Her gelenin üzerinde (oyun) oynadığı, her gelenin gideni arattığı yoksul çocuk…
Siyasetten çok uzak olması gerektiği halde, siyasetin merkezine oturtulan ve siyasi çıkarlar uğruna
kullanılan sahipsiz çocuk…
Bugünlerde çok daha acınası durumda(sın)!
Birkaç haftadır Türkiye’nin en önemli gündem konusunu, eğitim oluşturmaktadır. Ancak elin ülkesinde eğitim sorunları konuşulurken, eğitim kalitesinin nasıl yükseltileceği konuşulur, eğitimcilerin sorunlarının nasıl giderileceği konuşulur, fiziki ve psikolojik ortamın, öğrenci gelişimindeki etkisi konuşulur…
Bu ülkedeyse dersanelerin kapatılması konuşuluyor.
Ancak dersaneler bu ülkedeki eğitim sisteminin kendisinin yarattığı kurumlardır. Neden ortaya çıkmıştır? Çünkü eğitim sistemini çağın koşullarına yanıt verememiştir de ondan. O halde nasıl ortadan kaldırılacak?
Söyleyeyim: Eğitim sistemi çağın koşullarına yanıt vermeye başladığında… Ben bugünkü Türkiye eğitim sisteminin, çağın koşullarına yanıt verdiğine ve verebileceğine inanmıyorum.
Bugünkü Türkiye eğitim atmosferinde, ister kabul edelim ister etmeyelim, bütün öğrencilerin umut bağladıkları tek eğitim kurumları, dersanelerdir.
Bu yüzden yarış olduğu sürece, yarıştır da olacaktır. Bugün adı dersane olmasın başka bir şey olsun, bu eğitim sistemi olduğu sürece bu kurumlar varlıklarını sürdüreceklerdir.
Kaldırılması mümkün mü? Evet sadece bir şekilde mümkün, o da şu: Öğrencileri üçüncü ya da dördüncü sınıftan itibaren ilgilerine ve yeteneklerine göre yetiştirmeye başlarsanız ve herkes istediği bölümü okubilecekse, dersaneleri kaldırabilirsiniz. Aksi halde dersane veya dersanenin işlevini gören kurumlar varlıklarını sürdüreceklerdir.
Ayrıca yığınla sorun varken, bu enerjinin, kurumların kapatılmasına harcanmasına anlam vermek mümkün değil. Galiba bugünkü eğitim aktörleri, eğitimdeki başarısızlığı meşrulaştırmak için kendilerine bir zırh arıyor. Ve anladığım kadarıyla eğitimin aktörlerinden hiçbiri okullara gitmiyor. Gidip bakın bakalım, öğrencilerden kaç tanesi Demokrasi ve İnsan Hakları Dersi’ni seviyor? Kaç tanesi Beden Eğitimi, Müzik, Resim gibi sosyalleştirmeye yönelik derslerde mutlu. Öğretmenlerin kaç tanesi evine ve okuluna huzurla gidip geliyor?
Elbette dersaneler bu ülkenin çocukları için bir külfettir. Elbette kaldırılması gerekir. Ama 150 bin öğretmenin iş sahası olan bu eğitim kurumlarını ortadan kaldırmak mümkün değil. Çünkü artık dersaneler Türkiye"de, çoktan hükümetin kontrolünden çıktı. Bu bir arz talep meselesi. Devlet kurumu, yurttaşların taleplerini karşılarsa özel kurumları kapatırsınız. Ama karşılayamıyorsa, bu kurumlar en az Milli Eğitim"in okulları kadar gerekliliğini koruyacaktır.
Ayrıca sormak lazım: Bu ülkede en önemli sorun bu mu? Yığınla birikmiş ve çözülmeyi bekleyen sorunlar duruyorken, bu tartışma neyin nesi?
Yıllarca aynı hata yapıldı, yapılıyor. Yıllardır her yetkili şunu kapatalım, bunu kapatalımın derdinde. Hiç biri kalkıp da kafasını, bu eğitim sistemini nasıl düzelteceğine yormuyor.
Bir yerde diyelim ki dersaneler kapatıldı. Peki sorunlar bitecek mi? Peki öğrenciler daha mı başarılı olacaklardır? Bunun cevabını bilmeyen yok, kocaman bir hayır!
