Uzun bir süredir yazmak istediğim fakat yazmak için kendime güvenemediğim bir konuyu sizler için sayfamıza taşımak istedim. Hani kendime güvenmemekle kastettiğim siz değerli okuyuculara yanlış ve eksik bilgi vermekten kaçındım.
Eski bir yerleşim birimi olan Şemdinli ilçemiz, hep balıyla, ceviziyle ve tütünüyle kendinden bahsetmiştir. Tarihi yerler bakımından da oldukça zengin olan Şemdinli ilçesi Seyyid Taha hazretleri ve Seyit Abdullah hazretleri gibi önemli şahsiyetlere de ev sahipliği yapmıştır. Bu iki öneli zatın mezarları ilçe merkezinden yaklaşık 17 km mesafede bulunan Bağlar Köyü’nde (Nehri) olup ziyaretçiler tarafından ziyaret edilmektedir. Dilerseniz ilçemizde ziyaret akınına uğrayan bu iki önemli zatlardan Hz. Seyyid Taha yani bir diğer ismiyle Seyyid Taha-i Hakkari’yi tanıyalım.
HZ. SEYYİD TAHA KİMDİR?
Anadolu'da yaşayan büyük velilerden biri olan Hz. Seyyid Taha doğum tarihi bilinmemekle beraber 1853 yılında Şemdinli’ye bağlı Bağlar Köyü’nde (Nehri) vefat etmiştir. Seyyid Taha-i Hakkâri hazretleri olarakta bilinmektedir. Silsile-i aliyyenin otuz birincisidir. Peygamber efendimizin neslinden olup Seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin on birinci torunudur. Mevlana Halid-i Bağdadi hazretlerinin halifelerindendir. 1853 yılında Şemdinli ilçesinden yaklaşık 17 km mesafede bulunan ve Şemdinli’nin ilk merkezi olan Bağlar Köyü’nde (Nehri) vefat etti. Kabri orada olup ziyaret edilmekte, feyz ve bereketlerinden istifade olunmaktadır.
Türkiye’nin Irak- İran üçgeninde bulunan Şemdinli ilçemiz henüz tarihi net olarak bilinmemekle beraber iki önemli zatı misafir etme şerefine nail olacaktı. Bu iki önemli zatlardan biri Hz. Seyyid Taha yani Seyyid Taha-i Hakkari ve amcası Hz. Seyyid Abdullah yani Abdullah-ı Şemdini’dir. Çocukluğunda büyüklük ve olgunluk halleri görülen, zeka, istidat, vakar ve heybeti ile herkesin dikkatini çeken Hz Seyyid Taha’yı her gören ilerde pek büyük bir zat olacağını söylerdi. Küçük yaşta Kur'an-ı kerimi hatmetti ve ezberledi. Sonra ilim tahsiline başladı. Süleymaniye, Kerkük, Irak, Erbil, Bağdat gibi ilim merkezlerine giderek şöhretli âlimlerden, tefsir, hadis, fıkıh gibi zahiri ilimleri, zamanın fen ve edebiyat bilgilerini öğrendi.
HZ. SEYYİD TAHA KİMİN VESİLESİYLE MERTEBEYE ULAŞTI?
