2013’ün ocak ayından itibaren Türkiye’de “çözüm süreci” olarak adlandırılan süreçte pek çok şey yaşandı. Barış İçin Kadın Girişimi, bütün bu süreç boyunca savaşın kadınlar için yarattığı tahribatları ortaya koymak, çözüm sürecinde kadınların yaşadıklarını ve sözlerini görünür kılmak için barış noktaları kurdu. Savaşın Kürt ve Kürt olmayan kadınlara verdiği doğrudan ve dolaylı zararları tespit etmeye çalıştı. Savaşa ayrılan bütçe ile kadınları güçlendirmek için neler yapılabileceğini tartıştı, forumlar ve atölyeler düzenledi. Adana, Ankara, Antalya, Çanakkale, Bursa, Diyarbakır, İstanbul, İzmir ve Van’da kadınların barıştan beklentilerini nasıl ortaklaştırabileceğini tartıştı. Ağustos 2013’te de KCK’nin kadın bileşeni KJB (Koma Jinen Bilind) yönetimi ile görüşmek için Kandil’e gitti. Sonrasında ise geniş kapsamlı bir çözüm süreci raporu hazırladı girişim.
Kandil’e giden kadın grubunun içerisinde yer alan Sevda Bayramoğlu, bu ziyaretin anlamını ve kişisel gözlemlerini paylaştı bizimle. Bu paylaşım, hem uzakta, temas etmeden ve sözlerini direkt duymadan haklarında pek çok şey söylenen gerilla kadınların gerçekliklerini ortaya koyuyor, hem de coğrafya kadınlarının barış ortaklıklarının nasıl sağlanabileceğini gösteriyor.
Zorlu bir yolculuk sonucunda tanıklıklarla dolu bir görüşme yaptınız Kandil’de gerilla kadınlarla. Giderken kafanızda ne vardı? Kafanızdakiler değişti mi?
İnsan daha önce hiç temas etmediği birşeyle karşı karşıya geldiğinde, öğrendiği kalıplarla düşündüğünü, ama o kalıpların hiç de gerçekliği ortaya koymadığını daha iyi görüyor. Bizim Kandil’de gerilla kadınlarla buluşmamız da “Kandil, dağ, gerilla, savaş” denilince ilk akla gelenlerin dışındaki şeyleri çarpıcı bir biçimde açığa çıkardı. Şunu belirteyim öncelikle, insanın böylesi tanıklıklarında biraz mübalağa, biraz romantizm payı vardır. Ama o payı çıkardığımızda bile ortaya çıkan tablo gerçekten çok etkileyiciydi.
Biz, barışın bu topraklarda nasıl mümkün olacağını dert edinen bir grup kadın olarak gittik. Görüşmede sanki uzun yıllardır tanıştığımız ve pek çok şey paylaştığımız kadınlarla beraberdik. Beklentilerimiz, memleketin haline dair sözlerimiz ve gündelik hayata dair kaygılarımız çok benzerdi. Kadın kadına olmanın ve barışı konuşmak üzere gitmiş olmanın da bu duygu birlikteliğinde etkisi var. Orada olduğumuz dönem çözüm ihtimali ve barış umudunun çok yüksek olduğu bir dönemdi. Zaten bir çatışma sürecinde böylesi bir araya gelişlerin mümkünü yoktur.
Kandil’de bir kadın komünü ile karşılaştık. Kadınlar orada hayatı her anlamda beraberce örgütledikleri bir yaşam kurmuş. Evet, üzerlerinde üniforma vardı, ama bu zorunlu kıyafet içinde bile kadınlıklarından ödün vermeyen, dağda bir hayat sürüyor olmanın gündelik sıkıntılarına kadınca çözümler bulan kadınlar...
Savaş süresince kadın gerillalar hakkında çok ağır cümleler ve hatta hakaretler işittik medyadan, siyasetçilerden. Düşmanlaştırmanın en vahim söylemleri kadın gerillalarla ilgiliydi. “Ülkeyi bölmek için dağa çıkmış teröristler” tablosu yerine bir kadınlık durumu ortaya koyuyorsunuz...
Evet, “bölücü, terörist” yaftalaması var, ama biz gördük ki kadınların dağa çıkmaktaki en önemli nedenlerinden biri de kadınların eşitsiz durumu, yaşadıkları ayrımcılık ve şiddet. Bizzat kadın bedeninin erkeklerin savaş alanı haline gelmesi. Bir halkın inkarı, imhası, özgürlük talebi, devletin, askerin, polisin şiddeti esas neden ama, kadınların özel olarak isyan etmesinin nedenlerinden biri de bu kadınlık durumları. Evde sırf yemeği yaktı diye şiddet gören genç bir kadın, sadece üstündeki gündelik kıyafetle gerillaya katılabiliyor. Kadınlar, şiddete uğradığında sığınacağı ve kurtulacağı bir güç olarak görüyor dağı.
