KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, Sterk TV’de yayınlanan röportajında sorulan sorulara şu cevapları verdi.
Kobanê'deki direniş 2 aya girmek üzere ve bir takım iç ve dış etkileri de oldu. Sizce Kobanê'de ki bu savaşın arkasında ne tür hesaplar yatıyor?
Aslında bir çok kişi tarafından Kobanê Direnişi'nin böyle başarılı olabileceği tahmin edilmiyordu. Hatta birkaç gün içerisinde Kobanê'nin düşebileceği belirtiliyordu. Bütün hesaplarda Kobanê'nin düşmesi üzerine yapılmıştı. Fakat Kobanê büyük bir sürprizi gerçekleştirdi ve herkesin beklentilerini boşa çıkardı. Büyük bir direniş ortaya koydu. Bu direnişin yenilmeyeceği, Kobanê'nin düşmeyeceği görülünce Kobanê'nin düşmesi üzerine hesap yapan bütün güçler bu defa bu direnişe göre hesap yapmaya başladılar.
Bu savaşın arkasında Türkiye devleti ve AKP Hükümeti var. Kobanê savaşını geliştiren kesinlikle Türk devletidir. Türk devletinin bazı amaçları var. Bunlardan birincisi; Kobanê'yi düşürerek Rojava'daki kanton yönetimini tasfiye etmeyi amaçlıyor. Çünkü Rojava'da Kürt statüsü olursa Kuzey'de de Kürtlere statü tanımak zorundadır. Oysa ki Türk devleti Kuzey'de Kürt statüsünü tanımak ve Kürt sorununu çözmek istemiyor. Bunun içinde Rojava'da Kürtlerin statüsünü tanımamak için çaba göstermesi gerekiyordu. İşte bunu DAİŞ'le birlikte yapıyor. Diğer bir amacıda Suriye, Irak ve Ortadoğu'da politikada ağırlığını koymak istiyor. Çünkü Türkiye'nin Ortadoğu politikası çöktü. DAİŞ'le yeniden güç olmak istiyor. DAİŞ'i pazarlık gücü yapmak ve Kürtleri buna kurban etmek istiyor. Onun için Kobanê savaşı aslında Türkiye'nin bir savaşıdır ve orda yapılmak istenen bir etnik temizliktir. Kürtleri tümüyle Kobanê'den çıkarmak, orayı Araplaştırmak istiyor. Oraya DAİŞ'e bağlı suni Arapları yerleştirmek istiyor.
Bundan Türkiye'nin çıkarı ne olabilir?
Türkiye'nin kendine göre birçok çıkarı var. Bize göre ise bu plan çok tehlikeli ve Türkiye'yi de bitirecek bir plandır.
Sizce AKP'nin Kobanê siyaseti de çökmedi mi?
Doğru Türkiye'nin, AKP'nin aslında politikaları çöktü. Oldukça yalnızlaştı ve sıkıştı, uluslararası alandan tecrit oldu. Dikkat edilirse uluslararası alan DAİŞ'e karşı koalisyon kurdu, Türkiye'nin de koalisyona girmesini istedi. Ama Türkiye önce girmedi. Giremezdi; çünkü girseydi DAİŞ'le bütün ilişkilerini DAİŞ ortaya koyardı ve bu Türkiye açısından oldukça vahim bir durum ortaya çıkarırdı. Türkiye ona girmedi. Fakat uluslararası koalisyon güçleri Türkiye'yi bu koalisyona girmesi ve koridor açması için sıkıştırdı. Türkiye buna hep ayak diredi ve çeşitli şartlar öne sürdü. Eğer öne sürdüğü şartlar yerine getirilirse, koalisyona o zaman girebileceğini söyledi. Öne sürdüğü şartlar neydi? Suriye rejiminin yıkılması, Kanton yönetimlerinin tanınmaması, bir güvenlik bölgesinin oluşturulması-işte yasaklı bölge oluşturulması- gibi şartlardı. Fakat koalisyon güçleri Türkiye'nin bu şartlarını kabul etmedi. Türkiye DAİŞ ile birlikte YPG ve PKK'ye de yönelinmesini istedi. İşte nasıl ki DAİŞ terörist ise koalisyon DAİŞ'e karşı mücadele etmek istiyorsa PKK, YPG, PYD'ye karşı da bu koalisyonun mücadele etmesini önüne koydu. Aslında Türkiye'nin burada amacı DAİŞ' e karşı oluşturulan uluslararası koalisyonu DAİŞ'ten ziyade Rojava güçlerine, PKK'ye ve Kürtlere yöneltmekti. Tabi ki uluslararası güçler Türkiye'nin bu taktik manevralarını çok iyi gördüler ve onun için tavır koydular. Uluslararası koalisyon DAİŞ'le mücadele etmek için kurulmuştu, Rojava ve PKK'ye karşı mücadele etmek için kurulmamıştı. Kaldı ki DAİŞ'e karşı en iyi mücadeleyi yürütende YPG, HPG ve PKK güçleriydi. Buda uluslararası kamuoyunca çok iyi biliniyor. Uluslararası koalisyon DAİŞ'e karşı kurulmuş ve mücadele ederken kalkıp da Türkiye'nin öne sürdüğü Rojava ve PKK güçlerine karşı da mücadele etmesini kabul edemezdi.
Peki Hükümetin peşmerge ve Özgür Suriye Ordusu’nun oraya gitsin demesini ve peşmergenin ağır silahlarla oraya geçişini, izin vermesini, Amerika'dan aslında bu hava saldırılarını biz talep ettik söylemlerini nasıl yorumlayacağız?
