Cumhuriyetin kuruluşu ile Kürtler üzerinde başlatılan asimilasyon politikasının çarkında yeni bir kimlik arayışına giren Emekli Binbaşı Zeki Koç, milyonlarca Kürdün yaşadığı ağır travmanın bir örneği… Bingöl’ün Kanireş ilçesinin kırsal bir köyünde dünyaya gelen ve daha sonra gönderildiği devletin resmi okullarında tanıştığı farklı bir dilin ağırlığı altında uzun yıllar kendisini kabul ettirme mücadelesini veriyor. Deniz Harp Okulu’ndan mezun olan Koç, binbaşı rütbesi ile uzun yıllar asker olarak görev alıyor. Kendisi gibi okul okumak için yanına yerleşen küçük kardeşi, devletin asimilasyon politikasını kabul etmeyerek dağ yolunu tutarken, Emekli Binbaşı Koç ise, kardeşinin katıldığı Kürt Özgürlük Hareketinin siyasal mücadelesinde yerini alma kararını veriyor.
Binbaşı Koç, TSK’da asker olduğu süreçte ‘Kürt’ olduğu için yaşadıkları anekdot ve askerlerin Kürt sorununa yaklaşımı ile Kürt Özgürlük Hareketinin siyasal mücadelesine katılma serüvenini ANF’ye anlattı.
Başta kendinizi kısaca bize tanıtır mısınız?
Zeki Koç Türk Silahlı Kuvvetlerinden Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’ndan binbaşı rütbesinden emekli olan bir kişiyim. Emekli olduktan sonra 2001 yılında DEHAP’ta başlamak üzere bugüne kadar Kürt Özgürlük Mücadelesi’nin siyasal yapısı içerisinde yer alıyorum, burada mücadele ediyorum.
1959 Bingöl Kanireş doğumluyum. Kenireş’e bağlı Kalecik köyünde dünyaya geldim, çiftçilik ile geçimini sağlayan bir ailenin 10 kardeşten en büyük çocuğuyum. Köyümüzde okul olmadığı için 4 km mesafedeki komşu köyde ilkokula gittim. Okula giderken evde annemizle de Türkçe konuşmamız için bizi korkutmuşlardı. Anne ve babamız Türkçe bilmedikleri için o günlerin zorluğunu kafamın bir yerinde kazıtmış durumdaydım. Daha sonra Ortaokulu Bingöl’de okudum. Liseyi de İskenderun’da çok güç koşullarda okudum diyebilirim. Düzgün Türkçeyi bilmeyen, bütün detaylarını, bütün ağırlığını sırtımda ve bilinçaltında yaşadım. Bu çabamın sonucunda 1976 yılında İskenderun Lisesi’nde okulu birincilik ile bitirdim. Bekli de yılların bastırılmış duyguların dışa vurumuydu. Arkasında Harp Okulu sınavlarına girdim ve kazandım. Deniz ve Kara Harp Okulunu bitirdikten sonra filli teğmen asker yaşamım başladı.
Siz binbaşı iken, bir kardeşiniz de PKK’ye katıldığı söyleniyor?
