Fırat’ın doğusunda ve batısında faili meçhul bırakılmaya çalışılan cinayetlerin ve zorla kaybedilmelerin hesabını soran kayıp yakınlarının ortak çığlığıydı bu.
Arjantin’deki Plaza de Mayo Annelerinin mücadelesini örnek alarak, fotoğraflar ve karanfillerle Galatasaray Lisesi önünde kayıplarını aradılar, hesap sordular, adalet istediler... Her yaştan anne, eş, evlat, kardeş ve onlara destek verenler... Yakınlarını kaybettiren devlet şiddeti onları bu eylemlerde de rahat bırakmadı. Polis eylemlere saldırdı, 60’ını geçmiş anneler yerlerde sürüklendi... Biber gazı yedi, coplandı, gözaltına alındı... 1999 yılında polis saldırıları nedeniyle Galatasaray Meydanı’ndaki oturma eylemine ara verilse de 2009 yılında Galatasaray Lisesi önü yeniden gerçek sahiplerine kavuştu. Oturma eylemleri yeniden başladı bu kez daha kalabalık şekilde. Mücadele büyüdü. Artık tek merkez Galatasaray Lisesi önü değildi. Bölge illerinde de Kürtçe adıyla “Dayıka şemiye” eylemleri yapılmaya başlandı. Mücadele yurt dışına taştı. Fransa Cumartesi Anneleri Derneği Fransa başta olmak üzere Avrupa kentlerinde Cumartesi Anneleriyle eş zamanlı oturma eylemi yaptı.
Cumartesi Anneleri son nefesine kadar oğlu Cemil Kırbayır’ın kemiklerinin bulunmasını bekleyen 106 yaşındaki Berfo Ana’nın mücadelesini de devralarak eylemlerini bugün 500. haftaya ulaştırdı. Kayıp yakınları 500. kez Cumartesi Lisesi önünde bir araya gelen kayıp yakınları, “500. Haftamızda Fehmi Tosun için Galatasaray’dayız. 500 Haftadır adalet arıyoruz. Sen de gel” diyor.
AİLEM BÜYÜDÜ
İkbal Eren, ilk yılından itibaren Cumartesi Anneleri eylemlerine katılarak gözaltında kaybedilen ağabeyi Hayrettin Eren’in kemiklerini istiyor. “İlk eylemden bugüne kadar ailemin ne kadar büyüdüğünü gördüm. Kayıp yakınları, bize destek veren insanlar... Başka kayıplar olsun istemiyorduk. Cumartesi Anneleri eylemlerine ilk katıldığımızda bizimle aynı acıyı yaşayan kayıp yakınlarını gördüğümüzde daha büyük bir güç olduğumuzu hissettik. O gün ne hissediyorsam, 500. haftada da aynı şeyi hissediyorum.”
EZBERLENEN REPLİK: ‘BURADA YOK’
Hayrettin Eren 1980 askeri darbesinde İstanbul Saraçhane’de bulunan Haşim İşcan geçidinde 7 kişiyle birlikte gözaltına alındı. Önce Karagümrük Polis Karakoluna ardından ise Gayrettepe Emniyet Amirliğine götürüldü. Eren Ailesi ancak birkaç gün sonra Hayrettin’in gözaltına alındığından haberdar oldu. Önce Karagümrük polis karakoluna gittiler. Burada “Oğlunuz Gayrettepe Emniyetinde” denildi. Ancak aile Gayrettepe Emniyetine gittiğinde ise
“Hayrettin Eren’i biz almadık” yanıtıyla karşılandılar. Karagümrük Karakoluna döndüklerinde ise, Hayrettin’in gözaltı tutanağının bulunduğu sayfanın gözaltı defterinden koparılmış olduğunu gördüler. İkbal Eren, “Abim arabasıyla birlikte gözaltına alındı. Gayrettepe Emniyeti önünde arabası bulunmasına rağmen ‘Burada yok’ dediler” diyor. Eren ailesinin Bakanlıklara verdiği dilekçeler sonuçsuz kaldı. Yıllar sonra Eren’le birlikte gözaltına alınan yedi kişinin ifadesi bile dava açtırmaya yetmedi. İkbal Eren o süreci şöyle anlatıyor: “Yedi kişinin tanıklığıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına başvurduk ama Savcı Enver Özdemir 7 kişinin ifadesine rağmen davayı açmadı ve ‘Ben bu davayı açarsam yerimden olurum’ dedi.” Eren, “Karanfil koyacak bir mezarımız olsun. Güneydoğuda asit kuyularından çıkarılan kayıplar oldu ama batıda kaybedilenler bulunmadı” diyor.
Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Cumartesi Anneleriyle bir araya geldiği Dolmabahçe buluşmasını ve faili meçhullerle yüzleşileceği yönündeki sözlerini hatırlatıyor Eren: “Bir seçim süreciydi. Görüşmeye giden annelerden biri de benim annemdi. Kayıplarla ilgili araştırma komisyonu kurulacağını söyledi. Sadece alt komisyon kuruldu ve sadece Cemil Kırbayır dosyası alındı. O da fiyaskoydu. AKP annelerle adeta dalga geçti.”
