Uluslararası Kriz Grubu’nıun Ortadoğu direktörü Joost Hiltermann ile üst düzey analisti Maria Fantappie’nin kaleme aldığı makalede, ‘Kürtlerin alacakaranlığı’ başlığı kullanıldı. Makalede, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bağımsızlık referandumu sonrası gelinen noktada demokratikleşmeye odaklanması gerektiği yorumu yapıldı; Suriye’de de YPG’nin Iraklı Kürtlerle aynı kaderi paylaşmadan yeni bir rota çizmesi gerektiği savunuldu. Makale özetle şöyle:
KÜRTLERİN ALACAKARANLIĞI
“Iraklı ve Suriyeli Kürtler sadece birkaç önce, IŞİD’e karşı savaşın en büyük kazananları gibi görünüyordu. Bizzat onlara bir zamanlar ihanet ve onları bölen Batılı güçlerle kurdukları ittifaklarla desteklenmiş bir şekilde, 1. Dünya Savaşı’nın sonunda jeopolitik manevraların kendilerini bir devletten mahrum bırakarak yol açtığını düşündükleri tarihi bir hatayı tersine çevirme hayalini kurabiliyorlardı.
Bununla birlikte, Kürtler bağımsız bir vatanın kurulduğuna tanıklık etmek yerine ağır bir yenilgi aldılar. IŞİD’le askeri mücadele yatışırken, ABD ve müttefiklerinin Kürtleri cihatçı örgüte karşı kullanma hevesi uzun vadeli askeri veya diplomatik yardıma, bağımsız devlet için desteğe tahvil olmadı.
Kürt liderler bu tehlikelerin farkındaydı ama geri adım atmadılar; yaptıkları fedakârlıklar karşılığında adil bir ödül arıyorlardı: Binlerce hayat kaybedildi ve devasa yatırımlar, Kürt bölgelerinin kalkınması için kullanılmak yerine özellikle Kürt güçleri için değilse de, ABD ve müttefikleri için büyük endişe kaynağı olan bölgeleri geri almak için kullanıldı. Bu tür misyonlar Kürt halkı nezdinde derin öfke yarattı. Suriye’nin Kamışlı kentindeki bir Kürt avukat, Kürt bölgelerinin büyük kısmı okul ve elektrik gibi temel altyapıdan hâlâ yoksunken Kürt güçlerinin bir dizi Arap kasabasını özgürleştirmek için savaştığını anlatıyordu.
KÜRTLER HER ZAMANKİNDEN DAHA KIRILGAN
İşleri daha da kötü hale getiren şey şu ki, Batılıların terk edişi ile iç siyasi işlemezlik, Kürtleri her zamankinden daha kırılgan bir hale getirdi. Irak’taki Kürt yetkililer, Amerikan desteğinin onların son engelleri hızla aşmalarına yardımcı olacağı umuduyla, bağımsızlık elde etme yönündeki temkinli stratejilerini son bir yılda terk etmişti. Ve hata yaptıkları anlaşıldı. Daha güçlü devletlerin iradesine karşı koyarak tartışmalı referandumu düzenleme kararı, tarihsel boyutta bir yenilgiye yol açtı.
Eylül 2017’deki referandumun, Iraklı Kürtlerin IŞİD’le mücadelede oynadıkları rolün meyvelerini toplayacağı süreci başlatması bekleniyordu. Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani, oylamayı hem Kürtlerin hem Iraklıların hak talep ettiği, petrol zengini tartışmalı bölgelerde de düzenleme kararı aldı. Bağdat hükümeti, Kürdistan’ın ilhak yönündeki bir adımı olarak gördüğü bu karara özellikle tepki gösterdi.
BAĞDAT TAM BAĞIMLILIK İSTİYOR
Irak hükümetinin yanıtı ağır ve hızlıydı: Başbakan Haydar Abadi Bağdat’ın otoritesini yeniden tesis etmek için bu bölgelere federal askerleri gönderdi. Irak güvenlik güçleri ekim ayında Kerkük’ün petrol sahasını aldıktan sonra, Kürtlerin 2014’te ele geçirdiğinden daha fazla bölgede kontrolü aldı. Barzani hızla şunu gördü: Müttefikleri onu terk etmiş, düşmanları ona karşı birleşmişti.