Şimdi dikkat edilirse Önder Apo yıllar önce bir ulusal Kürt Kongresi’nin toplanmasını istedi. Bu kongrenin bazı ulusal kararlara ulaşmasını istedi. Bunların en önemli nedenlerinden biri neydi? Bu Kongreden bir yürütmenin çıkması, bu yürütmenin Kürtler adına politika yürütmesini istemişti. Yine bu kongreden Kürt ortak savunma güçlerinin oluşturulmasını istemişti. Bir de Kürtler adına diplomasinin ortak oluşturulmasını istemişti. Önder Apo'nun bu yönlü ısrarlı çabaları oldu. Hareketimiz de Önder Apo'nun bu perspektifleri temelinde bazı pratik çalışmalar yürüttü ve bu çalışmalarda belli bir düzeyi de ortaya çıkardı. Belki tam istediğimiz gibi hedefe ulaşmadı ama yapılan çalışmalar çok önemliydi. Bunlar gelecek açısından oldukça önemli bir temeli teşkil ediyor. Ulusal Kongre hazırlık komiteleri toplandı, çalışmalar yürütüldü ve belli bir düzeye kadar getirdi. Bu önemli bir çalışmaydı. Hani iki Kürt bir araya gelemez, gelse de bir arada çalışamaz tezleri vardı. Ama değil iki Kürt dört parçanın Kürtleri, yurtdışı Kürtleri ve onlarca parti, örgüt ulusal kongre çalışmalarında bir araya geldi ve bu çalışmaları oldukça ileri bir düzeye kadar getirdi. Bu bile o tezlerin ne kadar asılsız olduğunu ortaya koydu. Daha sonraki süreçte DAİŞ Kürtlere karşı savaş başlatınca ve saldırıları yoğunlaştırınca bir kongre ile gerçekleştirilmesi gereken ortak savunma güçleri pratikte gerçekleştirildi. Şengal, Maxmur, Laleş ve birçok yerde gerilla Güney kazanımlarını korumak için tepelere gitti. Peşmerge ve Güney halkıyla birlikte DAİŞ'e karşı direndi. Güney Kürdistan Hükümeti'ni ve Güney halkının kazanımlarını korudu, DAİŞ'in bu kazanımları tehlikeye atmasını önledi. Bu olumlu bir gelişmeydi. Bu şunu ortaya koydu: Yani peşmergeyle gerilla birlikte davranırsa DAİŞ'e karşı başarı olabilir, Kürdistan'ı savunabilir, Kürt halkının ve diğer halkların çıkarlarını koruyarak güvence olabilir.
Bu teklif AKP'den mi geldi?
Hayır, doğru değil. "Tayyip Erdoğan ben bunu teklif ettim" diyor. Bu doğru değil. Daha sonra Sayın Mesud Barzani'de kendisinin Obama'ya teklif ettiğini ve ABD'nin bu teklif temelinde Türkiye'ye bunu kabul ettirdiğini söyledi. Aslında kimin söylediği de önemli değil. Önemli olan nasıl ki Güney Kürdistan'da gerillayla peşmerge birlikte DAİŞ faşizmine karşı mücadele ediyorsa. Kobanê'de de birlikte mücadele edebilir. Bu gayet doğal bir şeydir. Bu istenende bir durumdur. Buna karşı kimsenin durabileceğini sanmıyorum. Belki Rojava Devrimi'ni ve Kanton yönetimlerini tasfiye etmek isteyen, orda bir Kürt statüsünün oluşmasını istemeyen güçler buna karşı durabilir. Bunun dışında hiç bir Kürt, yurtsever, demokrat, sosyalist, liberal, aydın ve sanatçının buna karşı çıkacağını sanmıyorum. Özgürlük ve demokrasiden yana olan bütün güçlerin bunu olumlu karşılayacağını söyleyebilirim.
Peki, AKP'de bunu olumlu karşıladığı için mi peşmergeyi Kobanê'ye gönderdi? Sizce bunun sebebi nedir?
Hayır! Başta da belirttim AKP, DAİŞ ile Kobanê'yi düşürmek ve orayı Araplaştırmak istedi. İşte Erdoğan iki de bir "Orası Aynel Arap'tır, Kobanê değildir" diyor. Yani orası “Arap toprağıdır, Kürt toprağı değildir” diyor. Burada neyi gerçekleştirmek istediğini, belki farkına varmadan söylüyor. Orda bir etnik temizliği gerçekleştirerek Kürtsüzleştirmek ve Araplaştırmak istiyorlar.
Peki, bunu perdelemek için mi peşmerge konusunu kullanılıyorlar?
Hem bunu perdelemek için hem de uluslararası alanda çok sıkıştığı, teşhir olduğu ve yalnızlaştığı için bu imajını gidermek içinde buna ihtiyaç duydu. Çünkü Türkiye'nin, AKP'nin Kürtlerin desteğine ihtiyacı var. AKP'nin Kürtlerin desteğini almadan ayakta kalması ve 2015 seçimlerini kazanması zordur. Onun için mutlaka Kürtlerin desteğini alması gerekiyor. Kürtlerdeki imajı pek de iyi değil, bunu silmek istedi. Yine uluslararası güçlerin Türkiye üzerine uluslararası koalisyonda yer alması, koridor açması ve Kobanê'nin direnişine destek sunması yönünde yoğun baskıları var. Ama Türkiye direndi. Baktı ki direndikçe batıyor, çıkmaza giriyor, tehlikelerle yüz yüze geliyor; burada taktik bir manevraya başladı, peşmerge ve ÖSO'nun gelmesini istedi. Eğer bunlar gelirse koridor açabileceğini söyledi. Dikkat edilirse peşmergeler gitti, günlerce oyaladı. Bu sefer ne şartını koştu? "ÖSO gitmeli, ÖSO giderse peşmergeler gidebilir" dedi. ÖSO güçlerinden bazıları zaten eskiden beri Kobanê'de YPG güçleriyle direniyordu. Gitmeyenler daha çok ÖSO içindeki Türkiye'ye bağlı güçlerdi. Türkiye'nin hem ÖSO hem de DAİŞ içerisinde Özel Harp Dairesine bağlı güçleri var. Bu güçler vasıtasıyla hem DAİŞ'i yönlendiriyor, Kobanê savaşını yürütüyor hem de ÖSO güçlerini yönlendiriyor. Burada Türkiye'nin amacı şudur: DAİŞ'le elde edemediği Kobanê'yi aslında kendisine bağlı güçleri Kobanê içinde koyarak Kobanê'yi içten ele geçirmek istiyor.