Hakikatler meselesi gerçekten çok önemli. Herkesin kendi hakikati var. Bir hakikatmiş gibi gösterilenler var, bir de “hakiki” hakikatler var. Devletin hakikat diye sunduğu başka, faillerin hakikati başka, kadınların hakikati ve mağdurların hakikati başka, dağın ve Türkiye’nin batısının hakikati de başka. 30 yıldır süren bir savaş varsa o 30 yılın savaş suçları da, kendi hakikatleri de vardır. Ama bunu devlet, erk, iktidar istediği gibi gösterebilir, hatta hiç göstermeyebilir. Sadece ana akım medyadan memleketi görenler, sadece bu kaynaktan bilgilenenlerin hakikati başka oluyor elbette. Bu hakikate yabancı olmayan, sadece devlet kaynaklarından değil, başka kaynaklardan öğrenmeye çalışan biri olarak, yine de gördüğüm gerçek karşısında çarpıldım ve şöyle düşündüm: En ön yargılı kadınlar -ama kadınlar- burada bu kadınlarla bir hafta on gün birlikte vakit geçirseler ve konuşsalar bambaşka bir şey çıkar.
Ne çıkar?
O ön yargı kesinlikle yıkılır. En azından onların “öcü” değil, sen ben gibi birer kadın olduğu hemen ortaya çıkar. Ve bu hakikate ulaşmak ancak temas etmekle mümkün. Çözümün kadınlara sağlayabileceği en önemli şey de bu; barışa ulaşmak için birbirlerine temas edebilmenin koşullarının yaratılması.
Biz, savaşan güçlerin hakikatlerinin ne olduğunu tam anlamıyla bilmiyoruz hâlâ. Savaşın bir tarafı olan gerilla kadınlarla bu hakikatlerin onlar için ne anlama geldiğini de konuşmaya çalıştık. Düşünün, en az 15-20 yıl bilfiil savaşmış, çokça yara almış, bedenen hırpalanmış kadınlar bize hiçbir acı savaş hikayesi anlatmadılar. Çok güçlü, öz güvenli ama bir o kadar da samimi ve mütevazı kadınlarla karşılaştık. Savaşın bir tarafı olarak bu acı hikayeleri anlatmak istememeleri bir mağduriyet durumu yaratmamak için olabilir kanımca. Ama kadınların savaş süreçlerinde nasıl travmalar yaşadıklarını, kadınların savaştan nasıl etkilendiklerini memleketin çok içinden bakarak tarif eden, bunun açığa çıkarılması için mekanizmalar talep eden kadınlardan söz ediyoruz.
Bu açıdan memleketle kurdukları bağı, kadınların gündelik sorunlarıyla kurdukları bağı nasıl tarif edersin?
Çok yakından ve ilgiyle takip ediyorlar olan biteni. Bu kadar yıldır sosyal hayatın içinde değil, dağlarda olan kadınlar güncel meselelere inanılmaz hakimlerdi. Biz Kürt Kadın Hareketinin temsilcileriyle görüşmeye gitmiştik, ama gördük ki dünya kadın kurtuluş hareketi tahayyülü ve fikriyatı olan kadınlar onlar. Kadınların ufukları, meseleleri, tartıştıkları herşey Türkiye’yi kapsamakla beraber sadece bununla sınırlı değil. Bunun çok ötesine, bölgeye ve tüm dünyaya taşmış durumda yani dünya kadınlarının kurtuluşu meselesi. Şunu söylediler, “Biz çok uzun yıllar kadın mücadelemizi erkeklerle eşit olma fikri üzerine yürüttük, sonra fark ettik ki eşit olmaya çalıştığımız erkeklerin bu sistem içerisindeki durumu çok vahim. Biz onlar gibi olmaya çalışmamalıyız”. Bunlar uzun tartışmalarla ve deneyimlerle ulaşılmış sonuçlar. Üstelik de dağ koşullarında, çatışma koşullarında. Kadınlar, sadece çözüm süreci ile değil, bir bütün sistemi kadın bakış açısıyla yeniden dizayn etmenin, bununla beraber erkeği ve erkekliği de değiştirmenin peşinde...
‘SAVAŞ İNSANI ÇIRILÇIPLAK BIRAKIR...’
Kadın gerillaların müzakere süreci hakkında endişeleri var mı? Geçmiş görüşme süreçleriyle bugünü değerlendirdiklerinde nelere vurgu yapıyorlar?
