18 Temmuz 1918’de Transkei bölgesine bağlı Mvezo köyünde dünyaya gelen Nelson Mandela, Xhosa dilini konuşan Tembu kabilesi liderlerinin soyundan geliyordu. Tüm adı Nelson Rolihlahla olan Mandela, kabile içerisinde ise ‘Madiba’ adıyla anılırdı.
Orta öğreniminin ardından Fort Hare ve Witwatersrand üniversitelerinde hukuk eğitimi gören Mandela, 1942’de ülkenin ilk siyahi avukatı oldu.
Johannesburg'da yaşadığı dönemde anti-sömürgeci görüşleri benimseyen Mandela, 1944’de siyahilerin başlıca örgütü Afrika Ulusal Kongresi (ANC)'ye katılarak partinin gençlik kollarının kurucuları arasında yer aldı. Sadece Avrupa kökenli beyazları (Afrikaner) temsil eden Ulusal Parti (NP)’nin 1948'den itibaren siyahları hayatın tüm alanlarında ikinci plana atan Apartheid kanunlarını uygulamaya koymasıyla Mandela’nın mücadelesi de daha da keskinleşecektir. Apartheid sistemi, ilk iş olarak vatandaşlık ve sosyal statüyü bireylerin ırklarına göre (beyaz ırk öncelikli) düzenlerken, beyaz ve siyahlar arasındaki evlilikleri de yasaklayacaktı.
SİVİL İTAATSİZLİK İLE ÇIKIŞ YAPIYOR
1952’de ANC’nin Transvall bölgesi başkanlığına ve ulusal düzeyde başkan yardımcılığına yükselen Mandela, ırkçı rejime karşı mücadelede Hindistan’ın efsane lideri Mahatma Gandi’nin ‘sivil itaatsizlik’ yöntemini öne çıkarır. 6 Nisan 1952’de başlatılan ve bir yıl süren sivil itaatsizlik eylemlerinin getirdiği yankı sayesinde ANC kitle ve kadro örgütlenmesini daha da güçlendirir. Bu dönemde silahlı mücadele yanlısı siyahi gençlerin ANC’deki etkisi de artmaktadır.
1960’da Apartheid polisinin Sharpeville’deki bir gösteride kadın ve çocukların bulunduğu onlarca kişiyi katletmesi ardından 1961’de ANC’nin silahlı kolu olacak olan Umkhonto we Sizwe (MK)’yi kurar. Aynı yılın Mayıs ayında öncülüğünü yaptığı genel grev ülkedeki hayata felce uğratırken, Mandela silahlı mücadeleyi halen ‘son çare’ olarak görmektedir.
27 YILLIK ESARET BAŞLIYOR
Nelson Mandela, aynı dönemde askeri eğitim için Cezayir’e gider. Ülkeye dönüşü sonrasında ise Ağustos 1962’de tutuklanarak, ‘genel grev örgütlemek ve ülkeyi yasadışı yollardan terketmekten’ 5 yıl hapis cezasına çarptırılır. Cezaevindeyken ANC ve MK’ye yönelik operasyonlarda ele geçirilen belgelere dayanarak, ‘şiddet eylemlerini örgütlemek ve ülkeyi dış güçlerin işgaline hazırlamakla’ suçlanır. Hakkındaki idam cezası istemi, ‘dış güçlerin işgali’ iddiasının mahkemece kabul görmemesi üzerine ömür boyu hapis cezasına çevrilir.
Rivonia Mahkemesi olarak tarihe geçen ANC liderlerine yönelik bu haksız yargılamalar, Birleşmiş Milletler tarafından dahi kınanacak ve Güvenlik Konseyi Ağustos 1963’de kabul ettiği kararla Güney Afrika’ya silah satışının durdurulması tavsiyesi verecekti.
