HDP İmralı Heyeti, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'a görüşmek üzere İmralı Adası'na gitmek için gerekli başvuruları önceki gün yaptı. Başvuruya henüz bir yanıt verilmiş değil. Heyetin, Ada'ya ne zaman gideceği belirsizliğini korurken, İmralı Heyeti, seçimin ardından yaptığı tüm açıklamalarda, "Süreç kaldığı yerden devam etmeli" dedi. Ayrıca, heyetin başvuruyu yaptığını duyurduğu gün, KCK'den gelen açıklamada, "Öcalan’ın özgürlüğü, tahkim edilmiş ateşkes ve meclisin devreye girmesi" sürecin ilerletilmesi için olmazsa olmaz şartlar olarak sunuldu.
KCK'nin bu açıklaması ne anlama geliyor? Heyet, yakın zamanda Ada'ya gidebilecek mi? İzleme Heyeti konusunda aynı tutum sürüyor mu? Sürecin kaldığı yer nedir? Hangi koalisyon durumunda, çözüm süreci daha iyi ilerler? İmralı'da fiili bir tecrit mi var?
Bu sorulara İmralı Heyeti Üyesi ve HDP Amed Milletvekili İdris Baluken yanıt verdi.
Heyetiniz, seçimin ardından Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile görüşmek için ilk başvurusunu önceki gün yaptı. Başvurunuzla ilgili herhangi bir gelişme var mı?
Henüz yeni bir bilgi aktarılmadı. Sanıyorum ki, değerlendirecekler.
Koalisyon, erken seçim tartışmaları hengamesi içerisinde başvurunuza olumlu bir yanıt verilmesini bekliyor musunuz?
Olması gerekiyor. Çözüm sürecini Türkiye'nin mevcut siyasal konjonktürü için değil, Ortadoğu'nun demokratik geleceği açısından önemsiyoruz. Sayın Öcalan'da çözüm sürecine başlarken bunun bütün bölge için umut olacağını belirtmiş, bütün bölgeye bir barış getirmek istediğini ifade etmişti. Türkiye'deki mevcut siyasi konjonktürden bağımsız olarak Ortadoğu halklarının toplumsal barışa ulaşması ve bölgenin demokratik geleceğini sağlaması açısından Sayın Öcalan'la sürekli iletişim halinde olmak istiyoruz.
RASYONEL DEVLET AKLI HÜKÜMETE YENİK DÜŞMEMİŞSE ÇÖZÜM DEVAM EDER
Beklentinizi dile getirdiniz. Ben politikanın reel durumu açısından, gidişinize izin verilip verilmeyeceğini soruyorum.
Biz de reel durumu göz önünde bulundurarak bu başvurumuzu yaptık. Rasyonel devlet politikaları genelde orta ve uzun vadeli planlamalar üzerinden yapılır ve o şekilde şekillenir. Türkiye'nin rasyonel devlet politikasını belirleyen akıl da, çözüm sürecinin ne anlam ifade ettiğini çok iyi biliyor. En azından bizim bugüne kadar yaptığımız görüşmelerde biz orta ve uzun vadeli bir perspektif üzerinden tartışmalar yürüttük. Türkiye'nin, Kürtlerin Ortadoğu'daki konumu, Ortadoğu'nun geleceği açısından olması gereken ilişkiler boyutu ile hep bir tartışma yürüttük. Bu güncel hükümetlerden bağımsız olarak ele alınması gereken bir konu ve eğer Türkiye'de gerçekten köklü bir devlet geleneği varsa, rasyonel bir devlet aklı 13 yıllık AKP iktidarında hükümete yenik düşmemişse bu konuda daha önce ortaya konan tartışmalar ve görüşler doğrultusunda hareket etmeli, diye düşünüyoruz. Nitekim hükümetler gelip geçicidir. Cumhuriyet döneminin en yüksek oy alan partisi AKP'nin, nasıl bir hezimetle halk tarafından cezalandırıldığına tanık olduğumuz günlerden geçiyoruz. Devlet politikaları güncel hükümet pratikleri ile ele alınmayacak kadar köklü olarak belirlenmeli. Bu şekilde hayata geçirilmeli. Yarın şekillenecek koalisyon formüllerine göre, Türkiye'nin 50-100 yıllık ülke politikalarını belirleyecek bazı temel politikalardan savrulma olursa, o zaman Ortadoğu gibi hem küresel güçlerin hem bölgesel hegemonik güçlerin cirit attığı bir yerde, bir yere ulaşmanız mümkün değildir. Bu yönüyle çözüm süreci hükümetlerden bağımsız olarak şekillenecek olan ve mutlaka devam etmesi gereken bir süreçtir. Burada Sayın Öcalan'ın son derece belirleyici bir rolü var. Sayın Öcalan sadece Kürt halkı ve Kürt özgürlük hareketi açısından değil, Ortadoğu'da barış umudunu taşıyan bütün halklar açısından çok farklı bir şekilde değerlendirilen bir lider pozisyonunda. Dolayısıyla Türkiye'nin bunu doğru okuması gerektiğini düşünüyoruz.
