Cengiz ÇANDAR / RADİKAL
Eski Diyarbakır Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı Mehmet Kaya, telefonda, “Şimdi eczacı kimliğimle konuşuyorum” diye söze başladı. “Rojava, ilaçsızlıktan kırılıyor. Bölge çapında kampanya başlattık. Dört kamyon dolusu ilaç ve tıbbi malzeme topladık. Ancak sınırın öbür tarafına geçiremiyoruz. Ne olur, şunu bir duyursanız...”
Ona, “Yarın Nusaybin’de olacağım. Orada durumu daha iyi anlar, yazarım” cevabını verdim. Ertesi gün (yani dün) Mardin’den İpekyolu’na doğru inerken, Rojava’nın Kürtlerin fiili yönetimine geçmiş yerleşim merkezleri gözümün önünde tespih taneleri gibi dizilmiş, gayet net bir görüntü veriyorlardı. En sağda, Şenyurt’un karşısındaki Derbesiye, sol çaprazda Amude. Suriye kuzeyinin en büyük şehri Kamışlı ise Nusaybin ile bitişik bir şehir.
İpekyolu’nda Nusaybin’e doğru ilerlerken, yolun sağ yanı dikenli teller, düzenli aralıklarla kontrol kuleleri... Direksiyondaki Nusaybin Belediyesi’nin Başkan Yardımcısı, “Bir kaza olsa, bir araba sağa doğru yuvarlansa, başına bir şey gelmeyeceği varsa bile mayın patlar; havaya uçar” diye işaret ediyor, dikenli teller ile az ötede Türkiye-Suriye sınırını oluşturan demiryolu arasındaki mayınlı toprakları.
Diyarbakır-Nusaybin arası yol boyunca, bana, tüm bölgenin nasıl sabah-akşam Rojava ile yatıp kalktığını anlatıyor. Kamışlı’da akrabaları var; birçok Nusaybinlinin olduğu gibi. Zaten, şu anda Nusaybin’de en az 10 bin Suriye vatandaşı da –Belediye Başkanı Ayşe Gökkan’ın söylediğine göre hamile kadınlar, çok yaşlılar ve çocuklar- Nusaybin’deki akrabalarının yanına sığınmış durumdalar.
85 bin kişilik Nusaybin’de, normal zamanda nüfusu 350 bine zaten dayanmış Kamışlı’ya neredeyse sıfır noktasındaki ‘Mezopotamya Tarihinde Nusaybin Sempozyumu-2’nin yapılmakta olduğu Mitanni Kültür Merkezi’nin bahçesinde Ayşe Gökkan’la sohbet ediyorum. “Türkiye ile Suriye arasındaki sıfır noktasındayız, değil mi?” diye soracak oluyorum; iki adım ötesini işaret ediyor, kum torbalarını gördüğümüz yer, sınır sayılıyor.
Aslında sınır falan yok. Çağçağ Suyu, hem Nusaybin’in hem Kamışlı’nın içinden geçiyor. ‘Sanal’ sınırın iki tarafında da, Kürtler, Süryaniler, Araplar yaşıyor. Salgın hastalıklar, iç içe girmiş toplumlar, aslında tarihi olarak aynı şehrin (tarihi olan şehir Nusaybin) her iki tarafında da sınıra saygı göstermiyor.
Nusaybinli doktor Ramazan Kaya, Suriye’deki şartların yol açtığı ve Kamışlı üzerinden Türkiye topraklarına girerek –özellikle Mardin ilinde- yeniden görülmekte olan hastalıkları anlatıyor bana:
“Son 10 yılda bölgemizde kızamık vakaları hiç görülmez iken bugün yüzlerle ifade edilen vakalar saptanıyor. Son 10 yılda sıtma vakaları görülmez iken 2012 yılında Mardin’de 300’ü aşan sıtma vakaları saptandı. Ortadan kalkmış görünen şark çıbanı ve çocuk felci vakaları da görülmeye başlandı...”