Üç ülkenin birleştiği kent olan Şemdinli ilçesi denildi mi akla ilk Seyyid Taha hazretleri de gelmektedir. Hz. Seyyid Taha amcası Seyyid Abdullah hazretlerinin vasıtasıyla bu mertebeye ulaştı. Hicri on üçüncü asrın kutbu olan Mevlâna Hâlid, Hindistan'a giderek, Gulâm Ali Abdullah Dehlevî'nin huzuru ile şereflenip, lâyık ve müstehak oldukları fazilet ve kemâlâtı aldı. Sonra, Allah-u tealanın kullarına doğru yolu gösterip Hakk'a kavuşturmak için vatanına döndü. Her taraf, Mevlâna’nın kalbinden saçılan nurlarla aydınlanmaya başladı. Bu sırada arkadaşı olan Seyyid Abdullah da Süleymaniye’de bulunan Mevlâna’yı ziyarete gitti. Sohbetinde bulunarak, kemale geldi ve halife-i ekmeli yani en olgun halifesi oldu. Mevlâna Hâlid-i Bağdadî’ye, biraderinin oğlu Seyyid Taha’nın, harikulâde ve yüksek istidadını anlattı. Mevlâna Hâlid-i Bağdadî hazretleri de, bir daha gelişinde, onu beraber getirmesini emir buyurdu. Seyyid Abdullah, ikinci ziyaretlerinde yeğeni Seyyid Taha’yı da götürdü. Mevlâna hazretleri, Bağdat'ta Seyyid Taha’yı görür görmez, hemen Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin kabr-i şerifine gidip, istihare etmesini emretti. Seyyid Taha da kabre gidip istihare etti. Ceddi Abdülkâdir Geylânî hazretleri, Allahü teâlânın izniyle kabr-i şerifinden kalktı ve onu çok iyi karşıladı. Sonra; "Benim yolum büyük ise de, şimdi ehli kalmadı. Mevlâna Hâlid ise, zamanının âlimi, evliyanın en büyüğüdür. Hemen ona git, teslim ol, onun emrine gir." buyurdu.
Seyyid Taha, büyük dedesi Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin manevî emri ve izni üzerine, Mevlâna’nın huzuruna geldi. Bu öyle bir gelişti ki, pek az kimselere nasip olmuş, nasıl ve neler elde ederek gideceği, bu başlangıç ve gelişten belli oluyordu. Mevlâna, Seyyid Taha’nın yetişmesine, gözlerin görmediği, kulakların duymadığı, kalplerin düşünemediği makamlara erişmesine himmet gösterip yardım etti. İleride zamanın en büyük âlim ve velisi olacak tarzda, ihtimam ve ciddiyetle onu terbiye etti. Riyazet ve mücâhedesin de hiç eksiklik etmedi. Nefsin istediklerini yaptırmayıp, istemediklerini yaptırdı.
Mevlâna Hâlid hazretleri, yetiştirme ve terbiye esnasında, Seyyid Taha’ya dağdan taş getirtirdi. Bu hâl, talebeleri arasında, taaccüple karşılanır; "Hocamız Mevlânâ, Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem Ehl-i beytine çok fazla bağlı olduğu hâlde, Seyyid hazretlerini dağa göndermesindeki hikmet nedir?" derlerdi. Hazret-i Mevlâna ise, bu husus da konuşmaz sükût ederdi.
Seyyid Taha hazretleri, Mevlâna Hâlid-i Bağdadî’nin yanında seksen gün kaldıktan sonra, velilikte pek yüksek derecelere kavuştu. Keşf ve keramet sahibi olarak hilâfet-i mutlaka ile şereflendi.
“EMİR EDEPTEN ÜSTÜNDÜR”
Seyyid Taha hazretleri, hilâfetle müşerref olup Berdesûr'a hareket edeceği zaman, Mevlânâ onu büyük bir cemâatle uğurladı. Vedadan sonra, Seyyid Taha, Mevlâna’nın ayrılmış olduğunu hissedip, atına binmek istediğinde, üzenginin bir kimse tarafından tutulduğunu anladı. Baktığında, üzengiye yapışan ve onu tutanın hocası Mevlâna olduğunu gördü. "Estagfirullah" deyip, geri çekildi. Mevlâna, Seyyid Taha hazretlerine hitaben; "Bir zaman nefsinin terbiyesi için size dağdan taş getirtiyordum. Şimdi Resul-i ekremin Ehl-i beytine olan bağlılığım sebebiyle üzengini benden başka kimse tutamaz. Siz de bundan kaçınamazsınız." buyurdu. O da sıkılarak; "Emir edepden üstündür." sözü gereğince ata bindi. Bir müddet binlerce âlim, Salih, talebe ve halkın katıldığı uğurlama merasimi ile yürüdü. Sonra, Mevlâna durdu. Elindeki dizginleri, Seyyid Taha’ya verip; "Bundan sonra dizginlerin senin elindedir. Terbiye ve yetişmende kusur etmedim. Cenâb-ı Hak yardımcın, büyüklerin ruhları sığınağın olsun." buyurdu. Taha-i Hakkâri hazretleri Mevlâna Hâlid-i Bağdadî’nin halifesi olarak Berdesûr'a geldi.
