İRFAN AKTAN / GAZETEDUVAR
4 Kasım gecesi gözaltına alınan HDP Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş ve arkadaşları için yeni bir siyasi mücadele süreci başladı. Ortadoğu ve Türkiye’de mağduriyet ve onun üzerine kurulu siyaset dili hak mücadelesi yürütenleri belli bir noktaya kadar taşıdıktan sonra reel siyasetin duvarıyla karşı karşıya bırakır. Demirtaş başından itibaren bu duvarın ayırdında olarak siyaset yapıyor. (Haziran 2014 tarihli “Bir Selahattin Demirtaş portresi”ni buraya koyarak bu faslı kısa tutalım) Ancak her biri kitap kalınlığında ıstırap barındıran tek tek Kürtlerin mağduriyetini gidermek üzere yola çıkan siyasi bir aktör olarak Demirtaş’ın da artık şahsi bir “mağduriyet” hikâyesi var.
Demirtaş’ı hapse koyan güç, önümüzdeki yıllarda baş etmeye çalışacağı çok daha güçlü bir liderliğin inşasına katkı sunduğunu büyük olasılıkla daha şimdiden biliyor. Fakat o gücün önümüzdeki yılların hesabını yapacak kadar zamanı olmadığı ve Demirtaş’ı şimdikiyle kıyaslanamayacak kadar güçlendirecek operasyonu göze aldığı anlaşılıyor.
Elbette insan hakları savunucusu bir avukatken siyasete atılan Demirtaş, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden beri çok yoğun bir kuşatma altındaydı ve bu kuşatmanın finalinin hapishane olarak tasarlandığı görülüyor. Ancak, cezaevinden yolladığı mektubundan da anlaşıldığı üzere, Demirtaş mahpusluğu sadece bir kapatılma olarak değil, aynı zamanda siyasetinin yeni bir aşaması olarak algılıyor ve mağdur diline hiç yaslanmıyor. Bu açıdan hapishanenin Demirtaş’ın etkinliğini hedeflendiği ölçüde sınırlandıramayacağı görülüyor.
HDP İÇİN SINAV ZAMANI
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden itibaren Türkiye siyasetinde yürüdüğü yolda hapislik, Demirtaş açısından kaçınılmaz bir son değil, Türkiye’nin sonu belirsiz gidişatında belki de uğranmadan geçilmeyecek bir durak. Demirtaş’ın o durakta ne kadar bekleyeceği ise dışarıda “bırakılanların” demokratik siyaset yapma becerisiyle doğrudan ilgili. Hatta daha da ileri giderek şunu söyleyebiliriz: HDP’li siyasetçilerin hapis süresini yine HDP muhalefetinin etkinliği belirleyebilir.
4 Kasım operasyonunun esas hedeflerinden biri Demirtaş’ı siyasi arenadan izole ederek liderlik vasfının HDP’deki toparlayıcılığını bertaraf etmek. Demirtaş liderliğinin temel özelliği, yürüttüğü demokratik mücadelenin meşruiyetinden herhangi bir kuşku duymaması. Onu önceki Kürt liderlerden farklı ve güçlü kılan, devletin tüm kriminalize etme çabasına rağmen yürüttüğü mücadelenin meşruiyetine duyduğu bu inanç. O inancını mahkeme heyetinden herhangi bir talepte bulunmayarak, savunma yapmak yerine pozisyonunu “yargılatmayarak”, tutuklanma kararından sonra “mutlaka kazanacağız” diyerek ve hapishaneden yolladığı mektuptaki ifadelerle sürdürdüğü anlaşılıyor. Aynı tavrı Figen Yüksekdağ ve diğer HDP’li milletvekillerinin de göstermesi “dışarıda” kalan HDP’lilere bırakılmış en önemli mesaj olarak okunabilir.
DEP’li Orhan Doğan Meclis’ten gözaltına alınırken bir polis memurunun önce boynuna sonra da başına elini bastırdığı görüntünün Kürtlerde yarattığı öfke kadar demokratik siyasete olan inancı da önemli ölçüde törpülemişti. 4 Kasım akşamı aynı “devlet eli” HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken’in de başına konarak inanç kırılması yaratılmak istendi. Baluken’in o eli savuşturması da yine devletten ziyade HDP’ye ve onun tabanına tarihi bir mesaj olarak okunabilir. Zira Baluken, meşruiyetlerine gölge düşürülmesine itiraz ettiği kadar mücadelelerindeki kararlılığın da simgesi olan bir tepkiyi ortaya koydu.
