Yeni Özgür Politika gazetesinden Osman Oğuz'a konuşan Salih Muslim şunları söyledi:
Öncelikle, Kobanê merkezinde önemli bir zafer elde edildi. Bu zaferi yaratan ne oldu?
Zaferi yaratan Kürt halkı oldu. Bizim Kürt halkımız... Kobanê halkının ne derece toprağına, namusuna, onuruna bağlı bir halk olduğunu zaten biliyorsunuz. Kürdistan’ın başka herhangi bir parçasında da bu örgütlülük olsaydı, aynı direniş gösterilirdi. -Ki bu direniş, daha önceleri de olmuştur. Halkın yenildiği yerlerde örgütlülük yoktu. Şimdiyse bir örgütlülük var, sistem var. Bu sistemin içinde kendi toprağına, kendi ilkelerine, özüne sahip çıkarsan başkaları da seni destekler. Kobanê’de olan buydu. Kürt halkının direnişi ve örgütlülük bakımından Kobanê, dönüm noktası oldu.
Bizim zaten çabaladığımız, anlayışın, zihniyetin değişmesidir. Kobanê’nin de bu çabaya katkısı olur. Bilhassa DAİŞ gibi vahşi bir örgütün ortaya çıkmasıyla halklar, kendilerine güvenlerini yitirmişti. Halkın kendisinin örgütlü olduğu yerlerde halk direndi.
Halk direndi ve şu aşamada önemli bir kazanım elde etti. Peki bundan sonrası? Mesela, Kobanê nasıl inşa edilecek? Bundan sonra cephede neler olup bitecek?
Kobanê’de bir komite oluşturuldu, yeniden yapılanma için. Ama bir taraftan da direniş devam edecek. Bir taraftan yıkılan yerler onarılacak veya yeniden yapılacak; bir taraftan da direniş sürecek. Bizim için şöyle: Bu düşüncede, DAİŞ düşüncesinde hareket eden bir örgüt nerede varsa, bizim düşmanımızdır. Kobanê’den çekildi, Rakka’da durdu, şurda durdu, burda durdu, demeyiz. Onlar var oldukça bilhassa Kürt düşmanları kullanacak. Bir alettir. Onun için de muhakkak direniş sürecektir.
Anladığımız kadarıyla direniş gibi diplomasi de devam ediyor. Moskova’dan yeni döndünüz. Orada Rusya çağrısıyla yapılan toplantılara bir aktör olarak dahil oldunuz. Öncelikle bu katılımınız, Cenevre 2 Konferansı‘nda ortaya çıkan yanlışın düzeltilmesi yönünde uluslararası toplumun adım atması olarak okunabilir mi?
Sanırım iyidir. Şimdiye kadar olan toplantılarda, Cenevre 2’de olsun, Kahire’de olsun, muhalefet tarafından örgütlenen toplantılarda olsun, belirli bir ajanda üzerinden gidiliyordu. Yani bazıları oturuyor, bir ajanda yapıyor, “İki gün içinde bunlar bunlar konuşulacak” diyor, hatta sonuç bildirgesini bile hazırlamış oluyor. Genelde toplantılar hep böyleydi. Herkes gider, tartışır, ne konuştuğunun çok etkisi de olmaz; sonra istedikleri bildiriyi çıkarırlar. Şimdi Rusya’daki toplantı ise öyle değildi. Belirli bir ajandası, önden belirlenmiş programı filan yoktu. “Kim isterse gelsin, konuşsun” deniliyordu. Ama sonuçta kabullenmediğimiz bazı şeyler de oldu. Bazı noktalar tartışıldı, konuşuldu ama moderatör kendi adına bildiri çıkarmaya çalıştı. Bildiriye baktığımızda, toplantıda tartışılanlar dışında, rejim yanlısı bir dil kurulduğunu gördük. Rejimin istekleri çoğunlukla kabul edildi; halbuki toplantı öyle değildi. Burada bir haksızlık yapıldı. Ama başlangıç olarak yine de iyiydi.