Amcası Seyyid Abdullah, Nehri'de talebe yetiştirmek ile meşgul iken, oraya çok yakın olan Berdesûr'a Seyyid Taha’nın da gönderilmiş olmasının hikmetini anlayamayan birçokları; "Böyle iki büyük halifenin bir yere gönderilmesinin sebebi nedir?" dediler. Fakat bunu, kısa bir süre sonra Seyyid Abdullah vefat ettiğinde anladılar. Bunun üzerine, oranın halkı tarafından Seyyid-i Büzürk (Büyük Efendi) diye bilinen Seyyid Taha hazretleri, caddeleriyle birlikte yolları eline dolayıp, Anadolu’nun şark sınırına yakın olan Şemdinli ilçesine gelip kondular. O dönemlerde Şemdinli ilçesinin merkezi bugünkü Bağlar (Nehri) köyüydü. Artık onların mekânı Şemdinli (Şemdinan) dağlarıydı. Nehri (Bağlar) köyü, bu mübarek zatı misafir etme şerefine nail olacak ve 42 yıl Şemdinli, bu nefesi soluyacaktı. Bahar artık, bir başka açacaktı Nehri’de. Ülke ve dünyanın birçok yerinden gelen ziyaretçiler Şemdinli ilçesini bu iki önemli zatın vesilesiyle daha da yakından tanıma fırsatına sahip olacaklardı.
Elbet zamanın ne göstereceği bilinmez. Zaman ırmağı, bir nefes durmaksızın akıp gidiyordu. İnsan kader ağlarını delme kuvvetinden olmadığı gibi, ne oldum, ne olacağım derken, başka şeyler zuhur ediverir ve insan kader treninin rayları üzerinde, ömür treninin kayıp gittiğine şahit olur.
“NEHRİ CENNET BAHÇESİNDEN BİR BAHÇEYDİ”
Bahar mevsiminde, yeşillere bir başka bürünecek olan Nehri’de 42 yıl irşad vazifesini tamamlayacaktı. Gönül hirasın da feyiz ırmakları çağladı ve Bağlar köyü cennet bulvarına döndü. 42 yıl içerisinde irşad vazifesi, Mısır Çöllerinden, Kafkas dağlarına kadar her tarafı içine aldı. Gönüller yumak yumak onun irşad ipine bağlandı. Hakkari çevresinde ki İlçelerden ve köylerden ismini duyan herkes, ona akın etti. Artık Nehri cennet bahçelerinin gıpta edeceği bir gülistan, beldelerden mutlu bir belde idi. Şimdi birkaç evin bulunduğu Nehri’de, o zaman nüfus 16000 civarındaydı. Nehri birkaç câmi, mescid, medreseler, çarşı ve diğer dükkân, han, hamam ve benzeri binâlarla o civârın merkezi idi.
Her mevsim ayrı güzelliğe bürünen Nehri, Seyyid Taha gibi nice nice Allah dostlarını, Hak âşıklarını ağırlamış, misafir etmiştir.
Seyyid Tâhâ hazretlerinin kayınpederi, Nehrî kâdısı idi. Bu mübârek dâmâdını o kadar çok severdi ki, kabrini, onun kabrinin bulunduğu bahçe duvarının kapısının girişinde yapılmasını ve "Seyyid Tâhâ hazretlerinin kabrini ziyâret etmek isteyen Hak âşıkları, benim mezârıma uğrayıp da geçsinler. Belki o mübarek zatı ziyaret edenlerin hürmetine Allahü teâlâ beni affeder. Yahut onu ziyarete gelenlerin ayaklarına mezarımın toprağı değmekle teberrük ederim." buyurdu. (Gerçekten o mezar, Seyyid Taha hazretlerinin mübarek kabirlerinin tam girişindedir.)
