Çağlayan Adliyesi’nde yerin yedi kat altında, uzun bir koridor boyunca demir parmaklıklı hücreler karşılıklı olarak sıralanmıştır.
Duruşma için getirilen tutsaklar asker eşliğinde ringten alınarak, adliyedeki görevli askerlere teslim edilirler.
Sırası gelen tutsağı, geldiği hapishanenin askerleri alır ve duruşma salonuna çıkarırlar.
Hücreler katı bu nedenle oldukça hareketlidir
Hücreden hücreye seslenenlerin sesi, nöbetçi askerlerin sesine karışır ve gün boyu hücreler katında arı kovanını andıran uğultuda…
Koridorlar asker eşliğinde getirilip, götürülen mahpusların oluşturduğu kalabalık da bitmez.
Hücrelerde birer müşteri gibi duruşmayı bekleyen mahpusların temel sohbet konusu da mecburen dava dosyaları ve hapishane koşulları olur.
Neden yargılanıyorsun?
Kaç yıldır tutuklusun?
Hangi hapishaneden geldin?
Tahliye umudu var mı?
Diye uzar gider sohbetlere konu olan sorular.
24 Eylül sabahı Çağlayan Adliyesi’nde 10. ACM’de gerçekleşecek duruşmaya katılmak üzere eksi yedinci katta bulunan ve kadınlara ayrılan hücrede duruşma saatini beklerken Meryem’i tanıdım.
Battaniyeye sımsıkı sarıp kucakladığı bebesiyle demir parmaklıklı kapıdan içeri girdiğinde, öyle kötü görünüyordu ki!
Korku dolu ürkek bakışlı gözerlinden boşalan gözyaşları çaresizliğinin bir başka göstergesiydi.
İçeri girer girmez yan yana dizilmiş bekleme sandalyelerinden birine bebesini bırakıp, yanı başına da kendini attı.
Bu genç kadını böylesine çaresiz ve mutsuz eden şeyi merak edip yanına koştum.
Yedi yıldır hapishanede, mahkeme ve hastane yollarında ringte karşılaştığım adli kadın mahpuslara hiç benzemiyordu.
Bakışları bir avcı tarafından sıkıştırılmış ve yaşamak için can havliyle çırpınan ceylanın ürkek bakışlarına benziyordu.
Hapishanede çaresizliğin değişik hallerine hem tanık olup, hem de yaşadığım için…
Çaresizliğin insanın bakışlarına nasıl hükmettiğini iyi bilirim.
Karşımda duran ve çaresizlik içinde kıvranan bu genç kadına belki bir yardımım dokunur, hiçbir şey yapamasam bile belki biraz sakinleştiririm umuduyla ellerini tutup bir biri ardına sorularımı sıraladım…
Ne oldu?
Çok mu ceza verdiler?
Neden ağlıyorsun?
Lütfen ağlama, sakin ol dememe aldırmadan ağlamasını sürdürdü.
Bakırköy Hapishanesi’nden birlikte geldiği kadınlardan biri; “ seni anlamıyor, çünkü Türkçe bilmiyor” diyince…
Çaresizlik içerisinde kıvranarak ağlayan bu genç kadının durumunu daha çok merak ettim.
Bu defa sorularımı araya giren kadına yönelttim.
Kimdi bu genç kadın?
Neden ağlıyordu?
Hangi dili biliyordu?
Neden tutuklanmıştı?
…
Meryem savaştan kaçan bir Suriyeliymiş!
Dört ay önce ailesiyle birlikte Halep’ten kaçarak İstanbul’a yerleşmişler.
Küçük Pazar’da kirada oturuyorlarmış.
Meryem’in anadili Kürtçe, Arapça da biliyor.
Tutuklandığında hamileliğinin son günlerindeymiş.
Nasıl bir dünyaya gözlerin açacağını, daha anne karnındayken kendisine ihale edilen yaşamın nasıl bir şey olduğunu bilmeden üç gün önce de Dua bebek dünyaya gelmiş!