Neler yapılması gerektiği konusunda hazırlanan raporlardan söz ediyor; ama Suriye’deki gelişmelerin Türkiye-Suriye sınır boyunu hızla aşarak, her anlamda Türkiye’yi ‘enfekte’ etmekte olduğu, Nusaybin’de, kolaylıkla görülüyor ve anlaşılıyor.
Nusaybin’in yüzde 90’a yakın bir ezici oyla seçilen Suruçlu (Rojava’daki Kobani’nin tam dibindeki bir köyden geliyor) Belediye Başkanı Ayşe Gökkan, Türkiye’de devletin, kendince tuhaf ve aşırı gördüğü ‘duyarsızlığı’ndan yakınıyor. Neyse ki Nusaybin’deki kamuoyunun patlama noktasına gelerek oluşturduğu baskı ve kendisinin aralıksız temasları sonucu, bir aydır ilk kez (ve toplamda üçüncü kez) ‘Rojava’ya yardım’ geçişi var.
“Akşam Şenyurt’tayız, sabaha kadar. Gelin görün” diyor; “400 ton gıda ve ilaç yardımı geçireceğiz...”
‘Mezopotamya Tarihinde Nusaybin Sempozyumu’ndan çıkıp, Kızıltepe yakınlarındaki Şenyurt sınır kapısına gideceğiz; onlarca kamyonun geçişine tanık olmak üzere. Zaten gün boyu, bu konuda Nusaybin kıpır kıpırdı, heyecanla.
Peki, Nusaybin’den bir taş atımlık mesafeden bile yakın Kamışlı’ya geçirmek varken yardımı, niçin bir 45 dakika öteye, Kızıltepe civarına gitmek zorundayız?
Çünkü, Kamışlı’da iki noktada, sınır geçişinde ve havaalanında hâlâ Şam rejiminin görevleri var ve sınırı kapıyorlar. Kamışlı’yı PYD’nin ağır bastığı ‘Heyeta Bilind’ yani Kürt ‘Yüksek Konseyi’ fiilen yönetiyor. Ayşe Gökkan, “Yüksek Heyet ile istediğimiz her an tel örgülerde buluşup görüşüyoruz” diyor ve Kürt mücadelesinin sınırın iki tarafında nasıl ‘birleşik’ hale gelmiş olduğunu böylece anlatmış oluyor.
Uzunca bir süre, çift taraflı geçişlere Kamışlı açık, Nusaybin kapalıymış. Nusaybin Belediye Başkanı, “O kadar uzun süre, Türkiye, niye bu kapıyı kapattı, anlamadık” diye şaşkınlığını ifade ediyor. Şimdi Nusaybin açık, Kamışlı kapalı.
Ayşe Gökkan, bunun gerekçesini, “(PYD lideri) Salih Müslim, Türkiye’ye gelmeye başlayalıberi, bu kez, Suriyeliler, Kamışlı’yı kapattı” diye izah ediyor. Türkiye’nin Şenyurt kapısını açmakta sürekli ayak diremesini ise “Şenyurt’un karşısında Suriye tarafındaki Derbesiye’de muhatap olarak sadece PYD var” diye.
Suriye’ye diğer geçiş noktaları olan Kobani ile Afrin de sadece PYD kontrolünde, Akçakale-Tel Abyad ve Karkamış-Carablus, kimisine göre Özgür Suriye Ordusu’nun, Nusaybinlilerin dilindeki tanımıyla ‘çeteler’in kontrolünde. ‘Çeteler’den kasıt, Suriye’deki el-Kaide ve diğer Selefi örgütler.
Kamışlı-Serekaniye yani Nusaybin-Ceylanpınar arası Kürtlerin –esas olarak PYD’nin- kontrolünde ve buraları ‘çeteler’ ile PYD-Kürtler arasında amansız çatışma alanı.
