Kürdistan’da 1992 yılında ilk serhildanın olduğu Cizre’de yaşanan direniş ve saldırılara tanıklık eden gazeteci Faruk Balıkçı, OHAL sürecinde yaşanan serhildanı ve aradan geçen 23 yıldan sora devletin Cizre’deki halkın taleplerine karşı bakışını ANF’ye anlattı. Cizre’de iki ayrı tarihi direnişe tanıklık eden Balıkçı, “90’lı yıllarda basın ve teknoloji olmamasına rağmen böylesi bir baskı cenderesi yoktu” diye konuştu.
23 yıl önce Cizre’de yaşanan halk ayaklanmasına bir gazeteci olarak tanık ettiniz. Bugünkü Cizre’de yaşanan direniş ve katliam arasında benzerlik var mı?
1990’lı yıllarda devletin tüm baskı ve şiddetine rağmen Cizre’de Newroz, çok görkemli kutlanırdı. O tarihte bölgedeki kentleri değerlendirirsek Cizre’nin çok ayrı yeri vardı. Çok daha kapsamlı kutlamalar yapılırdı. Her kutlama sonrası ölümler yaşanmasına rağmen Cizre’de yine Newroz kutlanırdı. 1992 Newroz serhildanı yaşandığında teknoloji de çok gelişmemişti. O devletin yaptığı zulüm ancak orada kalıyordu. Ancak geniş bir kitleye yayılmıyordu. Bugün ise, çok daha farklı teknoloji geliştiği için şu anki Cizre direnişi en basitinden sosyal medyada paylaştığımız bir fotoğrafı binlerce insana duyurabiliyoruz. Yani bir şey gizlenemiyor bugün. Ama bugün baskı ve katliam gizlenememesine rağmen devlet, 1990’lı yıllardan daha fazla şiddet kullanıyor. İşte 90’lı yıllardan farkı da odur, şimdi ise, çok daha baskıcı bir sistem ile karşı karşıyayız. 1990’lı yıllarda hiçbir kentte 8 gün abluka altına alınmıyordu, sokağa çıkma yasağı ilan edilmiyordu. Ama 2015’li yıllarda bir kent abluka altına alınıyor, o kentte ne olup bittiğini bilmiyor, sadece ölüm haberleri alınıyor. O yüzden 90’lı yıllar ile bugünü değerlendirdiğimizde çok daha baskıcı, çok daha geniş boyutlu çok daha baskıcı bir sistemle karşı karşıyayız.
Peki, o zaman gazeteler neden Cizre serhildanı sonrasında yaşanan katliamı gizledi?
Faili meçhul cinayetlerin işlendiği bir dönemde devlet buna hiç kimsenin buna tanık olmasını istemiyordu. Nihayetinde bir fotoğraf geleceğin belgesidir. Dolayısıyla bir ilçede devlet bir gazeteciyi istemiyorsa o ilçede mutlaka karanlık işler vardır. Devletin baskıcı bir uygulaması vardır. Geçmişte de bu böyleydi. O yaptıklarına kimsenin tanıklık etmesini istemiyorlardı. O dönemde bölgede yaşanan cinayetleri gazeteler çok kullanmıyordu. Ama bizim yapabildiğimiz, çektiğimiz fotoğrafları veya izlediğimiz bir haberi demokratik kurumlarla paylaşmak, fotoğraflarının yayınlanacağı kurumlarla paylaşırdık.
Sanırım o dönemde haber takibi için Cizre’ye gelen bir gazeteci arkadaşınız da öldürüldü?
Evet, Cizre serhildanında beyaz bayrak taşıyan bir gazeteci arkadaşımız açılan ateş sonucu kafasından yediği tek kurşunla gözlerimin önünde hayatını kaybetti. Onunla ilgili bugüne kadar bir soruşturma dahi açılmadı. Gazeteciler 90’lı yıllarda bu tür zorluklarla karşılaşıyordu. Özellikle o yıllarda muhalif gazetecilik yapanlar baskıdan öte, fiziksel baskı ile karşı karşıyaydı. Ya gazeteci öldürülüyordu, ya da gazeteleri bombalanıyordu, ya da yapılan haberler sansürden geçiriliyordu. Siyah sayfa olarak çıkıyordu. O dönemde de bunlar yaşanıyordu.
Cizre 90’lı yılların Cizre serhildanını kitaplaştırdınız, peki şimdi Cizre için böyle bir düşünceniz var mı?
Cizre çok acı çeken bir kent. 1990’lı yıllarda en görkemli Newroz’u kutlayan kent Cizre idi, faili meçhul cinayetler yoğun olarak yaşandığı kentti. 23 yıl sonra o acıya yeniden ortak olmak, insanlarla bir arada oldum. O dönemde Cizre serhildanı ve yaşanan baskı ile ilgili ‘Ölümün İki Yakasında’ anlatan kitabımı bu direniş ve katliamla daha da genişletmek istiyorum. Tabi arada uzun zaman geçmiş ama 90’lı yıllardan ele alıp günümüze kadar bir kitap yazma düşüncesindeyim.