Askerin ölülerine “leş”, savcının annelerine “Bana ne senin acından” dediği bir aile onlar… Beş yıl önce 26 ferdini toprağa veren Encu ailesinin 2 genç fidanını daha kopardılar.. Roboski’ye adalet yerine yine ölüm yağdı….
Şırnak’ın Uludere İlçesi’ne bağlı Roboski Köyü’nde 28 Aralık 2011 günü 19’u çocuk 34 kişinin savaş uçakları ile vurulduğu katliamın failleri yargılanmadı. Failler yerine aileler yargılandı ve cezalandırıldı. Aradan geçen 5 yıla rağmen adaletin uğramadığı Roboski’ye yeni ölümler geldi. 34 kişinin yaşamını yitirdiği 15 nolu sınır taşının olduğu bölgede geçtiğimiz hafta yine bombardıman vardı. İlk bombardımanda 26 ferdini kaybeden Encu Ailesinin ocağına yine ateş düştü.
İlk bombardımanla aynı saatlerde bölgeye top ve ağır silahlarla yapılan atışlarda sınır ticaretine giden köylülerden 16 yaşındaki Vedat Encu yaşamını yitirdi, 5 kişi de yaralandı. Vedat’ın cenazesi ailesi tarafından 34 kişinin yanına defnedilmek istendi ancak jandarma buna izin vermedi ve cenaze köy mezarlığında sessizce toprağa verildi. İki gün sonra yaralı 5 kişiden biri olan ve Vedat’ın kuzeni Yılmaz Encu da tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi. Annesine, oğlunun yaralı halini görmesi için bile izin verilmedi. Yılmaz da Vedat’ın yanında ağıtlarla toprağa verildi. Vedat bayramlık almak için, Yılmaz da elbise almak için çıktıkları yoldan bir daha dönemediler. Encu ailesine katlanan ve unutturulmayan acılar bırakarak…
ASKERİN ROBOSKİLİLERE BAKIŞI!
Son ölümlerin ardından Hakkari üzerinden Roboski’ye, Encu ailesiyle görüşmeye giderken “Habur 2 Askeri Kontrol Noktası”nda durduruluyoruz. Rütbeli bir asker, Roboski’ye gideceğimizi söyleyince “Oralar karışık, bir şehidimiz var, bir tane de leş var” deyince duraksadık bir süre. Askerin “leş” dediği Vedat Encu’ydü. Onlarca kontrol noktasının ardından ulaştığımız köyde büyük bir sessizlik ve hüzün hakimdi. Açılan taziye çadırında çevre köylerden gelen çok sayıda misafir vardı. Herkesin dilinden “İkinci Roboski katliamı oldu” sözleri dökülüyor, aileler ile yaptığımız görüşmelerde yaşamını yitiren Vedat ile ilgili ayrı bir trajediye işaret eden bilgilere ulaşıyoruz.
İMAM BABA BÜKTÜ BOYNUNU
Vedat’ın dört erkek, yedi kız kardeşi var. Annesiyle babasının imam nikahlı olması ve resmi nikahının olmaması nedeniyle her çocuk başka bir yakını üzerinde kayıtlı. Vedat da nüfusta kuzeni üzerine kayıtlı. Köyün imamlığını yapan Vedat’ın acılı babası Abdullah Encu yaşananlara tepkili ve “Ne diyelim, söyleyecek bir şey yok!” diyerek boynunu büküyor ve konuşamıyor. Gözleri boşluğa düşen ve sorduğumuz her soruda “Oğlumu istiyorum” diyen acılı anne Hacer Encu ağlamaktan konuşacak halde değil. Sorularımızı Vedat’ın resmiyetteki annesi görünen Felek Encu yanıtlıyor. Felek, 34 kişinin yaşamını yitirdiği Roboski katliamında öz oğlu Erkan Encu’yu kaybetmiş ve o günlerde hamileymiş. Yeni doğan oğluna kaybettiği oğlu Erkan’ın adını vermiş. Yaşamını yitiren Erkan aynı zamanda Vedat’ın kuzeni ve iki genç birlikte büyümüşler.