BİLGİN: 500 HAFTA 500 HİKAYE
1994’de Ankara’da gözaltına alınıp kaybedilen Kenan Bilgin’in kardeşi İrfan BİLGİN:
Bu hafta 500. kez oturacağımız Galatasaray Meydanı’nda her hafta bir insanımızın hikayesi anlatılır. Burada bugüne kadar 500 hikaye anlatıldı. Hikayeler hep aynı kaybediliş hikayeleri. Çünkü bu bir devlet politikası olarak uygulanmıştır. Onun için Kenan’ın, ağabeyimin hikayesini tekrar tekrar anlatmayacağım. Biraz başladığımızdan bu yana geçen süreçten bahsedeceğim. 1990’lı yılları az çok herkes hatırlar. Kimileri iyi kimileri kötü hatırlar. Bizler de 1990’ları kabus olarak hatırlarız. İnsanlar sokak ortalarında kaçırılıyor, kurşunlanıyor, köyler yakılıyor. Bu dönemde gözaltında kaybedilen insanların aileleri olarak 27 Mayıs 1995 yılında bir araya gelerek her cumartesi Galatasaray Lisesi önünde oturma eylemi yapmaya başladık. O dönem her hafta polis saldırılarına maruz kaldık, gözaltına alındık, yerde sürüklendik fakat sonraki hafta yine oturduk. Bu eylem böyle başladı ve bugün 500. Haftaya geldik. Bu yüzden eylemimiz hem Türkiye’nin hem de Dünyanın en uzun soluklu eylemi olma özelliğini taşıyor.
FAİL DEVLETİN KENDİSİ
İlk talebimiz “İnsanlarımızı sağ aldınız sağ istiyoruz” du. Fakat artık bu talebin bir anlamı kalmadı ve hiç birini sağ olarak bize vermediler. Şimdiki talebimiz ise “Failler belli bunları yargılayın”. Bunu da yapmadılar, yapmazlar da... Kayıplarımızın failleri devletin ta kendisidir. Kendi kendini de yargılamaz. Tayyip Erdoğan iktidarı döneminde bolca demokrasi sözcükleri ve faillerden hesap sorulacağı vaatlerini duyduk. Fakat demokrasi yalnızca AKP için işledi. 1990’larda insanlar gözaltında kaybedilirken bugün en küçük bir eyleme bile tahammül edilmeyerek gencecik insanlar katlediliyor... Bu yüzden çağrımız artık bu iktidarlara değil halkadır. Biz Galatasaray Meydanı’ndayız. Halen insanım diyenlere çağrımızdır. Bu zalimliğe ve adaletsizliğe karşı çıkan her insanı aramızda görmek istiyoruz ki bunlara ‘dur’ deme şansımız olsun.
ŞERİF TAŞKAYA: BEŞ BİN YIL DA GEÇSE BURADAYIZ
“BİRİNCİ haftadan 500. haftaya ulaşan Cumartesi Anneleri Mücadelesi neleri değiştirdi?” 1993 yılında gözaltında kaybedilen Hüseyin Taşkaya’nın oğlu Şerif Taşkaya, “Türkiye’de bir kere ‘Devlet insan öldürmez’, ‘Devlet insan kaybetmez’ algısını değiştirdi” diye yanıtlıyor bu soruyu. Taşkaya, Cumartesi Anneleri eylemlerine katılma kararını ise şöyle anlatıyor: “İster istemez kendini orada görmek zorundasın. Ölülerimizin bedeni olmadan yaşamak istemiyoruz biz. Bu da beraber yürüyerek olacak bir şeydi. Kaybedilen bir insan var. Haksızlık var. Normal bir ölüm değil. Düşmanlık hukukunda bile mezar hakkı olur.”
Taşkaya bu nedenle “Yakınlarımızın kemiklerini bulmak ve adaletin sağlanması için beş bin yıl da sürse biz burada olacağız” diyor.
Baba Hüseyin Taşkaya, 1980 darbesinde 6 yıl cezaevinde kaldı. Serbest kaldıktan sonra ise Urfa Siverek’te ticaretle uğraşmaya başladı. Oğlu Şerif Taşkaya, dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in öldürülecek Kürt iş adamları listesinde babasının adının da olduğunu anlatıyor. Taşkaya babasının 1993 yılında Siverek’te “JİTEM ve köy korucuları tarafından” göz altına alındığını, o tarihten bu yana da babasından haber alamadıklarını anlatıyor.
CANINI ÇOK YAKMIŞLAR MIDIR?