AKP YANLIŞ STRATEJİNİN BEDELİNİ ÖDEDİ
Bir süredir Öcalan'la görüşemiyorsunuz. Başvurularınızda hükümet bunun gerekçesini nasıl izah ediyor?
Yaptığımız görüşmelerde hükümet, seçimi gerekçe göstererek bazı açıklamalarda bulundu. Ancak ilgili karar organlarında -O karar organlarının da Cumhurbaşkanı olduğunu biliyoruz- değerlendireceklerini söylemişlerdi. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP hükümeti daha çok milliyetçi oylara yönelik bir strateji ve taktik izledi. Bunun büyük bir hüsran getireceğini biz de söylemiştik. AKP hükümeti ve Erdoğan çözüm masasını devirmeden barış ile ilgili çalışmalarını tamamlamış olsaydı bugün AKP açısından da çok daha farklı bir siyasi tablo şekillenmiş olurdu. AKP, çok yanlış bir okuma, çok yanlış bir değerlendirme, özellikle kitle katliamı girişiminin de devreye girdiği çok yanlış strateji üzerinden çalışma yürüttü. Bunun sonuçlarını da çok ağır bir şekilde ödedi. Şimdi gelecek hükümetler açısından da AKP'nin son 2,5 aylık izlediği politikalar ve ortaya koyduğu uygulamalar ders niteliğindedir. AKP dikkat ederseniz, bundan önceki seçim süreçlerinin tamamında, çözüm sürecini sahiplenen ve bununla ilgili mekanizmaları oluşturacağını vaat eden bir söylemle halka gitmişti ve çok yüksek oylar almıştı. Ancak 7 Haziran genel seçiminde özellikle son 2.5 aylık dönemde AKP, daha önceki seçim dönemlerinin bütün realitesini bir kenara bırakarak, müzakere masasını reddeden, müzakere mekanizmalarını yanlış gördüğünü söyleyen, Kürt sorununu ve Türkiye'nin demokratikleşme sorununu inkar eden, bu konuda da çaba içerisinde olan muhatap düzeyindeki HDP'yi Meclis dışında bırakmayı amaçlayan bir politika izledi ve tarihi bir hezimetle karşılaştı. Bundan sonra gelecek hükümetler de halkın verdiği bu mesajı çok iyi değerlendirmeliler. Halk, daha önceki seçimlerde çözüm sürecini sahiplenen, devletin belki de her alanda hakim olduğunu söyleyen bir siyasi partiye çözüm süreci karşıtlığı üzerinden çok tarihi bir ders vermiş oldu. Eğer gelecek hükümetler bu realiteyi dikkate almazlarsa -zaten mevcut konumda AKP kadar güçlü bir halk desteğine sahip değiller- yaşayacakları hezimet tarihten silinme ile eşdeğer anlama gelebilir.
HALK, SÜRECİN ARAÇSALLAŞTIRILMASINA YANIT VERDİ
AKP süreci yanlış okudu diyorsunuz. Mesele AKP'nin süreci yanlış okuması mı, çözüm niyetinin olmaması mı?