HZ. SEYYİD TAHA VE TÜRBESİ
Bir gün Seyyid Taha hazretlerine; "Amcanız Seyyid Abdullah hazretlerinin üzerinde türbe vardır. Başkalarında ise yoktur. Acaba hikmeti nedir?" diye sordular. Seyyid Taha hazretleri de şöyle buyurdu: "Biz Berdesûr'dan Nehrî'ye gelmeden önce, basit bir şekilde örtmüşler. Amcam sağ olsaydı, babasının üstünü dahi örtmezdi. Mademki, siz örttünüz, biz bir şey demiyoruz. Ama bizim üzerimiz örtülmeyecektir." (Gerçekten bu emir devam etmektedir. Başkale'de, Gayda'da, Arvas'da, Van'da, Ankara'da ve diğer yerlerdeki ona bağlı seyyidlerin hiçbirinin üstü örtülü yani türbe içinde değildir.)
HZ. SEYYİD TAHA’NIN VASİYETİ
Seyyid Taha hazretleri, kendisinin bu mertebeye ulaşmasında vesile olan amcası Hz. Seyyid Abdullah’ı da hiç unutmadı. Hz. Seyyid Taha hazretleri kendisini Mevlâna Hâlid-i Bağdadî’ye götüren veli-nimeti amcası Seyyid Abdullah hazretlerine, bu büyük nimetin şükrü olarak, hep hürmet ve hizmet etti. Onu hep iyilikle andı ve ruhuna pek çok sevaplar hediye etti. Ayrıca buyurdu ki: "Vefat ettiğimde benim kabrimi kabristanın en üst tarafına yapınız ki, sırf beni ziyarete gelenler, amcam Abdullah hazretlerinin kabrine uğramak mecburiyetinde kalsınlar. Onu da ziyaret ederek mübarek ruhuna sevaplar hediye etsinler." Gerçekten de bilinmektedir ki, Hz. Seyit Taha’nın o mübarek mezarına giden yol Hz. Seyyid Abdullah’ın türbesinin önünden geçmektedir. ( yani o kabristanın bir yolu vardı. Seyyid Abdullah'ın kabri girişte idi. Seyyid Taha hazretlerinin kabrine gitmek isteyenin Seyyid Abdullah'ın kabrinin yanından geçmesi lâzımdır).
O ki, bu diyarın Piri, ebedi sevinç diyarının önderiydi... O ki, gönül gecesine ay ışıkları serpendi... Hayat yolunun meşalesi, ilim irfan bahçelerinin selvisi idi. Öyle kamil bir mürşid öyle incelikleri bilen bir Veliyyi Zişandı ki, incelikler bilen akıl bile, onu anlamakta şaşıp kalmıştı... O aşk ve safa yağmuru, kerametler sarayının eşsiz sultanı daha bilmediğimiz, aklımızın aciz kalacağı nice hallere vakıf idi.
HZ. SEYYİD TAHA’NIN VEFATI
Seyyid Taha-i Hakkâri hazretleri 1852 (H.1269) senesinde bir ikindi vakti, o zamanlar Şemdinli’nin merkezi olan Nehri Köyü’nün Haram Çeşmesi denilen ağaçlık bir mevkide talebeleri ile sohbet ediyordu. Sohbet anında kendisine iki mektup arz edildi. Bunları kıymetli damadı Abdülehad Efendiye okuttuktan sonra; "Abdülehad! Şöhret afettir. Artık bizim dünyadan gitmemizin zamanı geldi." buyurdu. Abdülehad da; "Aman Efendim, Şam'dan gelen bu iki mektup nedir ki?" dedi. O gün sohbetten sonra hane-i saadetlerine gitti ve orada hastalandı. On bir gün hasta yattı. Hastalığının ağır olmasına rağmen namazlarını mümkün olduğu kadar ayakta kılmaya çalıştı. Hastalığının on ikinci, Cumartesi günü talebeleri ve yakınları ile helâllaştı, vedalaştı, vasiyetini bildirdi. Kardeşi Seyyid Salih hazretlerini çağırttı. Onun için; "Biraderim Salih, kâmil, olgun bir velidir. Herkesin başı onun eteği altındadır." buyurdu. Yerine kardeşi Salih hazretlerini halife bıraktı. İkindi vaktinde, talebelerinin Yasin-i şerif tilâvetleri arasında, mübarek ruhunu Kelime-i tevhîd getirerek teslim eyledi.