Amerikalı yetkililer de uzun süredir, Ortadoğu’nun sınırlarında herhangi bir değişikliğe, hem durdurulamaz bir domino etkisi yaratmamak, hem de Irak’ın merkezi hükümetine zarar vermemek için karşı çıkıyordu. Barzani’ye kamuoyu önünde, referandumu düzenlememesini söylemişlerdi. Washington, Abadi’nin Kürt gruplardan biriyle, KYB içindeki Talabani yanlılarıyla, Kerkük petrol sahalarının kan dökülmeden alınması için bir anlaşma yaptığını öğrendiğinde harekete geçmedi. Bu anlaşmaya, İran arabuluculuk yapmış görünüyor.
Irak hükümetinin Kerkük çevresindeki petrol sahalarını ele geçirmesi, Kürtlerin planları açısından şehrin kaybedilmesinin ötesine geçen bir darbe teşkil ediyor olabilir. Petrol, bağımsızlık girişimi için kritik önemde: Onlara, komşularına karşı ekonomik nüfuz getiren bir gelir akışı sağlıyor. Bu sahalarda kontrolü kaybetmek, Irak’ın daha büyük güney sahalarından gelen gelir için Bağdat’a bağımlı oldukları eski bir döneme dönüş zorunluluğu anlamına geliyor. Bağdat’ın ekim ortasında Kerkük’ü ele geçirmesinden sonra izlediği yaklaşım, tam da Kürt bölgesinin kendisine neredeyse tamamen bağımlı olmasını sağlamak yönünde.
BARZANİ’NİN ÖVÜNDÜĞÜ DEMOKRASİ HİÇ KURULMADI
Kürt liderliği, bu vahim pozisyona yol açan iki hesap hatası yaptı. İlki, Barzani’nin devlet olmaya doğru giderken, ABD’nin kendisini destekleyeceği yönündeki beklentisiydi. Kürtlerin Batı için faydalı olduğunu ve Batı’nın onlara sempati duyduğunu düşünüyordu. Kürt liderler, Amerikan müttefiki olarak kıymetlerini defalarca kanıtladıklarına inanıyorlar ve Kürdistan’ı, İran’ın bölgedeki emellerini kontrol altında tutmak açısından güvenilir bir ortak olarak sunuyorlardı.
Kürt liderler aynı zamanda uzun zamandır, demokratik ilkelere verdikleri destekten söz ediyor, 2003’ten sonra Ortadoğu için bir model olduklarını söylüyor. Etnik azınlıkları korumalarından ve Kürt bölgesinde yerinden olan bir milyondan fazla Iraklının bulunduğundan söz ediyorlar. Ve haklı olarak, devlet sahibi olmak istemelerinin, Amerika’nın bağımsızlık savaşından daha az meşru olmadığını ve kendi kaderini tayin ilkesinin uluslararası hukukta korunduğunu savunuyorlar.
Bu cezbedici kampanyanın sonuç vermemesinin sebebi kısmen, Barzani’nin ikinci hesap hatasından kaynaklanıyor. Rahatsız edici gerçek şu ki, Kürt liderler büyük ölçüde otokratik olan Ortadoğu’da gelişmekte olan bir demokratik kale inşa ettikleriyle övünmeyi seviyor ama esasında bunu hiçbir zaman yapmadılar. Saddam Hüseyin’in devrilmesinden sonra, iki ana Kürt partisi olan KDP ve KYB enerjilerini işleyen hukuki kurumlar inşa etmeye veya ekonomiyi çeşitlendirmeye harcamadı. Bunun yerine, petrol parasını kendilerini, ailelerini ve parti kadrolarını zenginleştirmek için kullandılar.
