TAHMİN YÜRÜTECEĞİZ: 25 no’lu fezlekede isnat edilen suçun tarihi 28 Eylül 2013. Fezlekenin düzenlenme tarihi ise 24 Şubat 2016. Fezlekenin hazırlanması için iki buçuk yıl beklenmesi bile, siyasi saiklerle olduğunun göstergesidir. Bu fezleke de dahil olmak üzere hiçbir fezlekede, suçun somutlaştırılması yapılmamış. Örneğin ‘terör örgütü propagandası’nı hangi cümlelerle yaptığım belirtilmemiş. Salla gitsin, ya tutarsa yöntemi izlemiş savcılar. Dolayısıyla fezlekeden okuyacağım ama tahmin yürüteceğiz. Galiba mahkemenin de yaptığı budur. Hangi sözlerim hangi suçlamayla ilişkilendirmiş diye tahmin yürüteceğiz.
ŞİDDET ADINA BİR ŞEY YOK: (Fezlekedeki konuşmasını okuduktan sonra) Savcı Kürt ve Kürdistan kelimelerinin tamamını, ilk harfleri küçük olarak yazmış. Savcının son derece ön yargılı ve politik bir tutum içinde olduğu çok iyi anlaşılıyor. Konuşmamın bir yerinde diyorum ya, ‘Kürt ya da Kürdistan dediğimizde birilerinin tüyleri diken diken oluyor’ işte bu savcı da tüyleri diken diken olanlardan. Küçümsemek istemiş. Daha önceki bazı fezlekelerde de vardı, belirtmiştim. Genelde çok takılmam usuli şeylere ama burada özle, esasla ilgili bir şey var, hakaret etmek istiyor. Ben o savcıya da, mahkeme heyetine de, bütün yargı mensuplarına da şunu söylemek istiyorum. Ben bir Kürdüm. Siz bana Kürt değilsin demediğiniz sürece de Kürtlüğümü hatırlamıyorum işin doğrusu. İnsanlığımı hatırlıyorum daha çok. Ama siz bana böyle yaptığınız müddetçe, sadece baş harfini değil, bütün harfleri büyük olarak okuyorum ki, ben Kürdüm ve benim vatanım Kürdistan’dır. Kürdistan’ın da sadece baş harfini değil, bütün harflerini büyük olarak tutanağa geçirtiyorum. Dolayısıyla Kürdistan demenin, devleti eleştirmenin, Hükümetin politikalarını eleştirmenin, çözüm önerileri sunmanın kendisi terör örgütü propagandasıysa bence PKK propagandasını savcı yapmış. Çünkü konuşmamda şiddet adına hiçbir şey yok. Konuşmamın neresinde terör örgütünün propagandasını yapmışım, belirtmesi lazım. Yok. Tahmin yürüteceğiz. Kürt ve Kürdistan dediğim için herhalde.
NEREDE SUÇU VE SUÇLUYU ÖVMÜŞÜM? Konuşmamın neresinde suçu ve suçluyu övmüş olabilirim? Seyit Rıza, Şeyh Said, Mazlum Doğan, İbrahim Kaypakkaya, Deniz Gezmiş dediğim için. Şeyh Said ve Seyit Rıza, Cumhuriyetin ilk yıllarında, kanuna aykırı bir şekilde, evrensel hukuk ilkelerine aykırı bir şekilde, ahlaka ve vicdana aykırı bir şekilde idam edildiler. Deniz Gezmiş ve arkadaşları, Menderes ve arkadaşlarının idam edilmelerinin intikamını almak üzere, hukuka aykırı bir şekilde idam edildiler. İbrahim Kaypakkaya Diyarbakır Cezaevi’nde, daha 24 yaşındayken ağır işkencelerle katledildi. Mazlum Doğan, 12 Eylül Diyarbakır işkencehanesinde ağır işkenceler maruz kaldı ve yaşamına son verdi. Bunların her biri, siyasi kimliğinden bağımsız bir şekilde, hepsi de hukuksuzluğun ve zulmün mağdurudurlar. Ben bu kişilerin hangi suçunu, hangi faaliyetini övmüşüm? Evet, Mazlum Doğan’ın işkenceye karşı direnişini övmüşüm. O zaman savcı işkenceyi savunmuş oluyor? Savcı, Kenan Evren darbe yönetiminin ve o dönem Diyarbakır Cezaevi komutanı Esat Oktay Yıldırın’ın savunusu yapmış oluyor. Ben Mazlum Doğan’ın işkenceye karşı duruşunu savunuyorsam ve savcı da bunu suç olarak görüyorsa savcı darbecilerin fiilini savunmuş oluyor. Sizin normalde, bu savcı hakkında suç duyurusunda bulunmuş olmanız lazım. Ben burada suçu ve suçluyu övmüyorum. İşkence suçunu övmüş oluyor savcı. İşkenceyi korumuş oluyor. İbrahim Kaypakkaya’nın işkence tezgahında katledilmesini eleştirmek suçsa işkenceyi savunuyorsunuz demektir. Konuşmamın kelimesi kelimesine arkasındayım. Cümlesi cümlesine arkasındayım.
