Taş, Beyoğlu’nu kazanabilmek için 3 faktörün gerçekleşmesi gerektiğini söyledi.
‘EN ÖNEMLİ SORUN KENTSEL DÖNÜŞÜM’
CHP tarafından Beyoğlu Belediye başkanlığı teklifini kabul etmenizin ardından bölgede çalışma yürütüyorsunuz. Şimdiye kadar nelerle karşılaştınız?
Sahada gözlediğimiz hava bizim lehimize çok pozitif, yaptığımız ziyaretler ‘bir ellerini sıkıp geçelim’ şeklinde değil. Bazen kahvelerde oturuyoruz, sorunları dinliyoruz. Rahatsız edici bir tepki ile karşılaşmadık. Kasımpaşa’ya da gittik, Piripaşa, Hasköy, Kaptanpaşa, Çıksalın gibi semtlere gittik. Olumlu tepkiler aldık.
Peki bu ziyaretlerde size yansıyan en büyük sorun ne oldu?
Bölgenin en büyük sorunu kentsel dönüşüm. Yıllardır ‘tapular verilecek’ sözü ile avutulmuşlar. Doğal olarak en büyük talepleri bu kentsel dönüşümün, imar sorununun bir an önce halledilmesi tapularının verilmesi ve evlerinin yenilenmesi.
Tapuları yok mu? Bu sorun daha çok hangi bölgelerde yaşanıyor?
Yaklaşık yüz binin üzerinde insanı ilgilendiren bir durum. Piripaşa, Sütlüce, Halıcıoğlu, Kaptanpaşa, Piyalepaşa, Keçecipiri gibi bütün bu alanları kapsayan geniş bir yer. Daha çok Okmeydanı diye biliniyor. Tabi Tarlabaşı da var. Tarlabaşı’nda da ciddi bir kentsel dönüşüm problemi var.
‘GELİŞME OLMADI’
Sanırım Tarlabaşı’nda şöyle bir problem de var: Bundan yedi sekiz yıl önce Beyoğlu AK Parti Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan ile bir röportaj yapmıştım. Tarlabaşı’na ilişkin yaptığım olumsuz bir haberden sonra görüşmek istemişti. Fakat anlattığı projelerin üzerinden sekiz yıl geçmesine rağmen hâlâ bir gelişme olmadı…
Evet, o konuda bir mesafe almadılar. Hem merkezi iktidar hem İstanbul Belediyesi hem de Beyoğlu Belediyesi ellerinde olmasına rağmen bir gelişme olmadı. İnsanları büyük bir çıkmaza sürüklediler. Tarlabaşı’nın yerleşik halkını, Romanları, Kürt yurttaşlarımızı sürdüler. Doğal olarak orası boşaltılıyor. Daha da boşaltmak için, halka kentsel hizmet verilmiyor. Amaçları buraların boşaltılması, terk edilmesi. Çünkü kentsel dönüşüm, adeta kent merkezlerinde ‘yoksula hayat hakkı yok’ demeye dönüştü. Buralar zengin üst sınıf insanların gelip hayatını idame ettirecekleri yerler olarak planlanıyor. Geçmişte Sulukule örneği çok somut bir örnek olarak önümüzde duruyor. Şimdi Hacıhüsrev örneği var. Fikirtepe de öyle. Doğal olarak insanlar geçmişlerinin olduğu, tarihlerinin olduğu, hikâyelerinin olduğu yerlerde yaşamak istiyorlar. Hak ve hukuklarının korunarak yaşamlarını sürdürdükleri yerlerde yaşamak istiyorlar. O yüzden sürekli ertelenen tapu sorununun çözülmesini ve tapuları şartsız alarak, bir an önce belirlenmiş imar planları doğrultusunda, evlerinin yenilenmesini istiyorlar. Bunlar çok sağlıksız konutlar. Biliyorsunuz deprem riski çok önemli bir risk İstanbul açısından. En son Ayvacık’da gerçekleşen deprem bile İstanbul’da hissedildi. Büyük bir Marmara depreminin yaratacağı sonuçları düşünmek bile istemiyoruz. Kartal’da 21 yurttaşımızın hayatını kaybettiği acı hepimizin zihninde. Doğal olarak konutların hızla yenilenmesi gerekiyor. Bu konuda ne kadar erken harekete geçersek o kadar iyi. Yerel yönetimi kazandığımızda ilk önceliğimiz, bu kentsel dönüşüm, imar ve tapu meselesi olacak. Buradaki dönüşümü halkın lehine hızlandırmak önceliğimiz.