Mandela dahil bir çok lideri hapiste olan ANC’nin bu dönemdeki faaliyetleri kısmen azalırken, Apartheid Rejimi de siyahlara karşı ırkçı politikalarını sertleştirir. 60’lı ve 70’li yıllarda milyonlarca Siyahi topraklarından sürülürken, ülkenin en verimli toprakları beyaz azınlığa verilir. Bu dönemde fabrikalarda çalışan siyahlar varoşlarda insanlık dışı şartlarda yaşamaya zorlanır.
'BEYAZLARI ANLAMADAN BARIŞ OLMAZ' DEDİ
Mandela, Robben Adası’ndaki cezaevi yaşamı boyunca özgürlük mücadelesi üzerine strateji geliştirmeye devam ederken, sorunun çözümü için ‘Afrikaner’ olarak bilinen Avrupalıların ‘mantığını anlamanın’ önemini kavrar. Dördüncü sınıf mahkum muamelesi gören Mandela’nın bir çok ANC’li yoldaşı gardiyanlarla konuşmayı reddederken, o diyalogu seçer. Bu süre içinde ülkedeki Avrupalı azınlık tarafından konuşulan ve Flamanca’ya yakın olan Afrikaans dilini ve tarihlerini öğrenmeye başlar. Mandela’ya göre, Afrikanerlerle diyalog geliştirmek ancak onların mantığını ve ruh hallerini anlayarak mümkündü ve bu düşüncesi ileride yapacağı müzakerelerde etkisini hissettirecekti.
Ancak Apartheid Rejimi boş durmamaktadır ve Mandela’dan kurtulmak istemektedir. Gordon Winter adlı bir gizli servis ajanı sonraları yayınlayacağı anılarında, 1969 yılında Mandela’yı cezaevinden kaçırtmak amacıyla cezaevine sızmakla görevlendirildiğini ve Mandela’nın firar ettirilerek öldürülmesinin planlandığını itiraf eder. Winter’in iddiasına göre bu komplo İngiliz gizli servisleri tarafından açığa çıkartılmasıyla başarısız oldu.
Mandela, diyalog yolunu açık tutma kaydıyla direnişini sürdürünce, Apartheid Rejimi çareyi, ‘terörist’ ilan ettiği efsanevi lider ile gizli de olsa görüşmekte bulur. Zira artık Siyahilerin mücadelesi yeniden etkin hale gelmekteydi. Rejim Mandela’ya, hükümetle işbirliği halindeki yeğeni Kaiser Matanzima yönetimindeki Transkei bölgesinde kalmak şartıyla salıverilmesini önerir, ancak Mandela bunu reddeder.
16 Haziran 1976’da ise Soweto kentinde okullarda zorunlu Afrikaans dilini protesto eden öğrencilere saldıran Apartheid polisi, kimi kaynaklara göre 500’ü aşkın siyahi öğrenciyi katletti. Bu olay Siyahilerin ve Mandela’nın mücadelesindeki dönüm noktalarından biridir. 1977’de de, Steve Biko adlı bir genç tutsak işkenceyle katledilir ve aynı yıl BM tarafından kabul edilen bir tasarı ile Apartheid rejimine karşı işlenen suçlardan tutuklu olanların serbest bırakılması istenir. Bir başka tasarıda da, BM üyelerinden Apartheid’e silah ambargosu uygulanması şartı getirilir.
‘MANDELA ÜNİVERSİTESİ’ DEKANSIZ BIRAKILIYOR
Siyahilerin tekrar yükselişe geçen mücadelesi ile birlikte Robben Adası’ndaki cezaevinde artık genç tutsakların da sayısı artar. Mandela ve bir çok üst düzey ANC yöneticisi Robben’den alınarak Cap bölgesindeki Pollsmoor Cezaevi’ne nakledilir. Zira Robben Adası artık ‘Mandela Üniversitesi’ olarak anılmaktadır ve Apartheid Rejimi genç tutsakların Mandela ve diğer liderlerden kopuk olmasını istemektedir. Apartheid Rejimi’nin o dönemki adalet bakanı ise bu transfer için, “Mandela ve diğer ANC liderleriyle gizli görüşmeler yapılabilmesini hedefliyorduk” diyecekti.