Mübarek mezarı Nehrî'dedir. Onu seven âşıkları, uzak yerlerden gelerek, mübarek kabrinden fışkıran nurlardan, feyzlerden istifade etmekte, bereketlenmektedirler.
HALİFELERİNİN EN MEŞHURLARI ŞUNLARDIR:
Birâderi Seyyid Muhammed Sâlih, Seyyid Sıbgatullah Arvâsî, Seyyid Fehîm Arvâsî, dâmâdı ve kâtibi Seyyid Abdülehad, Muhammed Küfrevî, Halife Köse adıyla meşhûr olan Şeyh Tâhâ, Molla Resûl Sibkî, Mevlânâ Hacı Hakkârî, Süleymân Baradustî, Molla Muhammed Munhânî Hoşâbî, Şeyh Ahmed Meczûb. Bunlardan başka halîfeleri de vardır.
HZ. SEYYİD TAHA’NIN NESLİ OĞULLARIYLA DEVAM ETMİŞTİR
Seyyid Taha-i Hakkâri hazretlerinin nesli oğullarıyla devam etmiştir. Seyyid Habib, Seyyid Mahmûd, Seyyid Alâeddin ve Seyyid Ubeydullah isimlerinde dört oğlu vardı. Bunlardan Seyyid Habib Efendi, genç yaşta vefat etti. Seyyid Mahmûd ve Seyyid Alâeddin Efendilerin de oğulları vardı. Seyyid Taha-i Hakkâri hazretlerinin Seyyid Ubeydullah adındaki oğlu, nüfuzunun ve talebelerinin çokluğu ile meşhurdur. Babasının vefatından sonra amcası Seyyid Salih hazretlerinin sohbet ve irşadıyla kemale gelmiş, 1864 senesinde amcasının vefatından sonra irşâd makamına oturmuştu. Ehl-i sünnete çok hizmet etti. Seyyid Fehim-i Arvâsî hazretleriyle birlikte hacca gitti. Sonra Taif'te ikamete memur edildi. Bir müddet sonra Kâbe-i muazzamayı tavaf esnasında iki rekât namaz kılarken secdede vefat etti. Cennet-i Mualla kabristanına defnedildi. Seyyid Ubeydullah Efendinin; Seyyid Reşîd, Seyyid Alâeddin, Seyyid Mazhar, Seyyid Abdülkâdir, Seyyid Muhammed Sıddîk isminde beş oğlu vardı. Bu oğulları vasıtasıyla nesli devâm etmiştir.
Üstad Necip Fazıl KISAKÜREK 1976 senesinde Seyyid Taha Hazretlerini kabri başında ziyaret etmek ister. Bu niyetle İstanbul’dan Van’a gelir. Orada bazı gönül dostları ile birlikte Şemdinli’ye hareket eder. Üstad Necip Fazıl, yaşlı hasta ve bitkin olduğu bir haldeyken, at sırtında Nehri’ye kadar gider ve Seyyid Taha Hazretlerini kabri başında ziyaret eder. Yolda dostlarına şu vasiyette bulunur. “Şayet ölürsem beni Nehri’de Seyyid Taha Hazretlerinin yanına defin edin.” Üstad ÇİLE isimli eserinde bu ziyaretiyle ilgili şu beyiti yazar.
“ Şemdinli dağlarının içtim nur çeşmesinden,
Kurtuldum akreplerin ruhumu deşmesinden”
"HZ. SEYYİD TAHA PEK YÜKSEK BİR VELİDİR”
Taha-i Hakkâri hazretleri pek yüksek bir veliydi. Nitekim bir defasında Mevlâna Hâlid-i Bağdadî hazretleri; "Beni Seyyid Abdullah ve Seyyid Taha’dan üstün zannetmeyin" buyurmuştu. Meclisinde olanlar; "Efendim, siz ikisinin de hocasısınız" dediler. "Benim onlar yanındaki yerim, bir sultanın çocuklarını yetiştiren bir hoca gibidir. Onlar sultanın çocukları olduğu için, bu hocadan üstündürler." buyurdu.
NEDEN ŞEHİDAN DAĞI?