‘KATILIMCI BİR İMAR PLANLAMASI YAPACAĞIZ’
Belediyenin burada nasıl bir inisiyatifi var? Neler yapabilir?
Belediye tapu verme yetkisine sahip. Kanunen bu hakka sahibiz. Bu hakkın gereğini yerine getirip karar kurulları oluşturacağız. Tapu sahiplerinin temsilcilerinden oluşan, meslek örgütlerinden, muhtarlardan, belediye yetkilisinden oluşan, yörenin sivil toplum örgütlerinden oluşan bir heyetle yerinde bir imar planlaması yapacağız. Eşitlikçi demokratik bir katılımın olacağı bir imar planlaması yapacağız. Sonra bu imar planı çerçevesinde insanların evlerini yenilemesine dönük, çeşitli seçenekler sunacağız. Mesela Piri Paşa’da insanlar müteahhitlerle de anlaşmışlar. Ama belediye bunu illa Kiptaş ile yapmalarını istemiş. Biz böyle yapmayacağız. Tek bir dayatma içinde olmayacağız. Çünkü bir an önce bu çözümün gerçekleşmesi gerekiyor. Dört seçenek sunabiliriz. Vatandaş plana bağlı olarak, belediye denetiminde kendi evini kendi yapabilir. Bir müteahhitle de anlaşabilir. Tabi belediye denetiminde ve bir planlama doğrultusunda vatandaşı özel şirketlere ve müteahhitlere karşı koruma noktasında tedbirlerimizi alırız. Ayrıca belediye ile birlikte de bu gerçekleşebilir. Yada hiç olmayan bir şey yapılabilir. Bir konut kooperatifi kurularak bir seçenek yaratılabilir. Bu dört seçenek etrafında bölgenin konut açısından yenilenmesi gerekiyor. Halkın sağlıklı konutlarda yaşaması gerekiyor. Yıllardır sağlıksız koşullarda gecekondularda yaşayan insanlar var. Acil yaşam hakkı açısından da çok ciddi bir sorunla yüz yüze olduğumuzu biliyoruz. Beyoğlu’nda ilk yoğunlaşacağımız mesele doğal olarak bu olacak.
Beyoğlu’na yabancı biri değilsiniz. Üniversite yıllarında da Okmeydanı’nda geçen bir futbol hayatınız var. Beyoğlu politik yaşamınızın merkezinde de hep vardı değil mi?
1985 yılında Rize Pazar’dan gelerek bugünkü İletişim Fakültesi’ni kazandığımda, futbolculuk hayatımı da sürdürmek istedim. Futbolu seviyordum. Rize Pazar’da bir takımda futbol oynuyordum. Doğal olarak sürdürmek istedim. İstanbul’a ilk geldiğimde yerleştiğim, yaşadığım yer Hasköy’dü. Rahmetli oldu, orada Yalçın Yılmaz vardı. Beni aldı Okmeydanı Fetih Spor kulübüne götürdü. Futbolculuğumu 87-88 yıllarında orada devam ettirdim. Beyoğlu Hasköy benim İstanbul’a ayak bastığımda yaşadığım yer. Şimdi o dönem futbol oynadığım arkadaşlar ile birlikte salı günü kulübe gideceğim. Hem diğer futbol kulüplerini hem de futbol oynadığım kulübü ziyaret edeceğiz. Onun dışında Beyoğlu politik olarak da benim sürekli bulunduğum bir yer oldu. Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin il başkanı, il yöneticisi ve genel başkanı olarak yaptığım faaliyetlerin ana ekseninde Beyoğlu oldu. Beyoğlu siyasal ve toplumsal hayatım açısından çok önemli bir merkez.