‘NE OLDUYSA O AKŞAM OLDU’
Felek Encu, tek geçim kaynaklarının sınır ticareti olduğunu söylüyor ve yaklaşık bir aydır kimsenin kendilerine uyarı da yapmadığını belirtip o geceyi anlatıyor: “Ne olduysa o akşam oldu. Akrabalarımız bizdeydi ve Roboski katliamından bahsediyorduk. Ben ‘Keşke çocuklar gitmeseydi, yine bir şey olursa kötü olur’ dedim. ‘Yok bir şey olmaz, olsa uyarırlar zaten’ dediler. Biz buna mecburuz, ne yiyelim ne içelim? Birden top sesi geldi ve ev sallandı. Bir şey olmaz uyarı ateşidir dediler. Çoktandır top sesi geliyordu ama başka yere atıyorlardı. O akşam bizim çocukların olduğu tarafa atıldı. Herkes oraya doğru gitti. Vedat’ın da öldürüldüğünü öğrendik. Vedat, doktor olmak istiyordu. Bayram geliyor diye gitmişti. Bayramlık alacaktı. Elimde büyüdü. Çocuğumun yaşındaydı. Melek gibi bir insandı. Cenazesini almaya giderken ateş edip müdahale ettiler. Apar topar gömdük. Diğerlerinin yanında gömülmesine izin verilmedi. Onu buraya gömdük. Askerler izin vermediler.”
‘GÖÇ ETMEMİZİ İSTİYORLAR’
Sürekli baskı altında olduklarını ve devletin bu köyleri boşaltıp insansızlaştırmak istediğini ifade eden Encu, direneceklerini söylüyor: “Kalkıp göç mü edelim, gidip sürünelim mi? Herkes bunu yapıyor ama sadece bize katliam uygulanıyor. Amaçları bizi bu köylerden göç ettirip buraları insansızlaştırmak. Biz burada doğduk, burada büyüdük. Dedelerimiz babalarımız hepimiz burada büyüdü. Biz de çocuklarımızı burada büyüteceğiz. Burası bizim toprağımızdır. Artık yeter bizi rahat bıraksınlar, bize huzur versinler. Başka hiçbir şey istemiyoruz.”
“SENİN ACIN BENİ HİÇ İLGİLENDİRMİYOR”
2011’de 34 kişinin öldürüldüğü güne dönen Felek Encu, failler yerine ailelerin yargılandığını ve kendisine yaptığı açıklamalardan dolayı 7 ay 15 gün ceza verildiğini söylüyor. Birçok aileye aynı gerekçelerle ceza verildiğini dile getiren Encu, ifade için gittiği savcılıkta aralarında geçen bir diyalogu şöyle anlattı: “Savcıya ‘sen evli olabilir ya da olmayabilirsin, çocuk sahibi olabilir ya da olmayabilirsin ama elbet bir gün sen de olacaksın ve bu acının nasıl bir şey olduğunu anlarsın’ dedim. Savcı ‘Benim çocuğum kaçak mal taşımıyor’ dedi. Ben de ‘Sayın savcı Türkiye’nin dört bir tarafında yapılıyor ve kimseye ceza verilmedi ama bizim çocuklarımız katliamla cezalandırıldı’ dedim. Savcı bana kızarak ‘Sus katliam deme bunun adı katliam değildir’ dedi. Ben de ‘Katliam değilse nedir’ diye sordum. Bana bağırıp ‘Kim bunun adını katliam koydu, bu katliam değil’ dedi. ‘Ben anneyim acım var ve acımı dile getiririm’ dedim. Bana ‘senin acın beni hiç ilgilendirmiyor’ dedi. Bu kadarı da olmaz. Ben artık ne söyleyeyim! Artık sözün bittiği yerdir ama bunun peşini bırakmayacağız.”
EL BİRLİĞİYLE KAPATILDI
Reza Zarrab’ın altın kaçakçılığı iddiasıyla suçlanırken Başbakan Yardıcılarının elinden ödül aldığı, hayırsever ilan edildiği Türkiye’de, Encu ailesine vurulan damga “kaçakçılık”… Bölgede başka bir geçim kaynağı yok. Halk ya Diyarbakır gibi illere göç edip ‘sürünmek’ durumunda, ya da kuşaklar boyu devam eden sınır ticareti yoluyla yaşamak zorunda. Kaçakçılık suçsa da kanunlardaki cezası bombardıman değil.