Bu mümkün mü?
Bu mümkün değil. Çünkü Kobanê'deki direniş uluslararası ve evrensel boyut kazanan bir direniş. Böyle bir direnişi dıştan veya içten bazı ayak oyunlarıyla çökertmek mümkün değil. Çünkü Kobanê direnişi giderek büyüyor. Bütün Kürtleri kapsadı. Bütün Kürtler yurtdışında ve parçalarda ayağa kalktı. Kürtler ruh buldu, özgürlük duygularını büyüttü. Kürtlerde mili ve demokratik bilinç gelişti. Onun için Kürtlerde canlanma, büyük bir gelişme, ayağa kalkma ve kendine güvenme gelişti. Şimdi bu temelde Kobanê etrafında Kürt birliği gelişiyor. Yine Kobanê etrafında demokrasi güçlerinin birliği gelişiyor. Birçok sosyalist güç, demokratik güç, liberal güç, işte aydın ve sanatçılar giderek Kobanê etrafında birleşiyor. Onlarda da ruh gelişiyor, mücadele etme düşünce ve azmi güçleniyor. Yine uluslararası alan, çeşitli uluslararası güçler ve devletler üzerinde Kobanê oldukça büyük bir etki yaratmış durumda. Eskiden Türkiye'ye destek veren güçler, bu gün Türkiye ile çelişki yaşıyor. Bu çelişkinin nedeni de Kobanê'deki direniştir. Onun için günümüz koşullarında Kobanê direnişi bir nevi ikinci dünya savaşında Stalingrad'ın oynadığı role benzer bir rol oynuyor. Tıpa tıp değil elbette, farklı koşullarda ama benzer bir rol oynuyor. Nasıl ki Stalingrad'da faşizm ilk darbesini yedi ve bu faşizmin sonunu belirledi Kobanê'de de faşist DAİŞ saldırıları kırılırsa bu DAİŞ'in sonunu belirleyecektir. O açıdan Kobanê direnişi önemlidir ve uluslararası bir boyut kazanmıştır.
Tüm bu gelişmeler ışığında üçüncü yol stratejinizde bir değişiklik öngörüyor musunuz?
Hayır. Dikkat edilirse başından beri ne muhalefetten ne de rejimden yana bir tutum alınmadı. Neden? Çünkü ikisinin de yürüttüğü iktidar mücadelesiydi ve ikisi de Rojava'da Kürtlerin temel haklarını kabul etmiyordu. Bu anlamda ikisi arasında bir fark ortaya çıkmıyordu. Dolayısıyla Kürtlerin muhalefeti yada rejimi desteklemesi veya birini diğerine tercih etmesi doğru olamazdı. Kürtler açısından rejim neyse muhalefette aynı şeyi ifade ediyordu. Çünkü ikisi de Kürtlerin statüsünü ve temel haklarını kabul etmiyordu. Kürtler onun için ikisinden ayrı olarak bir strateji izledi ve doğru bir stratejiydi. Zaten Kürtler bu stratejiyi izlediği için önemli bir gelişmeyi sağlayabildi, bu günkü düzeyi ortaya çıkarabildi. şimdi bununla birlikte DAİŞ faşist tehlikesi de halklar açısından hatta uluslararası güçler açısından ortaya çıkmaya başladı. Suriye'de rejim, DAİŞ ve bir de Kürtler var. ÖSO'da var ama ÖSO'nun öyle belirleyici bir gücü yoktur. Yani oradaki dengeleri değiştirebilecek, oradaki mücadeleye yön verebilecek, ona öncülük edebilecek bir konumu yoktur. şimdi DAİŞ hem bölge hem de uluslararası güçler açısından tehlikeli olmaya başladı. Ulusalararası güçler bu tehlikeye karşı bir koalisyon oluşturdu. Bu koalisyon DAİŞ' karşı savaşırken elbette ki Suriye rejimiyle savaşı yürütemezdi, Suriye rejimiyle de bir anlamda uzlaşması gerekiyordu. Nitekim bu uzlaşmanın olduğu ortaya çıkıyor. geriye DAİŞ'e karşı savaşan kim var? Başından beri DAİŞ'e karşı savaşan Kürtler var. İşte bunun öncülüğünü PKK, YPG yapıyor. Bu Şengal’de de, Güney Kürdistan'da da, Rojava’ da da görüldü. Koalisyon güçleri DAİŞ'e karşı savaşmak, bu tehlikeyi önlemek istiyorsa o zaman Rojava'daki Kürtleri görmek ve bunlarla ilişkilenmek zorundadır. Çünkü başka türlü DAİŞ'e karşı mücadele edemezdi. Sadece hava gücüyle DAİŞ'e karşı mücadele edilemez, kara gücünün de olması gerekiyor. DAİŞ' karşı kara gücü olarak dayanılacak ve savaşan kimdir? YPG savaşıyor. Dolayısıyla da YPG ile ilişki kurmaları doğru bir tutumdur. Yine YPG'nin de onlarla ilişki kurması doğru bir tutumdur. İkinci Dünya Savaşı’nda da sosyalistlerle, liberaller, demokratlar, kamplar faşizme karşı uzlaştı. Şimdi Kobanê'de de gerçekleşen bu.