Evet, asker iken okul okuyan kardeşimi yanıma aldım. Gerillaya giden kardeşim ortaokul ve liseyi yanımda okudu. Arkasında üniversite yıllarında çoğunlukla yanımda kaldı, 10 yıl boyunca sürekli benimleydi, aynı koşulları paylaştık. Kardeşim 1999 yılında PKK saflarına katıldı. Ondan hemen sonra yeni bir yaşama merhaba demeye başladım. Sözünü ettiğim kardeşimin gerillaya gittiği haberini aldık. Bu süreçte ben de emekli olduktan sonra yapmak istediğim Kürt siyasal mücadelesi içerisinde yer almaktı. 2001 yılında İstanbul’da siyasi çalışmalarda yer aldım. Birkaç seçimde yoğun bir çalışmam oldu. Çünkü Türkiye’de başta 12 Eylül askeri darbesi olmak üzere, Kürt Özgürlük Hareketinin mücadelesi ile beraber gelişen ve üzerimizdeki yoğun baskıyı o stresi detaylı olarak yaşayan bir insan olarak bu olayın barışla sonuçlanması, Kürtlerin Türkiye’de diğer halklarla kendilerini eşitçe ifade edebilmesi yolunun, Kürt Özgürlük Hareketinin siyasal mücadelesinden geçtiğini, bir şekilde bu sorun barışla sonuçlanması gerektiğine inanıyordum. Silahlı kuvvetlerde dahi olsam her teşkilattan insan bunu çok iyi bir şekilde algılayarak sadece sistemin partilerinde yer alarak değil, sistemin partilerin yanlışlarını anlatabilen bir yapı içerisinde yer alarak gelecekte barışa katkı sunmak amacıyla bu örgütlü yapı içerisinde yer almaya karar verdim.
Bir binbaşının Kürt siyasal mücadelesi içerisinde yer alması tuhaf karşılanmadı mı?
Silahlı kuvvetlerinden emekli bir binbaşının DEHAP’ta yer alması yankı yapmıştı tabi. Ancak siyasal hareketin içerisinde yer almanın barışa katkı sunabileceği fikrindeydim. Aksi takdirde yaklaşık 90 yıldır Cumhuriyet geleneğinde sistem partilerinin ülkede kardeşçe yaşamalarına, barışa hiçbir katkı sunmadıklarını, ne yazık ki arkada bıraktıkları 3 askeri darbenin süreç içerisinde ülke üzerinde silindir gibi geçtiğini, çok büyük travmalar yarattığını, Türkiye’de başta Kürtler olmak üzere inanç ve kimliklerinden uzaklaştırma politikası egemen olduğunu gördüm. Sadece ben görmüyordum. Benim gibi rütbeli birçok asker aynı düşüncedeydi ama ekonomik kaygılarından dolayı ifade etmekten kaçınıyordu. Aslında bunu ifade edebilmenin birçok olmadığının farkında olmalıydık. Bu sindirilmiş, bilinçaltımıza yerleştirilmiş bir duyguydu. Bu ülkede halkların kardeşliğini, bir arada eşitçe yaşamayı nasıl sağlayabiliriz? Bunu birçok arkadaşımla çok tartışıyorduk.
Peki, siz askerken, Kürt olduğunuz için ‘binbaşı rütbesi’ ile sizi rahatsız edecek bir durumla karşılaştığınız mı?
Zaman zaman karşıladığımız durumlarda da söz konusuydu. Bir gün rütbeli askerlerin ortak bir yemek ortamında benim bir arkadaşımın eşi yemek esnasında benim Kürt olduğumu öğrenmiş ki, hiçbir zaman benim Kürt olmam Türk Silahlı Kuvvetleri’nde yer almamamı gerektirmedi aslında. O arkadaşımın eşi; ‘ya Zeki bey hakikatken siz Kürt müsünüz hiç Kürtlere benzemiyorsunuz?’ şeklinde şahsıma bir hakarette bulundu. Tabi bunun bir hakaret olduğunu düşünmeden! Tabi ben kendisine ‘bana hakaret ettiğinizin farkında mısınız? Bütün Kürtler tıpkı benim gibiler’ dedim.
Ancak Türkiye kamuoyunun bilinçaltında Kürtler çok farklıymış gibi gösterilmeye çalışılıyor. Oysaki bu karşınızdaki şahıs Kürtlerin bir kesiti, bir parçasıyım, Kürtler de esasta böyle. Ondan sonra o kardeşimiz olayın inceliğinin farkına vardı ve özür diledi. Onun için birçok insan ne Kürt Özgürlük Mücadelesi’nin amacını, ne de Türkiye’de farklı alanlarda devlet memurluğu yapan insanların içindeki bu gerçekliği çok fazla bilmiyor. Bununda çok fazla nedenleri söz konusudur.