Annesinin sımsıkı sardığı battaniyeyi açıp, bu şanssız yavruya baktım.
Aman tanrım… o ne güzellik, o ne şirinlik!
Kendisine ve annesine yaşatılanlardan habersiz mışıl mışıl uyuyordu.
Yani duruşma için getirilen genç anne loğusa, Dua bebeğin ise daha göbeği bile kurmamıştı!
Bu nasıl bir adalet, bu nasıl bir hukuk sistemidir ki, doğum nedeniyle genital bölgesi yara bere içerisinde olan bir kadını ve daha göbeği bile düşmemiş bir bebeyi duruşma için mahkemeye getiriyor!
Sabahtan akşama kadar yerin yedi kat altındaki sigara dumanı bol bir hücrede bekletiyor.
Hani her şey bununla bitse, yüreğiniz ve insanlığınız el vermese de, “hadi neyse” diyebilirsini belki!
Meryem bir hırsızlık vakasından tutuklanmış.
Bir kadının cep telefonunu çalmakla itham ediliyor.
Baronun atadığı avukat gerektiği gibi ilgilenseydi, Meryem’in tutuksuz yargılanması pek ala sağlanabilirdi.
İlk duruşmasıydı Meryem’in.
Telefonunun çalındığını iddia eden kadın, Meryem’in o haline aldırmadan şikâyetini geri çekmeyince; hâkim duruşmayı 1 ay sonraya ertelemiş.
Tabii Meryem’in de tutukluğunun devamına karar vermiş.
Tercüman aracılığı ile derdini anlatan Meryem’in o halde kedini ne kadar anlattığı bir yana…
Avukatı da, Meryem’in bu özel durumuyla ilgili bir girişimde bulunmamış.
Hapishanede idare Meryem’in Kürtçe ya da Arapça bilen birilerinin yanına koymamış.
Savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınan Meryem’i sadece hapse atmamışlar.
Bir de, dilini lal etmemişler!
Bakırköy Kadın Hapishanesi’nde adli mahpuslardan Kürtçe bilen mutlaka vardır.
O gün duruşmada bekleyen 5-6 kişinin arasında bile Meryem’le anlaşmamızı sağlayan birileri çıktı.
Dolayısıyla bir hapishane idaresinin bu kadarcık bir şeyi bile akıl edememesi, idarenin mahpuslara bakış açısındaki insaniyet kavramının içeriğine dair hangi noktada olduğunu gösteriyor.
Baronun atadığı avukatın böylesine basit bir iddiadan dolayı Meryem’in tutuksuz yargılaması için ne kadar uğraşıp, çabaladığı bir soru işareti olarak bende kalsa da…
Mahkemenin tutukluluğun devamına karar vermesi de, memlekette olmayan adalet ve hukuka, bir de vicdansızlığın eşlik ettiğine dair bir başka örnekti Meryem’e yaşatılanlar.
Deveyi hamuduyla götürenlerin, büyük hırsızlık ve yolsuzluk yapanların devlet katında özel bir yeri olduğunu…
Ancak aç kaldıkları için baklava çalan çocuklara yaşlarından daha fazla cezalar verildiği bir ülkede yaşadığımızı Meryem’de öğrenecek elbet.
Öfkeni isyanıma katarak Meryem’i teselli etmeye çalışırken, bir yandan da Meryem için ne yapabilirim sorusuna yanıt aradım.
Duruşmam bitip, Meryem ve dünyalar güzeli Dua bebeği yedi kat yerin dibindeki hücrede bırakıp, Gebze Hapishanesi’ne doğru yola koyulduğumuzda…
Aklımın da, yüreğimin de yarısı savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınmış 23 yaşında beş çocuk annesi Meryem’de ve daha annesinin karnındayken yaban ellerde hapishane gerçeğiyle tanışarak, dünyaya gözelerini hapishanede açan Dua bebekte kaldı.
* Füsun Erdoğan, 28 Eylül 2013, Gebze Kadın Kapalı Hapishane A-3