ilgili özgürlükler, demokratikleşme; hepsi birleştirilseydi, çok büyük enerji oluşturabilirdi. Böyle bir çerçeve çizilebilseydi işler daha yumuşak ve diğer kesimleri ikna etmeye dönük gelişebilirdi” diyen Korkut, toplumsallaşmanın sadece çatışmasızlık noktasında sağlandığını ve kamuoyu çoğunluğunun çatışmasızlıkta mutabık olduğunu kaydetti. Prof. Dr. Korkut, "Ancak çatışmasızlığın ötesindeki siyasi tabloyu, kamu hukuku anlamındaki düzenlemeleri bir vizyon olarak topluma sunmak lazımdı. Bunun arkasında durup toplumu bu yana çekmek lazım. Çünkü toplum çok vizyona sahip değil. Anadil meselesinde halen tartışma var mesela, veya özerklik anlaşılmıyor... Bütün bunlar üzerinden bir anlamda hükümet liderliğini yaparak uzlaşıyı sağlayacak ortamı hazırlamalıydı" diye konuştu.
'BU SÜRAT YETERSİZ'
Benzer çözüm ve barış süreçlerinde, "hükümetin iradesi", "çatışan diğer tarafın liderliğinin sürece inanması" ve "halkın süreci desteklemesi" gibi gereksinimlerin önemsendiğini aktaran Prof. Dr. Korkut, bunlar oluşmadığı halde başarıyla tamamlanmış bir örneğin bulunmadığına dikkati çekti. "Gelecek konusunda da halkın anlayışını geliştiren siyasal çalışmalar yapmak lazım. Hükümet bunu ne kadar yerine getirdi; çok az" eleştirisini getiren Prof. Dr. Korkut, şu uyarıyı yaptı: "Bu süratla çözüm süreci tehlikelerle dolu gider; bu sürat yetersiz. Bunun çok uzaması da aslında riskleri artırıyor. Halktaki temel inancın inşa edilmesi gerekir. Üç dört sene sonra hâlâ burada, aynı yerde olursak halkın başlangıçtaki havası da olmaz. Halkın en inançlı kesimi Kürt halkıydı sürecin başında. Kürt halkının çok büyük kesimi umut ve destekle yaklaştı ancak bugün baktığımızda endişe, korku, kaygıların yavaş yavaş ortaya çıktığını görüyoruz. Hâlâ sürece destek var ama endişeler de var. Bunun olmaması lazım."
'KÜRT SİYASETİ OLGUNLAŞTI, SORUMLULUĞUNU ARTIRDI'
Kürt siyasetinin ise 1 yıllık süreçte 'olgunlaştığını' ve 'sorumluluk duygusunu artırdığını' ifade eden Prof. Dr. Korkut, Öcalan'ın da 'liderlik' görevine uygun rol üstlendiği yorumunu yaptı: "Kürt tarafına baktığımızda, bu 1 yıllık süreç içinde aslında Kürt siyasetinin daha olgunlaştığını, sorumluluk duygusunun fazlalaştığını söyleyebilirim. Önemli krizler yaşanmasına rağmen sorumluluğunu yitirmedi. Paris oldu, Gezi olayı oldu, Yüksekova'da hala anlayamadığımız olayda 2 kişi öldürüldü, güvenlik güçleri tarafından... Son olarak 17 aralık süreci yaşandı. Kürt siyaseti hepsinde soğukkanlı tavır sergiledi, diyebiliriz. Sürecin yaralanmaması için elinden gelen her türlü gayreti gösterdi; bu, sorumlu ve olgun tutum olarak değerlendirilebilir. İkincisi; ciddi anlarda bile hükümete yönelik politikalarında bağları koparıcı bir tarz izlemedi. Ama aynı zamanda ciddi anlamda eleştirdi de. Bu açıdan, zannediyorum, kriz dönemlerinin en soğukkanlı yaklaşımı Kürt siyasetine ait."
'ÖCALAN, TECRÜBE KAZANMIŞ BİR LİDER...'
Korkut Öcalan’ın sürece katkısı konusunda ise şunları belirtti: "Öcalan'ın politikasında süreç boyunca tecrübe kazanmış bir lider görünümü, etkisi vardı. Öcalan geniş bir vizyon ile yaklaşıyor. Tarihsel, kültürel, sosyal temellere atıfta bulunarak uzlaşıcı yaklaşıyor. Bunu, en çok da Newroz açıklamasında ortaya koymuştu. Tabii, bu çok geniş çerçevenin Türkiye'de ne kadar iyi algılandığı da şüpheli bence. Türkiye'deki diğer kesimlerin bu vizyon açısından bakıldığında çok kavrayabildiklerini söylemek zor."