Bu bir uzun yol arkadaşlığına dönüşebilir mi?
Olabilir. Biz PKK olarak şunu söylüyoruz: Kürt sorununu kim çözmek istiyorsa ve Kürtlerin bir halk olarak temel haklarını, kimlik haklarını, kültürel, dil, özgürlük haklarını kim kabul ederse biz onlarla sorunu çözeriz. Bizim için ille şu güçle sorunu çözmek, şununla çözmemek gibi bir sorun ve yaklaşım olamaz. Bu gün Kürtlerin kimlik, dil, kültür sorunu, kendi değerleriyle özgürce örgütlenme ve kendini yönetme sorunları var. Kim bu sorunların çözümüne hizmet ederse, kim ki Kürtlere saygılı davranırsa elbette ki Kürtlerde onları kabul eder. Kürtleri, Kürtlerin haklarını kabul etmeyeni Kürtlerde kabul etmez, kim ki kabul ederse Kürtlerde onları kabul eder. Bu doğru bir politikadır.
DAİŞ projesi Türkiye'yle sınırlı bir proje midir, bölgesel ve küresel aktörleri var mıdır? Esas olarak sizce DAİŞ projesi nedir?
Şimdi DAİŞ'in dayandığı bir temel var. Sunni Araplar içerisinde dayandığı bir temel var. Bunu görmek gerekiyor. Yine DAİŞ tarihe ve Ortadoğu'nun kültürüne de dayanıyor. Ki bu kültürü ağırlıklı kesimi İslami bir kültürdür. Dikkat edilirse buna da, tarihe de, Sunni kesime de hitap ediyor. Böyle dayanakları var. Ama DAİŞ bunlara dayanarak gelişmedi ve bu günkü düzeyi kazanmadı. Dikkat edilirse bir yıl öncesine kadar DAİŞ küçük bir örgüttü. Ama bir yılda bu hızla gelişti ve bu günkü düzeye vardı. Bu DAİŞ'in kendi gücü değildir. Bu bölgesel ve uluslararası bazı güçlerin DAİŞ'e verdiği destek sonucudur. Bu güçler DAİŞ'i hızla büyüttü ve bu günkü düzeye getirdi. Silah ve para desteğini en çok Katar ve Suudi Arabistan verdi. Yine Ürdün siyasal destek verdi. Türkiye başından beri sadece destek vermedi, bütün yönleriyle güçlendirdi. Hatta özel harp dairesinin elemanları bizzat DAİŞ'in içinde yer aldı. Bizzat bu savaşı yönlendirdi, yönetti, geliştirdi. Uluslararası bazı güçler yine Ortadoğu'da hakimiyetlerini kurabilmek için DAİŞ'i geliştirdi. Çünkü DAİŞ'le mezhep savaşları ve parçalanmalar geliştiriliyor, demokrasi ve özgürlüğün dayandığı temeller, kültürler, tarihler tahrip ediliyor ve burada halklar birbirine boğazlatılıyor. Halklar güçsüz düşürülerek bu halklar adeta bazı güçlere mecbur kılınmak isteniyor. Bu güçler bu tarzda DAİŞ'i kullanarak kendilerini halklar nezdinde birer kurtarıcı güç haline getirmek istiyor. Şu anda aslında yaşanan budur. DAİŞ geliştiyse aslında böyle gelişti.
DAİŞ Ortadoğu'nun yeniden dizaynının bir aracı mı?
Elbette Ortadoğu yeniden dizayn edilmek isteniyor. Ama bir türlü sonuç alınamıyor. İşte Libya, Mısır, Irak, Suriye, Yemen ve Afganistan'da bir türlü istenilen sonuçlar elde edilemedi.
Yakın gelecek açısından öngörünüz nedir?
Savaş mezhep savaşına dönüştü. Mezhep savaşları uzun süreli, büyük tahribatlar yaratan ve kolay kolay bitmeyen savaşlardır. Bu savaşlarla halklar tüketilir. Dolayısıyla bu savaş öyle kısa sürede bitecek bir savaş değildir. Şu anda yapılan DAİŞ'i sınırlandırma çabalarıdır, yoksa DAİŞ'i tümüyle etkisizleştirme değildir. Ki bu biraz zordur ve zaman alır. Çünkü dayandığı temeller vardır. Bu temeller ortadan kalkmayacağına göre bu savaşında uzun süre devam edeceğini belirtmek mümkündür.
Bu yaşanan gelişmelerin Kürtlerin ve Kürdistan’ın geleceği açısından önemli fırsatlar açığa çıkardığını düşünüyor musunuz?