İkisinin de etkisi var. AKP süreci araçsallaştırmak istedi. Bu Sayın Öcalan'ın cümlesidir aslında. Sayın Öcalan, AKP'nin sürece samimi ve ciddi yaklaşım yerine hep kendi iktidarı için bir araçsallaştırma perspektifi üzerinden yaklaştığını ifade ediyordu. Bu konuda çok sert eleştiriyordu. Bundan vazgeçilmesi durumunda hızla kalıcı barışın sağlanacağını ve Ortadoğu ile ilgili çok önemli gelişmelerin yaşanacağını ifade ediyordu. AKP, 2 yıllık süre içinde yetersiz, eksik ve çok gecikmeli de olsa bazı şeyler yaptı. Fiili olarak şartların zorlanmasıyla da olsa Akil İnsanlar'ın alana inmesi, Meclis'te çok yetersiz bir çalışma ile sonuçlansa bile bir komisyonun oluşması, Müzakere Çerçeve Yasası'nın oluşturulması. Bütün bunlar AKP'nin çözüm süreci ile ilgili halka verdiği bir güven duygusuna neden oldu. Ancak görüldü ki, AKP, tüm bunları, çözüm sürecinin toplumsallaşması üzerinden kalıcı barışa gitmek için değil, kendi iktidarını sağlamak için bir araçsallaştırma üzerinden ele alıyor. Son seçimde, AKP, burada bile tarihi öngörü hatasına düştü. AKP'nin seçim öncesinde samimi ve ciddi adımlar atmayacağı konusunda bir fikre sahiptik. Daha önceki seçimlerde çözüm süreci üzerinden bir halk desteği sağlayan bir partinin bu kadar toplumsal sosyolojiyi okumadan, sadece yandaş şirketler tarafından önüne konulan anket istatistikleri ile hareket edeceğini doğrusu biz de çok düşünmüyorduk. Bu kadar milyon dolarlarla strateji belirleyen, bölge denkleminde strateji mutfağını çok iyi beyinlerden oluşturduğunu söyleyen bir partinin bu kadar basit bir hesap içerisini gireceğini doğrusu biz de öngörmüyorduk. Ama ortaya çıktı ki, AKP çözüm sürecini araçsallaştırma yaklaşımını bu seçim döneminde çok farklı ele aldı. Daha önce çözüm sürecine sahip çıkan bir tutumdan vazgeçip, bu kez çözüm süreci karşıtlığı üzerinden araçsallaştırma yoluna başvurdu. Seçim süreci boyunca da bazı yetkilileri de, 'Seçimden sonra çözüm süreci devam edecek. Gereğini yapacağız' gibi cümleler kullandılar. Bu açıklamalarda da yine süreci araçsallaştırma, iktidarını malzeme olarak kullanma arayışı var. Ancak bu kez ters bir cepheden politika belirleme durumu var. Dolayısıyla burada da kitlelerin bir gerçeğin farkına varması ve Sayın Öcalan'ın ilk günden AKP'ye yönelik yaptığı araçsallaştırma eleştirisinin bu sefer halk tarafından sandıkta yapılması durumu ile karşı karşıyayız.
'KALICI BARIŞIN HEMEN ARİFESİNDE KALMIŞTIK'
Seçimden sonraki tüm açıklamalarınızda 'Süreç kaldığı yerden devam etsin' diyorsunuz. Sürecin kaldığı yeri tarifler misiniz?