Ama diyelim ki kapatılacak. Peki başka sorunlar ortaya çıkmayacak mı? Elbette çıkacak.
Bakın hangi sorunlar ortaya çıkar?
Velisi zengin olan öğrenciler, öyle veya böyle takviye alabiliyorlar, kolejlere gidebiliyorlar. Ama olan yoksul çocuklara olur. Yoksul çocuklar, bugün yığınla sorunların olduğu okulların eğitimiyle sınavlara girecekler ve haliyle çok önemli bir fırsat eşitsizliği ortaya çıkacaktır.
İlk başta belirtmekte yarar var: Dersaneler bu ülkenin bir ayıbı. Olmaması gereken kurumlardır.
Bir tarafta Robert Koleji, Galatasaray Lisesi, Ankara Fen Lisesi, Kabataş Lisesi varken, öte yandan Şemdinli Lisesi, Van Cumhuriyet Lisesi, Çatak Lisesi, Silopi Lisesi… Haydi bakalım iki tarafa da aynı eğitimi verin de sizlere inanalım. Aynı koşullarda çocuklarımızı yetiştirin de size inanalım. Okullara aynı imkanları sunun da sizlere inanalım.
Okullarımızda yığınla sorun var. Dersliklerdeki öğrenci sayısı bazı yerlerde 80’i buluyor. Bir çok okulda hala birleştirilmiş sınıfta eğitim veriliyor. Bunun kimin girip çıktığının belli olmadığı okullarda alkol, uyuşturucu ticaretleri yapılıyor. Uyuşturucu ilkokullara kadar girdi. Neden kimse bu sorunlarla kafa yormuyor? Bu sorunlar, dersaneler kapatıldığında bitecek mi?
Maratonlarda kameralar sadece önde koşanları gösterir. Arkadakileri kimse hatırlamaz.
Bugün MEB de böyle yapıyor. Söyleyip duruyor. Dönüşün ha dönüşün, size tüm imkanlar sağlanacak. Öğretmenler atanacak…Komik olmayın lütfen. Hali hazırda atanmayı bekleyen 150 bin civarında öğretmen var. Bunları atamamışken, 50 binden fazla dersane öğretmenini nasıl, ne zaman atayacaksınız?
“Yarış atı” meselesine gelelim…Ya Milli Eğitim Bakanı ve bazı aktörler bugünlerde gözümüzü yaşartıyor. Neymiş efendim, öğrenciler yarış atı olmasınmış. Ya Allah aşkına, daha düne kadar siz değil misiniz SBS yerine 10’dan fazla sınav getiren? Daha ömürlerinin baharında olan 8.sınıf öğrencilerine habire sınav ekliyorsunuz. Peki bu, öğrencileri yarış atı gibi görmek değil de nedir?
Her yıl sınavı kaybedenlerin % 30’undan fazlası mezun öğrenciler. Peki bu öğrencileri ne zaman, nasıl üniversitelere yerleştireceksiniz?Bunun gibi yığınla soru ve çelişki...
Oysa enerjimizi, gençlerimizin geleceklerini kurabilmeleri için harcamamız lazım. Gençlerimize yön verebilmek, yol gösterebilmek, onlara liderlik edebilmek için yarışmamız lazım. Bir ülkede, Milli Eğitim Bakanı aynı günde üç fikir değiştiriyorsa ve her fikri birbiriyle çelişiyorsa, o ülkede eğitim zaten iflas etmiştir.
Şöyle bir etrafınıza bakın bakalım. Bu ülkede eğitim adına yolunda giden bir tek şey gösterin. Sadece bir tek şey…Yoktur efendiler, gösteremezsiniz. O halde bütün mesele bu mu? Mesele oranın buranın kapanması mı? Kesinlikle hayır. Yazık bu ülkenin çocuklarına, gençlerine. Zaten yeterince sorun yaşıyorlar, psikolojik baskı altındalar. Bir de bu yersiz tartışmayla onların canını sıkmak, hiç de ahlaki değildir.
Ha bana sorarsanız, bu ülkenin eğitim kalitesi ne zaman yükselecek diye, size yanıt vereyim: Bu ülkenin yöneticileri, temsilcileri, idarecileri, aileleri çocuklarımızı ve gençlerimizi birer figüran olarak değil de birer aktör olarak görmeye başladıklarında…