Önder, Meclis’te devam eden bütçe görüşmelerinde söz aldı ve şu ifadeleri kullandı:
MEDYAYA HDP TALİMATI VAR: Sabah burada üzücü bir olay haber aldık, eski Başbakanın oğlu hayatını kaybetmişti. Hep beraber üzüntülerimizi bildirmedik mi? HDP de, HDP Grup Başkan Vekilimiz Filiz Kerestecioğlu diğer partiler gibi üzüntüsünü beyan etmedi mi? Etti. En azından, sabah burada olan herkes ve tutanaklar tanık. Gazetelere bakıyorum, en azından iki gazeteyi isim vererek söyleyeyim: Sabah ve Hürriyet, ana akım sayılacak iki gazetede diyor ki: “Adalet ve Kalkınma Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi temsilcileri Mecliste üzüntülerini beyan ettiler.” Şimdi, bir gazete olsa dersin ki direktörü ya da Anadolu Ajansı mahreçli dersin, tek kaynaktan almışlar, olduğu gibi kullanmışlar. Her birinin muhabiri ayrı fakat haberde HDP yok. Niye böyle? Çünkü verilen kati bir talimat var: “HDP’yi görünür kılmayacaksınız.” Bu ülkede sansür var, bu sansür başka bir şeyin de habercisi. Neyin habercisi? HDP ve onun temsil ettiği değerler, en normal insani faaliyetlerinde bile kamusal alanın dışına itilmeye çalışılıyor. Bu, KHK ihraçlarında böyle; bu, toplantı, gösteri izinlerinde böyle; en sıradan bir faaliyette bile HDP kamusal alanın dışına atılmak isteniyor. Biraz önce de bir başka versiyonunu seyrettik.
TOPLUMSAL MESELELER EĞİLİP BÜKÜLEMEZ: Bu ülkede sizin hükümetiniz ve sayın Başbakan bir ilde bir havalimanına bir şahsiyetin, değerli bir şahsiyetin adını verdi; Şerafettin Elçi Havalimanı. Şırnak havalimanının adı Şerafettin Elçi Havalimanı oldu. Değişik zamanlarda Şerafettin Elçi’nin adının niye verilmesi gerektiğine gerekçe olarak “Türkiye’de Kürt vardır, ben de Kürt’üm” dediği için Yüce Divanda yargılanıp haksız yere, nahak yere hapis cezası almasını ve cezaevinde yatmasını gösterdi. Devran değişti, sular aktı. Şimdi, toplumsal meseleler konjonktüre göre eğilip bükülecek meseleler değil. Dün, Kürt olduğunu, “Kürt var” dediğini teyit ettiği için adını bir havalimanına layık gördüğünüz bir şahsiyeti ve onun kullandığı kavramı bugün buralarda menetmeye çalışıyorsunuz. Yol mu? Değil. Faydası var mı? Yok. Hiçbir kitapta yeri var mı? Asla. Peygamberiniz bununla amel etmiş mi? Etmemiş. Neyi referans alarak ve ne umarak böyle yapıyorsunuz?
NEWROZ KUTLAYAYIM DERKEN PANTOLONUNU YAKTI: Önce dediler ki: “‘Newroz’ diye bir şey yoktur.” Kürt halkı bu anlayışı iyi tanıyor. “‘Newroz’ Türk bayramıdır” dediler. Kürtlerin yaklaşımı da “Orta Doğu halklarının bayramıdır” şeklindeydi. Sonra devir değişti ve ilk Newroz kutlamasında Cizre ve Nusaybin’de 92 kişiyi hedef gözetmeden tarayarak öldürdüler, sadece kendi bayramını kutlamak isteyen insanları. Ardından, dediler ki; olağanüstü hâl valisi vardı, hırsızlıkla suçlanmıştı -hani devletin gizli ödeneğini İstanbul’a atanınca yanında getiren-. “Terör” dediğin zaman hırsızlığın her türü mübahtı, 2 milyon markını yanında getirdiği açığa çıktı. “Aman, terörle mücadele…” falan, her şeyin üzerine bir şal. O kutladı, Diyarbakır’daki kamu müdürlerini bile toplayamadılar. Devlet bir toplumsal bayrama, bir halkın bayramına müdahil olursa böyle oluyor. Ateşten atlarken de pantolunu yaktı, o Kürt gençleri gibi atlayamadılar. Resmî tören bu kadar olur.