Encu ailesi Uludere bölgesinin en köklü ailelerinden. Dindar kimlikleriyle de öne çıkan ve bölgede sevilen bu aile, tarihin en büyük trajedilerinden birini yaşıyor. Çoğu çocuk ve genç pek çok fertlerini kısa süre içerisinde bombardımanlar sonucunda kaybettiler. Mezarların bazılarına ancak birkaç et ve kemik parçası konulabildi. Aile, kendilerine teklif edilen tazminat ve devlet yardımlarını gururlarına dokunduğu gerekçesiyle reddettiler. Bekledikleri tek şeyin adalet olduğunu ilan ederek, hukuk peşinde koştular. Ancak Encu ailesinin toplamda 28 ferdini kaybettiği Roboski bölgesinde yaşananlarla ilgili tatmin edici bir soruşturma ve yargı süreci yürütülmüş değil.
TSK’ya ait savaş uçaklarının, 28 Aralık 2011 akşamı saat 23.00 sıralarında Ortasu Köyü’nün sınır bölgesini bombardımana tutmasıyla başladı ölümler. Olayın olduğuna dair alternatif medyada birçok haber olmasına rağmen hiçbir anaakım medya olayı öğle saatlerinde Genelkurmay Başkanlığı’nın resmi internet sitesinden doğrulanana kadar duyurmadı.
Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan olayla ilgili ilk açıklamasında, “Genelkurmay Başkanı ve komuta kademesine bu konudaki hassasiyeti nedeniyle medyaya rağmen teşekkür ediyorum” dedi. Dönemin AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik ise olayı “Bir operasyon kazasıdır” şeklinde niteledi. Bombardımanda 34 köylü yaşamını yitirmişti. Bu Cumhuriyet Tarihi’nin en trajik olaylarından birisiydi.
MECLİS KOMİSYONU: GÖZ GÖRE GÖRE ÖLMÜŞLER
Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nda Uludere Alt Komisyonu kuruldu, ilk toplantılarını 12 Ocak’ta yaptılar. 16 Şubat’ta da heron görüntülerini izlediler. Görüntülerle ilgili konuşan CHP Sivas Milletvekili Malik Ecder Özdemir, “Dehşete düşerek izledik. Çünkü olayın başından sonuna kadar her karesi, bu insanların kaçakçı olduklarını gösteriyor. Yanlarında katırlarda çıplak gözle görünüyor” dedi.
Milli Savunma Bakanlığı komisyona sunduğu raporda, Diyarbakır Özel Yetkili Savcılığın ve Uludere Sulh Ceza Mahkemesi’nce konulan gizlilik kararını gerekçe göstererek sorulara yanıt vermedi. Meclis Uludere Alt Komisyon Başkanı AKP Ordu Milletvekili İhsan Şener, 34 kişinin ölümüyle sonuçlanan olayda Genelkurmay’ın talimat vermiş olabileceğini açıkladı. Alt komisyon raporu bir yıl sonra, 27 Mart 2013’te onaylandı. BDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü’nün Meclis’teki basın toplantısında konuşan Roboskili Mercan Encu, alt komisyonun raporunu kabul etmediklerini söyledi, “Rapor çöpe atılacak bir rapordur. Raporda hiçbir şey yok. Olayı aydınlatmıyor, failler yok” dedi. BDP Milletvekili Kürkçü de Uludere Alt Komisyonu’nun raporuna koyduğu muhalefet şerhinde, raporun soruları cevapsız bıraktığını açıkladı.
DOSYA GENELKURMAY’A GÖNDERİLDİ
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturma dosyası hakkında 12 Haziran 2013’te görevsizlik kararı verdi ve dosyayı Genelkurmay Askeri Savcılığı’na gönderdi. Savcı dosya kapsamında 1,5 yılda sadece Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ve Genelkurmay Başkanlığı başta olmak üzere kurumlara yazı yazarak belge istedi.
İTİRAZ: İHMAL VEYA TAKSİR DEĞİL
Tahir Elçi’nin de aralarında bulunduğu Roboskili ailelerin avukatları, görevsizlik kararına ve dosyanın askeri savcılığa yollanmasına itiraz etti. İtiraz dilekçesinde, “ihmal veya taksirle değil de, öldürülen sivillerin ‘kasıtlı’ biçimde savaş uçakları tarafından bombalandığı” ifade edilirken, “Ölenlerin, sadece o akşam değil on yıllardır bölgede başka bir geçim kaynakları olmadığı için, sınır ticareti yapan köylüler olduğu herkes tarafından bilinmektedir” denildi.