Toplantıya muhalefetin bazı tarafları gelmemişti ama üslup olarak “Herkes gelsin, içindekini ortaya koysun” yaklaşımı iyiydi. Elbette rejim de gelsin, söylesin, biz de tartışalım. İlk adım olduğundan eksikler de vardı ama devam ederse daha iyiye gideceğini umuyoruz.
Rusya’da bazı şeyler de anlaşıldı. Böyle toplantılar, yalanla, dolanla, entrikalarla yapılamaz. Rejimin temsilcisi Caferi, kalktı bazı şeyler söyledi toplantıdan sonra, yalan dolan şeylerdir. “Biz Suriye’ye halen hakimiz” veya “Bizi halen halk kabul ediyor” diyor; öyle değil. Gerçeği hiç yansıtmıyor söylediği.
Toplantıda tabii çok olumlu mesajlar da oldu. Mesela biz, şöyle bir şey söyledik bütün katılımcılara: Herkes kendi hatalarını kabullensin. 1946’dan şimdiye kadar yapısal yanlışlıklar var. Bu olanlar da bu yapısal yanlışlıkların bir sonucudur. Şöyle diyelim yani, evi yöneten biri varsa, bu kadar yanlış yapmış ve yanlışları sonucu birçok olay yaşanmışsa, demek ki onun bir eksiği vardır. Yönetememiş, idare edememiş. Öyle yanlışlar yapmış ki, böyle şeyler yaşanmış. Elbette her ülkenin düşmanları olur, dostları olur. Ama ev sahibi olanın bunları görmesi gerekir, buna göre önlemler alması gerekir. Ama yapılmadı. Rejim önce kabullenecek. Diyecek ki, benim yaptığım yanlışlar şöyledir. Ondan sonra, hedefi nedir, neyin peşindedir, bunu açıklayacak.
Biz mesela, diyoruz ki, her ne olursa olsun, Pandora’nın kutusu artık açılmıştır. Çıkacak olan herkes ortaya çıkmıştır. Kendi rızası olmadan kimse kutuya tekrar dönemez. Bu evin içinde herkesi razı edeceksin. On kişinin bir evde hakkı varsa, onlardan birinin bile isteği olmasa onu orada tutamazsın.
Peki, nasıl bir Suriye olacak gelecekte? Bir kere, demokratik olacak, laik olacak, merkeziyetçilikten uzak olacak, herkes kendini yönetecek. Tartışmalar bu yönde olsun, diyoruz. Herkese de, “Bu bir hedeftir. Bu hedef için diyalog kuralım” diyoruz. Fakat buna kimse yanaşmıyor. Bilhassa da rejim yanaşmıyor. Buna yanaşılmadığında olmaz.
Tartışıyoruz, çok tartışıyoruz. Ama neyi tartışıyoruz? Sadece tartışmak için mi gelmişiz? Bir hedefimizin olması gerekiyor. Sonuç olarak bu hedef ne olmalı? Ama bunu kimse söylemiyor. Çekiniyorlar hala. Rejim ise halen eski kafasında. “Ben dikta bir rejim kurarım, herkesi tekrar köle gibi kullanırım” düşüncesinden halen vazgeçmemiştir.
Rejimin genel olarak Kürt halkının ulusal-demokratik haklarına ilişkin talepleriniz konusundaki güncel yaklaşımı nasıl? Rejim taleplerin karşılanacağına hatta zaten karşılandığına dair de iddialarda bulunuyordu. Bu da az önce bahsettiğiniz yalanlardan biri midir?
Şimdiye kadar pratikte yalandır. Tabii yine de bunun artık tartışmaya açılması iyidir. Şimdiye kadar oturup tartışmıyordu da. Ama şimdi mecburdur, oturup benim ne dediğimi dinliyor. Muhakkak onları da tartışacağız.
Peki sizin rejime yaklaşımınız nasıl? Genelde güçler Suriye’nin geleceğini konuşurken “Esad’ın gitmesi/gitmemesi” eksenli tartışıyor...