Çözüm konusunda herşeye rağmen müthiş bir inanç ve kararlılık var. Herşeye rağmen bu sürecin devam edeceğine inanıyorlar. Ancak bu karşı taraftan soyut bir beklentileri var demek değil. Meselenin bütün zorluklarının farkındalar ama kendi öz güçlerine ve kendi kararlılıklarına çok güveniyorlar ve belirleyici olduğunu düşünüyorlar.
Bu gücün kaynağı ne peki?
30 yıllık savaş süreci kadınlara çok şey öğretmiş elbette. Hem kendileri çok değişmişler, hem de çok şeyi değiştirmişler. Kadınlardan biri çok çarpıcı bir şey söyledi: “Savaş insanı çırılçıplak bırakır, çırılçıplak kalmış insanlar kendilerini yeniden inşa etmek zorundadırlar, biz de öyle olduk. O çıplaklıktan yeniden insan olmaya uğraşıyoruz.” Ve yeniden kurulan insanlıkta kadınlar çok belirleyici. Bir kere tamamen bağımsız bir kadın yapısı, kadın örgütlenmesi kurmaları, kadınların kendi iradelerini ortaya koymaları bunun yapı taşı. Örneğin eğitim süreçleri... Çok genç yaşlarda gerilla olmuş ve bizim klasik anlamda bildiğimiz eğitim süreçlerinden geçmemiş bu kadınlar, dağda çok kapsamlı bir eğitim sürecinden geçtikleri akademiler kurmuşlar. Felsefe, mitoloji, ekonomi, siyaset bilimi tartışıyor, bu alanların literatürüne ve kavramlarına hakim olabilecekleri eğitimler alıyorlar. Hiyerarşi yok, öğreten-öğrenen ilişkisi yerine herkesin öğrenme sürecinin parçası olduğu, belirlenen konuya hazırlanarak sunumlar yaptıkları, hem öğrendikleri hem de öğrettikleri bir eğitim sistemi var. Eğitim de yaşamla beraber alternatif bir hal almış. Bu tabi kadınlara inanılmaz bir öz güven ve güç kazandırıyor.
Bu anlattığınız tabloya bakınca, insan şunu düşünüyor; bütün mesele dağdakilerin ovaya inerek siyaset yapmalarını sağlamak. Bu kadınlar niye dönsün ki?
Evet, biz de bunu sorduk kendimize (gülüyor). Hepimizin sonuna kadar eleştirdiği erkek egemen, mülkiyete ve piyasaya dayalı, her türlü canlıya düşman olan bu sistem karşısında onlar başka bir hayat kurmuş, bunun avantajını yaşıyorlar. Ama istekleri, tüm dünyanın bu hayata kavuşması olunca ovada siyaset kaçınılmaz oluyor!
Dönmek istiyorlar mı?
Evet, elbette dönmek istiyorlar. Mücadelelerine kadın kurtuluş mücadelesi olarak baktıkları için bu mücadeleyi bütün kadınlarla beraber sürdürmek istiyorlar. Elbette en yakınlarındaki Türkiyeli kadınlarla ve Ortadoğulu kadınlarla bu mücadeleyi bir kazanımla sonuçlandırmak istiyorlar. Tam da bu nedenle hem Türkiye’deki gelişmeleri, bölgedeki gelişmeleri, Ortadoğu siyasetini çok iyi tahlil ediyor ve çok önemsiyorlar. Nitekim Ortadoğu’daki gelişmelerde de Kürt kadınlar çok önemli bir role sahip.
BAŞKA BİR HAYATIN ÖZ SAVUNMA GÜCÜ
Gerillaların çekilme sürecinde Barış İçin Kadın Girişimi sınır bölgelerinde gözlemcilik yaptı. Hem gerilla kadınlar açısından hem de bu bölgelerde yaşayan kadınlar açısından duygu ne idi? Sonrasında gelişen duygu ne oldu?
