26 Mart 1994'te Şırnak'ta bombalanan 2 köyde 38 insan öldürüldü. Hava Kuvvetleri, savcılıklara gönderdiği yazılarda 'olay günü savaş uçaklarının bölgede uçmadığını' öne sürdü. Ancak Genelkurmay Başkanlığı, Hava Kuvvetleri'nin 19 yıl boyunca inkâr ettiği gerçeği ifşa etti; o gün savaş uçakları o bölgede uçmuştu!
Böyle hukuk devleti olur mu? Ayrıca böylesine bir olayın köşelerde değil, manşetlerde dolaşması gerekirdi. Tıpkı faili meçhul cinayetler davası, tıpkı TESEV’in tüyler ürpertici yeni Ergenekon raporu gibi... Niye gazeteci milleti olarak, böylesine yaşamsal konuların üstüne gidemiyoruz, neden hesap soramıyoruz? Neden korkuyoruz?
Tarih, 26 Mart 1994.
Yer, Güneydoğu’da Şırnak.
Türk Hava Kuvvetleri’nden dört savaş uçağı havalanıyor. İkişer ikişer gidip Şırnak’ta iki köyü bombalıyorlar.
Sonuç:
38 Kürt köylüsünün ölümü.
Yaşanan tam bir katliam.
Cumhuriyet Savcılığı soruşturma başlatıyor.
Yıl 1997.
Tam 3 yıl süren bir soruşturmanın sonunda, 1997 yılında savcılığın iddiası:
Saldırı, PKK’nin işidir!
Bunun üzerine dosya, Diyarbakır DGM Başsavcılığı’na gönderiliyor Şırnak’tan.
Yıllarca uyutulan dosya askeri savcılıkta kapandı
Yıl 2004.
Dosya, tam 7 yıl boyunca Diyarbakır DGM’de uyutuluyor. 2004’te bu kez Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma dosyasına yeniden el atıyor.
Aradan bir 1 yıl daha geçiyor.
Yıl 2005.
‘Bombaların havadan atıldığı’na dair tanık ifadeleri üzerine soruşturma dosyası bu kez Diyarbakır’daki İkinci Hava Kuvvet Komutanlığı Askeri Savcılığı’na gönderiliyor.
1 yıl daha geçiyor.
Yıl 2006.
13 Şubat 2006’da Diyarbakır’daki komutanlık makamına soruyor askeri savcı:
26 Mart 1994’te Şırnak bölgesindeki iki köyün üzerinde uçuş yapıldı mı, yapılmadı mı?..
Komutanlık yanıtlıyor:
Hayır, hiçbir uçuş yapılmadı!
Diyarbakır ve Malatya komutanlıkları: Uçuş olmadı!
Askeri Savcı, dosyayı Diyarbakır’a postalıyor.
2 yıl daha geçiyor.
Diyarbakır’da dosyaya bakan savcı yeni bir soruşturma açıyor.
Tarih, 3 Haziran 2008.
Savcı, Diyarbakır ve Malatya’daki ilgili komutanlıklara gönderdiği yazılarla, 26 Mart 1994 tarihinde Şırnak üzerinde yapılan bütün uçuşların detaylarını talep ediyor.
Yanıt gelmiyor.
İkinci bir yazıyla talebini tekrarlıyor.
5 Kasım 2008’de Diyarbakır’daki Hava Komutanlığı, “Komutanlığı altındaki üslerden 26 Mart 1994 tarihinde ulusal güvenliğe dönük uçuş faaliyeti yürütüldüğüne dair hiçbir kaydın bulunmadığı” yanıtını veriyor.
11 Kasım 2008’de de Malatya’daki Üs Komutanı, “Üste o tarihlerde uçuş faaliyeti yapıldığına ilişkin hiçbir kaydın bulunmadığını” belirtiyor.