Seyyid Taha hazretleri Şehîdân Dağını her yıl iki kere ziyaret ederdi. (Bu dağ, Şemdinli'nin doğusunda, hatta babalarının medfûn bulunduğu Meleyân Köyünün de doğusundadır. İran hududuna yakındır. Hazret-i Ömer zamanın da Eshâb-ı kiram, o belde ve ülkeleri feth için buraya gelmişler ve bu dağda şehit olmuşlardır. O zamandan beri bu dağın ismi Şehidin (şehitler) Dağıdır.
Seyyid Taha-i Hakkâri’nin pek çok kerametleri vardır.
“EFENDİM BU SU VE BALIK NEREDEN GELDİ”
Seyyid Taha hazretleri, bir gün camide büyük bir cemaate namaz kıldırmak için ayağa kalkmıştı. Niyetten önce, mübarek sağ elini birden ileri uzattı. Geri çektiğinde bir miktar su, mübarek cübbelerinin kolundan döküldü. Canlı bir balık da yere düştü ve çırpınmağa başladı. Cemaat hayrette kaldı. Namaz kılındıktan sonra Halife Köse cesaret edip; "Efendim, bu su ve balık nereden geldi?" diye arz etti. Seyyid Taha hazretleri cevaben; "Kızıldeniz'de bir gemi batıyordu. Talebelerimizden birinin; "İmdat ya mübarek hocam!" diye çağırması üzerine, yardım edip, gemiyi düzelttik. Büyüklerimizin himmeti, bereketiyle kurtuldular. Bu su ve balık oradandır." buyurdu.
‘SEYYİDE HAKARET ETMENİN CEZASI’
Irak'tan iki seyyid genç, altı katırı hediyelerle yükleyip, Nehrî'ye, Seyyid Taha hazretlerine getirmek için yola çıktılar. Harunan Köyünden geçerken, Seyyid Taha hazretlerinin büyüklüğünü inkâr eden Musa Bey adındaki zat, katırları yükleri ile birlikte gasletti. Gençler ağlayarak Nehrî'ye gelip Seyyid Taha hazretlerini haberdar ettiler. Seyyid Taha, Musa Beye haber gönderip; "Bu katırların yükleri bana ait olduğundan, yükler senin olsun. Bu gençler seyyiddirler. Onlara merhamet et, katırlarını teslim et." buyurdu. Musa Bey emirlerini dinlemedi, katırları vermedi. İkinci defa haber gönderip; "Benim namıma ve hatırıma versin." buyurdu. Buna da karşı çıkınca, Seyyid Taha büyük hiddetle; "Cuma gecesi gelsin de o vermesin görelim." buyurdu. Cuma gecesi, Nehrî'den, talebeler gidip, neticeyi öğrenmek için nöbet beklediler. Meğer Bey, divanhanesinde kendine tâbi olanlarla oturmuş, Seyyid Taha’nın evliyalığını inkâr hususunda konuşuyormuş.
Bu fısk meclisinin bitişinden sonra, yatak odasına girip yatağına uzanırken, midesine bir ağrı girerek. "Karnım!.. karnım!.." diye bağırarak can vermiş. Vaziyeti anlayan dokuz oğlu hemen Nehrî'ye gelip, katırları yükleri ile birlikte teslim ederek Seyyid Taha’ya sığındılar. "Lütfen, merhameten babamızın defin merasiminde bulunup, dua buyurunuz." dediler. Onlara cevaben; "Benim bulunmam, ona bir menfaat sağlamaz." buyurdu. Çocukları çok ısrar ettiler. Hazret-i Seyyid nihayet kalkıp, cenazeye gitti. Cenazenin kapkara kömür gibi olduğu görüldü. Definden sonra, Seyyid Taha; "Benim gelişimden zerre kadar menfaatlenmedi." buyurdu. Cenâb-ı Hak, bir seyyide hakaret etmenin onu üzmenin cezasını verdi. Bunu herkes açıkça gördü.