MESRUR-NEÇİRVAN BARZANİ ÇEKİŞMESİ
IŞİD’in Haziran 2014’teki saldırısı işleri daha da kötüleştirdi. Ortak bir tehdide karşı savaşmak Barzani’ye başta nefes alacak bir alan, parlamentoyu kapatma gerekçesi ve bölge başkanı olarak görev süresini uzatma şansı sağladı. Parti yönetiminin yerine kişi bazlı yönetim geldi. Hem KDP hem KYB kontrolündeki bölgelerde IŞİD’le cephe hattı, parti liderleriyle kişisel veya ailevi ilişkileri olan siyasi, askeri ve iş dünyasından kişiler ağı tarafından komuta ediliyordu.
Savaş ganimetlerine giderek güçlü hale gelen bir avuç lider tarafından el konması siyasi sistemin altını oydu. Muhalefet partilerinden bakanlar, aynı bakanlıktaki KDP’li ya da KYB’lilerden daha az güce sahipti. Mesud Barzani’nin oğlu olan Mesrur Barzani, bölgenin başbakanı ve ekonomiyi genişletmeye odaklanan bir pragmatist olan kuzeni Neçirvan Barzani ile iktidar mücadelesine girerek KDP’nin güvenlik aygıtı üzerindeki kontrolünü güçlendirdi.
Batı’nın koşulsuz askeri desteği bu eğilimleri pekiştirdi. ABD ve Avrupa ülkeleri Kürt güçlerine büyük miktarlarda silah sağladı – bu silahlar bölgesel yönetime gidiyor görünse de esasında çoğunlukla KDP’ye gidiyordu. KDP ve KYB’nin güvenlik güçleri tartışmalı bölgelerde ilerledi, IŞİD’le mücadele sırasında Kürt olmayan bazı yerleri tahrip etti ve sivillerin Kürt partilerine bağlılık yemini etmeden evlerine dönmelerine izin vermedi.
‘MUSUL BİZİM DEĞİLSE NEDEN SAVAŞALIM?’
Musul’un 2016 sonunda IŞİD’den alınmasına giden süreçte, kötü yönetim, siyasi kutuplaşma ve halkın memnuniyetsizliği kaynamaya başlamıştı. Bazıları, Kürt bölgesinin dışındaki bölgelerde IŞİD’le savaşmanın sıradan Kürtlere hiçbir yarar getirmeyeceğini, Kürt liderlerin kendilerini zenginleştirmesinin bir aracı olduğunu düşünüyordu. Musul kampanyasının aşlarında bir Peşmerge savaşçısı, “Niçin bu siyasi zümre için savaşalım? Musul Kürdistan’ın bir parçası değilse neden Musul’da savaşalım?” diyordu.
KDP-KYB ayrışması derinleşti ve Kürdistan içinde bölgesel bölünmeye yol açtı: Şimdi, KDP kontrolündeki Erbil’e KYB kontrolündeki Süleymaniye’den girerken, sanki bir sınırı geçiyor gibisiniz. Referandum ve sonrasındaki geri tepme bir şekilde, iki partinin diğerine karşı hayatta kalma çabalarıyla şekillendi: KDP’nin Mesud -Mesrur Barzani kanadı, referanduma halk desteği sağlamak için, partilerinin Talabani kanadı tarafından dışlandıklarını hisseden KYB liderleriyle zorlu bir ittifak kurdu. Bu kumar Talabani grubunu cesaretlendirdi ve İran’ın arabuluculuğunda, Bağdat’la bir anlaşmaya giderek güçlerini Kerkük’ten çektiler.
Talabanilerin rolü kritikti. Barzani’nin referandum planlarına heyecansız ve gecikmiş bir destek vermişlerdi. Barzani’nin referandum kararında ısrar ederek aldığı bölgesel ve uluslararası tepkinin boyutunu fark edince, masayı ters çevirme şansını gördüler. Onların Kerkük’ten çekilmesinin sonucunda, İran yanlısı askeri gruplarla desteklenmiş Irak ordusu ilerlerken hiçbir direnişle karşılaşmadı.