Prof. Dr. Korkut, Öcalan'ın İmralı koşullarının da, sürece destek vermesi için yeterli olmadığını söyleyerek, "Bir kazık atılmıştır ama temele dönüşmesi lazım. Bunun için negatif olmayan her şey denenmeli. Öcalan'ın koşulları iyileştirilmeli, kanalları genişletilmeli. Ne kadar çok kanal açılırsa, daha fazla bilgi akışı, daha fazla güven sağlanacak. Hem Öcalan'la diğer kesimlerdeki toplum, medya arasındaki kanallar hem de hükümetle Kürt siyaseti arasındaki kanallar; bütün bunların çoğaltılması süreci olumlu etkiler" ifadelerini kullandı.
'SEÇİMLERDEN SONRA YOL HARİTASI HAZIRLANMALI'
Hükümetin seçimlerden hemen sonra bir yol haritası hazırlaması gerektiğine işaret eden Prof. Dr. Korkut, "Seçim sonrasında bir muhasebe yapmak durumunda hükümet. Bunu yaptıktan sonra da bir yol haritası çizmeli. Belki halkla paylaşmak mümkün olmayabilir ama genel başlıklarını paylaşabilir. Detaylarının da ilgili aktörlerle görüşülmesi gerekir. Yol haritasında; 'yasal neler yapılabilir, süreç için neler yapılabilir, sürecin yasal temelleri nasıl olabilir; hangi kanallar açılmalı, bilgi akışı nasıl sağlayabiliriz' gibi sorulara yanıt aranmalı. Anayasa falan değil. Anayasadaki sorunu görüyoruz. Kısa vadede üretilecek çözümler olmalı" dedi.
Çözüm sürecinde HDP'ye yönelik ırkçı saldırıların meydana geldiğini anımsatan ve bunun 'barış sürecinin seyrinin yavaş olması' ile ilgili olduğunu dile getiren Prof. Dr. Korkut; HDP'yi "barış sürecinin mantığına uygun bir girişim" şeklinde nitelendirerek, toplumdaki kalıp, ön yargı ve demokratik olmayan tepkilerin giderilmesi için sürecin ilerlemesinin önemli olduğunu düşünüyor.
'HÜKÜMETİN GÜVEN KAYBETMESİ SÜRECİ ETKİLİYOR'
AKP hükümetinin hem Gezi hem de 17 Aralık süreçleriyle toplumda güvensizlik oluşturduğunu tespit eden Prof. Dr. Korkut, Kürt siyasetinin de 'uzun vadeli hükümet' görmek isteyeceği yorumunda bulundu: "AKP, çözüm süreci boyunca, toplumun her kesiminde güvensizliği büyüttü ve bu barış sürecine zıt bir durum. Süreçte tam tersi, güven endeksini artırmamız gerekiyor. Örneğin yolsuzluklar meselesi de bu işin boyutu. Yolsuzluklar süreçle doğrudan ilgili değil ama süreç itibar edilen, güven duyulan hükümeti gerektiriyor. Yani dolaylı etkisi var barış sürecine. Kürt siyaseti de öte yandan uzun vadeli hükümet görmek istiyor. Barış süreci kısa süreli bir şey değil. Kürt siyaseti hükümetin krize girdiğini, bocaladığını gördükçe kendi taahhütlerini de gözden geçirir; reel politik olarak böyle.
Halkta da ön yargılar var. Mesela Akil İnsanlar toplantısında bir Alevi vatandaş kalktı, 'Kürtlerle hükümet anlaşıyor; bizi dışlayacaklar' dedi. Bu algı hükümete yönelik güvensizlikle alakalı. Bu algıları düzeltecek bir güven ortamı sağlamadığınız sürece her anlayış, kimlik, siyaset kendi kabuğuna çekilip diğerini suçlamış oluyor. Bu, barış sürecine zararlı. Oysa toplantı yapıyoruz; ilk yarım saat kavga dövüş oluyor, sonra taraflar birbirine ilgi duyuyor. Toplumda güven sağlamak lazım" / anf
Güncelleme Tarihi: 15 Mart 2014, 17:52