Kaldığı yer kalıcı barışın hemen arifesidir. Son İmralı'da yaptığımız toplantıda, İzleme Heyeti'nin oluşturulması ve İzleme Heyeti ile Amed Newrozu’ndan bir hafta sonra İmralı Adası'na gidilmesi, orada asgari müştereklerde bir mutabakat sağlanması durumunda, Sayın Öcalan tarafından KCK'ye bir kongre çağrısı yapılması konusunda bir anlaşmaya varılmıştı. Sayın Öcalan'ın Amed'de okunan manifestosu, milyonların şahitliğinde buna hazır olduğunu ifade eden bir bildirgeydi. Hemen ertesi gün KCK; Yürütme Konseyi aracılığıyla yaptığı açıklamada, Sayın Öcalan'ın bu çağrısına yanıt vermeye hazır olduklarını ve AKP'nin gerekli adımları atması durumunda kongre hazırlıklarına başlayabileceklerini ifade etti. KCK'nin açıklamasından iki gün sonra Cumhurbaşkanı, resmi müzakere aşamasına gelmiş olan süreçte rotayı ters yöne çevirmiş oldu. Dolayısıyla İzleme Heyeti'nin kurulması ve adaya gidilmesi durumunda yeniden bazı tartışmalarla birlikte, tekrar kalındığı yere gelinebileceğini düşünüyorum. Çünkü 7 Haziran'da çok güçlü bir çözüm ve barış mesajı ortaya çıktı. Bu mesajın sahibi de bütün Türkiye halklarıdır. Gerek Kürt halkı, gerek Türkiye halkları açısından sandıkta verilen mesaj: Müzakere masasını yeniden kurun, çözüm sürecini kalıcı barışa ulaştırın, bu temelde de Türkiye'de demokrasi ve özgürlükleri genişletin mesajıydı. Bu söyleme karşıt olan siyasi partilerin -ki başında da AKP geliyor- tamamı halk tarafından cezalandırılmış oldu. O nedenle süreci kaldığı yerden mutlaka kalıcı barışa doğru getirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu AKP'nin ya da oluşacak koalisyon hükümetlerinin konfigürasyonundan ya da politikalarından bağımsız olarak halkımızın verdiği mesaj üzerinden önümüze görev olarak konuldu. Biz de bu sorumluluk gereği bunu bir çağrıyla kamuoyuna duyurduk, önümüzdeki günlerde de bunun ısrarı içinde olacağız. Sürece hiçbir zaman salt AKP'nin yaklaşımları AKP'nin adım atıp atmaması, AKP'nin samimiyeti ya da ciddiyeti üzerinden bir yaklaşım ortaya koymadık. Sayın Öcalan da hiçbir zaman bu yaklaşım üzerinden süreci ele almadı. Sürece Kürt halkının, Türkiye halklarının yaklaşımı ile Ortadoğu'nun geleceği açısından hep bakıldı. Bugün de aynı noktadayız.
Görüşmelerin bittiği nokta çok önemli bir noktaydı. Tam üçüncü bir göz olarak İzleme Heyeti'nin devreye gireceği noktada kesildi. Çok kritik bir noktaydı bu. AKP'nin bugün yaptığı gibi, İzleme Heyeti var olsaydı, hafızayı sıfırlama girişimi söz konusu olamazdı. Eğer seçimler olmasaydı, Erdoğan, yine bu noktada görüşmeleri durdurur muydu?
İzleme Heyeti'nin tanıklığa başlaması aynı zamanda resmi müzakerelerin başlaması anlamına geliyor. AKP bugüne kadar resmi müzakerelerden kaçacak bir politika izledi. Ancak hem Sayın Öcalan'ın, hem KCK'nin hem de HDP heyetinin AKP'nin bütün sekter yaklaşımlarına rağmen barış ve çözüm üzerindeki ısrarı AKP'yi resmi müzakereden kaçamayacak bir noktaya getirdi. AKP ya resmi müzakerelere tamamen başlayacaktı ya da masayı devirecekti. Seçimi gerekçe göstermek, 90 yıllık milliyetçi bir tabanın olduğu coğrafyada rahat sığınabilecekleri bir bahane olarak duruyordu.
Seçim olmasaydı AKP, zihniyet olarak resmi müzakerelere hazır mıydı?
Bu konuda "Evet" diyemiyoruz. Çünkü hep zamana yayan, oyalayan, adım atmayan, çözüm sürecini zora sokacak yasal düzenlemelerde ısrar eden tutumları vardı. Dolayısıyla belki başka bir gerekçe göstererek yine resmi müzakerelerden kaçmayı deneyeceklerdi. Ama burada anlaşılması gereken şu: Seçimin olmadığı koşullarda AKP resmi müzakerelerden kaçmış olsaydı bile biz yine onu resmi müzakereye zorlayacak şekilde bir ısrar ve tutum içerisinde olacaktık. Giderek toplumsallaşan barış ve çözüm duygusuna karşı siyasi partilerin ya da iktidar partilerinin direnme gücü kalmaz.
Daha öncesinde İzleme Heyeti olmadan Ada'ya gidişimizin de bir anlamı kalmadı, şeklinde heyetinizin açıklamaları olmuştu. Aynı noktada mısınız?