“YA SEYYİD TAHA”
Berzencî seyyidlerinden Seyyid Musa, kervancı başı olarak İran'a gidiyordu. Gayet sarp bir yerde, ayağı kayan katırı uçuruma yuvarlanırken; "İmdâd ya Seyyid Taha!" diye bağırdı. O anda bir el, hayvanı olduğu yerde durdurdu. Çekip yola çıkardılar. Seyyid Musa, bir müddet sonra ziyaret için Nehrî'ye gitti. Seyyid Taha hazretleri; "Ya Seyyid Musa! Bir katır için bizi İran'a çekiyorsunuz." buyurdu.
“DEF OL, YA LÂİN!”
Van'ın Gürpınar kazasından bir zat, Nehrî'ye gidip, Seyyid Taha’ya talebe olmak istedi. Kabul edilince de geri dönüp evine geldi. Talebe olduktan birkaç gün sonra, hayvanlarının bir kısmını kurt kaparak telef etti. Şeytan; "Bu hocaya bağlanmak sana yaramadı, uğursuz geldi." diye vesvese verdi. O talebe nihayet Seyyid Taha hazretlerinin daha önce kendisine hediye ettiği tevbihi iade etti. Maksadı hocasından ayrılmaktı. Tesbih, Seyyid Taha’ya takdim edildiğinde, tebessüm buyurdu. Aradan günler geçmişti. Seyyid Taha hazretleri, bir gün öğle vakti namaza kalkarken, birden mübarek ellerini uzatıp; "Def ol, ya lâin!" buyurup namaza başladılar. Namazdan sonra Halife Köse; "Efendim, mübarek ellerinizi uzatmadaki hikmet ne idi?" diye sual etti. O da; "Gürpınar'da bir Müslüman sekeratta iken, şeytan aleyhillâne imansız gitmesine çalışıyordu. Büyüklerin bereketiyle defedildi. Adam imanla vefat etti." buyurdu. Halife Köse; "Tesbihi iade eden olmasın?" dedi. "Evet, odur!" buyurdu. "Efendim, o edepsizlik ve terbiyesizlik etmişti." deyince de; "Bir zaman bize muhabbeti vardı." buyurdular.
BU SUDA BÜYK BALIKLAR BİLE YAŞAR
Seyyid Tâhâ, daha ilim talebesi iken, bir gün Bağdât'a yakın bir yerde, çok küçük bir akarsudan abdest alıyordu. Arkadaşları; "Bu su çok azdır, bununla abdest olmaz." deyince; "Bu, mâ-i câridir, yâni akar sudur. Dinîmizde bununla abdeste izin vardır. Siz ilim talebesisiniz, bunları bilirsiniz. Sonra bu suda balık bile yaşar." buyurdu ve elini orada biriken su birikintisine sokup çıkardı. Arkadaşlarına uzatarak; "Bakın bu suda kocaman balıklar yaşamaktadır." deyip elindeki balığı gösterdi. Bu büyük kerameti gören arkadaşları; "Bundan sonra sen ne yaparsan yap, bir daha sana itiraz etmeyeceğiz." dediler.
‘BİR DAHA İHTİYACIN OLURSA AMBARA DEĞİL BİZE GEL’,
Bir gece, hırsız, Seyyid Taha hazretlerinin ambarına girip bir çuval un almak istemişti. Çuvalı doldurdu, fakat kaldıramadı. Yarıya kadar boşalttı, yine kaldıramadı. Biraz daha boşalttı. Yine kaldırıp götüremedi. O sırada, Seyyid Taha hazretleri ambara geldi ve "Ne o, çuvalı kaldıramıyor musun? Yardım edeyim." deyince, hırsız, donakalıp bir şey diyemedi. Seyyid hazretleri çuvalı kaldırıp, hırsızın sırtına verdikten sonra; "Bunu al git, bizim adamlarımız görmesin, belki canını yakarlar. Bir daha ihtiyacın olursa, ambara değil, bize gel!" buyurduğunda hırsız, tövbe edip, sadık talebelerinden oldu.
