ŞemdinliHaber

Karasu: 14 Temmuz Kürtlerin onur günüdür

Güncel

KCK Yürütme Konseyi üyesi Mustafa Karasu, 14 Temmuz’un Kürtlerin onur günü olduğunu belirterek “gelecek açısından bize umut veren, gelecekte de mutlaka başaracağımız ve kazanacağımız inancını bize veren bu tarihtir.

ANF'de yer alan habere göre; KCK Yürütme Konseyi üyesi Mustafa Karasu, 14 Temmuz’un Kürtlerin onur günü olduğunu belirterek “gelecek açısından bize umut veren, gelecekte de mutlaka başaracağımız ve kazanacağımız inancını bize veren bu tarihtir. Yani 14 Temmuz ruhuyla, 14 Temmuz’un yarattığı Kürdistan devriminin tarzıyla mücadele edilip başarmak 14 Temmuz direnişçileri şahsında ispatlanmıştır” dedi.


14 Temmuz 1982, PKK önder kadrolarından M.Hayri Durmuş, Kemal Pir, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek’in, Amed zindanlarındaki vahşet derecesine varan baskı, zülüm işkencelere, Kürt’ü yok saymaya karşı başlattıkları büyük ölüm orucunun tarihi. 12 Eylül askeri faşist cuntasının Kürt özgürlük hareketini yok etmeyi amaçladığı bir dönemde Amed zindanları özel olarak faşizmin ‘uygulama’ alanına dönüştürüldü.  Amed zindan direnişinde yer alan ve direnişe aktif katılan KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu ile Amed Zindan direnişinin büyük zafer eylemi 14 Temmuz direnişi ve bu direnişin etkileri üzerine konuştuk.

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu ANF’nin sorularını yanıtladı;

12 Eylül askeri faşist rejiminin temel amacı neydi? O dönemde Amed zindanlarının baskı ve zulmün merkezi seçilmesinin nedeni sizce nedir?

12 Eylül askeri faşist darbesi esas olarak iki nedenden dolayı gerçekleşmiştir. Birincisi, Kürt Özgürlük Hareketi'nin Kürdistan'da önemli gelişme göstermesidir. Çünkü Türk devleti 1930’da Ağrı Dağı direnişini ezdikten sonra bir gazetede çıkan karikatürde olduğu gibi “Hayali Kürdistan burada meftundur” düşüncesindedir. Türk devleti Kürtlerin direnişini kırdığını, Kürt’ün, Kürdistan'ın artık ortadan kalktığını, bir daha dirilemeyeceğini düşünmektedir.

İşte böyle bir zihniyete sahip bir devletin sınırları içinde 1970’lerde Kürdistan'da büyük bir kıpırdanma ortaya çıkmıştır. Bu dönem aynı zamanda Türkiye'de devrimci gençlik hareketinin, devrimci demokratik hareketin yükselişe geçtiği dönemdir. Dünyada da Vietnam ulusal kurtuluş savaşının geliştiği ve başarıya ulaştığı dönemdir. İşte bu dönemde Apocular tarih sahnesine çıkmıştır. Kısa sürede Kürdistan'da gelişmeye ve Antep, Urfa, Mardin, Dersim, Serhat, Batman, Amed, Bingöl alanlarında kendi varlığını hissettirerek etkili olmaya başlamıştır. Urfa’da, Hilvan-Siverek’te halka zulüm yapan ağalar, aşiretlere karşı direniş geliştirmiştir. Kürdistan'da faşistlere karşı mücadele yükseltilmiştir. Türk devletinin, ordusunun, polisinin, siyasi sömürgeciliğinin etkisi kırılmıştır. Bu durum Kürtleri fiziki ve kültürel soykırıma uğratıp ortadan kaldırmak, Kürdistan'ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirmek isteyen Türk devletini ürkütmüştür. Temel politikalarına karşı bir hareket başladığını görmüştür. Bu dönemde Türkiye'de de devrimci demokrat hareket güçlü biçimde gelişmiştir.  Öyle ki, hem Kürdistan'da hem Anadolu ve Trakya’da yönetemez hale gelen Türk devletinin otoritesi sarsılmıştır.

İşte bu nedenle NATO’nun da, Batı’nın da desteğiyle Türkiye ve Kürdistan'da gelişen devrimci hareketi tamamen ezmek, boğmak amacıyla askeri darbe gerçekleşmiştir. Bu darbenin iki amacından birisi Kürdistan'da Özgürlük Hareketi'ni tasfiye etmek, boğmaktı. Kürdistan'da gelişen Kürt uyanışının, Özgürlük Hareketi'nin öncüsü de Önder Apo liderliğindeki PKK’ydi. Askeri faşist darbe gerçekleşir gerçekleşmez derhal Kürdistan'ın tümü bir zindan haline getirilmiş, on binlerce, yüz binlerce insan gözaltına alınmış; binlercesi de zindana atılmıştır. Sadece PKK kadroları değil, PKK sempatizanları değil, PKK'ye merhaba diyen, ekmek veren herkes zindanlara atılmıştır. 12 Eylül askeri faşist darbesiyle de Amed zindanı başta olmak üzere Kürt tutsaklar üzerinde büyük bir zulüm, baskı kurularak PKK şahsında Kürt Özgürlük Hareketi, Kürt Özgürlük Hareketi şahsında da Kürt halkının özgürlük umudu Amed zindanının betonlarına gömülmek istenmiştir. Böylelikle PKK’den hiçbir iz bırakılmamak istenmiştir. Böylece de PKK sanki hiç ortaya çıkmamış gibi Kürdistan'da, Kürt toplumunda etkisi kırılacaktır. PKK ismi bir daha anılmayacaktır. Hatta anılsa bile zindanlarda teslim olmuş, sömürgeci kültürel soykırımcı devlet sistemine boyun eğmiş bir parti olarak anılacaktır. İşte bu nedenle Amed Zindanı baskı ve zulmün pilot merkezi olarak seçilerek özel bir planlamayla tutsaklar üzerinde baskı ve zulüm yapılmıştır. Öyle ki Amed zindanındaki durumu, dönemin kol ordu komutanı ya da komutanları tarafından an an izlenirken aynı zamanda da cuntaya sürekli rapor verilmiştir. Böylece zindanda PKK tutsaklarının durumunun ne olduğu, hangi noktaya geldiği, getirildiği bu raporla devlet tarafından anlık olarak takip edilmiştir.

14 Temmuz direnişini koşullayan dönemin siyasal ve toplumsal şartları nasıl ele alınabilir?

14 Temmuz direnişini koşullayan dönemin siyasal ve toplumsal şartları ve zindan koşulları şöyle ifade edilebilir. 14 Temmuz direnişinin olduğu süreçte Kürdistan'da askeri faşist cunta tümden hâkimdir. Ve askeri faşist darbeye karşı bir direniş yoktur. Türkiye'de 11 Eylül’de güçlü olan Türkiye devrimci demokratik hareketi 12 Eylül askeri faşist darbesinden kısa bir süre sonra sanki böyle gücü yokmuş ya da olmamış gibi sessizliğe bürünmüştür. Bu nedenle de faşist askeri darbe hiç bir engelle karşılaşmadan çok hazırlıklı ve planlı gelmiş, tüm devrimci gruplara karşı, devrimcilerin etkili olduğu mahallelere, fabrikalara, okullara, her tarafa yönelik şiddetli bir terör estirmiş, kadrolar tutuklanmış, en ufacık bir direniş emaresini şiddetle ezmiştir.

Kürdistan'da da Türk devleti Türkiye'dekinden daha fazla, daha şiddetli bir terör, zulüm düzeni kurmuştur. Türkiye tamamen kapalı bir zindana çevrilmiş, toplum nefes alamaz hale getirilmiştir. Türkiye'deki devrimci demokratik hareketin kolayca ezildiği bu koşullarda Kürt Özgürlük Hareketi de daha 1980 askeri faşist darbesi öncesinde ağır saldırılarla karşı karşıya kaldığı için yurtdışına çıkıp orada hazırlık yaparak mücadeleyi daha da geliştirmeyi hedefliyordu. Ancak Kürt Özgürlük Hareketi bu hazırlıklarını tam yapmadan 12 Eylül askeri faşist darbesi gerçekleşti. Şunu diyebiliriz ki, Türkiye'nin diğer yerlerinde de Kürdistan'da da sıkı yönetim vardı, ama esas sıkı yönetim, saldırılar 12 Eylül’den önceleri çok ağır bir biçimde Kürdistan'da yürütülüyordu. Daha 12 Eylül gelmeden önce de Kürdistan'da zindanlar devrimci tutsaklarla doldurulmuştu. Kürdistan'da tüm asker ve polis gücüyle bir işgal harekatı gerçekleştirilmişti. Bu saldırılar 12 Eylül’den sonra daha da gelişmiş, Kürdistan'da tam bir terör estirilmiştir. Devrimci hareketin geri çekildiği dönemde bu saldırılar daha da etkili oluyordu. Zaten diğer Kürt grupları 12 Eylül askeri faşist cuntası gelir gelmez, artık mücadele edilmez diyerek tümden mücadeleyi bırakmışlardır. Ya kapağı Avrupa’ya, metropollere atmışlardır ya da sempatizanlar da dahil sanki önceden hiçbir siyasal harekete bulaşmamış gibi tümden kabuğuna çekilmiştir.

Tabii ki bu askeri faşist darbe bu süreçte Avrupa, NATO, ABD tarafından desteklenen bir harekattı. Türkiye'de herhangi bir siyasal kıpırdanış olmadığı gibi, Kürdistan'da Kürt halkı üzerinde faşist terör estirilirken, bu Türkiye'deki askeri faşist darbeye ve Kürdistan'daki zulme karşı dünya sessiz kalmıştır. O dönemde Türkiye'nin siyasal koşulları bu durumdadır. Türkiye'deki devrimci hareketlerin örgütleri zaten dağıtılmıştır. Bunun sonucu toplum da sindirilmiştir. Toplum Türkiye'de neredeyse cuntaya karşı tamamen tepkisiz, sessiz hale gelmiştir. Türkiye devrimcileri, sol güçleri bu askeri faşist cuntanın amacının ne olduğunu, halka hangi zararları vereceğini anlatamamışlardır. Hatta askeri faşist cunta bu baskı ortamında kendi propagandasını daha fazla yaparak darbeye meşruiyet yaratacak bir algı yaratmıştır. Kendi baskılarını meşrulaştıran bir düşünce ortamı ortaya çıkarmıştır.

14 Temmuz direniş öncesi zindanda durum neydi; bu direniş ruhunu ve kararını ortaya çıkaran zindan koşulları ve ön mücadele sürecini biraz değerlendirebilir misiniz? Bu direniş hangi koşullarda kendini dışa vurmuştur? 14 Temmuz ruhunu, direnişini ortaya çıkaran zindan koşulları nedir? Hangi zindan koşulları ve buna karşı geliştirilen direniş süreci 14 Temmuz’u ortaya çıkarmıştır? Bu mücadeleyi şekillendiren baskılar, koşullar nelerdir? Direnişin bu kadar büyük olmasını sağlayan zindan koşulları, Kürdistan'ın durumu ve düşmanın yaklaşımını nasıl değerlendirebilirsiniz?   

14 Temmuz direnişini yaratan koşulları izah etmek önemlidir. 14 Temmuz 1982 de Türkiye'de Türk halkı, Kürdistan'da Kürt halkı büyük sessizlik yaşamaktadır. 12 Eylül faşizmi halk üzerinde, toplum üzerinde ağır bir baskı uygulamaktadır. Öyle ki, bir daha Türkiye'de egemen güçlere karşı Kürdistan'da kültürel soykırımcı egemenliğe karşı hiç kıpırdanış olmasın istemektedir. Bu nedenle de Diyarbakır zindanında PKK tutsakları şahsında Kürt Özgürlük Hareketi zindanın betonlarına gömülerek Kürt halkının umudu tümden ortadan kaldırılmak istenmiştir. Bu nedenle de zindanda özellikle PKK tutsakları üzerinde insanın aklına-hayaline gelemeyecek, havsalasının alamayacağı çok ağır baskı, işkence ve zulüm uygulanmıştır. Öyle ki, 24 saat kesintisiz solunan hava bile işkence haline getirilmiştir. Fiziki işkence çok ağır olduğu gibi, bunun yarattığı psikolojik baskı daha da ağırdır. Gerçekten o zindan havasının kendisi bile işkencenin ağırlığını taşımaktadır. Nazım’ın bir şiirinde “Hava kurşun gibi ağırdır” cümlesi vardır. Hava Amed zindanında işkencenin ağırlığını taşıdığı için de insanlar nefes alamaz durumdadır. Mahkemeye gitmek işkencedir, mahkemede kalmak işkencedir, dönüş işkencedir. Avukatlarla yapılan görüşme anı ve dönüş işkencedir. Aile görüşlerine gitmek işkencedir, görüşme anı işkencedir, dönüşü işkencedir, hastaneye gidip gelmek işkencedir, hatta hastanede kalmak işkencedir. Koğuşlarda yaşamın her anı, her saniyesi işkencedir. Zaten günün yatma saati dışındaki bütün zamanı sabahtan akşama kadar tutsaklar ya koğuşlarda ya da havalandırmada askeri marşlarla yürütülmektedir. Bu askeri marşlarla yürütülme anında sürekli işkence yapılmaktadır. Öyle ki tutsaklarda her an işkence göreceklermiş duygusu yaratılmaktadır. Zaten her an bir tutsak mutlaka diğer tutsakların yanında işkence görmektedir, acı çekmektedir. Yemek anı bile işkencedir. Uyku zamanı işkencedir, yatma bile işkencedir. Tutsakların üzerinde böyle ağır bir baskı vardır.

Bu baskıyla tutsaklar işkence dışında başka şey düşünemez duruma getirilerek itirafçı yapılmaktadır. İşte bu şekilde siyasi kimliğinden uzaklaşarak, tümden gördüğü acılardan kurtulmak isteyen, acı görmemek için çaba gösteren ya da itirafçılık yapan bir siyasi tutsaklık gerçeği, zindan gerçeği ortaya çıkarılmıştır. Zaten mahkemelerde PKK’li tutsaklara söz verilmemektedir. Mahkemelerde bırakalım siyasi savunma yapılmasına izin verilmesi, tutsakların kendilerinin savunmasına bile izin verilmemekte; böylelikle zindan siyasi tutsakların bitirildiği, tamamen askeri faşist cuntanın isteğine göre kişiliklerin yaratılmasının amaçlandığı bir yer haline getirilmeye çalışılmıştır.