6 AY ÖNCE 6 AY SONRA DEMİRTAŞ
Dolayısıyla eğer bu süreçte HDP yalpalamaz ve dışarıda kalan kadrolarıyla meşruiyet inancından taviz vermeden siyaset yaparsa, hem kendi kaderini hem hapisteki yönetici ve üyelerini hem de seçmenini mevcut sele karşı yıkılmaz kılabilir.
Nitekim altı ay önce, Express’in Haziran 2016 sayısı için yaptığımız söyleşide, Demirtaş şunları söylemişti: “Dokunulmazlık mı? Kaldırsınlar. Şehirlerimizi yakıp yıktılar. Keşke olmasaydı, ama yaptılar. Daha fazlasını da yapacaklar. Yapsınlar. Denemedikleri hiçbir yöntem kalmasın. Ve buna rağmen yıkılmadığımız görülsün ki, kazandığımız ve varolacağımız netleşsin. Umutsuz olan herkese ancak bunları anlatabilirim. Sel büyük diye paniğe gerek yok. Sel bitecek, geriye çamuru kalacak.”
Demirtaş’ın bu söyleşiden altı ay sonra, Express’in Kasım 2016 sayısı için yaptığımız ve hapse girişinden hemen önceye rastlayan söyleşimizde de aynı kararlılığı şu sözlerle ifade ediyordu: “Durumu yeniden normal mücadele şartlarına çevirecek, OHAL ve dikta şartlarını ortadan kaldıracak bir direnişi ortaya koyuyoruz ve bunu başaracağız. Biz varoldukça Erdoğan kazanamayacak. Erdoğan’ın kazanması bizim yok olmamıza veya teslim olmamıza bağlıdır. Bunu da yapmayacağımıza göre, herkesin içi rahat olsun ve direniş hattında yerini alsın.”
ZULME KARŞI HER YOL MUBAH DEĞİLDİR
HDP’nin karşı karşıya bulunduğu zorlu yolun üzerinde sadece devlet bendi yok. Örneğin “zulme karşı her yol mubahtır” diskuruyla hareket eden yapılar, “zulme karşı tek yol demokrasi ve barış mücadelesidir” diyen HDP’nin mücadelesini etkisiz veya anlamsız görüyor. Mesela yaptığı saldırılarla çok sayıda sivilin canına kıyan TAK, giderek Kürtlerin demokratik mücadelesinin tüm dünyada kabul gören meşruiyetine de kastediyor. Diyarbakır’da HDP’li vekillerin tutulduğu karakola yapılan ve önce IŞİD’in sonra da TAK’ın üstlendiği, en az Türkiye kadar karanlık olduğu anlaşılan bombalı saldırı, HDP’nin ve Demirtaş’ın şiddet sarmalına karşı mücadelesinin ne kadar çetin, girift ve uzun erimli olduğunun olağanüstü simgesel bir örneğini teşkil ediyor.
Türkiye’nin önünde öngörülebilir bir gelecek yok. Artık aklın hükmetmediği bir sahada demokratik siyaset yapanların akıbetini kestirmek mümkün görünmüyor. Dahası, akıl sağlığını koruyarak gelecek projeksiyonu çizmeye çalışanların dehşete kapılmaması için çok az neden var. Zira mevcut gidişata yukarıdan bakabilenler, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin hiçbir dönemiyle kıyas kabul etmez bir toplumsal bölünme ve milyonlarca insanın hayatını doğrudan etkileyecek karanlık gelecek görüyor. Bu dehşet verici geleceği görüp ülkesini terk edenlerin binlerce katı da bir gidiş yolu arıyor. Ancak karanlık geleceği değiştirecek olan bu değil. Ülkesini seven veya ülkesinin aydınlık geleceğiyle şahsi geleceğini özdeşleştirenlerin demokrasi mücadelesi bu gidişatı durdurabilir veya en azından yavaşlatabilir.
DEMİRTAŞ CESARETE ÇAĞIRIYOR
Demirtaş, zifiri karanlığın hakimiyetine teslim olup içindeki tüm ışıkları söndürerek varlığını sürdürebileceğini zannedenleri bir kez daha mum ışığı olmaya, cesarete çağırıyor.
Şahsi olarak da çok az insanın kaldırabileceği bir basınçla karşı karşıya olduğu halde cesaretinden taviz vermeyen, Türkiye’nin sürüklendiği korkunç geleceği öngörüp tek çıkış yolu olarak cesareti ve demokrasi mücadelesini gören ve gösteren Demirtaş’ın tavrının sahiplenme oranı Türkiye’nin geleceğine yön verecek. Bu ışık güçlenirse, taşıyıcılığını da Selahattin Demirtaş isimli genç ve cesur insan hakları savunucusu üstlenecek.