Elbette bazı fırsatlar açığa çıkarmış bulunuyor. Ama bu Kürtlerin direnişiyle açığa çıkarılan fırsatlardır. Eğer Kürtlerin direnişi olmamış olsaydı. Kesinlikle bu fırsatlar doğmazdı. Kürtler bu günkü düzeyi kazanamazlardı. Birinci, ikinci dünya savaşında Kürtler çok güçsüzdü, örgütsüzdü, önderliksizdi. Onun için Ortadoğu’yu yeniden düzenlediklerinde Kürtlere Ortadoğu’da yarattıkları sistem içerisinde yer vermediler. Onun dışında tuttular. Kürt parçalanmışlığını esas aldılar. Sistem statü bunun üzerine oturtuldu. Oysa bu gün Kürtler birinci ve ikinci dünya savaşındaki gibi değil. Kürtlerde ciddi bir değişim gerçekleşti. Kürtler bütün parçalarda büyük bir mücadele yürüttü. Bu mücadeleleriyle kendileri için bazı değerler yarattılar. Her şart altında dayanabilecekleri değerler yarattılar ve bu değerleri de sürekli büyütüyorlar. Onun için Kürtler birinci ve ikinci dünya savaşındaki Kürtler olmaktan çıktılar. Artık o statüleri kabul etmiyorlar. Yeni bir statünün yaratılmasını istiyorlar. Ortadoğu’da yeni bir statü yaratılırken, Kürtlerinde her halk gibi bu statüde yer almasını istiyorlar. Hatta bu yeni statünün yaratılmasında Kürtler öncülük görevini üstlenmiş bulunuyorlar. Kürtler direnişleriyle, mücadeleleriyle, özgürleşmeyi hak eden bir halk haline geldi. Bunu artık dünyada görüyor. Dünyada bunu gördüğü için Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesinde Kürtler siz bir şekillenmenin olamayacağını, yeni statünün Kürtlere dayandırılması gerektiğini tartışmaya başlıyor. Dünya devletlerinin birçoğu tartışmanın da ütesine geçerek yeni statü Kürtlere dayandırılmalı diyorlar. Kürtler artık belirleyici güçtür; Kürtler olmadan siyaset yapılamaz, statü oluşturulamaz sonucuna varmış durumdalar. Kürtler kendi mücadeleleriyle bunu yarattı. Şimdi uluslararası güçler, bölgesel güçler bunu görüyor. Bazıları bunu tehlikeli görerek önlemeye ve etkisiz hale getirmeye çalışıyor. Fakat bazıları da bunun tersine yeni statünün ancak Kürtlere dayandırılarak gerçekleşebileceğini düşünüyor. Bunun için Kürtlerle ilişki ve ittifak kuruyor. Çünkü Kürtler Ortadoğu’nun en canlı ve mücadele eden gücüdür. Ancak bu güçle ittifak kurulursa Ortadoğu’da yeni statüler oluşabilir. Başka türlüde oluşması mümkün değil.
Bir demokratik ittifak projenizde var. Ama bunun alternatifi bir bağımsız Kürdistan projesi de var kaçınılmaz olarak. Nedir sizin öngörünüz, nereye doğru gidiyor?
Kürdistan’da elbette ki Kürt siyasal güçlerinin yaklaşımları, istemleri aynı değil. Benzer yanları da ayrı düştükleri yanları da var. Bu durum gayet doğaldır. Bütün dünyada, bütün ülkelerde çeşitli partiler olur. Bunların farklı programları, stratejileri çalışmaları ve anlayışları olur. Bu bir zenginliktir. Toplum karakterine de uygundur. Çünkü tolumda teklik yoktur. Tersine çoğulculuk vardır. Dolayısıyla çok fikirli örgütlenmeler toplum karakterine uygun olduğu gibi, toplumu canlıda kılar, değişime uğratıp, başarıya götürür. Bu açıdan farklı yaklaşımların olması gayet doğaldır. Bazıları bunun çok çelişkili olduğunu, hatta birbirine karşıt güçler biçiminde göstermeye çalışarak, buradan bir şeyler ummaya çalışıyorlar. Acaba çelişkileri, farklılıkları derinleştirebilir miyiz? Kürtleri yeniden birbirine düşürebilir miyiz? Gelişen Kürt birliği önleyebilir miyiz, gibi hesaplar yapıyorlar. Bunlar artık geride kalan hesaplardır. Bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Kürtler artık eski Kürtler değil. Kürtlerde artık neyin kendi çıkarına neyin kendi zararına olduğunu ayır eder duruma gelmiştir. Dikkat edilirse artık Kürtler ulusal birlik yönünde çabalar gösteriyor. Ulusal birliği zedeleyen anlayış ve tutumlara karşı tavır geliştiriyorlar. Bu bence çok önemli bir gelişmedir. Esas olarak bu Kürt sorununun çözümünü ortaya koyuyor. Bu Kürt kimliğini, varlığını, onurunu ortaya koyuyor. Bu uluslararası düzeyde Kürtleri onurlu bir halk haline getiriyor.
Bazı Kürt partileri bağımsız bir devlet kurmak istiyor. Bazıları federe, bazıları da konfederal yapı istiyor. Belki bazıları ulus devlet içinde bir çözüm olarak otonomiyi istiyor. Bunlar gayet doğal istemlerdir. Bizimde bir yaklaşımımız var. Biz Kürt sorununun çözümünü devlet kurma biçiminde ele almıyoruz. Bağımsızlığı da devlet kurma biçimde ele almıyoruz. Bağımsızlın devlet kurmayla bir alakası yoktur. Yine ulusal sorunu çözmek demek illede bir devlet sahibi olmak demek değildir. Biz sorunun çözümünü demokratik ulusun geliştirilmesinde, demokratik özerkliğin geliştirilmesinde, yine demokratik konfederal sistemin geliştirilmesinde görüyoruz. Bu demokrasiyi, özgürlüğü, adaleti, halkların, dinlerin, kültürlerin gerçek birliğini sağlar diyoruz.