Bu, kuşkusuz başta PKK Önder kadroları olmak üzere PKK kadrolarının kabul edemeyeceği bir durumdur. Belki diğer Kürt grupları “askeri faşist cunta gitsin, bu zaman geçsin, ondan sonra rahatlarız” gibi bir düşünceyle mevcut durumu ele almış olabilir. Ama PKK'nin Önder kadroları bu durumun kabul edilemeyeceğini, buna karşı bir direniş gösterilmesi gerektiğini düşünmüşlerdir. Aylarca bu durumu tartışmışlardır.

İşkencelerin yoğun başladığı bir dönemde 1981’de yine Kemal ve Hayri’nin öncülük ettiği bir ölüm orucu gerçekleşmiş, ama başarılı olamamıştı. Bunun arkasından Diyarbakır zindanında işkenceler daha da ağır hale gelmişti. PKK tutsakları şahsında Kürt Özgürlük Hareketi'ni tamamen bitirilerek halkın umudunun tümden kırılmak istendiği böylesi bir ortamda ilk önce Mazlum’un direniş kıvılcımını çaktı. Bireysel olarak 12 Eylül askeri faşist rejimine karşı tutumunu ortaya koydu. Daha sonra PKK kadroları Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Eşref Anyık ve Mahmut Zengin, Haki Karer’in şahadet yıldönümüne denk gelecek biçimde kendilerini yaktı. İşte bu fedailik örnekleri sonucunda 14 Temmuz direnişinin yolu açılmıştır. 14 Temmuz direnişi, ölüm orucu kararı çok önceleri verilmişti. Ancak savunma aşaması beklenilmekteydi. Fakat savunma aşaması gecikince, Diyarbakır zindanında da işkenceler çekilemez hale gelince Temmuz ayındaki Urfa ana davasından önce ölüm orucu başlatma kararı alınmış, Urfa grubunun duruşmalarına başladığı Temmuz ayının 14’ünde de ölüm orucu başlatılarak Kürdistan'da yeni bir dönem açılmıştır. Böylece hem zindanda, hem Kürdistan tarihinde 14 Temmuz 1982’de  yeni bir dönem başlamıştır.

Amed zindanında işkence o kadar rutinleşmiş, her saniye, her gün o kadar işkence yapılmaktadır ki, insan hangi birini anlatacağını şaşırmaktadır. Sürekli insanlar falakaya yatırılmakta, coplarla, kalaslarla insanlar üzerinde ağır işkence uygulanmaktadır. Kuşkusuz Amed zindanındaki uygulamaların amacının, karakterinin ne olduğunu anlamak için bir iki olay anlatılabilir. Cemal Kılıç diye Hilvanlı bir yoldaşımız vardı. Hem kadro sayılabilir, hem de kadro sayılmayacak bir arkadaştır. Yurtsever, ama PKK sempatizanı ve PKK'ye bağlı bir gençti. Zaten Hilvan’da da Kürtçe o dönemlerde yoğun olarak konuşulmaktadır. Diyarbakır zindanında herkese istiklal marşı zorla öğretilirdi. Öğrenemeyenler işkence görürlerdi. Cemal Kılıç arkadaşımız da istiklal marşı öğrenmek istemeyen ya da öğrenmeyi kendisine çok zor gören bir arkadaştır.  İstiklal marşını öğren demişlerdir, bu öğrenememiştir. Her öğrenmediği, istiklal marşını okuyamadığı zaman bu arkadaşa işkence yapmışlardır. Belirli zaman vermişlerdir, mutlaka bunu öğreneceksin demişlerdir, fakat Cemal Kılıç öğrenmemiştir, öğrenmek istememiştir. Böyle olunca her gün işkenceyle karşılaşmıştır. Sonunda bu arkadaşı zindanda merdiven korkuluklarına ayaklarından asmışlardır ve dövmüşlerdir, işkence yapmışlardır. Bu işkencelerle zorla öğretmek istemişlerdir. İşte bu ağır işkenceler sonucu Cemal Kılıç ağır hastalanmış, kendinden geçmiş, daha sonra ise şehit düşmüştür. Bu işkenceler altında son nefesini vermiştir. Bu gerçeklik zaten Amed zindanında Kürtlere, Kürt tutsaklarına nasıl yaklaşıldığının en somut ifadesidir.

Diyarbakır zindanındaki uygulamaların insanlık dışı karakterini ortaya koymak için bir olayı daha anlatabilirim. İki tutsağı ilk önce iki tutsağı koğuşlardan çıkarıyorlar, 35. Koğuşa getiriyorlar ve bunlara sürekli işkence yaparak birbirinize tecavüz edeceksiniz diyorlar. Onlar böyle bir uygulamayı kabul etmeyince sürekli işkence görüyorlar. Daha sonra PKK Önder kadrolarını rencide etmek için, PKK Önder kadrolarının hücrelerine bu iki tutsağı koyuyorlar ve “bunlara saldırın tecavüz edin” gibi söylemlerle işkence yapıyorlar. Tabii bu tutsaklar bunları kabul etmiyor, kabul etmeyince de bunlara ağır işkenceler yapıyorlar. Bu yönlü işkenceler yapılması, Diyarbakır cezaevinde her şeyin işkence konusu haline getirildiğini ortaya koyuyor. Bu yönüyle insanların işkence görmediği, işkence tehdidi altında yaşamadığı, işkenceyi solumadığı tek bir saniye yoktur. Hatta baskılar, işkenceler o kadar şiddetlenmiştir ki, bir süre sonra Diyarbakır zindanın havasının kendisi fiziki işkencenin kendisinden daha ağır olan bir psikolojik ortamı ifade etmiştir. Solunan hava acı ve işkence haline gelmiştir.

Zaten bugün Diyarbakır zindanında işkencelerin ne kadar yoğun yapıldığını herkes kabul etmektedir. Türkiye Başbakan’ı bile duvarlara dili olsa da konuşsa” diyerek, Amed zindanında yapılan işkenceleri anlatmak istemiştir. Kuşkusuz şimdi herkes Diyarbakır zindanında işkencenin ne kadar yoğun olduğunu anlatıyor; fakat bu işkenceler niye yapıldı, bunlar ayrıntılarıyla ortaya konulamıyor. Yine bugün bu işkencelerin bu kadar teşhir olması, bu kadar lanetlenmesinin nasıl gerçekleştiği de ortaya konulmuyor. Eğer direnişler olmasaydı bu işkenceler bugün ya unutulacaktı, ya normalleşecekti. Veya bu işkenceler sonucunda Diyarbakır zindanında PKK teslim olmuş, tasfiye olmuş, Kürt Özgürlük Hareketi Diyarbakır zindanında öldürülmüş, yok edilmiş, tasfiye edilmiştir denilerek, askeri cuntayı öven-takdir eden bir gerçeklik ortaya çıkacaktı. Ama gerçekleşen büyük direnişler buna izin vermemiş; 12 Eylül’ün Diyarbakır zindanı şahsındaki vahşi yüzü açığa çıkarılarak insanlık dışı karakteri teşhir edilmiştir. Ama şimdi bu direnişi ve direnişin sahipleri anlatılmadığı gibi, bu direnişin sahipleri 1980’li yıllarda da, 90’lı yıllarda da en kötü biçimde topluma ve dünyaya tanıtılmaya çalışılmıştır. Hala da Türkiye bu politikadan vazgeçmiş değildir.

Amed zindanı direnişinde Mazlum Doğan’la başlayan ve büyük ölüm direnişiyle zafere ulaşan tarihi eylemlilik sürecinde 14 Temmuz halkası nasıl bir anlam ifade etmektedir?

Kuşkusuz Amed zindan direnişi en azından kıran kırana dört yıl sürmüştür. Baskılar karşısında 1980’de başlayan ve 84’ün ortalarına kadar süren büyük bir zindan direnişi vardır. Ama Diyarbakır zindan direnişi denildiğinde esas olarak 14 Temmuz direnişi akla gelmektedir. Daha doğrusu 14 Temmuz direnişi, zindandaki bütün direnişlerin toplamı, onları temsil eden, onların bütününü ifade eden bir karaktere sahiptir. Kuşkusuz 1981’de aylarca süren büyük bir direniş vardır. Yine o zaman gerçekleşen 45 günlük ölüm orucu vardır. Hiçbir kurala uymadan şehit düşen Ali Erek (Küçük Cin Ali) yoldaşımız vardır. Bir Türk arkadaştır ve ilk direnişte 1981’in Mayıs ayında şehit düşmüştür. Yine bu dört yıl içinde onlarca tutsak şehit düşmüştür. Tabii bu direnişin kıvılcımını yakan Mazlum yoldaş olmuştur. Yine 17 Mayıs’ı 18 Mayıs’a bağlayan gece 33. Koğuşta kendilerini yakarak bu kıvılcımı harlandıran Dörtler vardır. Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Eşref Anyık ve Mahmut Zengin arkadaşlar da 14 Temmuz direnişinin temel hazırlayıcılarındandır. Ya da Heval Mazlum’la çakılan kıvılcımı harlandırarak büyük 14 Temmuz direnişinin daha güçlü bir biçimde gelişmesini sağlamışlardır.

14 Temmuz, çok ağır koşullarda, zor koşullarda kesinlikle 12 Eylül askeri faşist cuntasının amaçlarını tümden boşa çıkarmak isteyen bir nihai hesaplaşma eylemidir. PKK ile 12 Eylül askeri faşist cuntasının ya da 12 Eylül askeri faşist cuntasının temsil ettiği kültürel soykırımcı sömürgecilikle bir hesaplaşma direnişidir. 12 Eylül’ün Kürdistan'ı bitirme saldırına karşı Kürt’ün özgür ve demokratik yaşamını, özgürlük umudunu savunma eylemidir. Bu yönüyle tarihi hesaplaşmadır; tarihi bir muharebedir. Çünkü öyle bir uygulama, öyle bir amaç vardı ki, tüm tutsaklar itirafçılaştırılacak, böylelikle halkın umudu kırılacaktı. O güne kadar büyük iddia sahibi olan kültürel soykırımcı Türk sömürgeciliğine meydan okuyan PKK'nin Önder kadroları ve tüm kadroları teslim alınmış olacak, böylelikle bu halka “Türk devletine ve Türk devletinin sömürgeci politikalarına karşı direnilmez, direnmek mümkün değildir” algısı, anlayışı yerleştirilecekti. En fazla iddialı olan, dünyaya meydan okuyan, Kürdistan'daki sömürgeciliği ortadan kaldıracağını söyleyen bir hareket teslim olmuş, amaçlarından vazgeçmiş bir noktaya getirilerek Kürdistan'ı özgürleştirme, bağımsızlaştırma iddiasının hayal olduğu bir daha Kürdistan'a gösterilecekti. 1939’da Ağrı direnişinin bastırılmasında yapılan karikatürde olduğu gibi “Kürdistan burada meftundur”, denilecekti. Yani hayali Kürdistan'ın Diyarbakır zindanlarına tamamen gömüldüğünü, bir daha ayağa kalkamayacağını söyleyeceklerdi.

İşte 14 Temmuz direnişçileri Türk sömürgeci devletinin bu amaçlarını görmüştür. O nedenle de kendi konumlarının o anda ya tarih içinde çok olumsuz bir rol oynayacağını, tarihin lanetli kişileri haline geleceklerini ya da direnerek bu uğursuz amacı boşa çıkararak halka ve tarihe karşı görevlerini yerine getireceklerinin bilinciyle hareket etmişlerdir. Bunun derin bilinciyle 14 Temmuz direnişini başlatmışlardır ve sonuna kadar gözlerini kırpmadan yaşamlarını vererek Diyarbakır’daki zulmü yerle bir ederek direnişi zaferle taçlandırmışlardır. 14 Temmuz direnişi kendi şahsında 12 Eylül faşizmini de yenmiş, zindandaki baskıları da boşa çıkarmış, Önder Apo öncülüğündeki PKK gerçekliğinin, PKK kadrolarının, militanlarının zor koşullarda da olsa başarabileceklerini göstermiştir. Bu bakımdan 14 Temmuz direnişi Diyarbakır zindanında gerçekleşen ve başarıya ulaşan zindan direnişinin zirvesidir, hem de zafer kazanmış 12 Eylül faşizmini zindan şahsında başarısızlığa uğratmış zirvesidir. 14 Temmuz direnişini böyle anlamak ve anlamlandırmak gerekmektedir.

14 Temmuz direnişi 12 Eylül dönemindeki diğer zindan direnişleri üzerinde nasıl bir etki yarattı?

14 Temmuz direnişi hem Amed zindanındaki duruşları hem de diğer cezaevlerindeki duruşları doğrudan etkilemiştir. Yine Türkiye cezaevlerini etkilemiştir. Bu yönüyle de zindanlardaki direnişi çok kararlı, kırılmaz, güçlü hale getiren 14 Temmuz direnişidir. 14 Temmuz direnişi, o güne kadar zindanlarda uygulanan uygulamaları kırdığı gibi, o uygulamaları tersine çevirerek daha güçlü bir direnişe, daha güçlü bir duruşa vesile yapmıştır. O zamana kadar yapılan baskı ve zulmün intikamı alınırcasına, faşist zihniyetin yerle bir edilmesi, yenilgiye uğratılması duygusunu geliştiren 14 Temmuz direniş ruhu başta Diyarbakır zindanı olmak üzere dalga dalga bütün Kürdistan'daki ve Türkiye'deki cezaevlerine yayılmıştır.

Diyarbakır zindanındaki etkisini hemen göstermiştir. O güne kadar itiraf yapan iki yüze yakın insan vardır, bunların hepsi itiraflarını geri almışlardır. İtiraflarını geri aldıkları gibi, bu itirafları baskı ve işkence altında verdiklerini söylemişlerdir. Böylelikle bu itiraf yapanlar bile direnişçilerin safına geçmişlerdir. Artık baskılar sürse de eskisi gibi etkili olmamaktadır. Copun acısı da artık etkisizdir, Kürdistan'daki o ağır işkence havası kırılmış, onun yerine artık 14 Temmuz ruhunun direniş duygusunun insanların duygularının etkilediği, solunan havanın giderek 14 Temmuz direnişinin ruhu olduğu, 14 Temmuz direnişçiliğinin artık insanlar tarafından solunduğu yeni bir dönem başlanmıştır. Bu açıdan zindanları 14 Temmuz öncesi ve sonrası olarak değerlendirmek gerekir. Diyarbakır zindanında durum tamamen tersine dönmüştür. Artık insanlar eskisi gibi devletin baskılarına boyun eğmemektedir. O güne kadar zulümle, baskıyla insanların duyguları, düşünceleri kırılmak istenirken, artık düşmana inat tüm tutsaklarda özgürlükçü, direnişçi ruh daha da gelişmiştir. Örgüte bağlılık daha da gelişmiştir. Hatta herkes “yeni bir direniş olsun da, bir direniş gerçekleşsin de ben de kendimi ortaya koyayım, ben de bu direnişte yer alayım” biçiminde bir ruh hali içine girmiştir. Tabii ki 14 Temmuz direnişçiliği duyulduğunda bütün diğer zindanlarda benzer bir ruh hali yaşanmıştır. Artık işkenceler insanlar üzerinde etkili olamamaktadır. İşkencelerin öyle tutsakları teslim alma, tutsaklar şahsında PKK'yi, Kürt Özgürlük Hareketi'ni zindanlara gömme etkisi kalmamıştır; bu rolü bitmiştir. Bu yönüyle Diyarbakır zindanı dışındaki tutsaklarda da direnişçi karakter gelişmiştir. Bu önemlidir.