‘GENİŞ BİR TARAMA YAPTIK’
Adaylığınız şimdiye kadar CHP’ye mesafeli duran sol sosyalist kesimlerde de bir heyecan oluşturdu. Bu desteğin sahada bir karşılığı var mı?
Çok somut olarak gözüküyor. Zaten adaylığı kabul etmemizde temel faktör bu oldu. Adaylık teklif edildiğinde, biz bunu sadece kendi dar çevremizde konuşmadık tartışmadık. Emek ve demokrasi güçlerinin geniş kesimlerine böyle bir teklif geldiğini söyleyip fikirlerini aldık. Geniş bir tarama yaptık. Bu taramadan çok olumlu sonuçlar çıktı. Bunun demokrasi güçlerini kuvvetlendireceği, sol kanadı zayıflamış olan memleketin, sol kanadının güçlenmesine, hele hele başarırsak çok olumlu pozitif bir katkı sağlayacağı, doğal olarak umutsuzluğun olduğu bir yerde AKP-MHP ittifakının yarattığı bu baskıcı rejime karşı, bu adaylığın bir umut yaratacağı, direnç yaratacağı noktasında kendi dışımızdaki çevrelerden çok olumlu mesajlar aldık. Bizi adaylığa sürükleyen temel etken buydu. Kararımız daha net değildi.
Kemal Bey’in Fox Tv’de Beyoğlu için bizim adımızı zikretmesinden sonra çok yoğun bir talep geldi. Biz bu talebe ya olumlu bir yanıt verecektik ya da bir biçimiyle kenara koyacaktık. Bu bir toplumsal umut dalgasına ‘hayır’ demekti. Buna hakkımız olmadığını düşündük, sürece dahil olduk. Ve sahadan gözlemlerimiz çok olumlu. Demokrasi güçlerinin ana gövdeleri adaylığımıza karşı herhangi bir eleştirel yaklaşım içinde olmadıkları gibi desteklerini açıkladılar. Eleştiri yapan arkadaşların da haklarıdır. Eleştiriler de bizim iyiliğimiz için yapılan eleştiriler. Ama demokrasi güçlerinin büyük çoğunluğu bu adaylığın arkasında duruyor. Sahadaki gözlemimize göre demokrasi güçlerinin bazı kesimleri CHP’ye küskün olduklarını, sandığa gitmeme eğiliminde olduklarını ama Beyoğlu’nda bizim adaylığımız etrafında sandığa sahip çıkacaklarını ifade ediyorlar.
‘SEÇİMİ KAZANMAMIZ İÇİN 3 ŞART VAR’
Beyoğlu’nda partilerin aldıkları oylara baktığımızda biraz Türkiye’deki oy oranlarını yansıttığını görüyoruz. Şu anda muhafazakâr bir blok var. AKP-MHP ittifakı var. Hatta İYİ Parti seçmeninin sizin adaylığınıza nasıl baktığını bilmiyoruz. Ama bu oy oranlarına baktığımızda muhafazakar seçmenden oy almanız gerek. O seçmenlerin size oy vermeleri noktasında nasıl bir öngörünüz var?
Öncelikle İYİ Parti meselesini açayım. İYİ Parti bizi destekliyor. İYİ Parti ve CHP biliyorsun bir ittifak içinde ve Beyoğlu’nda bu ittifak meselesinde bir sorun yok. Beni bir sosyalist olarak görüyorlar ama yapımızı, kişiliğimizi biliyorlar. Kendileri de söylüyorlar. Sonuç olarak Beyoğlu’nu yöneteceğiz. Nasıl bir insan olduğumuzu, fikirlerimizi biliyorlar. Bu süreçte bizim yanımızdalar. Sahada da çalışıyorlar. Beyoğlu özelinde İYİ Parti ile ilgili bir sıkıntı yok. Bizim seçimi kazanmamızın üç şartı var. Bu üç faktörü birleştirdiğimizde seçimi kazanırız. Bunlardan birisi modern, belirli bir eğitim almış, geçmişte sandığa fazlasıyla sahip çıkmış ama şimdi sandıktan umudunu kesmiş bir umutsuzluk içinde olan geniş bir kitle var. Bunların sandığa gitmesi önemli. Beyoğlu seçime katılmama oranının yüksek olduğu bir yer. Bunların önemli bir kesiminin sol seçmen olduğunu düşünüyoruz. Şöyle formüle edelim. Seçimi kazanmak için solu kazanmamız lazım. Sol duyarlılığa sahip arkadaşların sandığa gidip tercihte bulunmaları lazım, bu faktör önemli.
