Çaralan’ın yazısından bir bölüm şöyle:
Nitekim, seçime bu kadar az kalmışken Cumhuriyet gazetesi davasında tahliye edilmiş gazetecilerden, 5 yılın altında ceza alanların yeniden cezaevine gönderilmesine yol açacak yerel mahkeme kararı (5 yıldan fazla ceza alanlar için kararı Yargıtay verecek) bölge istinaf mahkemesi tarafından onaylandı.
Yine önceki gün, bir yıldan fazla bir zamandan beri neden suçlandığı bile belli olmadan tutuklu olan Osman Kavala ile içlerinde M. Ali Alabora, Can Dündar gibi sanatçı ve gazetecilerin de olduğu 15 kişi için ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istenen iddianamenin hazırlandığı da açıklandı. Üstelik Kavala ve dosyada yer alan gazetecilerin, sanatçıların, insan hakçıları savunucularının suçlanmasının merkezinde “Gezi direnişine yardım ettikleri” gibi inanılmaz bir iddia var. Çünkü “Gezi direnişi hükümete karşı bir kalkışma”ymış! Savcıların, siyasi iktidarın gözüne bakarak, Gezi’den altı yıl sonra vardıkları sonuç buymuş!
Ve elbette gerek Cumhuriyet gerekse “Gezi davası”nın seçim arifesinde gündeme getirilmesini, bir rastlantı değil siyasi gerilimi “bir tık daha” yukarıya taşımanın vesilesi yapılmak istenmesinin işareti olarak görmek yanlış olmaz.
DÜNKÜ AKP VE MHP OYLARI YERİNDE DURUYOR MU?
Bunu 24 Haziran seçimlerinde gördük, 37 gün sonra yapılacak yerel seçim sürecini yaşadığımız şu günlerde de açıkça görüyoruz. Ki, Erdoğan’ın daha önce kendi politikasına oy vermeyen halk kesimlerini kazanma diye bir derdi kalmamıştır. Tersine, 16 Nisan referandumundan beri (7 Haziran seçiminden beri de diyebiliriz) asıl çabası, referandumdaki hile hurda şaibesiyle de beslenen, “kıl payı”farkı korumaktır! Eğer bu farkı az çok korursa, medya ve devletin imkanlarını da kullanarak yapacağı “tehdit” ve “dayatmalar”la kendine yetecek oyu sağlayacağını düşünmektedir.
Erdoğan önceki gün yaptığı konuşmada da “AKP ve MHP’nin oylarını konsolide edelim bize yeter”anlamına gelen sözleriyle yerel seçimde çıtayı koyduğu yeri açıkça ilan etmiştir.
Ancak, iç ve dış politikada ülkeyi sürükledikleri açmazlar, 17 yıllık AKP iktidarının ekonomi politikalarının ülkeyi giderek derinleşen bir ekonomik krize sürüklemiş olmasıyla birleşince, bu gelişmelerin 24 Haziran’da AKP’ye oy veren emekçiler arasında daha önce olmadığı kadar büyük hoşnutsuzluklara yol açtığı da kuşkusuzdur.
İktidarın devasa medya gücüyle gerçeklerin üstünü örtme ve “Millet İttifakı”nın “Cumhur İttifakı”yla benzeşme, antidemokratlık ve rant belediyeciliği yarışına girme gayretlerine rağmen, AKP ve MHP’nin 24 Haziran’daki oylarını “konsolide etmesi”nin çok zor olduğu bir gerçektir.
SİYASİ GERİLİM ONLAR İÇİN VARLIK-YOKLUK SORUNU
Burada elbette, “Peki, seçimden sonra siyasi ortam ‘normale’ dönecek midir?” sorusu akla gelebilir.
Gerek medyada gerekse siyaset erbabı içinde seçimden sonra her şeyin “normal” mecrasına döneceği iddiaları vardır. Ama eğer bu, halkın bilincini çarpıtma amaçlı bir iddia değilse aşırı saflık işaretidir. Çünkü “tek parti tek adam rejimi” amaçlı “Cumhur İttifakı”nın elindeki en önemli silah, siyasi gerilimi yüksek tutarak, elindeki büyük devlet ve medya imkanını kullanarak rakiplerini sindirmektir.
Bu da iktidarın baskıyı, muhalif tepkileri bastırmak için polisi, yargıyı iç ve dış askeri operasyonları daha partizanca kullanacağı anlamına gelmektedir. Dahası böyle bir siyasi gerilim ortamı onlar için varlık-yokluk koşulu haline gelmiştir.
Bu açıdan yaklaşıldığında, seçimden sonra da onları -geri adım atmasalar bile- yavaşlatacak, “tek adam rejimi”ne karşı güçlerin işlerini kolaylaştıracak olan ise, “Cumhur İttifakı”nın yerel seçimden, halktan yediği tokatla sersemlemiş olarak çıkmasıdır.
Bu yüzden yerel seçimde, bir yandan elbette “Cumhur İttifakı’na oy yok” sloganını öne çıkarırken öte yandan;
Seçim sonrasının krizin yükünü reddetme mücadelesi için emek mücadelesini örgütleme, Seçim çalışmasının “tek parti tek adam rejimi”ne karşı demokrasi ve özgürlükler mücadelesini yenileme anlayışıyla ele alınması kaçınılmazdır.