Kapıda beliren, yüzü yılların verdiği çaresizliği yansıtan bir baba ve yanında o günleri hatırlamayacak kadar genç oğlu.
Bir tanıdıklarının vasıtasıyla İnsan Hakları Derneği’nin yolunu bulmuşlar. Başvuruyu alırken, insanı derinden etkileyen bir hikâyeye daha tanıklık etmenin tarifi zor buhranı içerisinde buluyoruz kendimizi.
Bu hikâye, Kürdistan’da işlenmiş insanlık suçlarının hiç kayıtlara geçmemiş, hiç duyulmamış, hiç yazılmamış olaylarından biri.
Kaygılar ve korkular nedeniyle gün yüzüne çıkmamış bir vahşet!
Dicle Haber Ajansı’nın haberinden ve Özgür Gündem gazetesinin manşetinden okumuşsunuzdur. Ama ben bir kez daha yazmak istiyorum bu hikâyeyi. Bugüne kadar hiç konuşulmadığı, anlatılmadığı için olayın çok fazla ayrıntısını bilmiyoruz. Bu konudaki tek kayıt, yaşanan olaydan sonra savcılığın olay yeri tespit ve otopsi tutanağı ile Midyat Cumhuriyet Savcılığı’nın olay günü bir askerin ölmesi üzerine ‘terör örgütü’ aleyhine açtığı ve görevsizlikle Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne gönderdiği soruşturma evrakı.
Bu kayıtlar ve baba Hasan Erkan’ın anlatımlarıyla yazıyorum ben de bu trajediyi…
Yıl 1995, aylardan Ekim.
Fatma Erkan, henüz 13 yaşında bir çocuk. Dedesi ve ninesiyle birlikte Mardin’in Midyat ilçesine bağlı Çalpınar (Sitê) köyündeki teyzesinin evine gider. 14 Ekim günü köyde gerilla olduğu ihbarı alan asker ve özel harekat timleri köyün etrafını sarar.
Askerler köyün ve gerillaların bulunduğu evin etrafını sardıktan sonra çatışma çıkar.
(Aslında otopsi tutanağı iyice incelendiğinde çatışmadan ziyade gerillaların yargısız infaz edildiği daha net görülebiliyor. Fakat yine de çatışma çıktığı varsayımıyla devam ediyoruz.)
Yaşanan çatışmada kim oldukları bilinmeyen ve bugüne kadar kendilerine ilişkin hiçbir kayıt veya açıklama bulunmayan iki PKK gerillası yaşamını yitirir.
Ama orada, kanlar içerisinde yatan bir kişi daha vardır.
Savcının otopsi raporundan aktaralım: “Bir otuz santimetre boylarında 45 kilo ağırlığında, 13-14 yaşlarında, kumral saçlı, buğday tenli, kahverengi gözlü, bakire, tam teşekkül bir kız çocuk cesedi olduğu görüldü. Üst kısmında açık kahverengi gömlek, onun altında beyaz renk iç çamaşırı olduğu, alt kısmında karışık renkli etek, pembe eşofman olduğu, ayaklarının çıplak olduğu, her iki ayağının yanında da terlik olduğu görüldü…”
O, 30 yıllık kirli savaşta Kürdistan’da katledilen yüzlerce çocuktan biriydi.
Fatma Erkan otopsi raporunda geçtiği gibi 1.30 cm boylarındaydı, 45 kilo ağırlığındaydı, 13-14 yaşlarındaydı, kumraldı, buğday tenliydi, kahverengi gözlüydü.
Üzerinde karışık renkli eteği, pembe eşofmanı ve ayaklarından savrulmuş terlikleriyle tıpkı Uğur gibi bir çocuktu.
Bir daha tekrar edelim mi? Soralım mı kimdi diye?
Otopsi raporunda geçen tarif onu tanımlamaya yetmemiş miydi; 1.30 cm boylarında, 45 kilo ağırlığında, kahverengi gözlü ve 13-14 yaşlarında…
Fatma da, devletin kayıtlarına “kocaman bir terörist” olarak girmişti.
