Yıllar öncesine döndük, hatta on yıllar öncesine…
Askerlerden korkup kaçtığımız yıllara…Bizler iki şeyden çok korkardık: Cinler ve askerler. Annelerimiz bizi bu 2 şeyle korkuturdu.
O yıllarda İran ve Irak’tan sigara, sigara kağıdı, mazot, benzin gibi eşyalar kaçak yollarla sınırdan geçirilir ve Türkiye’de pazarlanırdı.
Bugün hala öyle…Çünkü hala buradaki insanların geçim kaynağı bu.
Bugün Tütünlü Köyü’ne baskın düzenlenmiş ve köylülerin elindeki sigaralar alınmış. Büyük başarı!
En küçüğünden en büyüğüne, yerelden genele bütün yetkililere soruyorum: Şemdinli’de tarım yapılabiliyor mu? Hayır. Peki hayvancılık yapılabiliyor mu? Hayır. Peki işçi çalışabilecek inşaat alanları, fabrika gibi sanayi alanları var mı? Hayır? Peki birileri ya da sistem onların geçimini sağlıyor mu? Hayır. Peki turizm geliri var mı? Hayır? Son durak olduğu için ulaşımdan-yolculardan geliri var mı? Hayır.
Peki bu insanlar ne yiyip ne içecekler? Geçimlerini nasıl sağlayacaklar?
Yanıt çok net: Ya sınır kapılarını açacaksınız, insanlar ticaret yapabilecekler ya da kaçakçılık…
Başka yolu yok mu? Hayır. Şemdinli’nin bu iki yoldan başka geçim kaynağı yok. Bu yüzden yedi sülalemiz kaçakçılık yaptı, yapıyor, yapacak.
Sağlıklı bir akıl yürütme yapalım: Bu insanların okumaları için on yıllarca gerekli özen gösterilmeyecek, sanayi alanları açılmayacak, turizm geliştirilmeyecek, en az nüfusun üç katı kadar olan askerler çarşıya gönderilmeyecek, tarım ve hayvancılık geliştirilmeyecek.
Eeee?
Alın size Tütünlü, alın size karakol kurmaya çalışan askerler, alın size askerlere tepki gösteren köylüler. Bu mudur yani?
Sayın Kaymakamım, Sayın Belediye Başkanım, Alay Komutanım, İlçe Başkanım, Oda Başkanlarım ve kendilerine toz kondurtmayan, halkından uzak milletvekillerim, bu mudur yani? Hepinizin gücü, inancı, anlayışı bu kadar mıdır?
Şu soruya lütfen yanıt verir misiniz? Şimdiye kadar hanginiz sınır kapılarının açılması için bir teklifte, bir girişimde, bir çalışmada, bir toplantıda, bir öneride bulundunuz? On yıllardır savaş bahanesi var. alın size savaşsız günler. Sınır kapıları için uğraşmanızın daha uygun bir zamanı var mı?
Savaş bitti dedik, 80’li yıllara döndük. Arttık bu topraklarda askerlerle köylülerin birbirini sevme, benimseme zamanı gelmedi mi?
Evet, ister darılsınlar, ister gücensinler ama bu konuda yerel yetkililerimiz üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirmiyorlar. En pasifi mi? Bu konuda en pasif olanlarımız, ne yazık ki milletvekillerimiz. Şimdiye kadar bir tek vekilimiz, bu bölgenin geçim sıkıntısını dile getirmedi. Sınır ticareti gibi mükemmel bir nimetimiz var. Neden konuşulmuyor? Anlamaya çalışıyorum da, bu konuda gerek Van’da, gerek Hakkari’de, gerek Şırnak’ta milletvekillerimiz sahnede yoklar. Bulunmaları gereken iki yer var: Ya mecliste ya da seçmenlerinin arasında. İki yerde de yoklar, neredeler?
Şimdi denilecek ki, vekillerimizin politik duruşları var, başka işleri var, siyasi iradeleri var, var, var.
Evet olabilir. Ama şunu unutmamak lazım: Hangi koşulda olursa olsun ve misyonu ne olursa olsun, bir milletvekilinin en öncelikli görevi, seçmeninin yaşam koşullarını iyileştirmeye çalışmaktır. Ayrıca bir tek misyonu olan birinin, kesinlikle milletvekili olmaması gerekir.
Milletvekili siyasi iradesini de ortaya koyar, yaşam kalitesi için savaşımını da verir, farklı kesimlerin dikkatini ve ilgisini de çeker, konuşma becerisiyle ve karizmasıyla etrafındakileri kendine hayran da bırakır.
Dönem değişti bayanlar baylar. Artık yetkililerin sokakta slogan atacağı dönem kapandı. Bu, işin kolay boyutuydu. Şimdi irade mücadelesi dönemi başladı.
Karizmasını, bilgi becerisini, halkçı duruşunu, hakçı savunmasını, ekmek savaşımını konuşturmayacak bir vekil artık alkışlanmaz. Alkışlanmadığı gibi!