John Berger’in A’dan X’e adıyla derlediği, Tunuslu bir devrimci olan Xavier ile sevdiği kadın Aida arasında geçen mektuplaşmalarda, Aida “Sana iki kere müebbet verdikleri anda onların zamanına inanmayı bıraktım” der. Zaman kavramı, hafıza ve ‘beklemek’ başka bir biçim alır. Tüm bu kavramları yeniden yorumlar ve buna inanır Xavier ve Aida… ve birbirlerine yazmayı bırakmazlar. Yazının kudreti de burada başlar…
4 yılı aşkın süredir tutuklu bulunan HDP önceki dönem Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, ilk romanı Leylan’ı tam olarak bu zaman ve hafıza üzerine kuruyor. ‘İçeri’den ‘dışarı’ya bir sestir Leylan. Onların zamanına inanmayı bırakıp yeni bir anlayışla yaklaşır Demirtaş… ve Leylan, ilk gençliğindeki bir Kürt gencinin, yaşadığı coğrafyayı, zamanın getirdiği ‘kırılmayı’, hafızanın biriktirdiği iki dilliliği sorgulaması ve buradan kendi kimliğine uzanmasıyla yola koyulur. Demirtaş, metninde soğuk bir rüzgar estirir fakat kimse üşümez. Üşümenin cümle halini hatırlatır, yaşatır fakat kimseyi soğukta bir başına bırakmaz. Politik yaşamından da alışık olduğumuz kendine has mizahını bir kez daha edebiyat aracılığıyla insanlarla buluşturur. Tüm politik hayatını üzerine inşa ettiği hak ve kimlik kavramı romanın ilerleyen kısımlarında kendini belirgin bir şekilde gösterir ve Demirtaş onların zamanını ve elbette ‘müebbetliğini’ yener…
Demirtaş’la, Leylan’ı, hafızayla olan ilişkisini ve ‘seraplarını’ konuştuk.
Leylan, ‘dili’ odağına alan, Kürtçe ile Türkçe arasında salınan bir açılışla okuyucuya ‘merhaba’ diyor. Sizin dile yaklaşımınız nasıl? Kurgu metin içerisinde, iki dilin sözcüklerinin anlamlarından kendi hikayenize yönelirken nelere dikkat ettiniz?
Dil ve öncelikle anadili, insanın toplumsal varlığı, bireysel onuru ve var oluş süreciyle doğrudan bağlantılıdır. Anadili, kültürü, kimliği yok edilmeye, asimile edilmeye çalışılan bir halkın hikayesini anlatabilmek için, o halkın çocuklarından, çocukluktan yola çıkıp anlatmak gerekiyordu. Karakterlerin romandaki rolleri ve inşa süreçlerini oturtmak mümkün olmazdı yoksa. Eksik kalırdı ve arzu ettiğim bağlama oturmazdı. Kudret ve diğer karakterleri tanıyıp anlayabilmemiz için maruz kaldıkları kültür kıyımını bir şekilde yazmak zorundaydım. Ve benim romanını yazdığım halk Kürt halkı olunca, bu en önemli meseleyi görmezden gelerek karakter inşa edemezdim.
‘HİCİV BÜYÜK BİR KOLAYLAŞTIRICIDIR’
Mizah ve hiciv, sizin politik hayatınızda da sıkça gördüğümüz bir unsur… Bir kez daha bu mizahla karşılaşıyoruz Leylan’da… Anlatınızın atmosferinde, karakterlerinizi inşa etmede ve genel anlamıyla romanın ‘son sözü’ne mizah ve hiciv nasıl hizmet ediyor?
Sert, sarsıcı, örseleyen mevzuları anlaşılır, çözülebilir konular olarak anlatabilmekte mizah ve hiciv büyük bir kolaylaştırıcıdır. Benim amacım, sorunları hatırlatıp insanları bunalıma, karamsarlığa, umutsuzluğa sevk etmek değildi, bunların ilanihaye mutsuzluğumuzun kaynağı olamayacağını, bir gün hepsini çözerek aşabileceğimizi hissettirmek de istiyorum. Mizah, hem bu noktada hem de karakterleri okuyucuya yakınlaştırıp empati kurmasını sağlamada etkili olabiliyor.