Elimizdeki evraklara baktığımızda, “Midyat ilçesine bağlı Çalpınar köyünde çıkan çatışmada biri kadın 3 terörist ölü ele geçirildi” yazıyordu. Muhtemelen aynı ibareler o dönem basında da daha kaç çatışma için kullanılmıştı.
Fatma bir kadın ‘terörist’ değildi, o daha 13 yaşında bir çocuktu.
1.30 cm boylarında, 45 kilo ağırlığında, kahverengi gözlü. Ayaklarında olmayan terlik de yanı başında…
Yaşanan bu vahşet ve Erkan ailesinin trajedisi bu kadarla sınırlı değil elbet.
Kürdistan’da binlerce faili meçhul cinayet, yargısız infaz ve katliam yaşanmıştır. Ama büyük bölümü bir şekilde gün yüzüne çıkmış, kamuoyuna yansımıştır. Bu olay ise, aradan 19 yıl geçmesine rağmen aile, görgü tanıkları ve devletin kayıtlarındaki bir iki evrak dışında hiçbir yere yansımamış.
2009 yılında aileye Fatma Erkan adına düzenlenmiş seçmen kağıdı gelince aileyi bir telaş sarar. Fukaralığın getirdiği bir reflekstir bu. Resmi ve hukuksal anlamda bir sorun yaşamamak için kızlarının öldüğünü bir şekilde ispatlamaları gerekir, yani ölümünü devletin kayıtlarına düşmeleri icap eder. Ama Fatma’nın öldüğüne dair hiçbir kayıt yoktur. Kimliği de kaybedilmiştir.
Bedenine saplanan kurşunlar öldüğünü ispatlamaya yetmiyordur. O, bir “terörist” olarak bir çatışmada ölen “meçhul” biridir.
Telaşla savcılığa başvuran baba, aslında devletin kayıtlarında da böylesi bir durumun olmadığını görür. Ona yol gösteren birileri, ispatın ancak -eğer mezarı biliniyorsa- yapılacak bir DNA testi sonucu yapılabileceğini söylerler. Çünkü yaşanan olaydan sonra baba o köye bir daha gidememiştir. Üç cenaze de köylüler tarafından köy mezarlığında gömülmüş. Bir yıl içerisinde olayın yaşandığı köyün büyük bölümü boşaltılmış. Akrabaların her biri bir tarafa göç etmiş, olayı anımsayana veya anımsamak isteyene de rastlamak mümkün olmamış.
2010 yılında savcılığın talimatı üzerine Fatma’nın bulunduğu mezar açılır ve birkaç kemik parçası alınarak, Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığı’na gönderilir.
Adli Tıp Kurumu’nun DNA incelemesi sonucu kemiklerin Fatma Erkan’a ait olduğu belgelendi.
İnsan hakları örgütlerinin kayıtlarına ise yeni bir toplu mezar ve yeni bir yargısız infaz vakası geçti. Devletin “terörist” dediği, savcının çocukluğunu tarif ettiği, ailenin sahip çıkamadığı ve insanlık için bir ayrıntı olan bir çocuk ve iki gerilla Midyat’ın Çalpınar (Sitê) köyünde yan yana bir toplu mezarda yatmakta.
Bir otuz santimetre boylarında, 45 kilo ağırlığında, kahverengi gözlü, ve 13-14 yaşlarında bir çocuk. Karışık renkli etekli, pembe eşofmanlı ve terlikleri yanı başında…
Yazı yayına hazır ama yeni bir fotoğraf geliyor elime. Küçük Fatma’nın diyorlar, savcılığın soruşturma dosyasının arasında çıkmış. Vücuduna saplanan kurşunlarla yere yığılmış, tüm masumiyetiyle yatmakta Fatma. Ana kucağında değil elbet, kanlar içerisinde yatmakta. Ve tıpkı otopsiyi yapan savcının tarif ettiği gibi;
1.30 cm boylarında, 45 kilo ağırlığında, kahverengi gözlü, ve 13-14 yaşlarında bir çocuk.
Karışık renkli etekli, pembe eşofmanlı ve terlikleri yanı başında…
Başka bir ayrıntı var fotoğrafta,
Tıpkı yıllar sonra Uğur’un yanına iliştirdikleri gibi askerler tarafından yanına iliştirildiği her halinden belli bir kalaşnikof silah… / anf