Ulus devleti esas almak demek; devleti, iktidarı esas almak demektir. Buda tekliği içeriyor. Tek ulus, tek millet, tek din yani asimilasyon ve inkârı içeriyor. Asimile edemediğini fiziki olarak yok etme. Eğer fiziki olarak yok edemiyorsa, kültürel olarak yok etmeyi esas alıyor. Türkiye’de de Erdoğan sürekli tek dil, tek bayrak, tek vatan söylemlerinde bulunuyor. Asında bu faşizmdir. Tekliği istemek, çoğulculuğu, farklılığı, zenginliği, canlılığı ortadan kaldırmak demektir. Bazılarını yok etmek demektir. Bazılarını yok ederek birileri özgür ve bağımsız olamaz. Demokrasiyi inşa edemez. Onun için biz Kürt sorununun çözümünü demokratik ulusun, demokratik konfederalizmin geliştirilmesinde görüyoruz. Bunun anlamı bütün halkların birlikte özgürce, eşitçe kendilerini örgütleyerek kendilerini ifade etmesidir. Birilerine karşı sorumluluklarını yerine getirmeleridir. Özgür bir temelde gönüllü bir birliği sağlamalarıdır. Dikkat edilirse ulus devlet anlayışı bütün çatışmaların, savaşların, katliamların, işkencelerin nedenidir. Eğer gerçekten bunlar kaldırılmak isteniyorsa, özgürlük, demokrasi eşitlik, adalet amacı taşınıyorsa, bu amaç anacak demokratik ulusu esas almakla, onu uygulamakla, demokratik özerkliği geliştirmekle, yine halkları dinleri, demokratik konfederal bir sistem içerisine almakla mümkün olabilir. Başka türlü bu mümkün değildir.
Türkiye’nin katı, inkârcı, ulus devlet modelinden vazgeçmeye çalıştığını düşünüyor musunuz?
Biz pek vazgeçtiği düşüncesinde değiliz. Eğer vazgeçselerdi, Önder Apo’nun sunduğu muazzam bir zemin var. Bu zemine dayanarak Kürt sorununu ve Türkiye’nin demokratikleşme sorunlarını çözerlerdi. Bunları çözmek demek katı ulus devletçi zihniyetten vazgeçerek demokratik bir ulusu esas almak demektir. Türkiye’nin çıkarına olanda budur zaten. Dikkat edilirse Önder Apo, PKK bunda ısrar ediyor. Eğer bu konuda Türkiye adım atmaz ise, Suriye ile Irak hangi duruma düştü ise Türkiye’de benzer duruma düşecektir. Eğer Türkiye gerçekten Irak ile Suriye’nin durumuna düşmek istemiyorsa, iç savaşlar yaşamak istemiyorsa, parçalanmak istemiyorsa bunun yolu Kürt sorununun demokratik siyasal çözümünü hemen gerçekleştirmesidir. Yine Alevi sorununu diğer halkların sorununu bir bütün Türkiye’de demokratik bir toplumu yaratarak demokrasi sorunlarını hızla çözmesi gerekiyor. O zaman Türkiye, Irak ve Suriye’nin düştüğü duruma düşmez. Türkiye o zaman özgürlükler, demokrasi ve kardeşleşmenin ülkesi haline gelebilir. Halklar için bir model haline gelebilir. İkide bir Türkiye bir modeldir deniliyor. Türkiye’nin şu anda neyiyle Ortadoğu halklarına model olacak. Neyi sunarak model olacak? Eğer halkların özgürlüklerini, kardeşçe birlikte yaşamasını kabul ederse ve halklar kendi kimlikleriyle, değerleriyle kendilerini örgütleyip ifade ederse o zaman model olabilir. Başka türlü model olması mümkün değildir. Kendi kendilerini aldatmamaları gerekiyor. “Hem model olacağız” diyor. Hem de en katı diktatörlük yasalarını geliştiriyor. Son güvenlik yasalarıyla, kamu düzenini polisiye tedbirlerle, askeri tedbirlerle sağlayacağını söylüyor. Bununla nasıl model olacak? Her halde bu tarzla model olunamaz. Olsa olsa bir polis devleti olunur. Diktatöryanın yönettiği bir devlet haline gelinebilir.
Hükümetin kamu düzeninin sağlanması konusunda size yönelik çağrılarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben gerçekten gülünç buluyorum. Kamu düzeninin sağlanmasını PKK’den istiyorlar. Bu aslında PKK’nin toplum üzerindeki etkisini de gösteriyor. Belki farkında olmadan bunu kabul ediyorlar. Bir yandan tehditler savuruyor, diğer yandan ise PKK’ye bazı şartlar öne sürerek PKK’nin kamu düzenini sağlamsını istiyor. Bu artık Türk devletinin kamu düzenini sağlayamadığının açık bir itirafıdır. Türk devleti bununla içine düştüğü vahameti itiraf ediyor. Ben kamu düzenini sağlayamıyorum. Ancak PKK bunu sağlayabilir diyor. Bunun ne anlama geldiğini sanırım herkeste görüyor ve anlıyor. Mademki gerçek bu ise; artık sadece PKK kamu düzenini sağlayabiliyorsa, o zaman PKK ile kamu düzenini sağlamak için müzakere görüşmelerini bir ana önce başlatması gerekiyor. Eğer müzakere görüşmelerini başlatırlarsa kamu düzeni sağlanır. Başka türlü nasıl sağlanacak? Sen müzakere yapmayacaksın, terörist olarak göreceksin, bütün uluslararası güçlerin hayranlıkla izlediği Kobanê direnişini, YPG ve YPJ güçlerini terörist ilan edeceksin. Ama diğer taraftan da ben kamu düzenini PKK’ den rica ediyorum sağlasın diyeceksin. Bu büyük bir çelişkidir.