1980’li yıllarda ANC’nin silahlı kanadı MK’nin gerilla savaşı hamlesi ile ülkedeki çatışmalar da artar. MK’nin eylemlerine karşılık, Vlakplaas ve Sivil Operasyon Bürosu (CCB) adlı kontrgerilla örgütleri de siyahlara karşı katliam ve işkencelerini arttırır. Bu gruplar daha da ileri giderek cinayetlerini Avrupa’ya kadar taşırır ve ANC Fransa temsilcilerinden Dulcie September 1988 yılında Paris’te bir suikastle katledilir. Katledilen September arkadaşları ile birlikte Fransa ve Apartheid Rejimi arasındaki gizli silah ve nükleer madde trafiğini açığa çıkarmaya uğraşıyordu.
Apartheid Rejimi’nin Mandela’yı etkisizleşitirme çabaları 80’li yıllarda da devam eder. 1985 yılında Devlet Başkanı Pieter Botha, silahlı mücadeleyi durduması karşılığında Mandela’nın serbest bırakılmasını önerir. Mandela ise bu teklife karşı, “Halkımın örgütü halen yasaklı iken bana hangi özgürlük sunulabilir? Sadece özgür insanlar müzakere edebilir. Bir tutsak anlaşma imzalayamaz” diyerek teklifi reddeder. Pieter Botha, aynı yıl siyahlara dolaşım serbesti getiri ve siyah-beyaz evliliklerini yasaklayan kanunları kaldırır. Fakat Mandela ve ANC eşit haklardan taviz vermeyeceklerini ilan eder.
TÜRKİYE’NİN ÖDÜLÜNÜ REDDETMİŞTİ
Öte yandan, Nelson Mandela’nın tutsaklık hayatı hem Güney Afrika’da hem de uluslararası arena da büyük tepkiler toplamıştı. Siyahilerin eşit haklarına olan destek, Mandela ile dayanışma gösterilerinde vücut bulur. Bunun ilk ciddi sonucu da, ilki Fransa’da 1985 yılında düzenlenen Ludovic-Trarieux İnsan Hakları Ödülü’ne layık görülmesi olur. Bu ödül, Güney Afrikalı siyahların mücadelesinde 1960 yılında dönemin ANC lideri Albert Lituli’ye Nobel Barış Ödülü verilmesinden sonraki en önemli uluslararası ödüldür.
Mandela’nın popülaritesi, kendi ülkesinde özgürlük isteyen Kürtlere katliam ve işkence ile cevap veren Türkiye Devleti’ni de hizaya getirmişti. Mandela, döneminn hükümeti tarafından kendisine verilmesi kararlaştırılan 1992 yılı Atatürk Barış Ödülü’nü, özellikle Kürtlere yönelik gerçekleştirilen baskılar nedeniyle kabul etmedi.
WEMBLY KONSERİ İLE TÜM DÜNYANIN GÜNDEMİNDE
Haziran 1988’de ise Mandela’nın 70’inci yaş günü kutlamaları için Londra’nın Wembley Stadyumu’nda verilen konser tam bir doruk noktasıdır. Bu konserde, dünyaca ünlü onlarca sanatçı şarkılarını Mandela ve halkının özgürlüğü için seslendirirken, dev konse dünya genelinde yüzmilyonlarca insan tarafından izlenecekti. Wembley Konseri ile doruğa ulaşan özgürlük talepleri, Apartheid Rejimi’ni artık uluslararası alanda tümüyle teşhir etmişti ve 1989 yılında ülkede uzun süredir uygulanan olağanüstü hal kaldırılır. Mandela ise, “Güney Afrika birbirine düşman iki kamp haline gelmiş ve halklar birbirlerini katlederken, benim özgürlüğüm önemli değildir” diyerek, Devlet Başkanı Pieter Botha’nın ‘serbest kalma’ teklifini reddetmişti.