Tabii ki bu direniş diğer zindanları da etkilemiştir. Türkiye'deki zindanları da etkilemiş, artık zindanlarda yeni bir duygu ortaya çıkmıştır. Bunun sonucu 1984 yılında Metris’te de bir ölüm orucu başlamış ve dört direnişçi kahramanca şehit düşmüştür. Daha sonra Türkiye zindanlarında gelişen ve şehit düşen onlarca devrimci vardır. Ölüm oruçlarındaki bu kararlılığı ortaya çıkaran da kuşkusuz 1982’de 14 Temmuz’da başlayan büyük ölüm orucudur. Bu açıdan büyük ölüm orucunun bütün zindanlarda etkisini gösterdiği açıktır. Öte yandan zindanlarda Türk devletinin sadece o dönemdeki politikaları değil, daha sonraki politikaları da önemli oranda etkisiz hale gelmiştir. Eğer 1980’den bu güne on binlerce, yüz binlerce insan tutuklanmış, zindanlara atılmışsa ve buralarda zindan politikaları tümden amacına ulaşamamışsa, bunun altında yatan temel etken 14 Temmuz ruhudur, duygusudur. 

Kuşkusuz zindandaki uygulamaların kısmi belirli etkileri olmuştur, olmaktadır. Bir kısım zindana girip-çıkanlar daha sonra siyasal mücadele içine katılmamışlardır. Ama eğer 14 Temmuz direnişi olmasaydı, bu büyük direniş gerçekleşmeseydi zindanların Türkiye ve Kürdistan'daki etkisi daha fazla olurdu. Zındanlar tamamen devrimci hareketlerin iradisini kırma, bitirmenin yerleri olurdu. İşte 14 Temmuz’la birlikte buna son verilmiştir.

2012’de zindanlarda yüzlerce arkadaş ölüm orucuna girdiyse, binlerce tutsak büyük bir direniş gösterdiyse, bunu sağlatan tabii ki 14 Temmuz direnişçiliği ve 14 Temmuz direnişçiliğinin ruhuyla gelişen gerilla mücadelesidir. Zaten Önder Apo “14 Temmuz ruhu PKK'nin ruhudur” diyerek bütün direnişlerin mayasının 14 Temmuz ruhu olduğunu söylemiştir. Kürt Özgürlük Hareketinin, Apocuların çıkışında varolan bu ruh 14 Temmuz’da kendisini ispatlamıştır. Bu yönüyle bütün direnişlerin özünün, esasının, kaynağının 14 Temmuz olduğunu vurgulamak gerekmektedir.

Kürt Halk Önderi “14 Temmuz ruhu PKK ruhudur” dedi. PKK de 14’u ulusal onur günü ilan etti. Bu direniş Kürt Özgürlük Hareketi açısından nasıl bir öneme sahiptir? 14 Temmuz ölüm orucu direnişi siyasi, askeri, toplumsal, örgütsel olarak ele alındığında Kürt Özgürlük Hareketi açısından nasıl bir sonuç doğurmuştur?

Önder Apo 14 Temmuz’u PKK'nin ruhu olarak ilan etti. Bu direnişin öncüleri Hayri Durmuş ve Kemal Pir’di. Önder Apo Kemal Pir ve Hayri Durmuş’u PKK'nin duygularını, ruhunu temsil edenler olarak görmüştür. Nasıl ki Haki’ye “benim gizli ruhumdur”, “Haki ve Kemal beni en iyi anlar” demişse, Kemal’i de PKK direnişçiliğinin ruhu olarak görmüştür. PKK'nin devrimci ruhunu, militanlığını, coşkusunu, heyecanını Kemal Pir temsil etmiştir. Hayri Durmuş da PKK'de halk kişiliğini, bilge kişiliği, olgunluğu, sorumluluğu ve ciddiyeti ifade etmektedir. 14 Temmuz gerçekten de PKK'nin ruhu olmuştur. PKK'nin bütün özellikleri 14 Temmuz ruhunda kendini dışa vurmuştur. PKK'nin direnişçi karakteri, mücadele felsefesi, yaşam felsefesi, değer yaratma zihniyeti, zor koşullar karşısındaki tutumu, yoldaşlığı, partiye bağlılığı, Önderliğe ve halka bağlılığı, anın devrimcisi olma, yani zamanın ruhuna uygun devrimcilik yapma, yerinde ve zamanında adım atma, bu temelde gereken ciddiyet ve sorumlulukla görevlere sahip çıkma yaklaşımının tümü 14 Temmuz direnişinde görülmektedir.

PKK Diyarbakır zindanında öldürülmek istendi, halkın umudu zindanlara gömülmek istendi. Kürt halkına her türlü hakaretler yapılarak Kürt’ün iradesi, duygusu çiğnenmek istendi. Bu yönüyle 14 Temmuz direnişi, duruşu, tutumu Kürt’ün sömürgecilik karşısında, zulüm karşısında, baskı karşısında onurlu duruşunu ifade etti. Kürt tarihi ve Kürdistan tarihindeki en onurlu duruş gerçekten de Diyarbakır zindanında 14 Temmuz direnişçilerinin gösterdiği duruştur. Bu açıdan ulusal onur payesi almayı hak ettiler. 14 Temmuz da ulusal onur günü olmayı hak etti.  Onlardan daha büyük onurlu duruş, o günden daha büyük onurlu duruş günü yoktur. 14 Temmuz duruşu, direnişçiliği daha sonraki onurlu duruşları, direnişleri, tutumları ortaya çıkarmıştır. Bu yönüyle gerçekten de Kürt’ün onur günüdür, onur duruşudur. Tüm Kürtler Kemal’in, Hayri’nin, Akif’in, Ali’nin duruşuna bakarak, öğrenerek yaşamlarındaki duruşu ortaya koymalıdırlar. Düşman karşısındaki duruşu ortaya koymalıdırlar, özgürlük ve demokrasi karşısındaki tutumlarını, duruşlarını bu büyük direnişçilere bakarak ortaya koymalıdırlar. Gerçekten de Kürtler onurlu bir toplum olacaksa, Kürt onurlu bir kişi olacaksa, Ortadoğu'nun en onurlu halkı haline gelecekse 14 Temmuz duruşunu, tutumunu, duygusunu esas alacaktır. Oradaki onurlu duruşu takip edecektir, izleyecektir. Bu duruşu takip ettiği, izlediği, ona layık davrandığı takdirde Kürtler her zaman onurlu olacaklardır. Tarih karşısında da onurlu olacaklardır, düşman karşısında da onurlu olacaklardır, zor koşullarda da onurlu olacaklardır. En rahat ya da imkânları bulduğu dönemlerde de bu onurlu duruşlarını kaybetmeyeceklerdir.

14 Temmuz ruhu Kürt toplumunun kimliğini, Kürt’ün kişiliğini şekillendirmede çok önemli etkide bulunmuştur.  Kürt bugün dünyada başı dik duruyorsa ve onurluysa, Kürt bugün onurlu ve kendine güvenen bir direniş gösteriyorsa, her türlü zulüm ve baskı karşısında onurundan taviz vermiyorsa, onurlu duruşunu, kişiliğini ortaya koyuyorsa bunda tabii ki 14 Temmuz onurlu duruşunun payı belirleyicidir. Bu açıdan 14 Temmuz günü onur günü olmayı hak ettiği gibi, Kemal Pir, Hayri Durmuş, Ali Çiçek ve Akif Yılmaz da onurlu Kürt kişiliğinin açığa çıkmasının sembolleri olmayı hak etmişlerdir. Belki de bu açıdan bu kişiliklerin çok fazla anlaşılması, öğrenilmesi gerekmektedir. Eğer Kürtler kendilerine yeni bir kimlik, yeni bir kültür, kişilik kazanacaksa, bunu 14 Temmuz sürecini öğrenerek, 14 Temmuz’daki büyük direnişçilerin durumunu öğrenerek, 14 Temmuz’un Kürt ve Kürdistan açısından ne anlama geldiğini öğrenerek gerçekleştirebilirler.

14 Temmuz ölüm orucu sadece Kürt Özgürlük Hareketi açısından değil, Kürt halkı açısından da tarihi bir öneme sahiptir. Kürt gerçeğinde bir dönemeçtir. Kürt’ün iradesi, azmi ya 14 Temmuz’da kırılacaktı, ya da 14 Temmuz kırılmayan Kürt iradesini ortaya çıkararak Kürt ve Kürdistan tarihinde yeni bir dönüm başlatacaktı. 14 Temmuz direnişi kırılmayı değil, Kürt tarihindeki yeni bir yükselişi, yeni bir dönüm noktasını ortaya çıkarmıştır. Koşullar ne kadar umut kırıcı, baskı ve zulüm ne kadar zor olursa olsun, mücadele edilebileceğini, kazanılabileceğini 14 Temmuz direnişi ve direnişçileri göstermiştir.

Gerçekten Diyarbakır zindan koşulları zordur. Zorun zoru koşullara sahiptir. Bu yönüyle aslında bir nevi Kürdistan devriminin koşullarının yaşandığı bir yerdir. Kürdistan dünyanın en zorlu coğrafyasında, despotik devletler arasında zorun zoru bir siyasal ortamda yaşamaktadır. Etrafı Kürtleri yok etmek isteyen düşmanlarıyla çevrilidir. Kürtleri yok etmek isteyen despotik şovenist güçlerle karşısında sürekli olarak varlığı tehlike altında kalmıştır. O nedenle varlığını sürdürmek için çok büyük bir direnişe ihtiyaç duymuştur. İşte bu direnişin çıkış merkezi de Kürdistan devriminin bu zor koşullarının belki de daha zoru olan koşullara sahip olan Diyarbakır zındanı olmuştur. Bu yönüyle Diyarbakır zindanı, zindandaki duruş, ya da PKK'nin Amed zindanındaki tutumu geleceği belirleyecekti. Bu zorun zoru koşullarda PKK’liler direnebilecek miydi, bu direnme gücünü gösterebilecekler miydi, bu çok önemliydi. Dışarıda 12 Eylül askeri faşist cuntası Kürt halkının özgürlük umudunu bitirdiğini düşünüyordu, PKK'yi etkisizleştirdiğini düşünüyordu. Artık Kürdistan'da bir daha direniş olmaz biçiminde bir düşünceye sahipti. Daha doğrusu böyle bir durum ortaya çıkarmak için baskıyı, zulmü çok yoğun bir biçimde yürütüyordu.

14 Temmuz’da PKK'nin Önder kadroları Türk devletinin bu uğursuz amaçlarıyla hesaplaştılar. Koşullar ne olursa olsun biz direneceğiz, bu uğursuz amaçları başarısızlığa, yenilgiye uğratacağız, bu uğursuz düşünceler, amaçlar hedeflerine ulaşamayacak diye direniş başlattılar. 14 Temmuz direnişi, zorun zoru koşullarda mücadele edeceğiz, başaracağız, koşullar ne kadar zor olursa olsun mücadele ve direniş sürecek, Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamı mutlaka sağlanacaktır düşüncesiyle başlatılmıştır. Ve zorun zoru koşullarda bu direniş başarıyla sonuçlanmıştır.

Bu açıdan 14 Temmuz direnişinin zorun zoru olan Diyarbakır zindan koşullarında başarıya ulaşması, Kürdistan devriminin tarzını ortaya çıkarmıştır diyoruz. Kürdistan devrimi, 14 Temmuz’da ortaya çıkan direniş tarzıyla, ruhuyla zafere gidecek diyoruz. 14 Temmuz direnişinin, ruhunun ortaya çıkardığı Kürdistan devriminin tarzı hiç kimse tarafından yenilgiye uğratılamaz. Bu açıdan 14 Temmuz direnişi sadece Kürt Özgürlük Hareketi açısından değil, Kürt tarihi açısından da çok önemlidir. Çünkü Kürdistan'da zor koşullarda mücadele etmeyi göze almadan, zor koşullarda direnmeyi göze almadan, zor koşullara katlanmadan mücadele etmek, en küçük bir kazanım elde etmek, hak elde etmek mümkün değildir. Kürdistan'da ancak zor koşullarda mücadele edilirse değer kazanılabilir. Bunun dışında Kürdistan'da en küçük kazanım elde etmek bile mümkün değildir. Zor koşullar göze alınmadığı takdirde Kürt köle olmaya, Kürdistan sömürge kalmaya, hatta yok olmaya mahkumdur.

Kürdistan koşulları her zaman zordur, her zaman zor olacaktır. Bu açıdan zor koşullarda mücadeleyi göze alamayanlar Kürdistan'da hiçbir gelişmeyi yaratamazlar. Zaten düşman zalim olduğu için, zor olduğu için Kürdistan şimdiye kadar egemenlik altında kalmış, Kürt toplumu kölelik altında tutulmuştur. Bu, Kürdistan coğrafyasının kanunudur. Kürdistan coğrafyası en güzel yerdir, insanlığın ortaya çıktığı yerdir, ama diğer taraftan da dünya dengelerinin kurulduğu yerdir, devletçi ve despotik zihniyetin ortaya çıktığı yerin tam ortasındadır. Bu açıdan da en zor koşullarda bulunmaktadır. Bir taraftan Kürdistan coğrafyası bir şansı, bir güzelliği ifade ederken, diğer taraftan da Kürdistan coğrafyasının değeri, güzelliği saldırıları da arttırmaktadır, düşmanların iştahını da halen de kabartmaktadır. O nedenle de herkes burada egemen olmak istemiştir. Bu açıdan da Kürt’ün özgür ve demokratik yaşam mücadelesi, hatta varlığını sürdürme mücadelesi zor koşullar atlında sürmüştür ve sürmektedir. Bu nedenle zorun zoru koşulları olan Kürdistan coğrafyasında Kürdistan devriminin tarzı olacak, kanunu olacak tarzın ortaya çıkarılması çok önemlidir.