İkinci faktör olarak Kürt yurttaşlarımızın oyları oldukça belirleyici. HDP’nin oylarının yüksek olduğu bir bölge. Bu arkadaşların desteği, önemli ve onlar desteklerini ifade ettiler. Gittiğimiz mahallelerde de bunun yansımasını görüyoruz. Bir üçüncü faktör ise AKP’nin etkin olduğu mahalleler. Bu mahallelere ilişkin özel bir çalışma yürütüyoruz. Esasen çalışmamız oraya odaklanmış durumda. Yaptığımız ilk çalışmada Pera, Gümüşsüyü, Cihangir bu hattı bitirdik. Burada arkadaşlarımız çalışmalarını yürütüyorlar ama benim ve arkadaşlarımın yoğunlaştığı bölge AKP’nin etkin olduğu bölge. Burada kimliğimizi anlatma, düşüncelerimizi aktarma noktasında yoğun bir seferberlik içindeyiz. Önemli noktalar yakaladığımızı düşünüyorum. Buralardan bize önemli bir desteğin geleceğini düşünüyorum. Şu anda aldığımız veriler öyle. Bu bölgeler aynı zamanda Karadenizlilerin yoğun olduğu bölgeler. Benim Karadenizli olmamın getirdiği bir olumluluk da var.
Yöre dernekleri seçmen üzerinde ne kadar etkili?
Etkili. Son araştırmalar yöre derneklerinin oy verme konusunda temel bir faktör olmaktan uzaklaştığını söylese de, sonuç itibari ile bu bir ağ. Etkili de oluyor. Maalesef siyasette de Türkiye’nin handikapı bu, insanlar ne yapacağınızdan ziyade kim olduğunuza bakıyor. Dininize imanınıza bakıyor, nereli olduğunuza bakıyor. Maalesef tercihlerde bunlar etkili oluyor. Karşımızdaki aday da Rizeli, ben de Rizeliyim, bazen insanlar espri yapıyor, “Nedir bu Rizelilerden çektiğimiz” diye. Ama ben bir başka Rizeli olduğumu söylüyorum. Bir başka Rizeli: Eşitlik, özgürlük, adalet dayanışma isteyen…
‘BU İNSANLAR EMEKÇİ İNSANLAR…’
Hem Rizelisiniz, hem imam hatiplisiniz, hem sosyalistsiniz. İmam hatipli bir sosyalist olmanız şaşkınlık yaratıyor mu?
Dün Rizelilerin gittiği bir hemşehri kahvesindeydim. Sordular tabii “bu nasıl oluyor” diye. Solculuk eşittir dinsizlik, sağcılık eşittir dindarlık gibi algılar var. Bunu özellikle İslamcı hareket kullanıyor. Sol dedin mi dinsizliktir, ‘gelecekler camileri kapatacaklar’ gibi yalanlar. Halkın dini inançlarını istismar etmek, sömürmek, için yapılanlar. Buna düşmemek gerekiyor. Dindar vatandaşlarımızın sadece dindarlıktan dolayı bu sağcı partileri tercih etmelerinin önüne geçmemiz gerekiyor. Bu insanlar emekçi insanlar, üretim ilişkileri acısından baktığımızda ezilen, yoksul insanlar. Ama yoksulluklarından dolayı onların haklarını savunan solu değil de, inançlarından dolayı sağı tercih ediyorlar. Onların kafasında yaratılan algı ‘Müslüman bir insan solcu olamaz, sosyalist olamaz.’ Halbuki bunlar bambaşka şeyler. Bunları biraz anlatmamız lazım. Devrimcilerin yıllardır dindar insanlarla bir sorunu olmadı. Bizim sorunumuz dini istismar edilen bir alan haline getiren, buradan halkımızın inançlarını sömüren, siyasal İslamcılarla. Yoksa dindar insanlarla bir sorunumuz yok, olamaz da. Biz herhangi bir inanca karşı mücadele etmeyiz. Biz gerçek bir laiklikten yanayız. Herkesin inanma ve inanmama hakkına saygı duyarız. Bu konuda tam bir eşitlikçiyiz. O inançlarını kendi vicdanlarında temiz yaşamalarını söyleriz. İnsanların üretim ilişkileri bağlamında durdukları yerle ilgili olarak bir dil kurmaya çalışırız.