BARZANİ’NİN KİBRİ SONU OLDU
Barzani bu gelişmelerle gafil avlanmış görünüyordu – bu, onun Batı desteği ve petrol gelirleri sayesinde taviz verme ihtiyacından muaf olduğuna dair muhtemel inancına bir göndermeydi. Partisi giderek ‘tek başına yap’ yaklaşımını benimsemişti. Sonradan peşmerge olan bir işadamı, şöyle diyordu: “Eğer Süleymaniye bizimle gelmezse Kürdistan’ı Duhok’ta, Erbil’de ve Ninova Yaylası’nda inşa edeceğiz.”
Bu kibrin sonucunda, Kürdistan’ı herhangi bir yerde inşa edip edemeyeceklerine giderek şüpheyle bakılıyor.
YPG DE BARZANİ GİBİ OLABİLİR
Suriye’nin kuzeyindeki Kürt bölgelerini yöneten grup da kısa süre içinde benzer sorunlarla karşılaşabilir. O da askeri teçhizat karşılığında Amerika’nın savaşlarını yürütmeye istekliydi ve o da IŞİD’in kaleleri çöküp Washington dikkatini başka yere verdikçe çöpe atılabilir. Peki, Suriyeli Kürtlerin son beş yılda elde ettiği fiili özerk bölgeye o zaman ne olacak?
Irak sınırının diğer tarafındaki kardeşleri gibi, Suriyeli Kürtler de zayıflamış bir merkezi devletten faydalandı. Beşar Esad’ın zor durumdaki rejimi 2012’de kuzeyden çekildi; arkasında, PKK’nin yerel bileşiminin dolduracağı bir boşluk bıraktı. YPG adıyla bilinen bu grup, liderlerinin ABD tarafından bir terör örgütü olarak görülen PKK tarafından eğitilmesine rağmen büyük ölçüde Amerikan askeri desteği aldı.
YPG KOMUTANLARI KARARSIZ
Irak’ta olduğu gibi, silah ve eğitim sayesinde YPG IŞİD’i peş peşe yenilgilere uğrattı. Bu zaferlerin iki çelişkili sonucu vardı: Hem Suriyeli Kürtlerin Irak’yaki gibi özerk bir Kürt bölgesi inşa etme isteğine yaradı, hem de PKK tarafından eğitilip Suriye’de faaliyet gösteren ve ABD’nin ana muhatapları olan komutanları güçlendirdi. Bu komutanlar, Suriye’deki kazanımlarını Türkiye’de PKK’ye yardım için kullanmak ile öncelikle Suriye’de özerkliği garanti altına almak arasında kararsız durumda.
ORTA SINIF HUZURSUZ: MERCEDESLERİN PARASI NEREDEN GELİYOR?
PKK tarafından eğitilmiş kadroların siyasi tekeli, YPG’yi kuzey Suriye’nin Kürt tüccar ve profesyonellerden oluşan orta sınıftan uzaklaştırdı. Bu kişiler bu grubun koruması için müteşekkir olabilir ama sıkı kontrolünden rahatsız oluyorlar ve YPG’nin etrafında dolanan savaş vurguncuları nedeniyle giderek bir kenara itildiklerini hissediyorlar.
Kamışlı’nın bir orta sınıf sakini şunları anlatıyordu: Taksi şoförleri güçlü polis yetkilileri haline geldi ve sıradan dükkan sahipleri artık 2017 model Mercedeslere biniyor “çünkü petrol kaçakçılığı yapıyor ve beton ihraç ediyorlar”. Bu kişi, öğretmen, avukat ve doktorların hayatta kalmakta zorlandığı bir dönemde bu tür değişimlerin yaşanmasını özellikle yaralayıcı olarak anlatıyordu.