BİR ERMENİ
Bir ErmeniSeyyid Taha hazretlerine gelip; "Çocuğum olmuyor, sizin büyük bir zat olduğunuza inanıyorum. Dua edin de, çocuğum olsun." dedi. Seyyid Taha hazretleri, talebesinden birine; "Git bir beze iki tane koyun tüyü koy, sar, getir!" buyurdu. Talebesi emri yerine getirdi. Seyyid Taha, Ermeni’ye; "Bu bezi beline sar, hiç çıkarma!" buyurdu. Aynı Ermeni beş sene sonra gelip; "Efendim, her yıl iki çocuk olmak üzere, beş senede on tane çocuğum oldu. Artık yeter." dedi. Seyyid Taha da; "Belindekini artık çıkarabilirsin." buyurdu.
Seyyid Taha hazretleri bir gece rüyasında, dağdan bol bir suyun aktığını ve herkesin ondan içmeğe koştuğunu gördü. Kendisi ise o gün, suyu kaynağından içmek için dağın tepesine tırmanıyordu. Bir de gördü ki, suyun kaynağında Allah'ın Resulü var. Ve bütün sahrayı kol kol dolaşan sular, O'nun mukaddes parmaklarından akmaktadır. Seyyid Taha, suyu o mübarek parmaklardan ve fışkırış noktasından içmek saadetine erişmek için yaklaştı ve içti.
Seyyid Taha hazretleri bir gece rüyasında, dağdan bol bir suyun aktığını ve herkesin ondan içmeğe koştuğunu gördü. Kendisi ise o gün, suyu kaynağından içmek için dağın tepesine tırmanıyordu. Bir de gördü ki, suyun kaynağında Allah'ın Resulü var. Ve bütün sahrayı kol kol dolaşan sular, O'nun mukaddes parmaklarından akmaktadır. Seyyid Taha, suyu o mübarek parmaklardan ve fışkırış noktasından içmek saadetine erişmek için yaklaştı ve içti.
Ambarda un kalmadı ne yapayım? Misafirlerin hizmetiyle vazifeli levazım âmiri, bir akşamüzeri Seyyid Taha hazretlerinin huzuruna gelerek; "Efendim! Bu fakir, bu akşamüzeri, bin erkek ve beş yüz kadın misafirin yemeklerini çıkartıp yedirdim. Şu anda beş yüz kişi Nehrî'ye girmektedir. Anbarlarda un kalmadı, ne yapayım?" diye arzedince, Seyyid Tâhâ; "Anbarlarda olması lâzım." buyurdu. "Efendim, süpürdüm, bir şey kalmadı." deyince; "Bir daha bak." diye emretti. Bunun üzerine âmir gidip baktığında, anbarların unla dolu olduğunu hayretle gördü.
Hz. Seyyid Taha’nın mübarek mezarı o zaman Şemdinli ilçesinin merkezi olan ve nüfusu 16000 civarında olan, bugün ise birkaç evin bulunduğu Bağlar (Nehri) köyündedir. Onu seven âşıkları, uzak yerlerden gelerek, mübarek kabrinden fışkıran nurlardan, feyzlerden istifade etmekte, bereketlenmektedirler.
NE KADAR DEĞER BİLİYORUZ
Böylesi önemli zatların ilçemizde nail olmasına rağmen kendileri hakkında detaylı bilgilere sahip olmamakla beraber başkalarının da kendileri hakkında bilgi sahibi olması için çaba sarf etmedik. Yılda binlerce kişi tarafından ziyaret edilen mübarek zatların hayatları ile ilgi mezarlarında herhangi bir tabelayla ya da hayatlarını anlatan cep kitapçıklarına rastlamak mümkün değildir. Bugün ülkenin birçok kentinde küçük bir sarayın tarihiyle ilgili tabelaların bulunması ya da asılması göze çarparken Şemdinli ilçesinde böylesi önemli iki zatın hayatlarıyla ilgili hiçbir tabela bulunmamaktadır. Hafif yağmurun çiselediği bir günün öğle saatlerinde ziyaret ettiğimiz bu iki önemli zatın hayatı hakkında bilgi sahibi olmak isteyen Tuğba Uyar isimli hayırsever bir kadın, bu iki önemli zatın hayatını çeşitli kaynaklardan araştırarak tabela yaptırıp mezarlarının girişine astırdı. Böylesi bir eksikliği tamamlayan hayırsever Tuğba Uyar, bu örnek davranışıyla mübarek zatları ziyarete gelenlerin bilgilendirme yönünde yardımcı olmuştur.