İlk bakışta bir siyasi konunun referanduma götürülmesi, halkın onayına sunulması anlamına geldiğinden hareketle çok demokratik bir teamül bir görünebilir. Aslında tuzak da burada yatıyor. Türkiye şu anda bir çatışma sürecinin ağır sonuçlarını yaşıyor. Bu çatışmanın da iktidar tarafından, kendisine çalışan havuz medyası ve denetim altında tuttuğu ‘merkez medya’ yardımıyla bir ‘terörle mücadele’ propagandasına bağlanarak HDP’ye yönelik bir siyasi operasyonun zemini haline getirilebileceğini öngörmek zor değil.
AKP’nin dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla ilgili teklifinin gerekçesinde de bu gizlenmiyor zaten: “Türkiye, tarihinin en büyük ve en kapsamlı terörle mücadelesini yürütürken, bazı milletvekillerinin seçilmeden önce ya da seçildikten sonra yapmış oldukları teröre manevi ve moral destek manasındaki açıklamaları, bazı milletvekillerinin teröre ve teröristlere fiili manada destek ve yardımları, bazı milletvekillerinin ise şiddet çağrıları kamuoyunda büyük infial meydana getirmektedir. Türkiye kamuoyu, milletvekillerinden, her şeyden önce, terörü ve teröristi destekleyen, şiddete çağrı yapan milletvekillerinin dokunulmazlığı istismar ettiğini düşünmekte, bu tür fiilleri olanların yargılanmasına Meclis tarafından izin verilmesini talep etmektedir.”
İktidar dokunulmazlıkların hakkında fezleke olan tüm vekilleri kapsadığını öne sürse de gerçekliğin böyle olmadığı biliniyor. 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarında adı geçen eski bakanlar zaten kapsam dışı. Dokunulmazlıkların referandumla kaldırılması halinde de siyasi iktidar yargı erki üzerindeki ağırlığını da kullanarak ve “terörle mücadele” adı altında bir rüzgar estirip HDP’yi de bunun hedefine koyarak bu süreci ‘halk desteği’ ile bir siyasi operasyona dönüştürecektir. Ayrıca, normalde Türkiye’de baraj olmasaydı, yüzde 2’nin oyu ile Mecliste temsil edilecek bir partinin vekillerinin dokunulmazlıklarının dahi, örneğin yüzde 80’lik bir desteğin çıktığı ‘halk oyu’na dayanarak kaldırılması bir siyasi irade gasbı anlamına gelirdi.
Bu anlayış halklar arasındaki güvensizliği derinleştiren bir sonuç da doğuracaktır. Bu sadece Diyarbakır’da HDP’ye oy vermiş biri ile İstanbul’da ya da Konya’da AKP’ye oy vermiş biri arasında bir gerilimin temeli olmayacak, örneğin İstanbul’daki, İzmir’deki, Ankara’daki, Adana’daki bir mahallede yer alan bir apartmanda oturup da HDP’ye oy vermiş olan birinin siyasi iradesinin karşı dairedeki komşusunun oy desteği ile gasbedilmesi anlamına da gelecektir. Böyle bir siyasi operasyonu ‘demokratik’ bir teamül diye savunmak da siyasi bir manipülasyondan başka bir anlama gelmez.