BİR HARFİ BÖLÜCÜ PROPAGANDA SAYMA AKILLARA SEZA: Sonra devlet tekâmül etti, dedi ki: “Kutlayabilirsiniz ama “Newroz”u ‘w ile değil ‘v ile yazacaksınız.” Kürt’ün çilesi bir türlü bitmiyor. “Newroz”u “w”la yazdığı için bu ülkede hapis cezası alan yüzlerce insan var. Niye? Alfabedeki bir harfi bir bölücü propaganda sayma zekâsı akıllara seza. İçinizde değerli Kürt vekilleri var, bunun, bu dönemin ayrıntılarını sorun, yakıcılığını sorun, size anlatsın. Şimdi, Ladino dilinde bir deyim var; “O tozlar bu çamurları getirdi.
KÜRSÜ DOKUNULMAZLIĞI: Bakın, bir müşterek tavır içine girdiğimizde bile kamusal alanda görülmüyoruz ve bir başöğretmen edasıyla sürekli yerindelik denetimi yapacak bir Meclis Başkan Vekiline de ihtiyacımız yok. Ne dediğini bilen, ağzından çıkanın nereyi gittiğini bilecek kapasitede, kalibrede insanlarız. Ve bu Meclis’te “Bu kürsüde ne söyleyemiyorsunuz ki silahlı mücadeleye gidiyor bu insanlar” diye Başbakanınız, Başbakan Yardımcınız, bakanlarınız defalarca bu kürsüde söyledi. En etkilisi Sayın Arınç’ın konuşmasıydı: “Bu kürsüye gelecekler, hoşumuza giden, gitmeyen ne varsa söyleyecekler. Bu da bizim görevimizdir.” Sayın Kurtulmuş’un bu konuda ne düşündüğünü gerçekten merak ediyorum.
ÖNÜNE GEÇEMEZSİNİZ: “Kürdistan”ı siz bir coğrafi deyim olarak ya da bir tanımlama olarak ya da bir kavram olarak beğenmiyor olabilirsiniz, sizin tüylerinizi diken diken ediyor olabilir. Burada “Benim yurdumun, halkımın adı söylenemiyor” duygusunu bir gence verirseniz, dünyanın bütün OHAL bütçelerini, tankını, topunu, tüfeğini bir araya getirseniz o gencin önüne mani olamazsınız.
GELECEĞİMİZİN ORTAK KAYBI: Siz zannediyor musunuz biz kalpsiz insanlarız, yitip giden canlara en az sizin kadar yanmıyoruz? Bunların hepsinin giden müşterek geleceğimiz olduğu konusundaki basiretimiz sizden bir saç teli kadar beri zannediyor musunuz? Bu nasıl bir akıldır, bu nasıl bir kavrayıştır? Giden herkesle beraber; asker, polis, gerilla, suçlu, suçsuz… Hepsi geleceğimizin ortak kaybıdır. En az sizin kadar biz de yanıyoruz. Bizim sizden farkımız “Yüz yıldır kullanılan yöntem bu meseleyi daha da derinleştirmiş. Kardeşim, başka bir yol mümkün müdür” sorusunu sormamız. İşte sizin hepinizden burada ayrılıyoruz. Sadece bunu yapmıyoruz, bunun için bedel ödüyoruz. Önceki gün bütçe konuşmam vardı ama aynı zamanda zorla getirmem de vardı. Önceki günkü Millî Savunma bütçesinde barış sürecini anlatacaktım, barış paradigmasını anlatacaktım ama mahkemelerde sürünüyoruz. Dinlenmiyoruz. Hâkim diyor ki: “Müşterimiz çok, işimiz çok, seni mi dinleyeceğiz?” Ama içeri atarken, fezlekeler hazırlanırken hiç böyle demiyordunuz “İşimiz çok falan, filan” diye.
CEZADAN MI KORKACAĞIZ?: Normalde, Kültür Bakanlığı üzerine konuşacaktım fakat yaşananlar bir akıl yitimi. Bu yolda ısrar edebilirsiniz. Şüphesiz, çoğunluğunuz var. Kürsüde söylenen söze para cezası ne demek yahu? Dava paraysa hepimiz bunun parasını öderiz, inandığımız şeyleri söylemekten bir dakika beri durmayız. Şu gruba bakın, bu gruptaki her birinin bu uğurda ödediği bedeller canından, malından, yakınlarından, itibarından feragat etmekle temayüz etmiştir, bu üç kuruş paradan mı korkacağız?