14 Temmuz ruhunun Kürt Özgürlük Hareketi'ne, Kürt halkına kazandırdığı en büyük değer budur. Bu direniş Kürt Özgürlük Hareketi'ne, Kürt halkına altın bilezik kazandırmıştır. Bu açıdan hareket ve halk olarak 14 Temmuz direnişçilerine çok şey borçluyuz. Onlar bize başarmanın da, kazanmanın da bütün imkânlarını vermişlerdir. Başarmanın ve kazanmanın anahtarını vermişlerdir. Artık bundan sonra yapılması gereken bize aittir, halka aittir. Çünkü önemli olan Kürdistan devriminin tarzını elde etmekti; Kürdistan devriminin nasıl başarılı olacağını bilmekti. Bunu 14 Temmuz direnişçileri, ruhu bize öğretmiştir. Yani Kürdistan'da her koşul altında ancak mücadele edilirse, bu irade ve kararlılık gösterilirse başarılı olunabilir gerçeğini bizlere göstermişlerdir.

Nitekim Kürt Özgürlük Hareketi şimdiye kadar zor koşullarda mücadele ederek, zor koşulları bir yılma, geri çekilme bahanesi yapmayarak, zor koşulları mücadele gerekçesi yaparak, zor koşulları PKK devrimciliğinin gereği olduğunu görerek mücadele edip Özgürlük Mücadelesi'ni geliştirmişler ve bugün Ortadoğu'da özgürlüğü ve demokrasisi için mücadele eden bir halk gerçeği ortaya çıkmıştır. İşte gelecek açısından bize umut veren, gelecekte de mutlaka başaracağımız ve kazanacağımız inancını bize veren bu tarihtir. Yani 14 Temmuz ruhuyla, 14 Temmuz’un yarattığı Kürdistan devriminin tarzıyla mücadele edilip başarmak 14 Temmuz direnişçileri şahsında ispatlanmıştır.

14 Temmuz ölüm orucu direnişinin örgütsel, toplumsal, siyasi ve askeri sonuçları ne olmuştur? Bunları izah eder misiniz?

14 Temmuz direnişinin önemli örgütsel sonuçları olmuştur. Zaten cezaevindeki baş aşağı gidişi, ortaya çıkan olumsuzlukları, baskıya dayanamayarak itiraf edenlerin itiraflarını geri almasını ve yeniden örgütle bütünleşmesini sağlamıştır. Bu açıdan cezaevinde yeniden PKK örgütlenmesi ortaya çıkmıştır. 12 Eylül’den sonraki saldırıların ortaya çıkardığı dağınıklık cezaevinde son bulmuştur. Diğer yandan bu durum kuşkusuz en fazla da örgütü etkilemiştir. 1982 ölüm orucu direnişinin başladığı yıllar, örgütün kendini toparlamaya başladığı, örgütsel toparlanma yaparak, eğitim yaparak, kadroları hazırlayarak mücadele yeniden başlatılmak istenmektedir. Ancak bu süreçte örgüt içinde 12 Eylül zulmünün, baskısının yarattığı etkiyle de hemen mücadele edilemez, “daha fazla beklemek gerekir”, hatta “Avrupa’ya gitmek, oralara yerleşmek gerekir” gibisinden ülkeye dönüşü engellemeye çalışan, ülkeye dönüşün mümkün olmadığını söyleyen, yine gözünü Avrupa’ya diken mülteci, tasfiyeci bir anlayış ortaya çıkmıştır. Örgütün yurtdışına çıkıp, hazırlanıp yeniden mücadele etme yaklaşımını, Önder Apo'nun bu yöndeki çabalarını boşa çıkarıp PKK'yi mültecileştirmek, diğer Kürt grupları ve Türk solu gibi tasfiye sürecine sokmak isteyen anlayışlar vardır. Önder Apo bunlara karşı büyük mücadele vermektedir. Kuşkusuz Önder Apo durumu hakimdir, örgütü toparlamaya çalışmaktadır, ama Türkiye'deki 12 Eylül faşist cuntasının yarattığı etkiyle Avrupa’nın, ABD'nin Kürt Özgürlük Hareketi karşısındaki tutumları nedeniyle ve örgütün aldığı darbeler sonucu tasfiyeci düşünce ve zihniyetleri savunan, mücadelesizliği öngören eğilimler kendisini konuşturmaktadır.

Kuşkusuz açıktan “devrimciliği bıraktık, mücadele etmeyelim” demeyen, ama zamana yayan, teslimiyeti, mücadelesizliği çeşitli gerekçelerle teorize eden yaklaşımlar örgütü zorlamaktadır. Türk sömürgeci devletinin Kürdistan'da hâkimiyetini sürdürdüğü, Kürdistan'da sessizlik yarattığı bir ortamda bu tür eğilimler varlığını sürdürmektedir. 14 Temmuz direnişçiliği buna büyük bir darbe vurmuştur. Bu tasfiyeciliğin kökünü kazıyacak bir duruş ortaya koymuştur. PKK Önder kadroları yaşamlarını ortaya koyarak her koşulda mücadele edilebileceğini, zorluklar karşısında teslim olmanın değil de direnişçi tutumun gösterilmesi gerektiğini yaşamlarını ortaya koyarak herkese göstermişlerdir.

Bu tabii ki en başta da örgütü etkilemiştir. 14 Temmuz direnişi, ülkeye dön çağrısı olmuştur; mücadele çağrısı olmuştur. Mülteciliğe karşı da mülteciliğin artık savunulamayacağı bir ideolojik, örgütsel ve siyasal duruş ortaya koymuştur. Zaten 14 Temmuz direnişinin en önemli yanı ideolojik duruşudur, siyasal duruşudur, örgütsel duruşudur. Sadece zindanda baskılara karşı bir direnişi ifade etmemektedir. Apocuların ve PKK’lilerin ruhuna uygun bir ideolojik, siyasi ve örgütsel duruş göstermiş ve böylelikle PKK içinde sokulmak istenen tasfiyecilik fitnesi, mültecilik fitnesi 14 Temmuz’la yerle bir edilmiştir. 14 Temmuz’la birlikte artık mültecilik ve tasfiyecilik savunulamaz hale gelmiştir. Çünkü en zor koşullarda direnerek mücadele edilip kazanılıyorsa, yine bu partinin en değerli kadroları, Önder kadroları yaşamlarını ortaya koyuyorsa, o zaman tüm kadroların yapması gereken ülkeye dönüştür, mücadeleyi yükseltmektir. Bu açıdan mülteciliğe karşı ülkeye dönüş çağrısı olan 14 Temmuz direnişçiliği ve ruhu örgütsel açıdan, siyasal ve ideolojik açıdan çok tarihi bir hamle olmuştur, çok tarihi bir duruş olmuştur. Böylelikle Önder Apo'nun örgütü  hazırlayıp yeniden mücadele etme, yeniden mücadeleyi geliştirme çabalarına en büyük desteği 14 Temmuz direnişçileri vermiştir, 14 Temmuz ruhu vermiştir. 14 Temmuz’un en önemli yanlarından biri, en önemli sonuçlarından birisi ülkeye dön çağrısıdır ve böylelikle de gerilla mücadelesinin başlatılmasında, gerilla mücadelesinin hazırlıklarının geliştirilmesinde en önemli katkıyı, en önemli duruşu 14 Temmuz direnişçiliği ortaya çıkarmıştır.

Örgütsel olarak böyle çok önemli sonuçları olmuştur. PKK'nin militan ve sempatizan yapısı 14 Temmuz ruhuyla şekillenmiştir. Artık bu moral değerlerle yüklü bir örgüt gerçeği vardır. Her türlü direnişi gösterecek, her türlü başarıyı yaratacak moral değerler 14 Temmuz ruhunda ve direnişçiliğinde vardır. Bu açıdan 14 Temmuz, PKK'nin moral değerlerini en yükseğe çıkaran, PKK'nin moral değerlerini çok zengin kılan, her türlü zor ve baskı karşısında ayakta kalacak bir moral düzeyi ortaya çıkaran bir direniş gerçeği olmuştur.

Bu topluma da yayılmıştır. Toplum o zor koşullarda büyük bir baskı altındadır. Baskılar karşısında bunalmıştır. Ne düşüneceğini bilemez duruma gelmiştir. Umudu kırılmak üzeredir. Askeri ve siyasi baskı altında toplum nefes alamaz hale getirilmiştir. Zaten 12 Eylül bir nevi 1970-1980 dönemleri arasında yükselen Özgürlük Hareketi'ni, PKK'yi tasfiye ederek toplumda bir kırılma yaratıp, bunun üzerinden de kültürel soykırımı tamamlamak ve Kürdistan'ı tamamen Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirmek istemiştir. Nasıl ki 1938’lerde Dersim’de katliam yapıp Dersim halk önderlerini katlederek irade kırıp, umutsuzluk yaratıp onun üzerinden Dersimi Tuncelileştirerek yani kimliğini, kültürünü yok ederek Türkleştirmeyi geliştirmek için özel bir çaba göstermişlerse, bunun daha geniş boyutlusu Kürdistan çapında 12 Eylül Faşist Askeri darbesi sonrası gerçekleştirilmek istenmiştir. Tüm Kürdistan'ı 12 Eylül’den sonra yaratacakları pasifikasyon, yıldırma ortamında tamamen Türkleştirip Kürt sorunundan kurtulmak istemişlerdir.

Böyle yoğun bir siyasi ve askeri baskı yürütmüşlerdir. Diğer yandan toplumu Kürtlükten koparacak toplumsal ve kültürel faaliyetler planlı bir biçimde arttırılmıştır. İşte 14 Temmuz direnişçiliği 12 Eylül’ün toplumsal alandaki, toplum içindeki bu amaçlarına da büyük bir darbe vurmuştur. Kürt Halkına 12 Eylül’den önce söz veren, koşullar ne olursa olsun biz mücadele edeceğiz, sömürgeciliği ortadan kaldıracağız, Kürdistan'ı özgürleştireceğiz, Kürt’ü yeniden var edeceğiz diyerek mücadeleye başlayan PKK bu sözünü tutmuştur. Yani sözü ile pratiği bir olmuştur. 12 Eylül öncesi verdiği sözü en zor koşullarda pratikleştirmiştir. Bu tutum Kürt toplumunu derinden etkilemiştir.

Kürt toplumunda,  Kürt halkında eğer PKK o zor ve imkânsız koşullarda mücadele ediyorsa, direniyorsa o zaman başka koşullarda da mücadele edebilir ve bu mücadeleyi başarıya götürebilir inancı gelişmiştir. Ve Kürt toplumunun kendisine gelmesini sağlamıştır. 14 Temmuz, bir nevi bir şok etkisi yaratarak Kürt toplumunda koşullar ne kadar zorlu olursa olsun varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama kararlılığı geliştirmiştir. Bu çok önemli bir gelişmedir. Eskiden biraz zorluk gördü mü, biraz sıkıntı gördü mü sinen toplum, artık zorluk ve sıkıntı gördüğünde bunun bir mücadele gerekçesi olması gerektiğini öğrenmiştir. Artık koşullar ne olursa olsun direnme kültürünü bu halk öğrenmiştir. Bu açıdan 14 Temmuz ruhu Kürt halkında yeni bir kültür, yeni bir duygu anlamında önemli değişiklikler yaratmıştır. Toplum 12 Eylül zulmü ve baskısı karşısında ayakta kalınabileceğini öğrenmiştir. Nasıl ki zindanda 14 Temmuz  sonrası işkencenin, copun, baskının etkisi eskisi gibi olmuyorsa, tutsaklar artık zulüm ve baskı karşısında sinmediği gibi aksine direnme ruhu, azmi gelişmişse, benzer bir durum da Kürdistan toplumu içinde gelişmeye başlamıştır. Bu yönüyle de Kürdistan toplumunda yaratılan kırılma tersine çevrilerek Kürdistan'da yapılan baskı da zulüm de öfkeye dönüştürülmüş, bu öfke temelinde de gelecekte büyük bir halk örgütlenmesinin, direnmesinin temelleri atılmıştır.

14 Temmuz ölüm orucunun siyasal ve askeri sonuçları ne olmuştur?

Kuşkusuz 14 Temmuz’un siyasal sonuçları olmuştur. Her şeyden önce o güne kadar kendisini başarılı gören, başarılı sayan, her türlü direnişi ezdiğini düşünen askeri cunta Diyarbakır zindanı şahsında 12 Eylül direnişi karşısında yenilgiye uğramıştır. Hem Kürdistan'daki amaçları bakımından yenilgiye uğramıştır, hem de Kürdistan ve Türkiye'de yeni bir düzen kurarak Türkiye’yi 40-50 yıl böyle bir siyasal sistemle götürme planları, hedefleri bozulmuştur. Aslında 12 Eylül’ün yenilgisi ve başarısızlığının başlangıcı 14 Temmuz direnişidir. Bunun somut ifadesi zindanda görülmüştür. 14 Temmuz’dan sonra, o güne kadar zindanda baskı yapan, zulüm yapan, görülmedik işkenceleri uygulayan, tüm işkenceleri yöneten Esat Oktay bir daha  zindana uğramamıştır. Çünkü o şöyle diyordu; “hepinizi teslim alacağım, hepiniz benim dediğim gibi olacaksınız, öyle ki bu zindandan bile çıkamayacaksınız”. Yani “sizleri öyle bir hale getireceğim ki, topluma çıkacak yüzünüz kalmayacak” diyen Esat Oktay Yıldıran 14 Temmuz direnişinden sonra tutsakların karşısına çıkamamıştır, yüzüne bakacak gücü kendinde görememiştir. Çünkü yenilgiye uğramıştır.

Benzer bir durum dışarıda cunta için geçerlidir.  Cunta o güne kadar, “ben geldim Türkiye ve Kürdistan'ı huzura kavuşturdum”, diyordu. Kendisini kahraman olarak gösteriyordu. Türkiye toplumuna ve halkına zulüm yapan 12 Eylül cuntası, sanki Türkiye'ye huzur getiren bir güçmüş gibi kendini lanse ediyordu. 14 Temmuz direnişçiliği bunları yerle bir etmiştir. Nasıl bir faşist düzen, nasıl bir işkence düzeni, zulüm düzeni olduğunu tüm dünyaya göstermiştir. Kısacası 12 Eylül askeri faşist cuntasının karizması 1982 14 Temmuz’unda başlayan ve başarıyla sonuçlanan ölüm orucu direnişiyle çizilmiştir. 14 Temmuz ölüm orucu direnişiyle sadece sömürgeci TC’nin değil tüm küresel egemenlikçi güçlerin bütün planları altüst edilmiştir. Kürdistan'da hakim kılınmak istenen pasifikasyona, zulme karşı öfke açığa çıkarılmıştır. PKK bu direnişle her türlü zulme karşı mücadele edeceğini ve kazanacağını ortaya koyarak daha da büyümüştür. Bu anlamda 14 Temmuz PKK'nin ideolojisinin, düşüncesinin, pratiğinin en güçlü pratikleşmesi olmuştur. 14 Temmuz direnişiyle PKK Kürt toplumu ve dünya karşısında direnişçi karakterini, mücadeleci karakterini, özgürlükçü karakterini ortaya koyarak cuntanın hedeflerini boşa çıkarmıştır.