‘DİL VE KÜLTÜR ASİMİLASYONU ÇOCUKKEN BAŞLAR VE DEVAM EDER’
Anadil meselesini, genç bir karakter üzerinden işliyorsunuz. Köklü tarihsel ve politik tarafları da olan bir mücadeleyi neden genç bir karakter üzerinden ele aldınız? ‘Saf’ bir aklın sözleriyle hareket etmek mi sizi cezbetti?
Dil ve kültür asimilasyonu çocukken başlar ve devam eder. Ben de asimilasyonu, ilk ortaya çıktığı andan başlayarak ele almayı daha doğru buldum.
Leylan’da hafıza önemli bir yer teşkil ediyor. İnsanlığın, toplumsal hafızayla yoğrulduğu bir dönemdeyiz. Hafıza, sizin metinlerinizde nerede duruyor?
Her sayfada, her satırda vardır hafıza. “Asıl yenilgi unutmaktır” denir ya, benim metinlerim tümüyle, unutturmama üzerinedir.
Mutluluk ve hayat kavramlarını tartışıyorsunuz. Peki öznel anlamda sizin için hayat nedir, aynı zamanda bir ressam olarak mutluluğun resminin olmazsa olmazları nelerdir?
Yapacağımız tüm mutluluk resimlerinin kesinlikle yarım kalacağını önceden bilmektir tüm mesele.
‘DAYANIŞMA GÖSTEREN HERKES SAĞ OLSUN, VAR OLSUN’
Devran, Jülide Kural’ın yönetiminde sahnelendi ve çok konuşuldu. Bunda izleyici sıralarında gördüğümüz kadın dayanışmasının da etkisi büyük oldu. Sanatın bu gücü ve dışarıdaki dayanışma ‘içeride’ sizi nasıl etkiliyor?
Gerçekten inanılmaz bir moral alıyoruz. Mücadelede, bizi motive eden etkili bir dayanışmadan daha kıymetlisi yok, emin olun. Sanatın ve sanatçının dayanışma tutumu ise çok daha farklı bir etki gücünde. Çünkü bu durumda artık kişi olarak biz içeridekilerin dışında, dışarıdaki milyonlar da moral bulabiliyor bu şekilde. Dayanışma gösteren herkes sağ olsun, var olsun.
Leylan’ı üç kez ‘yüzüstü bıraktığınızı’ ve uzun bir zaman sonra nihayete erdirdiğinizi belirtiyorsunuz. Bunda dışarıdan daha önce yayınlanan kitaplarınıza gelen eleştirilerin de etkili olduğunu ifade ediyorsunuz. Sonuçta kitap bittiğine göre bu eleştirilerin asıl olarak yazarlığınıza olumlu etki ettiğini mi düşünmeliyiz?
Elbette ki bana Leylan’ı eleştiriler bitirtti, yoksa tamamlayamazdım.
Leylan’da Nietzsche, Spinoza, Mehmet Uzun, Ahmed Arif ve Füruğ Ferruhzad’a eserlerden alıntılarla selam gönderiyorsunuz. Bu yazarların, edebi estetik anlayışınıza ne gibi katkıları oldu? -Bu kitabın yazım sürecinde hangi yazarlar yol arkadaşınızdı, kimlerden etkileniyorsunuz?
Sayamayacağım kadar çok fazla yazar ve kitaptan etkilenerek kendi üslubumu, çizgimi arıyorum. Tanınan tanınmayan her edebiyatçı bana bir şeyler katmıştır kesinlikle. Felsefe ise çok fazla ilgili olduğum bir alan değil. Yine de kısıtlı okumalarım sonucunda önemli bir katkı sağladı bana ve edebi çizgime.
‘YAZAR OLARAK TÜKENMİŞ HİSSEDİYORUM KENDİMİ’
Leylan’ın teşekkür bölümünde ‘edebi hayatımın son kitabı bu gibime geliyor’ diyorsunuz. Neden böyle bir tahmininiz var?
Sanki içimde tek bir sözcük kalmayıncaya kadar hepsini Leylan’da yazdım gibi. Yazar olarak tükenmiş hissediyorum kendimi. Duygum bu, en azından.
Son olarak sizin hayalleriniz ve kitaptaki göndermenizle sorarsak ‘seraplarınız’ nelerdir?
Özgürlük tabii ki. Herkes ve kendim için. / DUVAR