Birazdan, Şenyurt’a Türkiye Kürtlerinin topladığı 400 tonluk gıda ve tıbbi yardımın Rojava Kürtlerine gönderilmesine tanıklık etmek üzere yola çıkacağız. Tam o sırada, Mitanni Kültür Merkezi’nin bahçesinde bir yabancı televizyon şirketinde kameramanlık yapan bir Türk gazeteci yanıma yaklaşarak bana bilgi verme ihtiyacı duyuyor:
“Dün akşam bu saatlerde Ceylanpınar’daydık. Gözlerimle içleri tıka basa insan dolu 6-7 otobüsün büyük bir hızla karşıya, Serekaniye’ye geçtiğini gördüm.”
Nusaybin’den çekilebilen ‘Suriye fotoğrafı’ o ki, “Türkiye Kürtleri, Suriye Kürtlerine gıda ve ilaç yardımında; Türkiye’de birileri ise aynı sınır hattı üzerinden Suriye’deki militan İslamcı gruplara askeri yardımda bulunuyor.”
Nusaybin-Kızıltepe yoluna koyulmadan önce, ‘sıfır noktası’ndaki Mitanni Kültür Merkezi’nin duvarlarındaki afişe bir kez daha bakıyorum. Sempozyum ilanı, en yukarıdan aşağıya Kürtçe, Türkçe, Arapça ve Hz. İsa’nın dili Aramice (Süryanice) yazılmıştı. Sempozyum, M.S. 4. yüzyılda ortaya çıkmış olan ve kimi tarihçilere göre dünyanın ilk üniversitesi kabul edilen ‘Nisibis Okulu’ ile ilgili ciddi akademik bir faaliyet idi.
‘Nisibis Okulu’, bu bölgede Süryanilerin ve Doğu Hıristiyanlığının olağanüstü tarihi rolünün kanıtıdır. Gelgelelim, bugün Hıristiyanlar, dinlerinin yuvası olan Ortadoğu’da toplam nüfusun yüzde 4’ünün altına inmişler. Oysa, Birinci Dünya Savaşı’nın başında bu oran yüzde 20 imiş. Bir-iki kuşak sonra, Ortadoğu’da hiç Hıristiyan kalmaması ihtimali mevcut.
Bu yüzde 20 oranını müthiş düşüren elbette öncelikle 1915. Ve en son olarak, Lübnan’daki iç savaş, Filistin sahasındaki olumsuz gelişmeler, Irak’taki savaş, Mısır’da Koptlara saldırılar ve de tabii ki, Suriye’de bugünkü durum.
Foreign Affairs’in son sayısında ‘The Christian Exodus’ başlıklı çok çarpıcı bir yazının sonu şöyle bitiyordu: “... Bölgenin Hıristiyanlarının ortadan kalkması Müslümanlar için de bir felaket olacaktır. Bu zulümlerin ardından namuslu toplumlar kurmak göreviyle yüz yüze kalacaklardır. Ve bu göre, ortalarında yaşayan Hıristiyanların ortadan kalkmasıyla çok daha zor olacak... Müslümanlar gerçek demokratik kamusal hayatın temeli olan çoğulculuğu böylece ortadan kaldırmış olacaklar...”
Anlaşılan, bu gerçeği, günümüzde en iyi kavrayan Kürtler. Başta Türkiye’dekiler, Rojava’dakiler ve hatta ‘Güney’dekiler.
Ortadoğu’da bir ‘Kürt-gayrimüslim ittifakı’nın filizlenmekte olduğundan, bunun bölgede gelecekteki ‘demokrasi’nin en büyük güvencesi olacağından söz edebilir miyiz acaba?
Nusaybin, ‘Rojava’nın sıfır noktası’nda en azından bu soruyu sordurabiliyor insana...
'Rojava'ya sıfır noktasında...
'Rojava'ya sıfır noktasında...
ŞemdinliHaber ŞemdinliHaber
Makale
Ortadoğu'da bir Kürt-gayrimüslim ittifakının filizlenmekte olduğundan, bunun demokrasinin güvencesi olacağından söz edebilir miyiz acaba?