"Köyün sınırında bulunan bütün dağlarda görebildiğiniz kadar asker var. Dağlara çıkamıyoruz, ot biçemiyoruz, pancar toplayamıyoruz. Yayla yollarımız askerler tarafından kapatılmış. Yayla yollarlımız neden kapatılıyor. Bayanlar bu bölgede pancar toplamaya gidiyor. Askerler, pancar toplamaya giden bayanlara sesleniyorlar, ıslık çalıyorlar. Burada çok sayıda köpek var. Köpekler kadınlara saldırıyor. Evimizden çıkamıyoruz. Böyle devam edecekse taşınıp gideceğiz. Barış olmuş. Bu mudur barış? Barış demek sınır bölgelerin tümüne asker yağdırmak mıdır? 4 kilometre de 4 askeri nizamiye kurulmuş. Böyle devam edecekse köyü boşaltıp gideceğiz. Yaşamımızı burada bu şekilde sürdüremeyiz.”
Bu sözler Gelişenli köylülere ait. www.semdinlihaber.com da kamuoyuyla paylaştı.
Yaklaşık 2 haftadır Şemdinli köyleri tuhaf bir şeyle karşı karşıya. Askeri uygulamalar savaş dönemini aratmıyor. Köylüler ise askeri uygulamaları protesto edip tepkilerini dile getiriyorlar. Köylülerin temel isteği şu cümlede saklı: Karakol istemiyoruz.
Çok acı…
Çok acı, incitici ve çok anlamlı.
Çünkü köylülerin ifadeleri 1984’ten beridir devam eden bir süreci özetler niteliktedir. Ne yaşıyorduk? Yaylalara çıkamıyorduk, dağlardaki otları toplayamıyorduk, pancar toplayamıyorduk, göç ediyorduk, her kritik noktaya askeri karakol kuruluyordu…
Şimdi aynı şeyler yaşanıyorsa ya da yaşanmaya devam edecekse, bu süreç nasıl sonlanacak?
Böylesi kritik, böylesi hassas bir dönemde bu uygulamaların anlamı ve amacı nedir?
Bakın birkaç aydır Türkiye’de, kirli savaştan insanlar öldürülmüyor. Bütün tepkilere rağmen, bütün muhalefetlere rağmen, hatta yer yer militarist tavırlara rağmen çok güzel şeyler yaşanıyor. Herkes rahat bir nefes almaya başladı. Herkesin yüzü gülüyor. Şemdinlililer, neredeyse 30 yıldan sonra ilk kez “yasaklı” topraklarına gitmeye başladılar. O “yasaklı” topraklara adımını atan herkes, adeta yeniden doğmuş gibi hissediyor kendisini. Bundan daha güzel bir mutluluğu, onyıllardır yaşayamıyoruz.
Bu yüzden bu ülkede yaşayan herkesin, hayatı boyunca göstermediği hassasiyeti, duyarlılığı göstermesi gerekir. Özellikle de Şemdinlili halkın ve yetkililerin. Çünkü bu süreçte en kritik nokta, herkes biliyor ki Şemdinli’dir. Üç ülkenin güzergahı ve adeta üç ülkeyi birbirine bağlayan geçiş yollarına sahip.
Geçenlerde kamuoyuna düşen ancak gündemde kısa bir süre kalan bir ayrıntıyı hatırlayalım. İnsanlar Van’da konuşuyorlardı. Geri çekilen gerillalar ile nöbet tutan askerler birbirlerine el sallıyorlarmış. Onyıllardır birbirlerine silah sıkan gençler, barışı, birbirlerine el sallayarak kutluyorlar. İşte barış ve barış niyetli olmak budur. Bize, Şemdinlililere ve Şemdinli’deki yetkililere bu yakışır.
Kaymakamıyla, belediye başkanıyla, milletvekiliyle, komutanlarıyla, parti yetkilileriyle, muhtarlarıyla, kadınlarıyla, gençleriyle herkesin bu konuda köylülerin yanında olması gerekir. Çünkü vaziyetlerini anlatan köylüler, sadece köyleri için endişe etmiyorlar. Onların gözlerine bakın, anlarsınız. Onlar, yeşeren barış tohumlarının zarar görmesinden endişe ediyorlar. Onlar, silahların yeniden sahneye çıkmasından korkuyorlar. Onlar, 30 yılı aşkındır yaşayamadıklarını yaşamak, göremediklerini görmek, güvenliğiyle, yetkilisiyle bir vücut olmak istiyorlar. Çünkü onlar biliyorlar ki ve herkes bilmelidir ki savaşlar, kadınlara askerlerin ıslık çalmasıyla başlar. Onlar, ıslık çalan askerlerin kendi kardeşleri olduğunu ve bu şekilde sürmesi gerektiğini umuyorlar.
Bu ülkeye yakışır bir barışı inşa etmek, en çok Şemdinli’ye ve oradaki yetkililere yakışır. Tarih bizlere bu fırsatı veriyor. Dünya ve Türkiye kamuoyu Şemdinli’nin bu tür şeylerle gündeme gelmesini istemiyor, istememeli. Farklı ve özel uygulamalarla gündeme gelmelidir. Örneğin belediye bir “barış kupası” turnuvası düzenleyebilir. Örneğin kaymakamlık “barış süreci”ni anlatan şiir ve kompozisyon yarışmaları, satranç turnuvaları düzenleyebilir. Örneğin askeri yetkililer, yıllardır gitmedikleri köylüleri ziyaret edebilir. Örneğin siyasi parti ilçe başkanlıkları, batıdan bir ilçeyle kardeşlik köprüsü kurup, oraya batılıların gelmesini sağlayabilir. Bunları ayrıca küçük dernekler, vakıflar ve diğer sivil toplum kuruluşları da yapabilir. En önemlisi, herkesin desteğiyle barışa ve bahara yakışır bir kültür festivali düzenlenebilir.
Çünkü unutmamak gerekir ki barışı yaşamak, her şeyden önce barış atmosferini hissetmekle mümkündür.
büyüksün