13 Mayıs’ta, DEMOS’un (Demokrasi, Barış ve Alternatif Politikalar Araştırma Merkezi) düzenlediği “Kadıların Barış Mücadelesi: Sırbistan, Kosova ve Türkiye” başlıklı konferanstaki konuşmacıların aktardıkları, barış sonrasında yaşananlara dairdi.
Konuşmacılardan biri olan, Kosova Vetevendosje Partisi Milletvekili Nazlıe Bala, “Kadın olarak attığımız her adımın, siyasi adım olduğunu bilmiyorduk. Aktivizmin bugün konuştuklarımızı getireceğini bilmiyorduk” diye başladı sözlerine. Dünya barışı yokken, kendi ülkesinde barıştan söz etmenin zorluğundan bahsederken, Birleşmiş Milletler’in savaş sonrası ülkelere dahil oluş yöntemlerini eleştirdi.
Kosova’da, savaştan sonra BM’in yönettiği yeniden yapılanma sürecinde, kadın mücadelesi, aktörken, seyirci durumuna getirilmişti: “Bu görüşmelerin, hiç bir sonuca götürmeyeceğine inanıyorduk. Liderler karşılıklı konuşuyor. Kosova’nın lehine olmadığını düşündüğüm konuşmalar. Barış demek masa etrafında oturmak, dost gözükmek, fotoğraf çektirmek değildir. Geçmişi unutmak değildir. Herşeyden önce adalet gerçekleşmeli. Ancak adalet olursa barıştan bahsedebiliriz.”
Kosova’da, 2001’de ulusal seçimler yapıldığında, kadınlar, yüzde 30 oranında seçime dahil edilmişler. Bunda memnun olacak bir durum görmediğini, kadınların, istatistik rakam olarak tanımlandığını söylüyor Bala: “Kota, siyasi partiler tarafından istismar edildi. Kota ya da istatistikler uluslararası topluma karşı savunmaydı, ama hikayenin iç yüzü farklıydı.”
RESMİ AJANDAYA KARŞI PLAN
Bir diğer konuşmacı, Igballe Rugova, Kosova Kadın Ağı Kurum Yöneticisi. 90’larda okur yazar olmayan kadınlara ders vermek için, kızkardeşiyle, Motrat Qiriazi’yi kurmuşlar. Onu feminizme ve dolayısıyla örgütlenmeye çıkaran bir anısını anlatıyor Rugova: “Bosna- Hersek’teki savaşa tepki için, Belgrad’ın ortasında, bir grup kadının direndiğini söylediklerinde oraya gittim. Arnavut bir kadın olarak oraya gittiğim için kendi ülkemde hain ilan edildim. Kadınlar, Belgrad’ın ortasında Miloseviç’e karşı ayaktaydı. Bizimle ilgili olarak Arnavutlara uygulanan eşitsiz davranış ve Arnavutluk’tan gelen kardeşlerimiz diye konuşuyorlardı. Sırplar tarafından çembere alınmışlardı. Yerlerinden kımıldamıyorlardı. Kadınlardan birinin yüzüne tükürüldü. Tükrük kadının yanağından süzüldü. Kadın buna rağmen yerinden kımıldamadı. Ben yüzümü silerdim ama o kadın hareket dahi etmedi. ‘Cesaretini anlıyorum ama o tükrüğü nasıl oldu da silmediniz’ diye sordum. Yanıtı şöyle oldu: ‘Onu temizleseydim, onu gördüğümü anlayacaktı, onu gözardı ettiğimi göstermek istedim.’ Bu grubun adı, Siyahlı Kadınlar’dı.”
Rugova’da, Bala gibi, savaş sonrası, BM’in tutumundan bahsediyor. “Uzman olan biziz, ne yapacağını biliyoruz” diye meselenin üzerine bilirkişi sıfatıyla kurulmalarından. “1999, Ekim ayında, Kofi Annan Kosova’ya geldi. Ellerde kadehler, bir tören düzenlediler. Eller sıkıldı. 10 sene mücadele ettik ama sonra ‘uzmanlar’ tarafından kenara itildik.” Buna karşılık, resmi ajandada yoksak alternatif şekilde dahil oluruz demişler ve Siyahlı Kadınlar’la birlikte Kadınların Barış Koalisyonu’nu kurmuşlar.
Barışın zorluğu, savaşı yaşayanların, “barış geldi!” dendiğinde ne hissettiği aslında. Rugova, bu tecrübeyi şöyle anlatıyor: “23000 kadın tecavüze uğradı. Barışı nasıl kurduğumuzu anlamak istemiyorlar. Adalet olmadan kayıp yakınlarına ve tecavüze uğrayan kadınlara özgür bir ülkede yaşadıklarını nasıl söyleyebilirsiniz?” Sorunun yanıtı olabilecek aşamaya hiç gelemedik. O günler geldiğinde üzerinde konuşulacaktır mutlaka.