Cunta, Kürdistan'da teşhir olmuştur, dünyada teşhir olmuştur. Ortadoğu'da başarılı olduğunu düşünen cunta karşısında bir Kürt halk gerçekliği olduğu, bir PKK gerçekliği olduğu görülmüştür. Faşist cuntanın dikensiz gül bahçesinde yürüdüğü gibi bir ortam olmadığını herkese göstermiştir. Bu yönüyle askeri cuntanın teşhir olmasında, gerçek yüzünün açığa çıkmasında önemli rol oynamıştır. Bu nedenle de 12 Eylül cuntası 14 Temmuz direnişinden sonra karizmasının çizildiğini, daha fazla yıprandığını, askeri bir idare olarak kaldığı müddetçe etkisinin kırılacağını, toplum tarafından kabul edilemeyeceğini görerek yeni bir planlama yapmak zorunda kalmıştır. 14 Temmuz direnişi ve bunun yarattığı etki sonrası kurduğu düzeni sivil yüzlere teslim etmek zorunda kalmıştır. Bir anayasa referandumu ile yeni bir anayasal düzen oluşturup sivillere teslim ederek kendini kurtarmaya çalışmıştır. 14 Temmuz’un böyle bir siyasi sonucu olmuştur. 14 Temmuz’a karşı Türkiye ve Kürdistan toplumundaki uyanışı da açığa çıkarmıştır.

Türkiye ve Kürdistan'da askeri olarak Türk devletinin bir hâkimiyeti vardı. 14 Temmuz direnişinin gerillaya yönelik ülkeye dönüş mesajı nedeniyle gerilla hazırlıklarını, çalışmalarını daha da hızlandırmıştır. Yani 14 Temmuz Direnişi PKK'nin II. Kongresinde aldığı ülkeye dönüş kararını güçlendirmiştir. 14 Temmuz direnişinden sonra tüm kadrolar bir an önce ülkeye dönme heyecanı yaşamaya başlamışlardır. Artık mültecileşme eğiliminin sesi çıkmaz hale gelmiştir. 14 Temmuz direnişinin yarattığı etkiyle yapılan hazırlıklar yavaş yavaş ülkeye aktarılmaya başlanmıştır. 1982’in sonu ve 1983’ün başı bu hazırlıkların yoğunlaştığı süreç olmuştur. 1983’te gerilla grupları daha yoğun bir şekilde ülkeye aktarılmaya çalışılmıştır. Hem Güney Kürdistan'da hem de Kuzey Kürdistan'da gerilla hazırlıkları güçlendirilerek bir hamle yapma hazırlığı içine girilmiştir. Tüm bu çalışmalarda 14 Temmuz’un yarattığı moral değer, ruh, militan gerçeklik etkili olmuştur. Bu açıdan 12 Eylül faşist darbesi askeri gücüyle tüm Kürdistan'ı ve Türkiye’ye hakim olup ölüm sessizliğinde bir ülke yaratmak isterken, 14 Temmuz direnişi buna karşı gerillayla cevap vermeye çağrısı olmuştur. Nitekim Türk devleti bu gerçekliği görerek 1983 yılında büyük bir gürültüyle Güney Kürdistan'a Güneş adı altında askeri bir harekât yapmıştır. Yüzlerce, hatta binlerce PKK gerillasının öldürüldüğü, diğer örgütlerden de öldürüldüğü, örgütlerin tasfiye edildiği, etkisizleştirildiği basına yansıtılmıştır. Bu gerçeklik 12 Eylül askeri cuntası karşısında bir ölüm sessizliğinin artık olmadığını, NATO’nun ikinci büyük ordusu olan Türk ordusunun büyük bir propagandayla askeri harekât yapmasına vesile olacak kadar bir alternatif gücün tarih sahnesine çıkmaya başladığını ortaya koymuştur.

1983 harekâtı aynı zamanda Türk devletinin PKK'nin yaptığı hazırlıkların kendisi açısından tehlike anlamına geldiğinin farkında olduğunu göstermektedir. Diğer yandan sömürgeci TC’nin en küçük bir Kürt kıpırdamasına, Kürtlerin en küçük bir  örgütlenmesine bile tahammül edemediğini ortaya koymaktadır. 1983 Güneş harekatındaki o gürültülü propaganda ve harekat aslında bu iki duyguyla yapılmıştır. Hem tehlikeyi hissetme, hem de en küçük bir Kürt kıpırdanışını Türk devletinin kabul edemeyeceğini, ezileceğini göstermek istemiştir. Böylelikle 14 Temmuz ruhunun Kürt Özgürlük Hareketi'nde, Kürt toplumunda yarattığı etkiyi kırarak daha ilk başlangıcında ürkütmek, korkutmak, vazgeçirmek istemiştir. Ama 14 Temmuz ruhu, zor koşullarda direnmenin ve başarmanın ruhudur. Bu ruhla dolu olan  Kürt Özgürlük Hareketi, Kürt halkı bu tür operasyonlar karşısında bırakalım yılmayı, daha fazla mücadele etme  kararlılığına ulaşmıştır.

14 Temmuz direnişinin yaşam ve mücadele felsefesi hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Kuşkusuz 14 Temmuz’un yaşam ve mücadele felsefesi açısından öğrettikleri çok büyüktür. Aslında Kürt’ün yeni yaşam felsefesi, 14 Temmuz’da yaşamını yitiren Kemallerin, Hayrilerin, Kemallerin, Akiflerin, Alilerin yaşam ve mücadele felsefesi olmalıdır. Kürt’ü özgür ve demokratik yaşama kavuşturacak olan da bu mücadele felsefesidir. Kürt halkını bugünden başlayarak tüm zamanlarda özgür ve demokratik yaşama kavuşturacak ve bu temelde Ortadoğu halklarının öncüsü haline getirecek olan da bu yaşam ve mücadele felsefesidir. M. Hayri Durmuş ve Kemal Pir yoldaşların söylediği birkaç söz üzerinde yaşam ve mücadele felsefesini değerlendirmek yerinde olur.  Hayri Durmuş “Mezarıma halkına karşı borçludur yazın” derken, Kemal Pir ise “ben yaşamı uğruna ölecek kadar seviyorum” demiştir. 14 Temmuz direnişine başladıktan sonra Kemal Pir’in ölüme doğru giderken “oh be, özgürlük ne kadar  güzel!” demesi, yine tüm direnişçilerin şehadetleri yaklaştıkça moral düzeylerinin yükselmesi, rahatlamaları, insanlığa, halka, Önderliğe ve örgüte karşı sorumluluklarını yerine getirmenin huzuruyla ölümü karşılamaları, bu Önder kişilikler şahsında 14 Temmuz direnişçiliğinin yaşam ve mücadele felsefesini ortaya koymaktadır.

Kuşkusuz yalnız Hayri ve Kemal değil, Akif ve Ali de aynı yaşam ve mücadele felsefesi içindedir. Akif Yılmaz ölüm orucundan önce büyük bir işkence ve baskıyla itirafçı yapılmaya zorlanmıştır. Bu büyük devrimci itirafçılaştırılarak kendi gerçeğine, değerlerine, halkına, insanlığa ihanet ettirilmek istenmiştir. Bu yönlü zorlanma karşısında Akif Yılmaz’ın işkencecilere, zulüm yapanlara karşı verdiği cevap gerçekten ürpertici ve çarpıcıdır. “Anamla zina yapar, ama sizin dediklerinizi yapmam” diyecek kadar nasıl bir özgürlük mücadele ve yaşam felsefesine sahip olduğunu göstermiştir. Burada tabii ki Akif Yılmaz o sözü söylerken çok zor ortamda, düşman işkencesi altında düşmana “sizin dediğinizi yapmam, benden vazgeçin” demek için bunu söylemiştir. Yani son sözünü söylemiştir. Bu sözden öte söyleyecek bir sözüm olabilir mi? “Ben sizin karşınızda bırakalım teslim olmayı, size karşı direneceğim, size direnmekten başka bir yaşam ve mücadele felsefem yoktur” demiştir. Bu tabii ki Akif Yılmaz açısından gerçekten nasıl bir özgürlük tutkusuna sahip olduğunu, nasıl bir halk sevgisi, nasıl bir insan sevgisi, nasıl bir toplum sevgisi olduğunu ortaya koymaktadır. Yoksa buradaki o sözü söylerken bir büyük bir acı duymuştur, ama düşman karşısındaki kendi duruşunu en çarpıcı biçimde ifade etmeyi öyle düşündüğü için o kelimeler ağzından çıkmıştır. Bu gerçekten militan ruhlu, temiz duygulu, yoldaşlarına ve hareketine bağlı, yoldaşları ve hareketi için her şeyi veren bir arkadaşın nasıl bir yaşam ve mücadele felsefesine sahip olduğunu çok iyi göstermektedir.

Ali Çiçek Yoldaşın ölüm orucuna giderken bütün yoldaşlarını, arkadaşlarını kurtaracak biçimde poliste tek bir kelime konuşmadığı halde, poliste hiçbir olayı kabul etmediği halde mahkemede bütün olayları üstlenmesi de onun duruşunu ifade etmektedir. Bilindiği gibi bir çok kişi poliste çözülmüş ve Ali Çiçek poliste tek kelime söylememiştir. Ama mahkemede bütün arkadaşlarını, yoldaşlarını kurtarmak için ölüm orucunu açıkladığı zaman bütün olayları bu işi ben yaptım diyerek üslenmiştir. Yani Ölüm yolculuğa çıkarken bile örgüte, yoldaşlarına bir hizmet yapmak istemiştir.

Öte yandan Ali Yoldaş örgüte ve arkadaşlarına çok bağlıdır. Kemal Pir onun için bir idoldür. Kemal bir özgürlük, demokrasi ve sosyalizm kutubudur, yıldızıdır. Ali Kemal’i böyle görmektedir. Bu nedenle de Kemal ölüm orucuna başlar başlamaz hemen arkasından, derhal kendisi de ölüm orucuna başlamıştır. Yani yaşam ve mücadele felsefesine, yoldaşlığa, örgüte bağlılığını, yaşam ve mücadele felsefesinin yoldaşlıkla, örgütle nasıl olabileceğini göstermesi açısından da Ali’nin bu yaşam ve mücadele felsefesini ortaya koyuşu çarpıcıdır. Ali zaten bir gençlik önderidir, gençliğin temsilcisiydi. Bir genç olarak halkının bütün sorumluluğunu, yükünü omuzlarında hissediyordu. Bir genç olarak bütün yaşamını bu halka adamak, halkın bütün acılarını kendi omuzlarına yüklemek isteyen bir yaklaşımı vardı. Onun yaşam felsefesi halkı için yaşamaktı. Mücadele felsefesi ise bütün örgütün yükünü, acısını sırtında taşımaktı. Gençliğin görevinin, rolünün bu olduğunu düşünüyordu. Genç olmak, sorumluluk duymak,  halkın bütün acılarını yüklenmek, bütün mücadelesini yüklenmek, neredeyse herkesin yapacağı mücadeleyi tek başına yapmak, bütün herkesin acısını tek başına yüklenmek gibi bir yaklaşıma sahipti.

Tüm bunlar 14 Temmuz direnişçilerinin yaşam ve mücadele felsefesini oluşturmaktadır. Kemal Pir ölüm orucunda gözlerini kaybetti. Doktor “gel erkendir, tedavi olursan gözlerini iyileşir” dediğinde, büyük bir tepki göstermiştir “beni olduğum gibi kabul ediyor musunuz” demiştir. “yoksa Kemal’in gözü olsun iradesi olmasın, Kemal’in gözü olsun Kemal’in kişiliği, düşüncesi olmasın; ben böyle Kemal istemiyorum” demiştir. Böylelikle de nasıl bir yaşam felsefesine sahip olduğunu ve yaşama nasıl baktığını ortaya koymuştur. Bir kişinin yaşamıyla, kişiliğiyle ve düşündüğü özgür ve demokratik yaşam arasındaki bağı kurma açısından bu duruşu da çok çarpıcıdır.

Hayri de örgütün bilge kişisidir; 14 Temmuz direnişinin öncüsüdür, önderidir. Herkesin cezaevinde bir şey sorulduğunda “Doktor bilir”, yani Hayri bilir dediği bir kişiliktir. Hiçbir koşul altında, zorluklar altında o bilge kişiliğini, sabrını, olgunluğunu yitirmemiştir. Her saniyesi “örgütün mücadelesini nasıl başarıya götürürüm” düşüncesiyle geçmiştir. Bunun için de sürekli olarak “sorumluluğumu nasıl başarılı biçimde yürütürüm, zindandaki bu direnişi nasıl en iyi sonuca götürebilirim”  diye düşünmüştür. Bu özellikleri ile Hayri yoldaş, zindandaki kadrolarımızın, yurtseverlerimizin, dostlarımızın daha fazla kayıp vermeden, acı çekmeden ama direniş içinde tutarak onlar üzerindeki baskı ve zulmü nasıl azaltabilirim yaklaşımıyla hareket etmiştir. O, bir arkadaş işkence gördüğünde, acı çektiğinde bunu kendi vücudunda ve yüreğinde hissetmiştir. Ve hep böyle yaşamıştır. Örgütüyle yaşamıştır, halkıyla yaşamıştır. Dışarıda halkın acılarını, içeride yoldaşların acılarını, yine ülke dışına çıkan örgütün yaşadığı sorunları hep yüreğinde hissetmiş ve buna uygun davranmaya çalışmıştır.