YPG’NİN İKİLEMİ
YPG ciddi bir ikilemle karşı karşıya: Askeri açıdan güçlü olmak için, üst düzey komutanlarına eğitim veren PKK ile bağlantılı kalmak zorunda. Fakat bunu yapması, PKK eğitimli komutanların Suriye’de Kürt davasının bayrağını taşımasında bir fayda görmeyen yerel halkın desteğini almasını engelleyecek. Yerel halk bu grubun ideolojisi hakkında ne düşünürse düşünsün, muhalefete izin vermeyen iktidar yöntemine karşı çıkıyorlar. Aynı zamanda, YPG’nin PKK bağlantısı onu, kuzey Suriye’nin ekonomisini boğmaya çalışan Türkiye’nin doğrudan düşmanı haline getiriyor. Eğer Suriyeli Kürtler dikkatli olmazsa, kendilerini düşmanları tarafından tecrit edilmiş halde bulacaklar: Ankara ve Şam gelecekte YPG’yi devirmek ve merkezi kontrolü yeniden tesis etmek için işbirliği yapabilir. Tıpkı Ankara’nın, kuzey Irak’taki Kürt niyetlerine karşı Tahran’a yeşil ışık yakması gibi…
TÜRKİYE PKK’SİZ BİR KÜRT VARLIĞINI KABUL EDER
YPG’nin bu kaderden kaçınmak için iki potansiyel rotası var. Kürt olmayan bölgelerdeki kontrolünü Kürt olmayan yerel müttefiklerine devredebilir ve sonrasında nüfusunun çoğunluğu Kürt olan bölgelerde daha yaşayabilir bir özerklik inşa etmeye odaklanabilir. Bunu yapmak için PKK’den ve onun askeri kadrolarından başka partilere bağlı olan eğitimli orta sınıflarla işbirliğine gitmeli ve ABD’nin koruma sağlayacağını umut etmeli. Bu durum, Irak’ta görüldüğü gibi, sınırında ezeli düşmanı PKK’nin hâkim olmadığı bir Kürt varlığını hoşgörebilen Türkiye için de kabul edilebilir olabilir.
Fakat bu strateji karmaşık. Zira ABD’nin Suriyeli Kürtlerle ittifakı, kuzey Irak’taki Kürtlerle ittifakından bile istikrarsız. ABD Başkanı Donald Trump kasım ayında YPG’ye askeri teçhizat desteğini kesebileceklerini ima etti. Eğer bu, ABD’nin onları yakın gelecekte terk edeceğinin bir sinyaliyse -ki YPG ve PKK içinde bu tartışma yapılıyor- o zaman, hayatta kalmak istiyorsa, Kürt grubunun ittifaklarını çeşitlendirmekten başka seçeneği kalmayacaktır.
YPG İLE ŞAM ANLAŞMA YAPAR MI?
Bu gerçeklik göz önünde bulundurulduğunda, Kürt liderin diğer seçeneği de, yerel hükümet ve güvenlik kurumlarını, kapasitesi büyük ölçüde erozyona uğrayan Suriye devletinin çerçevesine entegre etmek olacaktır. YPG kuzey Suriye’de rejimin ve güçlü destekçilerinin rızasıyla varlık gösteriyor ve savaşçıları da Kamışlı ile Haseke’de Suriye güvenlik güçleriyle büyük ölçüde yan yana faaliyet gösteriyor. PKK aynı zamanda, en azından Şam’da ofisinin bulunduğu ve savaşçılarını Suriye kontrolündeki Bekaa Vadisi’nde eğittiği 1978’den bu yana, rejimle anlaşmalar yapabiliyor.
YPG, yerel Kürt partileriyle işbirliği yaparak etkili yönetim kurumlarını inşa etmeye odaklansa ve Suriye devletinin hizmet hetiren bakanlıklarını geri dönmeye davet edip etmemeyi gözden geçirse iyi eder. Böyle bir yaklaşım Irak’la ticarete de kapı aralayabilir. Artık sınırı kontrol eden Irak hükümeti, YPG ile Şam arasındaki bir anlaşmaya olumlu bakabilir.