VE TAKİPSİZLİK…
Roboski katliamını soruşturan Genelkurmay Askeri Savcılığı, “kovuşturmaya (davaya) yer yok” kararı verdi. Kararın gerekçesi şöyle açıklandı: “TSK personelinin bahsi geçen TBMM ve Bakanlar Kurulu kararları çerçevesinde kanunun emrini icra kapsamında kendilerine verilen görev gereklerini yerine getirdiklerini, görevi yerine getirirken kaçınılmaz hataya düştükleri dolayısıyla eylemleri hakkında kamu davası açılmasını gerektiren sebep bulunmadığı anlaşıldığından…”
ANAYASA MAHKEMESİ’NE TAŞINDI
Yüzlerce avukat 18 Temmuz 2014’te Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yaptı.
Başvurucular Anayasa Mahkemesi’nden Anayasa’nın “Kişinin Dokunulmazlığı, Maddî ve Manevi Varlığı” başlıklı 17. maddesinin üç fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesini talep etti. Ayrıca en üst düzey yetkililerin başvuruculardan resmi özür dilemesi, takipsizlik ve takipsizliğe itirazın reddi kararının kaldırılması, öldürme olayı nedeniyle sorumluluğu doğabilecek Bakanlar Kurulu’nun, tüm askeri ve mülki yetkililerin yargılanmasının sağlanması için dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesi talep edildi.
34 kişinin öldürüldüğü ilk bombardımanla ilgili hukuk süreci bir çıkmaza sokulmuş ve Anayasa Mahkemesi’ne dayanmış durumda. Encu ailesinin 2 ferdini kaybettiği önceki hafta gerçekleşen ikinci bombardıman ise “terör” kapsamına sokulma tehlikesiyle karşı karşıya. Yetkililerden gelen ilk sinyaller bu yönde. Encu Ailesi ise 28 defa katlanan acılarının dermanını hukuk önünde sabırla aramaya devam ediyor..
İlk bombardımanda öldürülenler
Mehmet Encü, Nevzat Encü, Hamza Encü, Şervan Encü, Cemal Encü, Osman Encü, Şıvan Encü, Bilal Encü, Mahsum Encü, Salih Encü, Haki Encü, Serhat Encü, Savaş Encü, Çetin Encü, Selahattin Encü, Bedran Encü, Hüseyin Encü, Aslan Encü, Cevat Encü, Selman Encü, Zeydin Encü, Orhan Encü, Fadıl Encü, Vedat Encü, Cihan Encü, Fikret Encü, Hüsnü Encü, Erkan Encü.
İkinci bombardımanda öldürülenler
Vedat Encü, Yılmaz Encu
ROBOSKİ MEKTUPLARI VE HAYAT HİKAYELERİ...
Roboskiye Adalet Platformu katliamın ardından 34 insanın hayat hikâyesini yayınladı. Bu hikâyeler Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Adalet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı’na faks ve mail yoluyla gönderildi.
Ben Salih Encü’yüm;
Roboskî’de açıldı gözlerim yalan dünyaya.. Yedi nüfuslu bir aile idik... Kaçağa gitmediğim zamanlar, yerim anamın dizinin dibiydi, gözbebeği idim ben onun. Fakat kader, ne yaparsın... İki ağabeyim okusun diye okulu bırakacak kadar yoksuldum... Okulu bıraktım diye hayallerimi de bırakmadım elbette. Babam on dört yıl önce sakat kalmıştı mayına basarak... Ağabeylerim okusundu, babam yürüsündü, neyime yetmezdi bu kadarı!? Anlayacağınız onların umudu ben isem, benim de umudum onlardı... Babamdan söz etmişken; arkadaşlarımın söylemeyi unuttuğu bir şeyi diyeyim size; Roboskî’de insanlar bombalardan ölmüyorlar sadece. Tek derdimiz yoksulluk da değil. Bir de mayınlar var öldüren, yaralayan, sakat bırakan...
Daha 18 yaşındaydım ben, ölmeden evvel... O gece var ya... Kusura bakmayın, adını siz anın, ben demeyeyim. “Gece” dersem anlayın bundan sonra... İşte o geceden bir gün önce, gözlerinin bebeği olduğum bırakmamıştı beni kaçağa. Küçükmüşüm, üşürmüşüm, askerler yaralarmış... Hele bir de öleceğimi bilecek olsa, gayrısını siz hesap edin...