TÜRMENİM Mİ DİYECEKLER?: Ama bunun aksi bir yol mümkün. Bu bir çılgınlık, bunun nereye varacağı belli olmaz. Orhan Miroğlu buraya çıkıp “Ben Türkmen’im” mi diyecek? Mehmet Metiner buraya çıkıp “Ben Türkmen’im” mi diyecek? Bu, buraya götürür. Faşizm, söz söyletme mecburiyetidir. Türkiye İşçi Partisi Meclis’e ilk girdiğinde şöyle bir anlayış vardı: Oturumu yöneten başkan vekili oturumu kesiyor “Efendim, nazar-ı dikkatimi celbetti, kürsüdeki konuşmacılar komünizmi telin ederken Türkiye İşçi Partisi sıralarından hiçbir alkış gelmiyor” diyor. Bu Meclis böyle başkan vekilleri de gördü, böyle mi anılmak istiyorsunuz?
BU ÜLKENİN KÜLTÜRÜ YOK Kİ BÜTÇESİ OLSUN: Kültür Meselesine gelelim. Şimdi, kültürü yok ki bu ülkenin bütçesi olsun. Kültür meselesinde “kültür endüstrisi” denen bir kavramı tartışmamız gerekiyor. Geç kapitalizmin kalbidir kültür endüstrisi ve kültürü oluşturan her bileşenin değerinin, duygusunun, düşüncesinin, inancının, bilgisinin, sanatının, geleneğinin, göreneğinin sermaye kılındığı bir sistemdir. Sermaye kılınınca ne olur? Bu Hükûmetin en çok yakındığı şey, “kültür alanında biz bir hegemonya oluşturamıyoruz”. Onlar diyorlar ki: “Sanat alanını, kültür alanını başkaları belirliyor.”
KUR’AN OKUMA YARIŞMASINDA İYİ Kİ DOLAR ÖDÜL VERMİYORUSUNUZ: Ben de kısacık bir şey söyleyeyim: TRT’de Kur’an-ı Kerim’i Güzel Okuma Yarışması var. Siz hiç denk geliyor musunuz ya da izliyor musunuz bilmiyorum. Alfabeden önce Kur’an ile tanışan bir kardeşinizim ben. O zaman amme cüzünün arkasında fiyatı yazmazdı, “hediyesi” yazardı. Kur’an-ı Kerim’in arkasında da fiyatı yazmazdı, “hediyesi” yazardı, paraya tahvil edilemeyeceği için. Şimdi, her günün 1’incisine 2 altın, 2’ncisine 1 altın, en son, en güzel tilavet edene de 50 altın ödül veriyorlar. Kur’an bir yarışma metası. Kültür endüstrisine kafa yormanızı öneriyorum. Değerli danışmanlarınız var. Bir Kur’an-ı Kerim uhrevi- masivaya bu kadar çevrilebilir mi,
böyle teşvik edilebilir mi? İyi ki dolar vermiyoruz. Bu neokapitalizmin bütün sistemini, bütün piyasa sistemini uygulayarak İslami kültür geliştiremezsiniz. Boşa yeteneksiz insanlara para, kaynak falan ayırmayın. Bunu en iyi idrak edebilecek insanlardan birisiniz. Sizin var mı bu vahşi neoliberal sisteme, bu kapitalist sisteme bir eleştiriniz? “Hegemonyayı sağlamış” dediğiniz o sosyalist sol sanatçılar var ya, ömür boyu bir ekmeğin peşinde koştular. Orhan Kemal’in hayatını okuyun, iki hafta üst üste doyduğu, evine ekmek götürdüğü vaki değildir.
SİZİN TIRNAĞI TAŞA DEĞEN BİR TANE SANATÇINIZ YOK:
“Böyle sarayda yaşayan saraylı gibi düşünür.” Marx söylemiş, canı rahmet istedi. Sarayda yaşayıp halkın ya da muhafazakârlığın ya da kutsalın sanatı yapılabilemez de onun için siz geridesiniz, bir. İki, sanat da olsa bir bedel ödemeyi göze almak gerekir. Sizin tırnağı taşa değen bir tane “sanatçı” diye tanımladığınız insan yok. Olması da mümkün değil. Hat, tezhip ve tespihle sanat da, muhafazakarlık da olmaz. Getirdiniz, hat ile tezhip ve bir de tespihi eklediniz, bu üçüyle de ne sanat olur ne muhafazakârlık olur ne Müslümanlık olur… Olursa neoliberalizmin, böyle bir şeyin kötü karikatürü olur.