ÖZGÜRLÜĞÜ HALKININ ÖZGÜRLÜĞÜ OLDU
Aynı yıl ölen Botha’nın yerine Frederik de Klerk’in seçilmesi ile ülke tarihini değiştirecek olan barış süreci daha da hızlanır. Klerk, göreve geldikten kısa bir süre sonra bir çok ANC yöneticisini serbest bırakırken, 2 Şubat 1990’da ANC’nin artık yasaklı olmadığını ve Mandela’nın özgürleşeceğini ilan eder. Mandela’nın 27 yıllık olağanüstü şartlardaki tutsaklık hayatı sonrası, 11 Şubat 1990’da cezaevinden çıkışı ise tüm dünyada canlı yayından takip ediliyordu.
Mandela, özgürlüğünün ilk gününde yaptığı açıklama ile ‘silahlı mücadelenin Apartheid Rejimi’ne karşı bir meşru savunma yöntemi olduğunu ve devam etmesini gerektiren tüm uygulamaların halen var olduğunu’ söyleyerek, gelecekteki müzakerelerde ‘tavizkar’ olmayacağını gösterir. Cap şehrinde yüzbinlerce kişiye yaptığı konuşmasında Mandela, “Ben burada sizlerin önünde sizin bir Peygamberiniz gibi değil, halkımın basit bir hizmetçisi olarak duruyorum” derken, iki hafta sonra ise militanlarına “Tüfeklerinizi, bıçaklarınızı ve baltalarınızı denize atın” diyecekti. Bu da, ANC’nin Aparheid rejimine ve çatışma halinde olduğu diğer örgütlerle arasındaki ilişkilerin yumuşatılmasının tarihi adımı olacaktı.
Efsanevi lider 1991 yılında resmen ANC başkanlığına seçilirken, Mayıs 1990-Mart 1994 arasında sürdürülen, Apartheid rejimini ve etkilerini kökten kaldırmayı hedefleyen barış görüşmelerinde yer aldı. Mandela ve beyaz ırktan Devlet Başkanı Frederik De Klerk’in kişisel angajmanı sayesinde barış görüşmeleri -bir çok gel-gitlere ve provakasyonlara rağmen- başarıya ulaştı. Böylelikle her iki lider 1993 yılında, ‘Apartheid rejimini barışçıl yollarla ortadan kaldırmak ve demokratik, barışçıl bir Güney Afrika kurulması için gösterdikleri çabadan’ dolayı Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldüler.
GÜNEY AFRİKA’NIN İLK SİYAHİ DEVLET BAŞKANI
Nelson Mandela, 27 Nisan 1994’de yapılan ilk demokratik ve ırk ayrımı yapılmayan seçimlerde aldığı yüzde 62 oy ile Güney Afrika’nın ilk siyahi devlet başkanı seçildi. Onyıllarca ‘terörist’ yaftası vurularak esir tutulan Mandela, onlarca dünya ülkesi liderinin hazır bulunduğu bir törenle yemin etmişti. Ülkenin ilk demokratik çoğulcu hükümeti ANC, Avrupa kökenlilerin partisi Ulusal Parti (NP) ve ANC’nin rakiplerinden Zulu halkının partisi İnkatha Özgürlük Partisi (IFP)’nin de katılımıyla kuruldu. Onyıllarca siyahileri ezen NP’nin politikalarını köklüce değiştiren lideri Frederik De Klerk ise Mandela’nın yardımcısı oldu.
Mandela göreve geldiği gün yaptığı ve 50 yıllık özgürlük mücadelesinin hedeflerini özetleyen konuşmasında, “Tüm insanlığın gurur duyacağı, ortak sevgi ve eşitliğin çimentosu olduğu, kendisiyle ve tüm dünya ile barışık bir ‘Gökkuşağı Ulusu’” hedeflediğini söyleyecekti.
Özgürlüğü Güney Afrika’daki ezilen tüm halkların özgürlüğüne eş tutulan Mandela’nın seçildiği 27 Nisan, aynı zamanda Güney Afrika’nın resmi ‘Bağımsızlık Günü’ olarak da tarihe geçti.