Ah anam! Daha nasıl anlatayım sana, sınırın yollarından başka yol bırakılmadığını bizlere? Ömrümün sonuna kadar dizinin dibinde mesut olurdum, dünyanın onca gamı olmasa...
Bir sonraki gece, yani “o gece!”, kararım karar! 37 arkadaşımın peşine düştüm. 38 bombaya doğru yol aldık birlikte. Arkadaşlarımın sözünü ettiği o aydınlığa birlikte yakalandık... Otuz sekiz biz, otuz sekiz katırımız, yetmiş altı can...
Çocuk aklı işte! Orhan ve Erkan katırların altına saklanmışlardı korkudan. Hayatınızda hiç bomba görmediniz mi, katırların altı sizi korur mu diyecektim! Ama hiçbirimize daha önce bomba çarpmamıştı ki! Ben dahil hiç birimize... Nereden bilecektik katırların bizleri bombadan koruyamayacağını...
Anamın gözbebeği yanarak öldü... Babamı aradı gözlerim.. Herkesin babası buradaydı, bir benim babam yoktu... Bir gün de okuldaki veli toplantısında olmuştu böyle... O gün de unutmuştum tıpkı bugün gibi... Benim babam tek ayaklıydı, onca yolu gelemezdi.
Belki kızacaksınız ama bir çift sözüm var;
Eğer beni öldüren bombalar adalet’i de öldürmediyse, Adalet talep ediyorum...
Herkesin hakkı değil mi adalet?
Yoksa
O kocaman, pahalı bombalarını beni öldürmekte harcadığı için devletten özür dilemeli,
Hedefi şaşırmayıp beni öldürdüğü için Genelkurmay’a teşekkür mü etmeliyim?
Ben Erkan Encü’yüm;
Gözlerini ‘devlete adayan’ bir babanın tek erkek evladıyım... Babam “korucu” iken bir operasyonda mayına basarak, iki gözünü de kaybetmiş... Daha yedinci sınıfa gidiyor, doktor olup babamın gözlerini ışığa kavuşturacağım günün hayalini kuruyordum... Bir futbol takımı kurmuş adını Kartal Spor koymuştuk. Renkleri kırmızı, siyah, beyaz olan formalarımızı daha yeni diktirmiştik, 4 numaralı forma benimdi, iki gün giyebildim... Babamın devletten aldığı para yetmiyordu, ben de hep ısrar ediyordum “kaçağa gideyim” diye... Birkaç gün önce ısrarlarıma dayanamayıp izin verdi. Bir-iki gidince boyumun ölçüsünü alırım, hevesim kaçar diye düşünüyordu kesin...
O gece ikinci kaçağımdı benim, iki amcamla beraberdik; biri eşinin karnındaki bebeğin hasretiyle göçen Hüsnü, diğeri ben yaştaki Savaş... Annem, ellerim üşümesin diye iki çift eldiven giydirmişti. İliklere kadar üşüten bu soğuk eldiven mi dinler anacığım...
Dönüş yolunda ölüm taşıyan gülleler yağdı tepemize. Annemden dinlediğim bir hikayede geçiyordu, ebabil kuşları da böyle ölüm yağdırmışlardı zalimlerin başına. Ama biz masumduk, dinlemediler...
Vurgun yemiş bir dalgıç gibi kalakaldım karanlık denizinde, ölümün kıyısına uzandım, usulca... “Otuz dördümüzün” kanı döküldü, “otuz dört” can ırmağı olduk, karıştık toprağa... Güller geceleyin açar diyordu annem, kan çiçekleri gibi al al olduk hepimiz...
Dönecek yer var da dönecek insan kaldı mı bu kervandan?! Yedi çift ayakkabısı olan pilota söyleyin, bir çift ayakkabımın bir teki ölüm tarlasında kaldı, içinde ayağımın teki... Bilmek ürkütüyor biliyorum, ama gene de söyleyin; kapanır mı bombanın açtığı yara çocuklarda?
Ben Erkan Encü’yüm; ömrümün 13 senesini yaşadım, ‘üstü kalsın’ deyip ayrıldım aranızdan, ‘asker görürsen korkma’ dedi annem, bomba düştü, çok korktum... Semanın yıldızlarla süslendiği bir gecede ölmekti hayalim, söyleyin çok şey mi bu istediğim? / NOKTA
Güncelleme Tarihi: 06 Haziran 2016, 17:14