Bu nedenle de yaşamlarını anlamlandırmak onlar için önemlidir. Zor koşullarda o durumda yaşamlarını ortaya koymaktan başka çareleri olmadığını görmüşlerdir. Herkesten önce kendilerinin bu keskin mücadele içine girmesi, yaşamlarını ortaya koyması kararına varmışlardır. Kendi yaşamlarını ortaya koyma zamanın geldiğini görmüşlerdir. Kendilerinin mücadelenin en ön safında yer alarak fedaice mücadele etmenin gerekli olduğunu görmüşlerdir. Böylelikle 14 Temmuz’da mücadelenin en ön safına girerek, en ön safta mücadele ederek yaşamlarını anlamlandırmış, halkın, hareketin ihtiyacı olduğu anda mücadelenin ateşi içine girmişlerdir. Bu bakımdan da hem PKK kadrosunun sorumluluk ve ciddiyetiyle hareket etmişler, hem de PKK Önder kadrolarının hangi zamanda, nasıl davranması gerektiğini ortaya koyarak mücadele tarihimizde mücadele ve yaşam felsefesi açısından çok çarpıcı örnekler olmuşlardır. Onların yaşamı ve mücadele felsefesi bugün tüm Kürt halkının yaşam ve mücadele felsefesine yön vermektedir, tüm gençliğin yaşam ve mücadele felsefesine yön vermektedir. Tüm kadınların yaşam ve mücadele felsefesine yön vermektedir ve tüm PKK militanlarının yaşam ve mücadele felsefesine yön vermektedir. Eğer bugün Önder Apo zindanda büyük bir mücadele yürütüyorsa, yaşam ve mücadele felsefesi açısından dünya tarihine örnek oluyorsa, bunun nedeni hem 14 Temmuz yaşam ve mücadele felsefesini yaratmada en önemli rolü oynamasıdır, hem de 14 Temmuz’un yaşam ve mücadele felsefesiyle beslenerek onu  en yüksek düzeyde temsil eden bir Önderlik gerçeğine sahip bulunmasıyla ilgilidir. Önder Apo’nun İmralı’daki duruşunu hem 14 Temmuz ruhunu yaratan, hem de 14 Temmuz ruhunu en iyi biçimde temsil eden bir kişilik ve Önderlik gerçeği olarak görmek, oradaki yaşam ve mücadele felsefesini bu temelde anlamlandırmak gerekmektedir.  

Amed zindanında ortaya çıkan direniş ve ihanet çizgisi nasıl somutlaşmıştır?

Amed zindanı, direnişin de, ihanetinde çarpıcı bir şekilde ortaya çıktığı bir mücadele alanı olmuştur. Zaten Sömürgeci Türk devleti, politikasını esas olarak PKK tutsakları üzerinde yürütmüştür. PKK’nin önder kadroları ve kadrolar üzerinde baskı yaparak teslim alarak düşüncelerinden vaz geçirmek ve kendi örgütüne toplumuna ihanet eder konuma getirmek için sistematik bir vahşet uygulamıştır. Bu açıdan PKK kadrolarına, önderlerine uygulanan politika farklı olmuştur. Direnen de zaten PKK olmuştur. Türkiye solundan Orhan Keskin gibi tek tek direnenler olmuştur. Yine Türkiye solundan TKP/ML TİKKO o zaman grup olarak yakalanmışlardı. Onlar da direnişe sayıları azdı ama katıldılar. Bu yönüyle direnişçi bir tutum içinde oldular. Böyle demek doğrudur. Belki sayıları azdı. Bütün direnişlerin içinde yoklardı ama özellikle 82 direnişine bir arkadaşları katılmıştı. 84 ölüm orucunda daha fazla arkadaşları katıldılar ve sonuna kadar da götürdüler. Bunun dışında Kürt grupları kesinlikle direnme içinde olmadılar. 1980 yılında biz ilk direniş teklifini götürdüğümüzde onlar; “Cunta gelmiştir, şu anda direnmeye gerek yok. Öyle sizin belirttiğiniz gibi çok fazla da tutsakların üzerine gelemezler. Dünya kamuoyu buna müsaade etmez” diyerek direnişe katılmadılar. Ve kendi teslim olmalarını da normal gördüler. PKK ise direndi. Ve direniş kırıldığında ise direnmeme durumunu meşru ya da doğru görmedi. Direnmediği her günü kendisi için lanetli bir gün olarak gördü. Kendi kendisine sitem etti. Ve sürekli bir özeleştiri içinde olarak kendi durumunu mahkum etti. Kabul edilemez gördü. Direnmediği günleri devrimciliğe ve Kürt halkına layık olamama olarak değerlendirdi. Bu tutum, PKK önder kadrolarında ve kadrolarında ister istemez bu durumdan çıkmak ve bir direniş geliştirmek eğilimini ortaya çıkardı. Diğer gruplarda ise teslimiyeti direnmemeyi, normal görme vardı. PKK önder kadroları normal görmediler. Kendilerini lanetlediler. Bu tabi PKK ile diğer örgütler arasındaki farkı ortaya koyuyordu. Bu nedenle de düşman en fazla direnen mücadele etmek isteyen PKK önder kadroları ve kadroları üzerine geldi. Esas onları hedefledi. Onları itirafçılaştırmak ve pişman ettirmek istedi. Bunun sonucunda PKK’de ihanetler çıktı ama ihanetleri kat be kat aşan direniş gerçeği ortaya çıktı. Bu çerçevede direniş ve ihanet gerçeği aslında Kürdistan gerçeğinde çarpıcı bir biçimde her zaman ortaya çıkmıştır. Direnmeyenlerin, direnişi gerekli görmeyenlerin zaten itirafçı olma, teslim olma gibi bir sorunları yoktu. Onlar zaten gönüllü olarak direnmiyorlardı. Direnişi gerekli de görmüyorlardı. Zaten Türk devletine karşı mücadeleleri dışarıda da içeride de keskin olmadı. Bu açıdan dışarıdaki ideolojik siyasi, örgütsel durum tutum ne olduysa aynısı içeride de gerçekleşti. Her örgütün cezaevindeki tutumu dışarıdaki siyasi-ideolojik-politik-örgütsel yaklaşımın izdüşümü oldu. Kuşkusuz PKK yapısı ve kadroları içinde ihanetçiler de çıktı. Şahin Dönmez, Yıldırım Merkit, Hıdır Akbalık gibi her gruptan Urfa,  Amed, Elâzığ, Siirt, Batman, Mardin grublarından da birkaç kişi itirafçı oldular, ihanete gittiler. Yoğun baskılar sonucu bunlar gerçekleşti. Özellikle Elazığ grubu üzerinde özel bir baskı uyguladılar. Yine Amed grubu üzerine de yüklendiler. Bütün amaç itiraf ettirip topluma olumsuz bir biçimde yansıtmaktı. Ancak sonuç olarak başarılı olamadılar. Zaten 14 Temmuz Direnişi’nden sonra birkaç kişi dışında itiraf edenlerin çoğu itiraflarını geri aldılar. Ve direniş çizgisi Amed’de hakim oldu. 14 Temmuzda, öncesi ve sonrasında direnenler yaşamını yitirenler oldu. İhanet edenler de tabi cezasız kalmadı. Yıldırım Merkit de, Şahin Dönmez gibi örneklerde de görüldüğü gibi ihanet cezasız  kalmadı. PKK zaten çıkışından itibaren ihaneti cezalandırma hareketiydi. Bu yönüyle kendi içinde çıkan ihaneti de affetmedi. Böylelikle Amed’de keskin bir direniş ve ihanet gerçeği en somut biçimde ortaya çıktı. Direnenler yaşamlarını verip kahraman olurken ihanet edenler de hak ettikleri biçimde cezalandırıldılar. İhanet edenlerin yaşayanları ise, kendi kimliğinden, sosyalizmden, Kürtlüğünden vaz geçerek tümden  düşkün bir kişilik olarak sömürgeci devletin piyonu olarak tamamen çanak yalayıcı haline geldiler. Ama buna karşı 14 Temmuz ruhunun harekete geçirdiği ve ihanet ezecek güçte de olan direnen bir halk gerçeği ortaya çıktı. Bu nedenle Kürdistan toplumu açısından ihanet ve direniş çizgisinin nasıl somutlaştığı yine Diyarbakır zindanında görülebilir. Zaten direnişin geliştiği dönemlerde ihanet gündeme gelmektedir. Direnilmediği teslim olunduğu ya da direnmeyenlerin olduğu bir ortamda ihanet olmaz. İhanet derken neyi hatırlıyoruz. Şeyh Sait İsyanı’ndaki, Dersim Direnişi’ndeki ihanetçileri biliyoruz. Çünkü bu dönemler direnişin olduğu dönemlerdir. Normal dönemlerde ya da direnişin olmadığı dönemlerde hangisinin direniş, hangisinin teslimiyet ya da ihanet olduğu net olmadığından direniş çizgisi de ihanet çizgisi de net olarak ortada görülmez. Ama Amed zindanında direnişin sert sürdüğü ortamda ihanet çizgisi de direniş çizgisine en net biçimde ortaya çıkmıştır. Bu aslında olumlu bir gelişmedir. Direniş ve ihanet çizgisinin netleşmesi kadar güzel bir şey olamaz. Kötünün ne olduğunu bilmek, iyinin ne olduğunu bilmek kadar Kürt halkını özgür ve demokratik yaşama götürecek başka bir durum olamaz. Bir toplumda direniş ve ihanet netse, orada demokratik ve özgür yaşama  kavuşma, baskı ve zulümden kurtulma mücadelesi var demektir. Ama direniş ve ihanet çizgisi muğlaksa, orada toplumlar üzerinde egemenlik ve baskı normalleşmiş demektir. Orada yok oluşa gidiş, teslimiyet-ihanet normalleşmiştir demektir. Bu yönüyle de Amed zindanlarında ihanet gerçekliğinin net ortaya çıkması bile başlı başına direniş çizgisinin Amed’de ne kadar güçlü ve boyutlu olduğunu göstermektedir.

14 Temmuz direnişçilerinin devrimci kişilik özellikleri hakkında neler söyleyebilirsiniz

Tarihi dönemeçler kendilerine uygun kişilikleri de ortaya çıkartırlar. Ya da tarihi kişilikler duruşlarıyla tutumlarıyla tarihte yeni bir dönemin başlatıcısı olurlar. Kemal Pir, M.Hayri Durmuş, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek arkadaşlar farklı özelliklere sahip yoldaşlardı. Bu özellikler zaten PKK'nin kişiliğini kimliğini oluşturmuştur. Yine halkın yeni dönem kültürü ve yeni dönem kişiliğinin şekillenmesinde de bunların özellikleri etkin olmuştur.

Bilgece bir yaşam ve şehadet

Hayri Durmuş, çok farklı bir yoldaştı. PKK öncü kadrosuydu. Partinin kurucularındandı. Genç yaşta olgunlaşmış bir arkadaştı. Sanki kırk yıllık siyaset içinde örgüt yönetmiş ve kendisini yetiştirmiş ve olgunlaştırmıştı. Böyle bir kişiliğe sahipti. Bu yönüyle çok özel bir arkadaştı. Kemal Pir’in bile bir soru sorulduğunda “bana sormayın Doktor ne derse doğrudur. Doktorun dediklerine katılıyorum” demesi Hayri Durmuş’un arkadaşlar üzerinde nasıl bir inandırıcı etki bıraktığını ortaya koymaktadır. Düşünürken, tartışırken, karar alırken hesap-kitap yapar en uygun kararı vermeye çalışırdı. Bu yönüyle, her örgüt açısından doğru tarzın-doğru duruşun ortaya çıkması, istikrarlı bir mücadelenin gelişmesi için olması gereken bir kişilik olarak tanımlamak mümkündür. Mehmet Hayri Durmuş bu özellikleriyle sağduyunun kişiliğiydi. Onda büyük bir militan duruş ve inanç vardı. Ama bu büyük militan duruşun ve kararlılığın yanında soğukkanlı sağduyulu bir yaklaşım da vardı. Bu militanlığın, kararlılığın, sağlam duruşun, sağduyu ve soğukkanlılıkla birleşmesi kadar değerli bir şey olamaz. İşte bu değerli özellikleri yan yana getirmiş ve kendi kişiliğinde somutlaştırmış bir arkadaştı. Bu açıdan Diyarbakır’da zindan direnişinin başına getirilmesinde, örgüt kültürünün ve yaşamının gelişmesinde Hayri Durmuş arkadaşın yaklaşımı gerçekten çok çok önemlidir. Yaşamı bilgece olduğu gibi şehadete gidişi de bilgece olmuştur. Şehadete giderken bile hep örgütü düşünmüştür. Arkadaşlarına çeşitli konularda düşünce belirtmiştir. Bu yönüyle son nefesine kadar örgütsel görevlerini, yöneticilik görevlerini, sorumluluklarını yerine getirmiştir. Bu düzeyde sorumluluk duygusu, disiplini, ciddiyeti yüksek bir önder kadroydu. Bu açıdan da büyük bir kayıp olmuştur.

Devrim abidesi Kemal Pir

Kemal Pir,  daha farklı özellikleri olan bir arkadaştı. Coşkusunu, heyecanını saçından tırnağına kadar dışa vuran bir devrim abidesiydi. Yerinde duramayan bir kişilikti. Ondaki devrimci coşku ve heyecan, enerji sürekli onu hareketli kılardı. Mutlaka propaganda yapardı, eğitim yapardı, örgütlenme yapardı. Yaşamda hep öyleydi. Eğitim örgütleme ve eylemi iç içe olan bir arkadaşımızdı. Bütün görevleri aynı anda yapabilirdi. Şimdi bu tür kişiliklere sanırım hiperaktif kişilik mi deniliyor. Ama gerçekten çok aktifti. 