Hava Kuvvetleri'nin sakladığını Genelkurmay ifşa ediyor
Aradan 3 yıl daha geçiyor.
Tarih, 20 Aralık 2011.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı bu kez Ankara’ya, Sivil Havacılık’a başvuruyor ve 26 Mart 1994’te, Şırnak üzerinde herhangi bir askeri uçuş olup olmadığını soruyor. Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü de Genelkurmay Başkanlığı’na başvuruyor.
Tarih, 31 Ocak 2012.
Genelkurmay’dan Sivil Havacılık’a gelen 33423040 sayılı yazıda şu not var:
“26 Mart 1994 tarihinde Şırnak’ın batısı ile kuzeybatısı 10 NM (18.55 km) Hava Kuvvetleri tarafından iki uçuş icra edildiğinin tespit edildiği…”
Enteresan olan şu tabii:
Hava Kuvvetleri’nin 18 yıl boyunca üstünü örttüğü gerçek, bu defa, Genelkurmaytarafından açığa çıkartılıyor.
Sivil Havacılık bir ay sonra, 13 Şubat 2012’de durumu bir yazıyla ve uçuş defterlerini de ekleyerek Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderiyor.
Tarih, 27 Haziran 2012.
Mağdurların avukatı (ve Diyarbakır Barosu Başkanı) Tahir Elçi, 26 Mart 1994 tarihinde 4 savaş uçağının Şırnak’ta kendilerine verilen görevleri -kullanılan bomba türleri ve uçuş defterleri dahil- yaptıklarına dair belgeleri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ndeki dava dosyasına ekliyor.
Tarih, 12 Kasım 2013.
Türkiye, yaşam haklarını ihlal ettiği gerekçesiyle AİHM tarafından mahkûm ediliyor.
Böyle hukuk devleti olur mu?
26 Mart 1994.
12 Kasım 2013.
Aradan geçen 19 yıl.
Şimdi kim bilir kaçıncı kez soralım:
Böyle hukuk devleti olur mu?
Böyle bir ülkede ‘hukukun üstünlüğü’nden söz edilebilir mi?
Hukuk devletinin, hukukun böylesine ayaklar altına alındığı bir ülkede ‘birinci sınıf demokrasi’den hiç söz edilebilir mi?
İnsan hayatının böylesine hiçe sayıldığı bir ‘devlet düzeni’nde insan hakları lafta kalmaz mı?
Yazık bu ülkenin insanlarına…
Şimdi diyeceksiniz ki:
Daha 2 yıl önce Roboski’de katledilen 34 Kürt vatandaşının hesabını soramayan, hatta üstünü örten bir devlet düzeni, tam 19 yıl önce, 1994’te katledilen 38 Kürt köylüsünün hesabını nereden soracak ki
Gerçekten yazık!
Gazeteci milleti olarak neden korkuyoruz?
Yukarıdaki yazıyı Sedat Ergin’in dün Hürriyet’teki köşesinde çıkan Hava Kuvvetleri sakladı, Genelkurmay bildirdi başlıklı yazısından özetledim.
Bir gazeteci olarak, böylesine bir olayın köşelerde değil, medyanın manşetlerinde dolaşması gerekirdi diye düşünüyorum.
Tıpkı, geçen haftaki faili meçhul cinayetlerdavası ve Pervin Buldan’ın oradaki sözleri gibi…
Tıpkı, TESEV’in tüyler ürpertici sayfalarıyla veGülçin Avşar imzasıyla yeni çıkan“Ergenekon’un Öteki Yüzü: Faili Meçhuller ve Kayıplar” isimli yeni raporu gibi…
Niye medya olarak, niye gazeteci milleti olarak, bu memlekette demokrasi ve hukuku, insan haklarını doğrudan ilgilendiren böylesine yaşamsal konuların üstüne gidemiyoruz, neden hesap soramıyoruz?
Neden çekiniyor ya da korkuyoruz ki?
İyi pazarlar!