Ahmet Kaya'yı uzun cümlelerle anlatmaya hacet var mı?
Ahmet Kaya’nın bu ülkede geniş bir siyasi skalada hissiyatını dokundurmadığı bir insan bilmiyorum. Mutlaka bir şarkısıyla da olsa kalben değmiştir, etkilemiştir insanları. Ancak Ahmet Kaya Magazin Gazetecileri Derneği’nin ödül törenindeki “Kürtçe bir şarkı yapacağım, bir de klip çekeceğim, bunu yayınlayacak yürekli kanalların olduğunu biliyorum” sözünün akabinde, oradaki linç korosu tarafından acımasızca çatal bıçak saldırısına maruz bırakıldıktan ve yüksek dozlu marşlarla köşeye sıkıştırıldıktan sonra gazete manşetlerinden inmedi. Hrant gibi hedef seçildi. 43 yaşında ve yaşasa nice güzel türküleri böğrümüze bir hançer sertliğiyle saplayıp, bizi bizden alacakken kendisi için sürgün saydığı Paris’te bizleri bıraktı.
Gezi parkında bize saldıranlar…
Aradan 13 koca yıl geçti ancak bu tartışma bitmedi. Ahmet Kaya denilince akla gelen bu hadise oluyor genellikle. Şimdilerde Başbakan’ın da ağzına doladığı haliyle, “Ahmet Kaya'ya ödül töreninde biliyorsunuz o gün orada saldırdılar. Kimler saldırdı? Hani Gezi Parkı'nda bize saldıranlar kimlerse onlar orada Ahmet Kaya'ya saldırdı. Aynı… Şimdi o gün Ahmet Kaya'ya saldıran sanatçıların bir kısmı diyor ki 'ben o esnada tuvaletteydim', birisi diyor ki 'ben o an dışarıdaydım.' Ulan hepiniz oradaydınız be. Hepiniz oradaydınız… Hepinizin artık kaybedilemeyecek kamera kayıtlarında resimlerinizi biz izliyoruz, görüyoruz. Millete görüyor. Dürüst olun dürüst. 'Yalancının mumu yatsıya kadar yanıyor.' Sizinde artık mumunuz söndü. Hepinizi görüyoruz, ne olduğunuz meydanda” sözleri tartışmayı yeniden gündeme taşıdı.
Başbakan’ın söylediği sözlerdeki Gezi insafsızlığı bir tarafa, o gece orada bulunanların bu açıklamanın ardından birer birer açıklama yapma gayreti; “Ben aslında…” ile başlayan cümleleri durumu kurtarmaya yetmiyor ne yazık ki.
Başbakan’ın bu çıkışı yaparken, yine simetrik bir hesaplama yaptığı aşikar. Bu tartışmayla kim bilir kaçıncı gündem maddeleri tartışılmaktan kurtulmuş olacak ama bu mesele de es geçilmemeli elbette.
Gezi’de bize saldıranlar çıkışı; Ahmet Kaya gecesi ile paralellendirilmeye çalışılıyor ki çok vahim bir hata bu. Ahmet Kaya’ya çatal, bıçak fırlatan ve marş korosu oluşturanlar, bu devlet vitrini “sanatçıların” çoğu tam tersine şu anda Başbakan’ın en büyük destekçileri konumunda.
Başbakan orada yer alan isimlerin kimler olduğunu çok iyi bilmesine rağmen, kendi destekçilerini harcamakta beis durmuyor, bilmiyorum bu “ulan”lı açıklamalarından sonra kendilerine olan muhabbetleri hangi dozda devam edecek?
Ahmet Kaya’ya saldıran ve onu hedef gösterenler, Gezi’de taş atanlar olsa belki günahları bir nebze affolurdu. Ne yazık ki o zamandan bu zamana Kaya’ya kim sahip çıkıyorsa, yine aynı isimler sahip çıkıyor. Kendilerinin batmakta olan gemilerini devlet güvencesiyle kurtarma derdinde olanlar, yine aynı pişkinlikle yollarına devam ediyorlar. İçlerinden bazılarıysa o meşum geceye dair açıklamalar yaparak vicdanlarını mı rahatlatmaya çalışıyor yoksa nedamet mi getiriyorlar bilemiyoruz.
Memleketim’le ortamı yumuşatma!
İsmi anılanlardan Özcan Deniz mesela şunları söylemiş: "Ahmet Kaya'nın linç edildiği utanç gecesinde olmadığımı 15 yıldır ifade etmeye çalıştım. Sonrasında da Ahmet Kaya'yı arayıp üzüntümü dile getirdim. Üzgünüm ki her yıl benim de orada olduğuma dair yazılar yazılmakta. Bu yüzden açıklama gereği duydum. Kınanmam bu güne ait bir kınanma değil. Diyarbakır'da yıllar önce verdiğim dev nevruz konserinde de, Yusuf Hayaloğlu'nun albümüne verdiğim destek zamanında da bunu hep dile getirdim. İnşallah bu son olur ve bir daha bunu açıklama gereği duymam."
Linç korosunun solisti konumundaki Serdar Ortaç: “Gezi eylemlerine katılmadım, Ahmet Kaya'ya çatal atmadım. Daha ne kadar sürecek bu yazılar. Bir sürü hayranım benden yeni şarkılar beklerken, bunlarla uğraşmaktan nasıl şarkı yazacağım, ben de bilemedim.”
O geceki koronun solistlerinden Reha Muhtar ise köşesinden sesleniyor: “O resimdekiler ve o sanatçılar; 10. Yıl Marşı okumuyorlar... O resimdeki ünlü sanatçılar ve ben, salonda gerilen sinirleri, saldırganlığı, mütecavizliği engellemek için, havayı yumuşatmak uğruna Türkiye’nin barış şarkısı olan Memleketim şarkısını söylüyorlar... Ne İbrahim Tatlıses, ne Mahsun Kırmızıgül, ne Emel Sayın, ne Ajda Pekkan, ne Muazzez Ersoy, ne Ferdi Tayfur, ne Reha Muhtar, ne Beyazıt Öztürk, o şarkıda ortamı germeye değil; yumuşatmaya çalışıyor... Memleketim şarkısıyla ortam gerdirilmez... Memleketim şarkısıyla ortam yumuşatılır...”
Kadir İnanır ve İbrahim Tatlıses de o gece orada olmadıklarına temin billah ediyorlar, olsalar da müdahale etmediklerine ya da bir şey söylemediklerine vs…
Her neyse o gece yaşanılan hadise ister Reha Muhtar’ın iddia ettiği gibi ortamı yumuşatma amaçlı olsun isterse müdahale etmeyerek saldırgan grubunda değiliz havasında savunulmaya çalışılsın, birileri tarafından hızla organize edildi ve servise sunuldu. Ve Ahmet Kaya linçine dönüştürüldü.
Şimdi burada ismi anılan ve o gece orada olanların hiçbirine hiçbir şey olmadı ama milyonlarca hayranı olan ve tek derdi güzel bir dünya kurmak özlemi olan Ahmet Kaya’yı bizden ayıran sürecin başlangıcı oldu.
Merak ediyorum hangi gerekçe, hangi siyaset, hangi vicdan, hangi akıl bu haksızlığı ve manzarasızlığı bize açıklayabilir?