KÜRT MİLLİYETÇİSİ DEĞİLİM, KÜRDÜM: Ben bu ülkede halen Kürt ve Kürdistan demenin terör propagandası sayılmasını hakaret olarak görüyorum. Kabul etmiyorum. Mahkeme bunu düzeltmek zorundadır. Mahkeme bana 100 yıl ceza versin, umurumda değil. Ama Kürdistan ve Kürt kelimelerini kullanarak tek bir hüküm kurarsanız mahkemeniz hakkında suç duyurusunda bulunurum. Ben sizin etnik kimliğinize, inancınıza hakaret ediyor muyum? Edemem. Saygısızlık olur. Evet, Kürdistan vardır. Daha önce de söyledim; Binali Yıldırım söylediği için değil, Erdoğan söylediği için değil, Sultan Sencer yazdığı için değil, Abdülmecid Kürdistan madalyonu bastığı için değil, Mir Bedirhan Kürdistan beyi olduğu için değil. Tarihi olarak, coğrafi olarak, bir realite olduğu için vardır. Siz de savcılarınız da, yüz milyon tane hüküm kursanız da Kürdistan vardır. Bir coğrafyadır. Benim de anavatanımdır. Önemli bir kısmı da Türkiye Cumhuriyeti Devletinin sınırları dahilindedir. Türk Tarih Kurumu ve Türk tarih tezi, Güneş Dil Teorisi üzerine Kürt ve Kürdistan inkar edildi diye, kendine profesör diyen şaklabanlar bunun kitabını yazdı diye, “dünyadaki bütün diller Türkçeden türedi” yazdı diye biz bunu kabul etmek zorunda değiliz. Rumeli diyebileceksin, Kürdistan diyemeyeceksin. Var mı böyle bir şey? Konuşmamda da belirtmişim, biz Kürdistan’ı ayrı bir devlet olarak ifade etmek istesek bundan korkmayız. Çıkar söyleriz. Kürdistan bir coğrafyadır. Siyasi sınırları yoktur, sosyolojik sınırları vardır. Kürdistan, kadim bir coğrafyanın ismidir. Elazığ savcısı istedi diye ben bundan vaz mı geçeceğim? Kusura bakmasınlar. Ben Kürdüm. Bin yıl da cezaevinde kalsam Kürdüm. Kürt milliyetçisi değilim. Milliyetçi değilim, milliyetçi çizgiyi doğru bulmam. Ama benim Kürtlüğümle alay edildiğinde, kusura bakmayın tepemin tası atıyor. Kürdistan kelimesini kullandım diye beni terör propagandasıyla suçlayanları gördükçe benim de tepemin tası atıyor. Empati yapın. Etnik kimliğiniz, inancınız, mezhebinizle alay edildiğinde, yok sayıldığında ne hissedersiniz? İnsanın onuruyla ilgili bir mevzudur bu.
FİİLİ DURUM ANAYASASIZLIK: Demokratik özerklik, biricik çözüm yoludur. Tek adamlık, diktatörlük Türkiye’ye anayasaya referandumla zorla kabul ettiriliyor da Selahattin Demirtaş bir mitingde demokratik özerkliği mi savunamayacak? Bu mu suç olacak? Şu anda Türkiye’yi yönetenler zaten en büyük suçu işliyorlar. Anayasa askıya alınmış durumda. Anayasasızlık şu anda fiili durumdur. 138. madde her gün katlediliyor. Yargıya bangır bangır talimat veriliyor. On binlerce insan yasa dışı bir şekilde, yürütmenin talimatıyla işten atılıyor, yargı üstünde baskı kurularak haklarının iadesi engelleniyor. Binlerce akademisyen, savaş istemiyorum dediği için akademiden atılıyor ve yargı onlara patır patır ceza yağdırıyor. Daha binlerce örnek sayabilirim. “Bunların yaptığı suç değil, Selahattin Demirtaş 2013 yılında Karakoçan’da Kürt demiş, Kürdistan demiş, bu suçtur. Bunu yakalayacağız, hücreye atacağız.” Bu mudur? Bu mudur adalet anlayışı? / DUVAR