O görüşümüz devam ediyor tabi ki. Çünkü Sayın Öcalan, kendisi, 'Heyet olmadan buraya geldiğinizde yapacağımız toplantılar bir sohbetin ötesine geçmez' demişti. Çünkü Sayın Öcalan her bir saniyesini önemseyen ve sürece her bir saniye çok ciddi yaklaşan bir lider. Ancak bizim bu seferki başvurumuz, Türkiye'de hükümetin henüz kurulmadığı, hükümet tartışmaların devam ettiği bir dönemde gerçekleşti. Nasıl bir siyasi irade önümüze gelecek bilmiyoruz. Böylesi bir durumda 'İzleme Heyeti'nin kararını kim verecek?' gibi bir soru işareti var.
TECRİT, DİĞER GÜVENSİZLİKLERLE EŞDEĞER DEĞİLDİR
Bu durumda İzleme Heyeti'niz neden ısrarlı?
Tek bir sebebi var. Sayın Öcalan'la iki buçuk aydır heyetimizin görüşme yapmaması ve Sayın Öcalan'a karşı fiili bir tecrit algısının giderek çözüm sürecini riske sokması üzerinden okunmalıdır. Çünkü bu iki buçuk aylık süre içinde mevcut hükümet varken, mutlaka izleme heyeti ile birlikte heyetimizin gitmesi gerektiğini ifade ettik. Buna rağmen bırakın izleme heyeti ile gitmeyi, heyetimizin Sayın Öcalan'la görüşme koşulları olmadı. Dolayısıyla fiili olarak iki buçuk aydır devam eden bir tecrit var. Tecrit çözüm sürecini zaman zaman zorlayan diğer güvensizliklerle eşdeğer tutulacak bir şey değil. Tecride bizim, Kürt hareketinin, Kürt halkının ve Türkiye'de demokrasi çevrelerinin yaklaşımı AKP'nin diğer güvensizlik yaratan adımlarından çok farklıdır. Diğer güvensizlik oluşturacak adımları kendi özverili çalışmamızla, halkın ortaya koyacağı duruşla aşabiliriz. Ama tecrit hiçbirimizin kabul edebileceği bir durum değil. Eğer Sayın Öcalan'a tecrit geliştiriliyor algısı giderek yayılırsa, çözüm sürecini zora sokacak bazı önemli toplumsal reaksiyonları beraberinde getirebilir. O nedenle heyetimiz siyasi irade oluşmadan İzleme Heyeti de şekillenmeden de "Mutlaka Sayın Öcalan'a görüşmeliyiz' başvurusunu yaptı. Bu tecridin bozucu alan olarak ortadan kaldırılması gerekiyor. Ortada tecrit ile ilgili bir durum varsa, çözüm süreci ile ilgili olumlu bir havadan bahsetmek çok mümkün olmaz. Israrımız ondan dolayıdır.
1924'TEN BU YANA ACI ÇEKEN TÜM TOPLUMSAL KESİMLERE ÇAĞRIMIZ VAR
Önceki günkü açıklamanızda "ulusal koalisyon" gibi bir kavram kullandınız. Neyi kastediyorsunuz?
Barış ile ilgili mümkün olan en geniş toplumsal mutabakatı ortaya koyma çağrısıdır. Siyasi partilerin ideolojik yaklaşımlarından ya da güncel politikalarından bağımsız olarak hepimizi ilgilendiren bir mesele ile karşı karşıyayız. 30 yıldır bu ülkedeki çatışmalı süreçte ya da 1924 yılından bugüne kadar bu topraklarda inkar zihniyetinin yarattığı büyük felaketlerde siyasi yaklaşım, dünya görüşü ve ideolojik birikimlerden farklı olarak toplumun bütün kesimleri büyük bedeller ödedi. Büyük acılar çekti. Bütün bu toplumsal kesimlerin bu konuyla ilgili acı bir toplumsal hafızası var. Biz bu acı toplumsal hafızaya sahip kesimlerin barış umudu üzerinden bir araya gelebileceğini ve bunu güncel konjonktüre göre yaklaşmak isteyen siyasi partiler üzerinde bir toplumsal baskı kurabileceğini düşünüyoruz. Çağrımız biraz bu yönlü ele alınmalı. Bu toplumsal kesimlerin bir araya gelmesine yönelik bir çağrıydı. Onları temsil eden siyasi partiler üzerinden bu tarz bir yaklaşım da ortaya konabilir. Siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, demokratik kitle örgütleri, barış konusunda bu şekilde bir toplumsal talebi sahiplenebilirler. Bu son derece önemli bir gelişme olur.