Babasını ilk defa 4 yaşında, cezaevindeki bir görüşte gören Taşkaya, babası gözaltında kaybedildiğinde ise 14 yaşındaydı. Taşkaya babasıyla yaşadığı şu anıyı paylaşıyor: “Cezaevinden çıktıktan sonra bize ‘Görüş kabinine gelinceye kadar sizi görmek için ne kadar sıkıntı çektiğimi bilseniz’ dedi. Meğerse gardiyanlar oraya kadar dövüyorlarmış. Babam, ‘Ben razıydım diyordum. Sonunda çocuklarımı ve eşimi göreceğim’ demiş. Yani insan sevgisiyle dolu bir insandı.” Karışık duygulara sahip olduğunu söylüyor Taşkaya: “Acaba öldürürlerken canını çok acıttılar mı?Kuyuya mı attılar acaba?”
‘BİZE SELAM VERİYORLARDI’
Taşkaya, Cumartesi Annelerinin eylemlerine yönelik polis saldırılarının hem tanığı hem mağduru. O günleri ise şu sözlerle anlatıyor: “Her gün baskı oluyordu. Her hafta nezarette kalıyorduk. Analar artık dayanamıyordu. Halbuki insanlar dövüşmeye değil, sadece oturarak kayıplarını aramaya geliyordu.” Taşkaya, yaşadığı bir anekdotu da anlatıyor: “1998 yılıydı. Polis yine gözaltına almış ve sonra bizi adliyeye sevk etmişlerdi. Adliye koridorunda bekleyenlerin ‘Cumartesi Anneleri’ deyince annelere nasıl selam verdiğini gördük.”
'OĞLUMUN KEMİKLERİNİ BULMADAN BENİ GÖMMEYİN'
CUMARTESİ Annelerinin sembol ismi Berfo Ana... 1980 darbesinde zorla kaybedilen oğlu Cemil Kırbayır’ın bir gün geri gelir ümidiyle evinin kapısını hep açık bıraktı. Berfo Ana, ilerleyen yaşına rağmen, diğer kayıp anneleriyle birlikte kaybedilenlerin mücadelesini verdi. Kayıp yakınlarıyla birlikte dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’la da görüşmede, Berfo Ana, “Tek dileğim ölmeden oğlumun mezarını görebilmek” demişti. Berfo Ana, 12 Eylül davasına da müdahil oldu; Kenan Evren ile dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Emekli Orgeneral Tahsin Şahinkaya’nın rahatsızlıklarını gerekçe göstererek katılmadıkları duruşmaya ambulansla gitti. 21 Şubat 2013’de yaşamını yitiren Berfo Ana’nın son sözleri ise, “Beni oğlumun kemiklerini bulmadan gömmeyin” oldu.
500. HAFTAYA UZANAN SÜREÇ
KAYIP yakınları 27 Mayıs 1995’te Galatasaray Lisesi önünde saat 12.00’da ilk kez Cumartesi Anneleri adıyla eylem yapmaya başladı. Basın açıklaması şeklinde yapılan eylem daha sonra sessiz oturma eylemine dönüştü. Cumartesi Anneleri eylemine ilk polis saldırısı ise 8 Temmuz 1995’te yaşandı. 1996 yazında eylemler polis tarafından engellenmeye başladı. Ancak bir yandan Sezen Aksu’nun kayıp yakınları için yaptığı şarkının basında yer bulması, U2 müzik grubunun 1997’deki albümünü Fehmi Tosun şahsında Cumartesi Anneleri’ne adaması kamuoyu baskısı oluşturdu. Bu nedenle İçişleri Bakanı Mehmet Ağar, polisin fiili müdahalesinin sona ereceğine dair açıklama yapmak zorunda kaldı. Ancak polis şiddeti bitmedi. Bunun üzerine aileler 200’üncü haftada yani 13 Mart 1999 yılında oturma eylemine ara vererek 2009 yılına kadar İnsan Hakları Derneği’nde basın açıklaması yapmaya başladı. Kayıp yakınları 2009 yılında yeniden Cumartesi Lisesi önünde oturma eylemine devam etti.
DİYARBAKIR BİRİNCİ SIRADA
TÜRKİYE’de faili meçhul cinayetlerle ilgili resmi olarak net bir sayı yok. Ancak yaklaşık 17 bin faili meçhul cinayet ile kayıp olduğu belirtiliyor. İHD, TİHV ve YAKAYDER’e yapılan başvurulardan ve basında çıkanlardan derlenen bilgilere göre ise, 2 bin 324 faili meçhul yargısız infaz yaşandı. Bunların dışında 1251 kişi ise kayıp ve kendisinden hâlâ haber alınamadı. 1990’dan önce başlayan cinayetler, 1992’den itibaren aniden yükselişe geçiyor. En çok cinayet ve kayıp vakası ise 1993-1994-1995 yıllarında görülüyor. İller bazında da ise Diyarbakır birinci sırada yer alıyor. Diyarbakır’ı, Şırnak, Batman takip ediyor. / Evrensel
Güncelleme Tarihi: 25 Ekim 2014, 17:26