Durgunluk ona gerçekten yakışmazdı. Mücadelesinin bir saatini bir gün gibi geçirirdi. Bir gününü bir haftasını bir yıl gibi geçirirdi. Yılı bir haftanın bir günün içine doldururdu. Böyle enerjik bir arkadaştı. Duygularını hemen açığa vurur dışa vururdu. Kemal Pir duygularını saklamazdı. Hayri daha soğukkanlı sakinken Kemal öyle değildi. Duygularını hemen açığa vururdu. Tepkilerini hemen ortaya koyardı. Ama çok pratik zekalıydı. Olayları anlama kavrama tepki gösterme hızı çok çok yüksekti. Bir nevi yaşamında pratikte nasıl hareketli ve canlıysa beyni de öyleydi. Beyni de hızlı çalışır doğru çalışır doğru karar verirdi. Zekasını her türlü davranışında sözünde tutumunda rahatlıkla görülebilirdi. Kemal Pir gerçekten çok etkileyici bir kişilikti. Kemal Pir’in konuşup da etkileyemeyeceği bir kişilik mümkün olamazdı. Özellikle gençleri çok fazla etkilerdi. Herhalde Kemal Pir gibi birkaç komutan olsaydı, bugüne kadar Kürt Özgürlük Hareketi yarattığı değerlerin on katı yüz katı değerler yaratırdı. Başarılar elde ederdi. Kemal Pir’in yanında en korkaklar bile devrimci olurdu. Herkes yiğit olurdu herkes devrimci olurdu. Herkes mücadeleye bütün varını yoğunu katardı. Böyle toplumu insanları harekete geçiren büyük bir güçtü. Büyük bir ajitatördü, propagandacıydı. İnsanları etkileme gücüne sahipti. Bu da bir gerçekten yetenekti. Kemal ile yaşayıp Kemal’i sevmeyen Kemalden etkilenmeyen tek bir kişilik olamazdı. Diğer yandan da çocuksu düzeyde temizdi. Duyguları zaten büyük devrimciliği bir yönüyle de duygularının çocukça olması yani tertemiz olması hiçbir hile yoktu. Güzel duyguları güzel hedefler, amaçları vardı. Bunlara çok bağlıydı. Bunları da en güzel duygularla pratikleştirmek isteyen yoldaşımızdı. Bu açıdan da örgüt içinde her zaman sevilmiştir. Unutulmamıştır. Kemal’i unutmak Kemal kişiliğini unutmak mümkün değildir. Özel bir kişiliktir. Kemal gibi kişiliklerin yetişmesi gerçekten zordur. Allah vergisi bir kişilikti demek Kemal’i en iyi tanımlayan özellik olur. Eğitimle okulla şunla bunla kazanılacak özellikler değildir. Mutlaka toplumsal temelleri vardır, aileden gelme özelikleri vardır. Ama hepsini aşan hepsinin üstünde yeni bir sentez kişilikle özgürlük mücadelesine katılmıştır. Özgürlük mücadelesine büyük bir güç vermiştir. Özgürlük mücadelesine katılıp da Kemal’in emeğini görmemek mümkün değildir. Kemal ruh kazandırmıştır. Kemal direnişçi kültür kazandırmıştır. Bu mücadeleye verdiği çok çok şey vardır. Bu bakımdan bir Türk yoldaş olarak onu minnetle anıyoruz. Türk halkının da bu büyük Türk devrimciyi, Türkiyeli devrimciyi hatırlaması gerekiyor. Eğer bugün Kürdistan'da büyük değerler yaratışmışsa bunda Kemal Pir’in rolünün görülmesi gerekiyor. Kemal Pirin rolü görülmeden bu mücadelenin hakkı verilemez. Daha sonraki bütün fedailiklerin, bütün direnişlerin, bütün çalışmaların, büyük gelişmelerin temelinde Kemal Pir yoldaşın emeği çok fazladır. Onun ruhu duruşu her türlü mücadeleyi etkilemiş tüm başarılı çalışmalarda onun devrimci ruhu etkili olmuştur. Bu yönüyle bir Türk olarak bir Türkiyeli devrimci olarak Kürt halkının gerçekten anlaması gerekiyor. Kemal Pir şahsında halkların kardeşliğini, Kemal Pir şahsında halklarla kardeş olunabileceğinin görülmesi gerekiyor. Kemal Pir Kürt özgürlük hareketine ruhunu verdiyse, Kürt halkının yeni kültürüne ruhunu verdiyse, tabiyki bu ruhta halkların kardeşliği olacaktır. Farklı kimliklere kültürlere karşı saygı ve sevgi olacaktır. Kemal Pir bir Türk olarak özgürlük mücadelesine büyük bir güç katmışsa tabi onun düşüncesinin duygusunun takipçisi olacağız. O Türkiye devrimini Kürdistan devriminde görüyordu. Halkların kardeşliğiyle Türkiye’nin kurtuluşuna inanıyordu. Bu yönüyle de biz de mücadele yürütürken onun duygularını düşüncelerini unutamayız. Onun katkısını unutamayız. Onun duygularını, düşüncelerini, özlemlerini, dikkate almadan hiçbir adım atamayız. Kaldı ki onun özlemleri duyguları mücadeleyi geliştirmiştir. Onun militan ruhu mücadeleyi geliştirmiştir. Kürt halkı bugün Ortadoğu halkları içinde itibar kazanmışsa Türkiye halkları içinde itibar kazanmışsa Kemal Pir gibi, Haki gibi büyük Türkiye devrimcilerinin rolünü gerçekten görmek gerekiyor.

PKK’nin müridi

Akif Yılmaz da bu hareketin dervişlerindendi. Büyük militanlardandı. Büyük PKK’liydi. PKK için her şeyini veren bir müridiydi, müminiydi. PKK’ye çok inanmıştı. PKK’ nin bu halkın özgürlüğünü kazandıracağına sonuna kadar inanmıştı. Arkadaşlarına yoldaşlarına Önder Apo’ya inanmıştı. Bu yönüyle PKK'nin ortaya koyduğu bir düşünce midir bir eylem midir kesinlikle ona inanır gerçekleştirirdi. Onun doğruluğu konusunda hiçbir tereddüt göstermezdi. Bu açıdan Akif Yılmaz PKK militanlığına yoldaşlığına gerçekten örnektir. Bütün yaşamı boyunca bir mürid gibi mücadeleye katılmış mücadelenin içinde olmuştur. şehadete giderken de bir mümin bir mürid gibi şehir düşmüştür. Kendi yaşamını vermiştir ama Önderliğin PKK'nin ve arkadaşlarının kendi mücadelesinin mutlaka başarıya ulaştıracağına inanmıştır. Bu konuda hiç tereddüt etmemiştir. Bu yönüyle de PKK’de var olan yoldaşlık ruhuna, PKK’ye Önder Apo’ya bağlılığa çok önemli değerler katmıştır. Bu bakımdan Akif Yılmaz’ı da gerçekten şükranla minnetle anıyoruz. Onun PKK kişiliğinin nasıl olması gerektiğini en başta Akif Yılmaz şahsında görebiliriz. Önderliğine yoldaşlarına örgütüne çok inançlı bir biçimde bağlı olmak kötü bir şey değildir. İradesiz olmak demek değildir. Akif Yılmaz kadar iradeli, kimlikli, onurlu başka bir arkadaş yoktu ama örgütünün de arkadaşlarının da dediği her şeye inanır, yerine getirmek isterdi. Bu da önemli bir karakter olmaktadır.

Gençlik 14 Temmuz ruhuyla arınmalıdır

Ali Çiçek için Hayri şehit düşmeden önce ‘sterka sorumuzdur’  derdi. Gençliğin kızıl yıldızı olarak ifade etti. Gerçekten kızıl yıldızdı. Yüreği beyni her şeyi bir kızıl yıldızıydı. Gençliğin öncüsüydü. Kürt halkının bütün acısını sevincini sırtlamış götürüyordu. Yükü çok ağırdı. İstiyordu ki herkesin yükünü o alsın direnişini o yüklensin. Bir an önce özgürlüğe ve demokrasiye ulaştırsın. Eğer Kürt gençleri sorumluluk nedir halka karşı sorumluluk nedir tarihe karşı sorumluluk nedir diyorlarsa cevabını arıyorlarsa Ali Çiçek’in yaşamına tutumuna yaşam ve mücadele felsefesine bakmalıdırlar. Genç yaşta olmasına rağmen hiçbir tereddüt geçirmemiştir.12 Eylül işkence hanelerinde ser verip sır vermeyen tutumuyla gerçekten örnek olmuştur. İşkence hanelerde işkencecilere meydan okumuştur. Zindandaki duruşu da meydan okumaydı. Direnişin her anında her direnişte yerini almış geride kalmak istememiştir. Kemal Pir’in çok etkilediği gençlerden biriydi. Kemal Pir’in etkisiyle büyük bir militan duruş ve partiye büyük bir bağlılık içindeydi. Ali’yi anlatırken aslında kemal Pir’i de anlatmış oluyoruz. Kemal Pir’in gençleri nasıl etkilediğini de Ali Çiçek şahsında görüyoruz. Ali Çiçek gerçekten Kürt halkının geleceği umuduydu. Gençliği Ali Çiçek gibi olan bir halkın kaybetmesi yenilmesi köle bırakılması mümkün değildir. Ali çiçek gibi bir genç yetiştikten sonra artık o halk özgürleşecektir. Gençlik gelecekse ali çiçekte kürdün geleceği de budur. Bu da özgür ve demokratik yaşam duruşuydu. Özgür ve demokratik yaşamda ısrardı. Bu yönüyle de bütün genç yoldaşların ali çiçek şahsında nasıl genç olmaları gerektiğini öğrenmeleri gerekir. Onun gibi sisteme meydan okumaları gerekir, sistemden kendilerini koparmaları gerekir, sistemin kirine pasına bulaşmadan tamamen parti kişiliğinde Önder Apo’nun kişiliğinde bütün 14 Temmuz ruhunun kişiliğinde kendilerini arındırarak halkın sorumluluğunu duyarak bu halkı özgürlüğe kavuşturmaları gerekir. Gençlik istediği zaman bu halkı özgürleştirir. Bu halkın özgür mü yaşayacağı köle mi olacağı kesinlikle gençliğin tutumuna bağlıdır. Eğer bugün Kürt halkında özgür ve demokratik yaşam iradesi gelişmişse halkın demokratik ve özgür yaşam umudu yükselmişse bunda Ali şahsında ortaya çıkan bir gençlik hareketi vardır. Ali Çiçek’in ruhu belli derecede gençlik içinde vücut bulduğu için somutlaştığı için bugün tabi ki geleceğine umutla bakmaktadır. Eğer gençlik Ali Çiçek’i örnek alır, Ali Çiçek’in ruhunu, örgütlenme tarzını gerçekleştirirse kesinlikle Kürt halkının özgür ve demokratik yaşamı daha da yakınlaşacaktır.

Kemal Pir ve Haki Karer yoldaşların Apocu harekete ilk katılan arkadaşlar olarak Türk-Kürthalkları arasında kurdukları köprü düşünüldüğünde günümüz açısından bu katılımları nasıl değerlendiriyorsunuz. Bu miras yeterince sahipleniliyor mu?

Kuşkusuz bugün Türkiye halklarıyla Kürt halkı arasındaki ilişkinin en temel köprüsü Kemal Pir ve Haki yoldaşlardı. Bunlar Türkiyeli büyük devrimciler, Kürtlerin en zor dönemlerinde mücadeleye atıldılar. Bırakalım Türklerin, Kürtlerin bile Kürt halkını sahiplenmediği Kürtlükten kaçtığı bir dönemde Kemal Pir ve Haki Karer yoldaşların Apocu grupla hareket etmesi, onların kişiliklerinin büyüklüğünü gösterir. O dönemde Apocu gruba bırakalım Türklerin katılmasını, Kürtlerin katılması bile cesaret işiydi. Önder Apo’nun böyle radikal bir fikir ortaya atması bile cesaret işiydi. Ama bu görüşe ilk destek verenler Kemal Pir ve Haki yoldaş olmuşlardır. Önder Apo Haki arkadaşın şehadetinden sonra bu yoldaşlarına kendilerinin gizli ruhu olduklarını söylemiştir. Haki Karer’in kendisini en iyi anlayan, kendi duygularını en iyi yaşayan, bir nevi gizli ruhu hatta ruh ikizi olduğuna dair değerlendirmelerde bulunmuştur. Zaten Haki Karer’in kişiliği de bu hareketin şekillenmesinde büyük etkide bulunmuştur. Bu açıdan bu hareketin tarihinden Haki ve Kemal arkadaşların yeri çok belirleyicidir. Haki Karer, yoldaşlık kültürü yaşam konusunda damgasını vurmuştur. Kemal Pir, militanlık konusunda damgasını vurmuştur. Emekçilik konusunda Haki Karer’in duruşu damgasını vurmuştur. Kemal Pir mücadeleyi geliştirme mücadele için bir saniyesini bile boşa geçirmeme kişiliği olarak çok büyük katkıda bulunmuştur. O açıdan PKK’nin enternasyonal çizgide halkların kardeşliği çizgisinde gelişmesi ve buna şimdiye kadar bağlı olması, bu konudaki hassasiyetleri tabi bu yoldaşların bu harekete kattıklarıyla yakından bağlantılıdır. Bu iki arkadaşı unutmak mümkün değildir. Bir yanıyla PKK'nin yarısıydılar. Apoculuğun yarısıydılar. Bu yönüyle onların Türkiyeli devrimciler olarak bu mücadeleye katılmalarını doğru anlamak gerekiyor. Fakat bunun hakkının verildiği söylenemez. Ne Türkiye cephesinden hakkı verilmiştir ne de bizim tarafımızdan tam hakkı verilmiştir. Tabi Kemal’in Haki’nin anısına bağlılıkla bu mücadeleyi geliştirdik. Haki’nin anısına bağlılık partileşmeyi yarattı, Kemalin şehadeti ve 14 Temmuz ruhu, 15 Ağustos ve daha sonraki mücadeleyi geliştirdi. Bu yönüyle bu arkadaşların özlemlerine, emeklerine layık olunmaya ve hakkı verilmeye çalışılmıştır. Ama hala Türkiye halklarıyla ortak mücadele konusunda, Türkiye’yi  gerçek anlamda demokratikleştirip özgürleştirememe, aslında hala Kemal Pir ve Haki Karer’lerin özlemlerini tam yerine getirememe anlamına gelmektedir. Önder Apo bu arkadaşların mücadelelerine her zaman bağlı kalmıştır. Türkiye devrimine karşı her zaman sorumluluk duymuştur. Türkiye halklarına karşı her zaman sorumluluk duymuştur. Türkiye’deki kimi sol örgütlerin olumsuz yaklaşımlarına rağmen hiç bir zaman Türkiye halklarına, soluna,  devrimcilere karşı sorumluluk duygusunu değiştirmemiştir. Önder Apo’nun Türkiye halklarıyla birlikte Kürt sorununu çözmek istemesi HDP projesi, daha önce de Türkiye'de devrimci mücadele geliştirmek için destek vermesi, yine her zaman Türkiye'de hangi hareket bu mücadeleden destek almak istemişse Önder Apo’nun ve bu mücadelenin Türkiye’deki devrimcilere her zaman destek vermeye imkanlarını sunmaya hazır olması Kemal Pir ve Haki Karer yoldaşlara bağlılığımızın saygımızın gereğidir. Daha doğrusu bu örgüt onlarındır. Bu örgüt tabi ki Türkiye’deki sol ve devrimci güçlere her zaman açık olacaktır. Bunun önünü kimse kapayamaz. Önder Apo zaten bu örgüt içinde Haki Karer ve Kemal Pir’in ne anlanma geldiğini ortaya koymuştu. Bu hareket Önderlik hareketidir, Önderliğine bağlıdır. Ondan dolayı tabi ki Kemal Pir’e, Haki Karer’e gereken değeri de verecektir. Bunun en somut örneği de Türkiye halklarıyla birlikte bir demokrasi ve özgürlük mücadelesinin geliştirilmesidir. Kürt sorunun çözümü temelinde Türkiye’yi demokratikleştirmek çerçevesinde Kürt sorununun çözümü sağlatan bir anlayışı birbirini bütünleyen bir anlayışı mücadelemizde etkili kılmak ve sonuç almak Kemal ve Haki Karer yoldaşlarında özlemlerini pratikleştirmek anlamına gelmektedir. Kemal Pir ve Haki Karer’in mirasına kesinlikle Türkiye devrimci güçleri ve hareketleri de sahip çıkmalıdır. Bu arkadaşlar Türkiye gerçeğini çok önceden görmüşlerdir. Türk halkıyla Kürt halkının birliğini bu iki halkın birliğinin, Türkiye gerçeğinin ne olduğunu, sosyal ve kültürel gerçeğinin bu iki halkın birlikteliğine bağlı gelişeceğini gören ve bunun gereğini yapan bu yoldaşlarıdır. Bu Türkiye gerçeğidir, Kürdistan gerçeğidir. Tarih içinde Anadolu ve Mezopotamya’nın birlikteliğinin devrimci mücadele ve düşüncede dışa vurumudur. Bu yönüyle Türk halkı ve Kürdistan halkı arasındaki mücadele birliği ve diyalektiğini zamanında gören ve bu temelde de iki halkın birlikteliğini yaratma çabasında olan bu yoldaşlara hem Türkiye halkları hem Kürtler çok şey borçludur. Kürt sorununu çözümünde de doğru çizgi ortaya koymuşlardır. Türkiye’nin demokratikleşmesinde de doğru çizgiyi ortaya koymuşlardır. Bu doğru çizgi bugün Önder Apo şahsında somutlaşmıştır. Bu çizgi pratikleşirse başarılı biçimde yürütülürse gerçekten de Kemal ve Haki Karer yoldaşların daha o yıllarda gördüğü iki halkın kardeşliğine dayalı çözüm gerçekleşecektir. Biz hareket olarak bu gerçekliğe bağlıyız. Türkiye demokrasi güçlerinin de devrimci güçlerinin de bu gerçeği görerek bu arkadaşların özlemlerini gerçekleştirmede çaba göstermelidirler. Türkiye’deki devrimciler, demokratlar sosyalistler, Kemal ve Haki gerçeğini daha fazla anlamalıdırlar. Bunları anladıkça iki halkın mücadele birliği iki halkın Türkiye’yi özgürleştirmesi de daha yakınlaşacaktır.