‘VEKİLLİĞİ KABUL ETTİĞİNDE ÇİZGİSİNE DE KEFİL OLUYORSUN’
Daha önce de farklı partilerden size milletvekilliği teklifi yapıldığını biliyorum. Ama siz bu seçimde bir belediye başkanlığını kabul ettiniz. Neden belediye?
Milletvekilliğini kabul ettiğin zaman o partinin bütün çizgisine de kefil oluyorsun. Bir partinin bir başka adayı her durumda her düzeyde seni de belirliyor. Bir bu var. Bir de milletvekilliği manası olmayan bir noktaya gelmiş durumda. Çıkıyorsunuz, konuşuyorsunuz ama bir fonksiyonu yok. Beyoğlu Belediye Başkanlığı başka bir şey. Birincisi kazandığımızda daraltılmış da olsa elimizde yetkiler, sorumluluklar var. Buradan bir örnek yaratabiliriz. Bizim çok güzel sözlerimiz var. Ama bu sözleri örnekler şeklinde topluma göstermemiz lazım. Şüphesiz Beyoğlu’nu kazandığımızda sosyalist bir devrim yapacak halimiz yok. Düzen belli ama bu düzen içinde gelecek topluma dair, ‘biz nasıl bir hayat düşünüyoruz’a dair çok şey gösterebiliriz. Beyoğlu çok merkezi bir yer. Bütün Türkiye’ye pırıl, pırıl parlayan, insanların söz, yetki, karar sahibi olduğu, yönetime katıldığı, her şeyin birlikte planlandığı, demokratik bir yerel yönetim var diyebiliriz. Ve bu yerel yönetim, halkla beraber birçok şeyi çözebiliyor. Bunu bir örnek olarak topluma sunmak istiyoruz. CHP’nin çok tartışılan belediye başkan adayları olabiliyor. Bunlar tartışılıyor.
Ben Beyoğlu’nun belediye başkan adayıyım. Diğer tartışmalar beni bağlamıyor. Ama milletvekili olsaydım bağlardı. Çünkü o genel bir siyasi çalışmanın parçası oluyor. Doğal olarak gelinen aşamada böyle bir karar verdik. Sözlerimiz çok birikti. Bu sözleri Cumhuriyet Halk Partisi’nin çatısı altında söyleyeceğiz. Ama esas olan içerik ne, hangi sözü, neyi savunacağız bu önemli. Kemal Bey’le yaptığımız görüşmede biz kendi bağımsız politik çizgimizi hayata geçirme noktasında bir güvence aldık. Tabii sosyal demokrasinin de ortaya koyduğu birikimleri ele alarak ama onu da aşan bir yerel demokrasi pratiği yaratmak istiyoruz. 45 mahalle meclisine dayanan, onların karar aldığı, bizim de o kararları uyguladığımız, var olan durumun tersi bir süreç yapacağız. Şu an belediye başkanı ve onun bürokratları karar alıyor. Aldıkları kararların gündelik hayatta bir karşılığı da yok. O yönetim anlayışı kentsel bir kriz de yarattı. Çünkü bu kriz bir demokrasi krizi, bir anlayış krizi.