PKK’ye katılan kardeşiniz Fuat ile görüşme şansınız oldu mu? Yaşamını yitirdikten sonra nasıl bir duyguya kapıldınız?
Emekli olduktan sonra İstanbul’da birkaç kez gerillaya giden kardeşim Fuat ile sanal ortamda görüşme şansım oldu. Daha sonra görüşebilme olanağım olmadı. Nihai olarak 2010 yılının Mayıs ayında ben yurt dışındaydım o süre içerisinde kardeşimin şehadet haberi geldi. İlgili birimler açıklama yapmış ve şehadetini ilan etmişlerdi. Ancak 2007 yılında kardeşim Fuat ile bir arkadaşıyla Gabar Dağı’nda çıkan bir çatışmada şehit olduğunu haberini aldık. Kardeşimin cenazesini alabilmek için ilgili kurumlarla girişimlerimiz oldu. Başta Şehit Aileleri Dayanışma Derneği var. Derneğin ismini tam anımsamıyorum, o derneğimizin yöneticilerinin çok büyük katkıları oldu. O dernek yöneticileri kardeşimin cenazesini Gabar’dan alınmak üzere Cizre ve İdil’den parti yöneticilerimiz de büyük katkıları sonucu kardeşimin ve yoldaşının cenazesini x noktadan alınarak köyümüzdeki köy mezarlığına defnettik.
Başta kardeşim olmak üzere şehit düşen onun bütün yoldaşlarının, mücadele arkadaşlarını rahmetle ve saygıyla anıyorum. Kardeşimin özgürlük mücadelesin yolunu siyasal alanda sürdürmeye çalışıyorum.
Bir siyasetçi gözüyle değil, bir asker gözüyle çözüm sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Son 4 yıldır BDP ve HDP’de parti meclis üyeliğini yapıyorum, yaptığım bu hizmetten dolayı son derece gurur duyuyorum. Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun barışına asker emekçisi olarak katkı sunabileceğimi umuyorum. Herkesin bildiği üzere 2013 yılında Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan tarafından ateşkesin ilan edilmesi, gerillanın çekilmesi, buna aşama aşama barış sürecinin evreye girmesine yönelik talimatı oldu. Aslında Halkların Demokratik Partisi o dönemde AKP ile barış sürecini başlatılmasına dair yoğun çaba içerisindeydi. Bir taraftan da İmralı’da devlet, Sayın Öcalan ile görüşmeler gerçekleştirmekteydi. Geri çekilme harekatı olma söz konusuydu ben burada bir asker gözü ile bakmak istiyorum! Ateşkes sonrası ilk uygulama başladığında Türkiye ve dünyada çok olumlu yankılar yarattı. Bundan 2 buçuk yıl önce ateşkesin güven vermediğini, AKP’nin bunu bir taktik olarak ele aldığını, oluşturulan Akil İnsanların ateşkesi kontrol edemeyeceğini, açıkçası AKP hükümetinin güven vermediğini ifade etmiştim.
Önerim ise, uluslararası etkin bir gözlemci heyeti nezaretinde geri çekilmenin aşama aşama hayata geçirmesi gerektiğini söylemiştim. Nihayetinde geldiğimiz aşama AKP hükümetinin bu iki buçuk yıllık süreci sadece seçim çıkarı için kullandığını görebildik. Böylelikle Kürtlerin yüzde 50 oranında oyları üzerinde tasarrufu oldu. Her şeye rağmen Kürt Özgürlük Hareketi duruma çok iyi niyetle yaklaştı. Ama AKP hükümeti, örgütlediği bazı yapılarla HDP’ye yönelik saldırılarla seçimi iptal etme arayışı olduğunu herkesin bilmesi gerekiyor. HDP’nin günden güne büyümesinden tedirginlik duyan Tayyip Erdoğan ve hükümet, olası bir iç savaşı dahi çıkartabilme riski ile karşı karşıyayız.