14 Temmuz ölüm orucu direnişi, sadece cezaevindeki baskılara yönelik bir direniş miydi? Bu direnişin esas nedenlerini ve boyutlarını nasıl ortaya koyarsınız?

Bu direniş Diyarbakır zindanlarındaki zulüm ve vahşet koşullarında geliştir. Bu zulüm baskı ve vahşetin en temel amacı PKK’lileri kendi kimliklerinden, amaçlarından, özlemlerinden, iddialarından vazgeçirerek sıradanlaştırmak ve daha ötesi itirafçılaştırarak tutsaklar şahsından PKK’yi Amed zindan duvarların arasına gömmek istiyorlardı. Böyle bir amacı vardı. Mahkemeler de itirafçılar da konuşturulacaktı, böyle bir platform oluşturulmak isteniyordu dışarıya karşı. O yüzden PKK’li tutsaklar ve kadrolar için mahkemelerde savunma yapmak çok önemli hale gelmiştir. Düşman uygulamalarının sonuçlarını mahkemelerde gösterme istiyorsa biz de direnişçiliğimizi esas olarak mahkemelerde göstermek istiyorduk. Mahkemelerde savunma yapmayı stratejik bir durum olarak değerlendiriyorduk. Diyarbakır’da savunma yapmayı, hatta sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanmayı bir onur olarak görüyorduk. Kürt halkının özgürlük mücadelesini, PKK’yi, Önder Apo’yu, sosyalizmi savunmayı devrimci onur gereği olarak stratejik, tarihi olarak görüyorduk. Her türlü işkence göze alınarak savunmalar yapıldı. Tutukluların Adana, Elazığ gibi farklı cezaevlerine götürülmeleri gündeme geldiğinde bu bizim açımızdan en büyük işkence haline gelmiştir. Amed’de yargılanmamak bizim için bir yıkım gibiydi. Bizim için Amed’de yargılanmak, savunma yapmak Kürt halkının özgürlük davasını Amed’de savunmak, baskılara karşı Amed’de direnmek tarihi önemdeydi. Hatta bütün davaların Amed’de görülmesi istemi dile getirilmiştir. Bütün baskılara karşı savunmalar aşamasında direnişi başlatma kararı alınmıştır. Savunma hakkımızı elde edelim denilmiştir. 14 Temmuz direnişinin gecikmesinin nedeni buydu. Bu gecikme bir yanılgıdan kaynaklandı. Bütün her yerde davalar yürütülüyor, karara bağlanıyor, kısa sürede idamlar gerçekleştiriliyordu. Biz PKK davasında daha hızlı yargılanma ve idamların gerçekleştirileceğini düşünerek savunmalara geçilmesini bekliyorduk; ama bu gerçekleşmedi. Biz savunmalar aşamasında direnerek mahkemelerde kendimizi daha açık ve daha geniş savunmak istiyorduk. Çünkü daha önce mahkeme kürsüsüne çıkıldığında konuşturulmuyordu. Zorla konuşuluyordu, izin verilmiyordu. Bu nedenle savunma hakkımız tümden almak ve mahkemelerde daha kapsamlı bir savunmayı hedefliyorduk. Ancak bu gerçekleşmedi. Bu yüzden direniş erkene alındı.14 Temmuz’da direniş başlatıldı. Amaç PKK’li olduğumuzun kabul edilmesiydi. Direniş bu çerçevede başlatıldı. Olduğumuz gibi kabul edilmememizin, baskıların nedeni olarak ortaya konuldu. Ölüm orucu dilekçesinde de esas talep olarak savunma hakkımızın verilmesi ortaya konuldu. Kuşkusuz baskıların kaldırılması vb. talepler olsa da esas talep savunma hakkı talebiydi. 14 Temmuz’un esas gerekçesi savunma hakkını elde etmekti. Mahkemelerde Kürdistan ve sosyalizm davasını özgürlük davasını açık bir biçimde savunmaktı.  Savunma hakkını elde ettiğimiz takdirde bu bizim için en büyük direniş olacaktı. Çektiğimiz acı ve işkencelerin hepsi anlamlı olacaktı. Kürdün özgürlük davası ve varlık mücadelesinin ezilemeyeceğini, susturulamayacağını, PKK'nin bu mücadeleye mutlak öncülük yapacağını, özgür ve demokratik yaşamı, Kürdistan’ın bağımsızlığını elde edileceği söylenecekti. Bunlar çok önemliydi. Bunlar elde edildiği takdirde Kürtler dünyaya yeni bir bakış kazanacaktı. Yeni bir zihniyet oluşacaktı. En zor koşullarda da Kürdistan davasının savunulacağını, Kürdistan özgürlük ve demokrasi mücadelesinin yürütüleceğini, o zor koşullarda topluma ve dünyaya gösterilmiş olacaktı. Bu açıdan 14 Temmuzla başlayan direniş önemlidir, savunma hakkının elde edilmesi baskıları da kıracaktı. Zaten baskılar da bunun için yapılıyordu. Olduğumuz gibi kabul edilmek derken PKK’li olduğumuzdan dolayı herhangi bir baskıya maruz kalmamalıydık, işkence görmemeliydik. Bu da direnişin önemli gerekçelerindendi. Baskıların işkencelerin sürdüğü belirtilerek ölüm orucu başlatıldı.

15 Ağustos atılımı yıldönümünün yaklaştığı bu aylarda 14 Temmuz direnişinin halka, topluma ulaştırılması nasıl sağlandı, bunu değerlendirebilir misiniz?

14 Temmuz direnişi dört şahadetin olduğu bir direnişti, cezaevinde sarsıcı etkisi oldu. Bu topluma da yansıdı, toplum, halk o dönemde Diyarbakır zindanındaki direnişle, tutsaklarla yakından ilgiliydi, Bu nedenle de direniş gerçekleşince, duyulunca bunun yankısı çok büyük oldu. Hatta toplum fazlasıyla tartıştı ve bu direnişi layık olduğu düzeyde destansı bir biçimde dile getirdi. Kuşkusuz 14 Temmuz direnişinin duyulmasıyla birlikte PKK de yoğun bir propaganda yaptı. 14 Temmuz direnişinin öğretilmesi, tanıtılması konusunda başta Kürt Halk Önderi Önder Apo olmak üzere tüm PKK yönetim ve kadroları 14 Temmuz direnişine sahip çıktı. Topluma tanıtılması için büyük çaba gösterdi. Zaten 15 ağustos atılımına giden süreçte gerillanın silahlı propaganda yaptığı dönemde de en fazla dile gelen konu 14 Temmuz’du. Toplum 14 Temmuz şahsında mücadeleye katılıyor ve 14 Temmuz direnişi ile PKK gerçeğini tanıyordu. PKK’nin militan duruşu ve tutumu 14 Temmuz ruhuyla topluma yansıtılıyordu. Bu açıdan 14 Temmuz direnişi çok etkili bir biçimde topluma yansıdı, Kürt toplumu açısından çok önemli bir direnişti. Zor koşullarda bu direnişin gerçekleşmesi Kürt toplumunda çok büyük değer buldu. Bu direniş ile PKK’nin bu mücadeleyi yaratacağına inanıldı. Belki romanı, edebiyatı, sanatı çok güçlü yapılmadı, eğer sanatı yapılsaydı belki toplumda ve dünyada tanınması daha güçlü olurdu. Ama hem 15 Ağustos atılımına giden süreçte 14 Temmuz direnişi rolünü oynadı, topluma tanıtıldı hem de o günden bu güne 14 Temmuz direnişi şahsında mücadele gerçeği toplum içinde etkili oldu. Türkiye ve dünyayı da etkiledi. Belki Türkiye’de daha çok çekilen acılar anlatılıyor ama arada ortaya çıkan bunu da gündemleştiren Diyarbakır zindanındaki direnişler olmuştur.

Direnişin bu kadar uzun sürece yayılarak günümüze kadar etkili olmasını nasıl açıklıyorsunuz, 14 Temmuz direnişi toplumsal, siyasal etki gücünü nereden alıyor?

Kuşkusuz 14 Temmuz direnişi herhangi bir direniş gibi değildir. Kürt halkının, Kürt Özgürlük Hareketinin en zorlu döneminde gerçekleşmiştir. Kürt halkı üzerinde zulüm, baskın arttı, tüm Kürdistan’ın Diyarbakır zindanı gibi bir işkence haneye çevrildiği dönemde 14 Temmuz direnişi gerçekleşmiştir. Yine zindan da ki en zor koşullarda gerçekleşmiştir. PKK’nin zindanda ki tutsaklar üzerinden bitirilmek istenmesi itirafçılığın, hainliğin geliştirilerek PKK’nin Diyarbakır zindanına gömülmek istendiği bir dönemde gerçekleşmiştir. Yine 12 Eylül rejiminin kendisini en fazla güçlü gördüğü, gücünün zirveye ulaştığı bir dönemde gerçekleşmiştir. Bütün bunlar toplumu da etkilemiştir, siyasal etkisinin de çok güçlü olmasını ortaya çıkarmıştır. Halk açısından bu kadar değer olmasaydı, halkın en zor döneminde halka moral, güç veren,  halkın geleceğe umudunu artıran bir direniş olmasaydı tabi ki etkisi sınırlı olurdu. Kısa sürede unutulurdu. Artık geleceğe umudunun tümden kırıldığı varlığının tümünü tehlikeye aldığı dönemde böyle bir direnişinin olması tabi ki halk açısından anlamlı olmuştur. Yine örgütümüzün yurt dışına çıktığı, zor koşulların yaşandığı, tasfiyeciliğin dayatıldığı bir dönemde bu direniş gerçekleşti, Önder Apo’nun çabalarıyla mücadele geliştirilmek istenirken 14 Temmuz direnişinin ortaya çıkması, bu çabaya güç vermesi ve bu çabaya 15 Ağustos ile taçlandıracak bir düzeyde etkide bulunması tabi ki etkisini bu günlere kadar taşımıştır Bu halkın önünü kim tutabilir, ne kadro unutabilir ne dostlar unutabilir, ne Türkiye’de 12 Eylül rejimi altında büyük baskı altında olan Türkiye halkı unutabilir. 12 Eylül ‘ün tam geliştiği kendisini tam hakim gördüğü süreçte böyle bir direniş görmesi Türk halkının da demokrasi güçlerini de rahatlatmıştır, onun için onlar da Diyarbakır zindanındaki direnişe sahip çıkmışlardır. Diyarbakır zindanı Türkiye’de bu kadar gündemleşmesinin nedeni de bu direnişin sadece Kürdistan toplumu açısından değil Türkiye toplumu açısından da anlamlı olduğundandır, 12 Eylül’e büyük bir darbe vurmuştur, 12 Eylül’ün karizmasını çizmiştir, 12 Eylül’ü teşhir etmiştir, 12 Eylül’ü zayıflatmıştır, kendine güvenini zayıflatmıştır, 12 Eylül’ü sarsmıştır. 1982 yılında gerçekleşen böyle bir direniş etkisini bu günlere kadar sürdürmüştür. Bugün de hala Türkiye’de baskı ve zulüm düzeyi var, hala Türkiye demokratikleşememiş, Türkiye’de hala zihniyet çok fazla değişmemiş, o otoriter zihniyet sürmektedir. Bu zihniyetin sürdüğü bir dönemde bir ortamda tabiki 14 Temmuz gibi hegemonya ya zulme, baskıya karşı sabreden, direnen bu baskıyı zulmü kıran, etkisizleştiren bir direniş tabi ki değerinden bir şey yitirmeyecek, her zaman zulme, baskıya karşı mücadelede moral kaynağı güç kaynağı olacaktır. Bu sadece Kürt halkı açısından değil, Türk halkı açısından değil, Ortadoğu halkları açısından da 14 Temmuz’un zor koşullarında içerde ve dışarda zor koşulların olduğu bir süreçte bir hamle, bir direniş gücü, başarılı bir mücadele gücü olarak ortaya çıkması bu direnişin etkisinin uzun süre sürmesini beraberinde getirmiştir.  / anf

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.