Şunu da belirtmekte yarar var. Türkiye hiçbir zaman Kürt sorununun çözümünü gündemine koymadı. Çözüm programı diye bir programı yoktur. Türk devleti, tek yanlı Önder Apo’nun geliştirdiği süreci hep tıkatmaya, içini boşaltmaya çalıştı. Halkı oyalayarak, uluslar arası güçleri oyalamaya çalışarak sanki Kürt sorununu çözüyormuş gibi bir imaj yaratarak hep zaman kazanmaya çalıştı. Her şeyi seçimlere ve iktidarına kurban etmeye çalıştı. Onun içinde psikolojik-özel savaşı yürüttü. Psikolojik-özel savaşı gerçekten başarılı yürüttü. Çünkü geçmişte kendisi de bu savaşın hedefiydi. Onun için tecrübesi var. Bazı yeni şeylerde ekleyerek psikolojik –özel savaşı Hareketimize karşı, halkımıza karşı yürütüyor. Onun için hep umutlar ve beklentiler yaratıyor. Sorunun çözümüne çalıştığını söyleyerek herkesi aldatarak hiçbir adım atmıyor. Söylemde çözeceğini söylüyor, pratikte ise hiçbir adım atmıyor. Tam tersine Önder Apo’nun tek yanlı geliştirdiği adımları da tıkattı. Anlamsız hale getirdi. Halkın toplumun uluslar arası güçlerin sorunun çözümü için müzakerelerin başlatılması yönünde beklentileri var. Fakat kendilerinin böyle bir amacı yok. Bunu nasıl örtbas edecek. Kendilerince bazı gerekçelere sarılarak bunu yapmaya çalışıyorlar. En büyük gerekçeleri de nedir? Kobanê etrafında gelişen hareketliliği bahane ederek, bu müzakerelerin yapılması önlenmiştir. Hareket, PKK, halk müzakerenin koşullarının ortadan kaldırıyor. Onun için müzakere yapamayız. Yapabilmemiz için Kürtlerin PKK’nin kamu düzenin sağlaması gerekiyor ki bazı adımları atabilelim şeklindeki gerekçelere sığınıyor. Bunlar sahte gerekçelerdir.
Size verilen Yol Haritasında da bu tür gerekçeler var değil mi?
Kamuoyuna Yol Haritası geliştirdiklerini ve bunu hareket ile önderliğe de ilettiklerini söylediler. Kesinlikle bize iletilen bir Yol Haritası yoktur. Bunu açık söylüyorum. Bu işin merkezinde biz varız. Bize yol haritası gelmediğine göre, her halde kimse Yol Haritası’nın bize geldiğini söyleyemez. Bu tamamen uluslararası güçlerini ve Türkiye’deki kamuoyunu aldatmaya yönelik bir propagandadır. Böyle bir yol haritası yoktur. Bir programları yoktur. Tamamen aldatmadır.
Peki, bu süreç böyle devam ederse, genel olarak sürecin geleceği nasıl şekillenecek?
Erdoğan ve AKP Türkiye'yi bir uçurumun eşiğine getirmiş bulunuyor. Türkiye eskiden NATO'nun, Avrupa Birliği'nin desteğini alarak PKK'yle mücadele yürütüyordu. Ama şimdi artık o desteği bulamıyor. Bunu kendi politikaları yarattı. Türkiye artık politikalarıyla Türkiye'yi çıkmaza sokmuştur, uluslararası alandan tecrit olmuştur. Politikaları çökmüştür. Artık Türkiye bir yüktür. NATO içinde, Avrupa Birliği içinde bir yük haline gelmiştir. Artık bu güçler Türkiye'yi daha fazla bu tarzda taşımak istemiyor. Kobanê'de çok açık bir şekilde bunu ortaya koydular. Sayın Erdoğan "YPG, PKK'de DAİŞ gibi teröristtir" dedi. Ama uluslararası koalisyonun sözcülüğünü yapan Amerika "Biz PYD'yi, YPG'yi terörist görmüyoruz" dedi. Yine Sayın Erdoğan "YPG ve Kobanê'ye destek verilmemeli" dedi. Uluslararası koalisyon güçlerinin öncüsü kalktı uçaklarla bombalamalar yaptı, yine YPG ve YPJ direniş güçlerine bazı silah ve cephaneler verdi. Bunlar herkesin gördüğü gerçekler. yani giderek Türkiye ile uluslararası güçler arasında makas açılıyor. Türkiye yalnızlığı ve bir çıkmaz durumunu yaşıyor. içerde de giderek yalnızlaşıyor ve içerde de giderek iç savaşın sesleri duyulmaya başlanıyor. Bunu bazıları dile getiriyor, uyarıyor. Hatta geçmişte Sayın Erdoğan'la çalışanlar bile uyarıyor ve "Siz bu politikalarınızla Türkiye'yi hem içte hem de dışta bir felakete sürüklüyorsunuz. Hızla bundan vazgeçin" diyorlar. Eğer bundan vazgeçmezse ya Mısır gibi bir darbeyle karşılaşır. Nasıl ki Mursi orda bir darbeyle uzaklaştırıldıysa, Erdoğan'ın karşılaşacağı bu olabilir. Yada Türkiye iç savaşa doğru bir yol alabilir ve parçalanabilir. Aynen Suriye ve Irak'ın içine düştüğü duruma düşebilir. Bunu önlemenin tek yolu var. O da hemen, hiç zaman kaybetmeden Önder Apo'yla müzakereye oturmalarıdır. Kürt sorununun demokratik-siyasal çözümünü hızla geliştirmeleridir. Bununla birlikte Türkiye'yi demokratikleştirme yönünde hızla geliştirmeleridir. Türkiye'de birçok demokrasi ve özgürlük sorunu var. Bunların hızla çözülmesi gerekiyor. Ancak o zaman Erdoğan belirttiğim akıbetleri yaşamayabilir. Önder Apo sürekli tehlikelere dikkat çekiyor. Hem Erdoğan, AKP, Türkiye, Ortadoğu, Kürtler, Güney Kürdistan Hükümeti ve PKK için sürekli uyarılarda bulunuyor. Sürekli DAİŞ tehlikesinden bahsediyor. Sürekli eğer demokrasi ve özgürlük sorunlarına çözüm getirilmezse Türkiye'nin felakete gidebileceğini, Ortadoğu'nun ağır ve kanlı savaşlar yaşayacağını söylüyor ve bunun için hızla tedbirler alınmasını öngörüyor. İşte daha bir yıl öncesinden Irak'ta orta hattan bahsetti. DAİŞ'in bu alanda saldırılar yapabileceğini, Ezidilere ve Kürtlere saldırılabileceğini, bunun önlemlerinin alınması gerektiğini söyledi. Bir yıl sonra bunlar gerçekleşti. Yine DAİŞ'in Kürtler, bölge halkları ve hatta uluslararası güçler için büyük bir tehlike yaşatacağını söyledi. Bunu kimse ciddiye almadı ama bu gün herkes bunu yaşıyor.