ESAD DA İKİLEMDE
Esad’ın Kürt bölgelerinde Suriye devletinin tam egemenliğinin tesis edilmesinden daha azını kabul edip etmeyeceği belirsiz. Fakat bunu sağlayacak kapasiteye sahip olup olmadığı da belirsiz. Moskova, Kürtlerin özerkliğine karşı çıkmayabileceğini ima etti. Dolayısıyla işler büyük ölçüde, ABD ile Rusya’nın, Kürt bölgelerinin Suriye savaşından bir tür özyönetim ile çıkmasına izin verecek bir anlaşmada uzlaşıp uzlaşmayacağına bağlı.
IŞİD 1. DÜNYA SAVAŞI SINIRLARINA MEYDAN OKUDU
IŞİD Irak-Suriye sınırını yıkarak, 1. Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu’yu yöneten siyasi düzene meydan okudu. IŞİD’in aceleci adımları Kürtlerin bağımsızlık hayaline yardımcı oldu; Batılıların Kürtlerin lehine olacak şekilde müdahale etmesine davetiye çıkardı ve bölgenin sınırlarının Kürtlerin yararına olacak şekilde değişmesi şansını ortaya çıkardı. Suriye-Irak sınırının her iki tarafında da, Kürt liderler kendi güçlerini Batı silahlarınyla kuvvetlendirirken, merkezi yönetimlerin iç savaş baskısı altında çökmesini bekledi. Özellikle Irak’ta, daha önemli bir kumar oynadılar: Savaş bittikten sonra bağımsız devlet için Batı desteği verileceğini beklediler. Fakat bu kumar giderek kaybedilmiş görünüyor.
PETROL SAYESİNDE SİYASİ DESTEK
Kürtlerin bağımsızlık arayışı için dış güçlere güvenmek ve içeride baskıyı artırmaktan daha iyi bir yol var. Bir yıl öncesine dek, Iraklı Kürt liderlerin devlet sahibi olmak için zekice bir stratejisi vardı: Kürt bölgesindeki petrol ve gazın varlığı sayesinde yavaş yavaş nüfuz sahibi olmak. Neredeyse 10 yıl boyunca, güçlü petrol ve doğalgaz şirketlerini bu büyük ölçüde keşfedilmemiş sahalarda yatırım yapmaları için çekebildiler; bu süreçte, ABD, Rusya ve Türkiye de dahil, bu şirketlerin merkezlerinin bulunduğu ülkelerden siyasi destek topladılar. Bu yaklaşım hemen bağımsızlık getirmeyecekti ama bunun temellerini atıyordu.
Kürt liderlerin şimdi baştan başlaması gerekecek. Bunu yapmak, bölgesel dengelerin Kürtlerin lehine dönmesi halinde bağımsızlık devlete yol açabilecek ve böyle bir devleti ayakta tutacak kurumlara yeniden yatırım yapılmasını gerektirir. Canlı bir parlamento ve bağımsız yargı bu kurumların iki asli unsuru. Tıpkı, yargıyla birlikte çalışan bağımsız bir yolsuzluk karşıtı kurum gibi.
KÜRT BAHARI PATLAK VEREBİLİR
IŞİD’e karşı Batı destekli savaş, Kürt lideri sürdürülebilir bir devletin temellerini erozyona uğratmaya teşvik etti. Aşırı siyasi özgüven ile toprak konusunda açgözlülük Iraklı Kürtler için felaket bir yenilgiyi tetikledi ve kısa süre içinde aynısına Suriye’de de sebep olabilir. Eğer Kürtler gelecekte herhangi bir bağımsızlık ihtimaline sahip olmak istiyorsa, liderleri içeride siyasi reforma öncelik vermeli. Bunu yapamazlarsa, Arap ayaklanmalarından yedi yıl sonra, onları tarihi hataları, kötü siyasi yönetim ve geri döndürülemez bir yolsuzluk nedeniyle cezalandırmaya istekli, öfkeli gençlerin başını çektiği bir Kürt baharı ile karşı karşıya kalabilirler.” (Çeviri: Gazete Duvar)