Biz doğal olarak Tünel’de bulunan belediye binasından insanların hayatlarına dair planlar yapmayacağız. Bu planları kurulacak olan 45 mahalle meclisi ile beraber yapacağız. Neyi nasıl yapacaklarını bizden daha iyi biliyorlar. Biz onları koordine edeceğiz. Onların aldığı kararları uygulayacağız. Bu model gerçekten Türkiye’de bir yerel demokrasi modeli olacak. Buraya basit bir belediye başkanı duygusu ile aday olmadık. Burjuva egemen siyaset halkı nasıl yöneteceğine dair uygulamalar yapar. Biz, halkı nasıl yönetimin sahibi yaparız, oraya bakarız. İkisi arasında çok köklü bir fark var. Doğal olarak biz Beyoğlu’nu yönetmek değil, Beyoğlu halkının örgütlü bir toplum olarak kendi kendisini yönetmesini istiyoruz. Bunun için çalışacağız. Böyle bir yöntem sorunların çözümünün de anahtarı olacak. O yüzden kazandıktan sonra işimizin o kadar zor olacağı düşüncesinde değilim. Her şeyi şeffaf, halk ile beraber yürütürsek, onların iradeleri sürece egemen olursa, onlar bizimle kurduğu ilişkilerde yabancılaşmazsa, yerel yönetimi kendisine ait hissederse, sorun çözülür.
Beyoğlu’nun İstanbul’un merkezinde bir semt olarak şöyle sorunları da var. Son yıllarda engellemeler olsa da 1 Mayıs burada yapılıyor. Esnafın bir masa sandalye sorunu var. Buradan insanların yaşam tarzına müdahale edildiği gibi bir algı var. Bütün bunlar belediye başkanı olduğunda sana dönecek. Elbette belediyenin yetkilerinin sınırlı olduğu alanlar var. Ama bu sınırlandırılmış yetkilere dayanarak yerel yöneticilik yapamayız. Biz bunları aşmaya çalışacağız. Halkın örgütlü gücüyle zorlayacağız. Şöyle söyleyeyim. Eskiden Beyoğlu’nda gösteri yapmak, son derece doğaldı, meşruydu. İnsanlar geliyorlar, fikirlerini söylüyorlar, gidiyorlardı. Bir sorun da çıkmıyordu. Gezi’den sonra burası bir tür hapishaneye çevrildi. Beyoğlu’nda fiili bir olağanüstü hal rejimi var. Yıllardır Beyoğlu’nda kayıp çocuklarını arayan Cumartesi Anneleri’ne burası yasaklandı. Her ayın Pazar günü yakınlarını iş cinayetlerinde kaybeden ailelerin oturmaları da yasaklandı.
Burada herhangi bir gösteri yapmak artık yasak. Az çok gelişmiş ülkelere bak, insanlar düşüncelerini kentin en işlek meydanlarında dile getiriyorlar. Ama Beyoğlu gibi kentin merkezi bir semtinde demokratik herhangi bir talebinizi yerine getiremiyorsunuz. Bunun aşılması için mücadele edeceğiz. Ama bu demokrasi mücadelesinin bir parçası olacak. Yoksa belediyenin yetki alanında değil, Cumartesi Anneleri’ne Galatasaray Meydanı’nı açmak. Ama biz bu mücadelenin parçası olmaya devam edeceğiz. Taksim’i 1 Mayıs için kutlamalara açmak da bizim yetki alanımızda değil. Ama şunun sözünü veriyorum emekçilere, tamam 1 Mayıs alanını açmak benim yetkim dahilinde değil ama bir hafta önceden bir emek festivalini Beyoğlu’nun 45 mahallesinde hayata geçirebiliriz. 1 Mayıs’ı, emekçilerin bayramını bir güne sığdırmak zorunda değiliz. Bir hafta önceden bir emek festivalini Beyoğlu’nun bütün semtlerine taşıyabiliriz. Böyle bir anlayış ile hareket edeceğiz. Yani mevcut sınırlarda hapsolmayan o sınırları demokratik biçimde genişletmeyi amaçlayan ama kendi yetkilerimizi de emekçi halkın lehine, işçilerin lehine, yoksulların lehine kullanma konusunda da gerekli iradeyi göstereceğiz. / DUVAR