Çözüm sürecinde son olarak böyle bir çatışma ihtimali görünüyor mu? Yoksa bu süreç bu haliyle bir süre daha bu siyasal tartışmalar, siyasal mücadele şeklinde devam mı edecek? Bu konuda kamuoyunda da böyle bir tedirginlik var. Çatışmalara yeniden dönüleceği şeklinde yükselen bir kaygı var.
Şimdi şunu açıkça söyleyeyim 2013 Newroz'un da Önder Apo dünya şahitliği önünde Kürt sorununun artık siyasal yöntemle çözülmesi gerektiğini, bunun için çalışacağını ve mücadele edeceğini deklare etti. Bunu bütün dünya izledi. Ve Önder Apo sadece bu deklarasyonu da yayınlamadı. Bunu destekleyen pratik adımlar attı. Hem de dünyada savaşan güçlerden hiç bir gücün atmadığı adımlar attı. Tek taraflı esirlerin bırakılması, ateşkesin ilan edilmesi, savaşın durdurulması, gerillanın mevzilerinden Güney Kürdistan'a çekilmesi bunlar öyle görüşülerek, tartışılarak üçüncü bir gücün gözetiminde anlaşılarak imzalanan hususlar değildir. Bunun sonucunda bu adımlar atılmadı. Tam tersine tek taraflı bir süreç geliştirildi. Diyalog süreci müzakere sürecine dönüştürülmek istendi. Bunun zemini hazırlandı. Ama Türk devleti bütün bu adımlara, yaratılan zemine, tek taraflı çabalara rağmen bu adımı atmadı. Sürekli bunu sabote etmeye ve anlamsız hale getirmeye çalıştı. Psikolojik savaşı mükemmel yürüterek bu süreci ortadan kaldırmaya çalıştı. Önder Apo uyarılar yaptı. Bunun yapılmaması gerektiğini, bunun Türkiye'ye bir şey kazandırmayacağını aksine Türkiye'yi felakete götüreceğini söyledi ve hep bu zeminin korunmasında ısrar etti. Türkiye'nin, AKP'nin müzakere yönünde adım atması için olağanüstü bir çaba sarf etti. Ama herkeste takdir eder ki tek yanlı çabalar bir yere kadardır. Oradan öteye gidemez. Eğer tek yönlü çabalarla sonuç alınsaydı. Önder Apo geliştirdi, bir düzeye de getirdi ondan sonrada geliştirirdi. Ama dünyada sorunlar çift taraflı çözümleniyor, tek taraflı çözümlenmiyor. Hatta üçüncü bir gücün gözetiminde çözümleniyor. Bu olmadan sorunlar tek taraflı çözümlenmiyor. Onun için tek taraflı çabalar belli bir seviyeye kadar geldi, artık ilerleyemiyor. Türkiye sorunu çözme yönünde adım atmıyor, çaba göstermiyor. Önder Apo hala bile anlamsız hale getirilen bu süreci kurtarma yönünde çaba gösteriyor. Ama Hareketimiz, halkımız artık öfkelidir, öfke duyuyor. Artık sabrı tükenmiştir. Çünkü bu tarzda artık sonuç alınamayacağı ortaya çıkmıştır. Bunda ısrar etmenin de anlamsızlığı da ortaya çıkmıştır. Hareket ve halk olarak bizim istemimiz Türkiye'nin hemen bundan, bu oyalama politikalarından vazgeçmesi ve hemen müzakereye geçmesidir. Eğer geçmezse Kürdistan'daki ve Ortadoğu'daki gelişmeler, Türkiye'nin içine düştüğü durum, izlenen politikalar gerçekten Türkiye ve AKP'nin sonunu getirecektir. Biz istesek de, istemesek de Türkiye bu yönde adım atacaktır. Biz bir an önce Türkiye'nin buradan çıkmasını, bundan vazgeçmesini, hemen müzakereye geçmesini istiyoruz. Eğer geçmezse Türkiye'de giderek iç savaş tehlikesi ve darbe durumları gelişebilir. Kürt halkı ve Türkiye'deki demokrasi güçleri eskisi gibi artık uzlaşamaz, bekleyemez giderek harekete geçerler. Uluslararası güçler harekete geçmiş durumda. Türkiye'de de demokrasi ve özgürlük güçleri harekete geçerse bunun sorumlusu AKP Hükümeti olur, başkası olamaz. / Firatnews
Güncelleme Tarihi: 03 Kasım 2014, 18:59