Koalisyon ile ilgili iki ihtimal konuşuluyor: AKP-MHP, AKP-CHP. Siz, ilkeler üzerinde anlaştıktan sonra her koalisyonlarla görüşürüz, diyorsunuz. Ancak, bu iki seçenekten hangisi işinizi kolaylaştırır?
Mevcut görüşmeler olmadan, bu formülasyonlar hangi ilkeler üzerinden gelecekler, bunu bilmeden bir görüş ifade etmemiz çok doğru olmaz. Seçim döneminde de hep ifade ettik. Seçim sonrasında da dile getirdik. Temel önceliğimiz barış ve demokrasidir. Kürt meselesinin çözümünü gören, toplumsal barış için çaba göstereceğini ortaya koyan, bunun somut bazı politikaları ile önümüze gelen bu yönüyle de ülkeyi demokratikleştireceğini söyleyen hükümet formüllerine destek verip vermemeyi yetkili parti organlarımızda değerlendiririz. Bunun için Dolmabahçe'de kamuoyuna ifade ettiğimiz bir deklarasyonumuz da var. Hem tüm seçim çalışmasını üzerine oturttuğumuz bir programdı hem de seçim sonrası için önümüze gelecek olan formüllere, tekliflere nasıl yaklaşacağımızın adeta bir beyanıydı. 'Bu formülasyonlar nasıl şekillenecek'ten çok bu deklarasyona, bu demokrasi manifestosuna, bu barış arayışına nasıl yaklaşılacak, onu önemsiyoruz. Kamuoyuna verilen beyanatlara baktığımızda, beyanatlar üzerinden değerlendirme yapıldığında tabi ki, içinde MHP'nin olduğu bir formül, bu deklarasyonu şimdiden reddeden bir yaklaşım ortaya koyuyor. Bizim açımızdan kabul edilebilir bir durum değil. Özetle, barış, demokrasi ve özgürlüklerle ilgili Dolmabahçe'de kamuoyuna ifade ettiğimiz deklarasyona yaklaşım üzerinden önümüze gelecek olan hükümet formüllerine destek verip vermemeyi değerlendiririz.
KCK, AKP'NİN ÇATIŞMAYA ÇEKME POLİTİKASINA KARŞI DEMOKRATİK BİR CEVAP VERDİ
KCK'den dün açıklama geldi, Öcalan’ın özgürlüğü, tahkim edilmiş ateşkes ve meclisin devreye girmesi. Sürecin ilerletilmesi için olmazsa olmazlar olarak sıralandı. Ne diyorsunuz?
KCK'nin açıklaması da, müzakere masasının kurulması, müzakere mekanizmasının bir an önce devreye girmesi, bu yönüyle inisiyatifi ele alması ve hızla silahların devreden çıkacağı bir çerçeveyi öngörüyordu. Son derece olumlu olarak değerlendiriyorum. Özellikle AKP hükümetinin seçim dönemi boyunca Ağrı Diyadin, Adana, Mersin, Bingöl Karlıova ve Diyarbakır İstasyon Meydanı'nda halkı sokak çatışmasına, gerillayı da kırsalda çatışma alanına çekmek isteyen yaklaşımına karşı bence verilmiş en güçlü demokratik cevaptır. AKP, bütün bu girişimlerle KCK'yi de çatışma alanına çekmek istiyor. KCK'nin müzakere sürecinden çıkmasını ve kaos/çatışma zeminini tekrar güncellemesini istiyordu. KCK'nin yaptığı açıklama, AKP'nin bu yaklaşımlarını teşhir eden ve boşa çıkaran, içeriği itibariyle de demokratik özü esas alan ve demokratikleşmeyi bir çözüm olarak sunan son derece önemli bir perspektif. Buna gelecek olan hükümetin dikkat kesilmesi lazım. Buna uygun politikalar üzerinde yoğunlaşması lazım. / Firatnews
Güncelleme Tarihi: 14 Haziran 2015, 21:18