YÜZYILLARIN HAKSIZLIKLARINI BİTİREMEDİ AMA…
Güney Afrika’da yüzyıllar süren ve Apartheid Rejimi ile doruğa çıkan ayrımcılığın etkilerini azaltmak ise kolay olmadı. Mandela’nın 1999 yılına kadar süren devlet başkanlığı döneminde, Desmond Tutu’nun önderliğindeki ‘Hakikatleri Araştırma ve Uzlaşma Komisyonu geçmişte yaşanan katliam ve işkenceleri aydınlatma yolunda önemli adımlar attı. Mandela, görevi boyunca, beyazlar ile siyahlar arasındaki düşmanlıkların bitirilmesi için sembolik çıkışlar da yaptı. Bunun en çarpıcı örnekleri ise Apartheid sisteminin ‘baş mimarı’ olarak görülen Hendrik Verwoerd’in dul eşi ile Robben Adası’nda düzenlediği çay partisi ve beyazların Springboks adlı rugby spor takımına destek vermesi olmuştu.
İki halkı barıştırma çabalarına hem siyahlardan hem de beyazlardan gelen sert tepkilere aldırmayan Mandela, Apartheid’den miras kalan ekonomik sorunlarla da uğraştı. Ülkedeki siyahların ekonomik eşitliğinin arttırılması için çabalandığı bu dönemde, milyonlarca kişiye ucuz lojman imkanı sağlandı. Mandela, ülkedeki ekilebilir toprakların siyahilere de pay edilmesi için de mücadele etti.
Ancak, 5 yıllık devlet başkanlğı döneminde tüm bu sorunlar bitmediği gibi, ülkeyi saran HIV virüsü yüzünden yüzbinlerce kişi yaşamını yitirdi.
DÜNYA BARIŞINA HİZMETLERİ KARŞILIK BULMADI
1999’daki seçimlerde aday olmayan Nelson Mandela, dünyanın diğer ülkelerindeki çatışmalara çözüm bulmak amacıyla çabalar sarfetti. Zaire, Angola, Doğu Timor ve Sudan’daki çatışmalarda arabulucu olan Mandela’nın barış çabaları ise maalesef sonuç vermedi. Filistin ve Kürt halkı ile dayanışmasını esirgemeyen Mandela, ABD Başkanı George W. Bush’un savaş politikalarına da karşı duruşunu göstermişti. Mandela, son yıllarını ise 2005 yılında kendi oğlunun da hayatına mal olan AIDS ile mücadeleye ayırmıştı.
27 yıl kaldığı Apartheid cezaevlerinde verem hastalığına yakalanan Mandela, 2004 yılından itibaren kendisini kamuoyu önünden geri çekme kararı aldı. Yakalandığı prostat kanseri nedeniyle 2011 yılında aylarca süren bir tedavi gören Mandela’nın her doğum günü ulusal ve uluslararası törenlerle kutlanmaya devam etti. Güney Afrika’nın efsane lideri cezaevi yıllarından kalma verem hastalığının sonucu olarak geçirdiği akciğer enksiyonu nedeniyle geçtiğimiz Haziran ayından itibaren koma halinde idi.
95 yaşına rağmen, ölümü ile tüm dünyayı yasa boğan Mandela tüm dünyanın ezilenlerine özgürlük sevdası aşılamayı başardı. Ezilenlerin ilham kaynağı efsanevi lider için tüm dünyada bir çok methiyeler dizildi. Mandela’yı tarif edecek en iyi sözler Küba lideri Fidel Castro’nun ağzından çıkmıştı. Castro, efsanevi liderden bahsederken, “Net, cesur, kahramanca, sakin, zeki ve becerikli bir insan örneği arıyorsanız, o Mandela’dır. Onu tanıma ve bizzat konuşma şerefine erdikten sonra diyebilirim ki, O zamanımızın en olağanüstü sembollerindendir” diyecekti.
Dünya olağanüstü bir sembolünü kaybetti. / anf