Futbol…
En heyecan verici spor etkinliği.
En büyük transferlerin yapıldığı, en kalabalık grupların takip ettiği, en büyük rantların yaşandığı bir etkinlik.
En kayıtsız insanların bile zaman zaman ilgisini ve neredeyse milyonlarca insanın hayatını yönlendiren bir etkinlik.
Tarihin bir çok döneminde kavgaların, savaşların, anlaşmazlıkların sonlandırılmasında kullanılan, birlikteliği ve kardeşliği pekiştirici etkisi bulunan bir etkinlik.
Paylaşmayı, hırsı, mücadeleyi, başarıyı zafere dönüştürmenin belki de en etkili yolu.
Mağlubiyet üzüntüsünü, kuyruk acısını hırsa ve iddiaya dönüştürmenin yeminli yüzü.
Afrika gibi dışlanmış coğrafyalardaki“öteki”lerin sesi…
Futbolun tarihi M.Ö. 9. yy’ a kadar uzanır. Modern futbolun ilk izlerine ise 12. yy’da Roma’da rastlanır. Askerler arasında oynanan ve Helence’de “el topu” anlamına gelen “Harpatsum” oyunu, bugünkü futbolun ilk örneğidir. 17. yy’da ise Avrupa’da, özellikle İngiltere’de hem soyluların hem de diğer halk zümrelerinin gözdesi olmuştur. 1857’de İngiltere’de ilk futbol kulübü olan Sheffield Club kurulmuştur. 1871’de dünya kupasının ilk habercisi olan “Kral Kupası” oynanmıştır.
Osmanlı’da ise futbol 18.yy’ın başlarında, İngiliz tüccarları vasıtasıyla başlamıştır. Osmanlı topraklarında ilk futbol maçı 1875’te Selanik’te oynanmıştır. 1877’de ise İzmir’in Bornova Çayırları’nda futbol maçları yapılmıştır. İlk futbol kulübü İzmir’de, İngilizler tarafından “Football Club Smyrna” adıyla kurulmuştur. İstanbul’da ise ilk futbol maçları, 1895 yılında Moda ve Kadıköy’de oynanmıştır.
Futbol oymayan ilk Türk, 1898 yılında İzmir’de İngilizler ile beraber Selim Sırrı Tarcan olmuştur. Resmi olarak ilk Türk futbolcusu kabul edilen kişi ise, “Black Stocking” adında ilk futbol takımını kuran ve Rumlar ile ilk maçında 5-1 yenilen Fuat Hüsnü Bey’dir.
Türkiye’de kurulan ilk futbol kulüpleri ise 20. yy’ın başında kurulan Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe olmuştur.
En eski kulüpler olmasından dolayı mıdır, başka nedenlerden dolayı mıdır pek konuşulmaz ama yüzyıldan daha fazla bir zamandır, Türkiye’deki futbol hep bu üç kulüp etrafında şekillenir.
Hep bu takımlar şampiyon olur, bütün kupaları bu takımlar alır, en büyük transferleri bu takımlar yapar, en çok taraftar bu takımlarındır…
Neden?
İlk bakışta bütün bunlar, bu takımların başarısıymış gibi algılanır. Olabilir. Bu takımların başarısına diyecek bir şey yok. Ancak Türkiye futbol tarihi incelendiğinde ya da yakın geçmişteki tarihe bakıldığında, bu başarıların hiç de tesadüf olmadığı görülecektir.
Köyünde dağ başında koyun otlatan ve tek derdi koyunlarının karnını doyurmak olan çoban gururla “ben Galatasaraylıyım” diye başını kaldırıyorsa ve onun çığlıkları üzerinden trilyonlar kazanan golcüler her gol attıklarında, o çobanın sevinç çığlıkları dağlardan yankılanıyorsa…
Politik kimliğiyle yasal bütün sistemlere karşı olduğu halde, tuttuğu bu üç takımdan birinin maçlarını hiç kaçırmayan muhalif politikacılar kol geziyorsa…
Bütün sistemlerin yıkılması literatürüne dayalı yaşam tarzıyla anarşist çizgideki biri, bu üç takımın maçları oynandığında, kahve köşelerinde oturacak tabureyi saatler öncesinden kiralıyorsa…
Cumhuriyet tarihinin tutarsızlıklarını şiirlerine, şarkılarına, resimlerine yansıtan ve yaşantısını bu şekilde kazanan bir sanatçı, bu üç takım söz konusu olduğunda en kral Kemalist kesiliyorsa…
İslami yaşam tarzını temiz dindarlığıyla pekiştiren biri, bu üç takımın maçları oynandığında namazını erteleyebiliyorsa…
En radikal Sosyalist, en katı Materyalist, en Platonik İdealist, en savaşçı militan, en saf köylü, en ezilen işçi, en şiddet gören kadın bu üç takım söz konusu olduğunda, bütün idealizmini, şiddetini, saflığını, siyasetini unutuyorsa…
“Futbol bir afyondur.”
Ve Türkiye futbolu bu üç takımın afyonudur. Diğer takımlara yeterinde bütçe ayrılmıyorsa, hakemler maç öncelerinde yönetecekleri maçtaki bu üç takımın taraftarı olduğunu açıklıyorsa, bütün gazetelerin manşetlerinde bu üç takımın haberleri yer alıyorsa, bütün yorumcular sadece bu üç takımı değerlendiriyorsa, kararlar bu üç takımın tepkileri düşünülerek alınıyorsa, bu üç takımın yöneticileri ve futbolcuları, yanlış yaptıklarında gerekli cezaya çarptırılmıyorlarsa…
Tabi ki bu üç takım güçlü olur ve güçlü kalır.
Yenildiklerinde, taraftarları ortalığı birbirine katıyor, kimse sesini çıkartmıyor. Rakibi oldukları takımlar tamamen psikolojik baskı altında sahaya çıkıyor, kimse kılını kıpırdatmıyor, reklam payları bu üç takım arasında bölüştürülüyor, kimse tepki vermiyor…
En son oynanan Galatasaray-MİY maçını izlediniz mi bilmem. Mersin İ.Y.’na yapılan psikolojik ve sosyal baskı Türkiye gündeminde ne kadar konuşuldu? Görevlilere hakaretler yağdıran ve bütün ülkeye rest çeken F.Terim’e kim ne dedi? TFF temsilcilerine sözlü saldıran Ü.Davala ve H.Şaş’a kim ne ceza verdi?
Yani anlayacağınız, her yıl bu üç takımın güçlü olması, kupaların bu üç takımdan biririn olması bir tesadüf değildir. Futbol, çok büyük paraların döndüğü ve insanların tepkilerini, eleştirilerini, özlemlerini, sorunlarını en çok bastıran etkinliktir. Başka bir ifadeyle futbol, en zıt kutuplu, en muhalif insanların bile eleştirilerini ve tepkilerini yumuşatan, yani “uyutan” bir sistem. Bu yüzden bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bazı takımlar mitoslaştırılır. Bu takımlar da sistemin işini kolaylaştırır.
Ama unutmamak gerekir ki futbol, her şeyden önce beraberliğin, kardeşliğin, barışın ve dayanışmanın aracı olmalıdır. Adil oynandığında, tadının çok daha fazla olacağı ve bu duygulara çok daha büyük katkılarının olacağı unutulmamalıdır.