Bir ülkenin kaderini, bir kişinin kaderine bağlamak yanlış bir şeydir. Bizim yapılacak çok işimiz var. Bir ön şart olarak “Ya şöyle olur ya da katılmam” gibi bir tavır koyuyorsan, demek ki sen barış istemiyorsun. Oturup diyalog kurmak istemiyorsun. Onun için biz bu çıkmaza sürmek istemiyoruz. Muhalefetin bazı kesimleri, “Esad gitmezse biz masaya oturmayız” diyor. Yanlış bir şeydir. Demek ki sen masaya oturmak istemiyorsun, barış istemiyorsun.
Diyorlar ki, zorla Esad’ı indireceğiz. Zorla indirmeyi dört senedir denedin. Sonuçta ne olduğunu, yıkım olduğunu herkes gördü, değil mi? Şimdi eğer gerçekten bu zihniyetten vazgeçerlerse, yine de “Biz zorla indirmek istiyoruz” demek yanlıştır. Biz bunu doğru görmüyoruz.
Yani sizin “İlle de Esad gitsin” gibi bir yaklaşımınız yok, doğru mu?
Bizim hedefimiz bu rejimin değişmesidir. Bu rejimi değiştireceğiz. BAAS rejimi eskisi gibi şovenist kafayla, diktatör bir kafayla devam ederse biz kabul etmiyoruz. Bunu değiştirmek istiyoruz. Ama şu da bir gerçektir: Esad 6 ay sonra gitmezse 1 yıl sonra gidecektir. Bir fonksiyonu olmaması gerekir.
Peki, Suriye sorununda önemli bir aktör de Rusya. Rusya nasıl yaklaşıyor taleplerinize? Buna dair veriler elde edebildiniz mi?
Rusya, “Ben tarafsızım ve tarafsız pozisyonumu korumak istiyorum” diyor. En azından öyle diyor. Biz de buna inanmak istiyoruz gerçekten. Rusya’nın Suriye halkının yanında olmasını istiyoruz.
Özellikle Charlie Hebdo saldırıları ardından DAİŞ tehdidi, Avrupa’da da birincil gündem haline geldi. Öncelikle, belleği tazelemek ve girizgah yapmak açısından şöyle soralım: Sizce DAİŞ’i ortaya çıkaran ne oldu? Hem bir zihniyet olarak hem de hegemonyacı askeri bir güç olarak bu örgüt neden ortaya çıktı? Hangi zeminden beslendi?
DAİŞ, “Hilafet kuracağız” gibi şeyler söylüyor. Ortadoğu’nun halkının önemli bölümü Müslüman’dır. Onlar da halkı kandırmak için bu söylemi kullanıyor. 21. Yüzyılda hiç kimse bunu kabullenemez. Gerçek dışıdır. Bu yüzyılda bazıları böyle gerçekleşemeyecek bir söylemle ortaya çıkıyorsa, demek ki arkasında başka bir şey vardır. Sadece DAİŞ için değil, El-Nusra gibi aynı düşünceye dayanan diğer örgütler için de geçerli bu.
Bunlar alettir. Kullanılıyor. Yıkmaktan başka bir şey de bilmiyorlar.
Kimin aleti?
İki taraf birleşmiştir.
Birincisi, bilhassa Kürtlerle temas olan bölgelerde Kürtlerin varlığını kabul etmeyen, Kürtlerle savaşan, Kürtlerin demokratik birliğini hazmedemeyen güçler vardır. Bunlar birinci dereceden bizi ilgilendiriyor.
İkincisi, eski dikta rejimlerin, despotik rejimlerin demokrasiyi kabul etmeyen güçleri vardır. Bunlar kullanıyor DAİŞ gibi örgütleri. Bazıları, “Siz demokrasi mi istiyorsunuz? Alın size DAİŞ“ diyor. Bunu demokrasinin bir sonucu olarak göstermek istiyorlar.
Yani doğrudan DAİŞ’e sızdırdıkları unsurlar eliyle örgütü yönettiklerini mi söylüyorsunuz?
Doğrudur. Mesela DAİŞ‘in yönetiminde, bilhassa Irak’ta 80’den fazla BAAS rejiminden, Saddam rejiminden kalan, etkili yerlerde örgütü yöneten subaylar vardır. DAİŞ kisvesi altında çalışıyorlar. / Firatnews