Kadın gerillaların KCK ve gerilla gücü içinde tamamen bağımsız örgütlenmesi, tabiri caizse Fırat’ın doğusunda kadınların hayatını çok derinden etkileyen ve değiştiren çok önemli bir dinamik oluşturmuş durumda. Biz bunu çok net gördük. Örneğin, çekilme bölgelerinde kadınlarla görüşen arkadaşlarımız şunları anlattı: Köylerde kadınlar, geride kalan Kürt kadınlar ağlıyor. Sadece ölümler duracak diye mutluluktan ağlamıyorlar. Bu coğrafyada örgütlü kadın gücü bu kadınlar için hem devlet şiddetine, hem de erkek şiddetine karşı bir güvence ve öz savunma gücü olarak görülüyor. Kadınlar, gerilla kadınların varlığını kendi statüsünü güçlendiren bir garanti gibi görüyorlar. Kadınlar “Bizi şimdi kim koruyacak” diye endişeleniyor. Bu çok çarpıcı. Yani oradaki kadın gerillalar, başka bir hayatın da dinamiği olmuş. Kadın gerillalar da aynı kaygıyı taşıyor. Tam da bu nedenle en önemli gündem maddelerinden biri hayatın her alanında, toplumsal alandaki özgürlüğü ve eşitliği güvence altına alacak, her türlü şiddet tehdidine karşı kendi öz savunma güçlerini kadınlar nasıl kurabilir?
Kürt illerinde, özellikle sınır bölgelerinde kalekol inşaatlarının hızla tamamlandığını gördük. Raporda da kadınların bundan çok ciddi rahatsızlık duyduğu ortaya konuyor. Neler gözlemlediniz?
Evet, kalekolların yapıldığı yerlerde çatışma yok, ölüm yok ama bu kalekollarla birlikte militer erkek gücü ve iktidarı, her türlü şiddeti temsil eden şey kadınların gündelik hayatının ta içine girmiş durumda. Kadınlar, “Bahçeme çıkamıyorum, tavuğumu besleyemiyorum, çamaşırımı asamıyorum” diyor. Eskiden zırhlı araçlarla köyün dışında gezen askerler, şimdi köpeklerle yaya olarak köyün içinde geziyor. Kadınların kapılarının önünden, pencerelerin önünden bu biçimde geçiyor. Erkekliğin fallik bir temsili gibi kalekollardan yükselen kuleler, kadınlara çok daha fazla gözetlendikleri hissini veriyor. Bu gözetlenme duygusu çok kötü bir şey. Bu başka bir hafızayı tazeliyor, bunu ancak yaşayan anlar. Gerilla kadınlar açısından ise duygu şu; kadınları yalnız ve savunmasız bırakmış gibi hissediyorlar. O nedenle öz savunma gücü tartışması şimdi bu kadınlar için çok daha önemli bir tartışma haline geldi.
EN TEMEL MESELE HUKUKİ ZEMİN
Müzakere sürecinde ortaya konan en önemli taleplerden biri de sürecin hukuki bir alt yapıya kavuşturulması. Bu, gerilla kadınlar açısından ne anlama geliyor?
Bu, dünyadaki barış ve müzakere süreçlerini takip eden, bu deneyimlerden dersler çıkaran herkesin ortak talebi. Çünkü diğer türlü sürecin güvencesi, istikrarı ve toplumsallaşması mümkün olmuyor. Biz gerilla kadınların dünyadaki müzakere süreçlerini çok yakından takip ettiğini, okuduklarını, birebir görüşmeler yaptıklarını ve sonuçlar çıkardıklarını gördük. Pek çoğumuzdan daha hakimler sürece. Barış İçin Kadın Girişimi olarak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin müzakere süreçlerine kadınların eşit katılımının garanti altına alınması gerektiğini söyleyen 1325 sayılı kararını çok önemsiyoruz. Elbette Birleşmiş Milletlerin halklar nezdindeki zayıf karnesini biliyoruz, bu kararı önemsememiz de ne batıcılığımızdan kaynaklanıyor ne de bütün umudumuzu buraya bağlamış olmamızdan. Bu kararın kadınların bu süreçte ellerini güçlendirecek bir araç olduğunu düşünüyoruz. Bu fikrimizi gerilla kadınlarla da paylaştık, bunu çok önemsediler. Bunun mekanizmaları nasıl olabilir diye bir tartışma yürüttük. En temel mesele, hukuki bir zemin. Çözüm sürecinin yasal bir çerçevesi olmazsa sözler havada uçuşuyor ve suya yazılmış gibi oluyor herşey. Mecliste çözüm sürecini takip etmek için bir komisyon kuruldu güya. Ama güdük kaldı. Sürecin toplumsallaşmasını sağlamaktan çok uzak kaldı. Oysa sürecin kalıcılaşması için toplumsallaşması ve bunun için mekanizmalar kurulması gerekiyor. Toplumun bütün kesimlerinin sözünü söylemesi, bu sözlerin dikkate alınması gerekiyor. En temel özne de kadınlar. Komisyonlar meselesi çok önemli. Hakikat komisyonu, anayasa komisyonu, toplumsal cinsiyet eşitliği komisyonu gibi komisyonlar kurulabilir. Bu komisyonlarda kadınların en az yüzde 50 temsil edilmesi gerekiyor.