Cumhuriyet gazetesinden Hilal Köse’nin İbrahim Kaboğlu ile yaptığı söyleşinin bir bölümü şöyle:
7 Şubat’tan sonrayı anlatır mısınız biraz?
Kendi kendime üzülecek zaman olmadı. Kızım Uluslararası İlişkiler ve AB mezunuydu. Sonra Psikolojiye girdi. Atılınca, ‘sana daha fazla yük olmayayım’ dedi. 15 Şubat’ta fakülteden ayrıldı. 25 Şubat’ta annemi kaybettim. Annemin ölüm haberini aldım ve yola çıktım. Köye geç ulaştım. Ev dopdoluydu. Köy muhtarı gece yarısına doğru geldi. Uğurlarken ‘Abi bir şey söyleyeceğim. Akşam polis ve jandarma aradı. İbrahim Kaboğlu annesinin cenazesine geliyormuş. Halkevciler Borçka ve Hopa’dan iki koldan geleceklermiş nümayiş yapacaklarmış. Tedbir alınacak’ dedi. ‘Sakın böyle bir şeye girişmesinler. Cenazeye gelenler gösteri yapmazlar. Kendilerine vazife çıkarmasınlar’ diye sıkıca tembihte bulundum. Memleketimde anneme son görevimi de yaptırmayacaklar neredeyse. Yol kesme filan olmadı neyse ki…
Odanızı boşalttınız mı?
Boşaltmadım. Anayasa Hukuku Araştırmaları Derneği’nin de faaliyetlerini orada yürütüyorduk. Kadıköy Belediyesi, derneğe bir mekân verecek. Kitapları oraya taşırız diye bekliyorum. Eve sığdırmam mümkün değil. Benim odam kürsü odası olduğu için anahtarı bıraktım. Zaman zaman fakülteye uğramak durumunda kalıyorum. O zaman koruma polisini çağırıyorum. Haber veriyorum. Biri bir laf ederse filan… Rencide olmak rahatsız edici olur. İlk günler yüzüme tuhaf bakıyorlardı şimdi nezaketli davranıyorlar…
Karar geri alınsa döner misiniz? Kırgın mısınız?
Hukuki mücadelenin ne kadar değerli olduğu konusunda onlara da hukuk dersi vererek sonuna kadar hakkımı ararım ama üniversiteye artık dönmem. Türkiye’de üniversite benim için bitmiştir. Onurlu ölüm hakkını, Türkiye’de geliştiren bir kişinin, öğrencileriyle onurlu biçimde vedalaşamamış, onurlu bir şekilde emekli olamamış olması, bu şekilde bir gece yarısı üniversiteden uzaklaştırılması son derece haysiyet kırıcı. Kırgınlık yok çünkü karşımda kırgınlık duyabileceğim bir muhatap yok; “üç maymun” dışında. Bundan sonrası, yapabildiğim ölçüde hukuki hesaplaşmak olur.
BAŞBAKAN İTİRAF ETTİ AMA GEREĞİNİ YAPMADI
En azından pasaportunuz olsaydı…
Benden çok mağdur olan, çok genç olan, çocuk okutanlar var. Benim beş, altı ay maaşsız kalmam o kadar da önemli değil. Benim tanınmışlığım bir etki yarattı ama… Arayanlardan biri de Cemil Çiçek’ti. ‘Geçmiş olsun’ dedi. ‘Bu şuna benziyor’ dedim; ‘Kurşunlarsınız, bütün şarjörü boşaltırsınız, hızınızı alamazsınız cesedi tekmelersiniz, daha da tatmin olmazsınız cesedi sürüklersiniz..’ Başbakan’ın o konuşmasını hatırlayalım. 22 Şubat günü genel yayın yönetmenleriyle yaptığı toplantıda, ‘Kurunun yanında yaş da yanıyor’ dedi. Çok önemli bir itiraftır bu. Bunu söylüyor ama gereğini yapmıyor. Komisyona başvursunlar diyorsun, komisyonu işletmiyorsun. Anayasa Mahkemesi, tedbir talebimizi ‘yaşam hakları tehlikede değil’ diye reddetti. Bunu neye dayanarak söylüyor. Sürekli hedef gösterildik. ‘Terörist oldukları için attık’ dediler.
AKP TABANI BİLGİLENDİRİLMEDİ
OHAL’le yaşamaya alıştı mı Türkiye?
OHAL şalı ülke üzerine örtüldü. Çevrenin, demokratik filizlenmenin yok edilmesi için. Artvin’in OHAL’le hiçbir ilgisi yok. Polisi, jandarmayı, Cengiz İnşaat’a kaçak inşaat yaptırmak için kullanıyor. Halkı bir araya getirmiyor. Türkiye Barolar Birliği Çevre Ödülü’nü alırken, ‘Rakka’da askerlerimiz neden ölüyoruz bilmiyoruz ama Cerattepe örneğinde ülkemizi batırmak için yürütülen faaliyete askerimizin nöbetçi olarak kullanıldığını biliyoruz’ demiştim. OHAL’le anayasa değişikliğini halletti, çevreyi yani Türkiye’yi halletti, dinselleşmeye ivme kazandırdı. Muhalifleri dizginleyerek, tasfiye ederek… OHAL şalı FETÖ’nün üzerine ne kadar örtüldü? FETÖ üzerine örtülü olsaydı mesela, ölüm cezası bu kadar dillendirmezdi…
AİHM’in akademisyenlere OHAL komisyonunu adres göstermesini nasıl yorumluyorsunuz?
Talihsiz bir karar. Ortada komisyon yok ki. Zaten idari nitelikte. Komisyondan ret cevabı aldık ve idare mahkemesine gittik diyelim. Danıştay Başkanı, sıkılmadan, utanmadan ‘OHAL gayet iyi gidiyor’ dememiş miydi? Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a rağmen bunu diyor. Kraldan çok kralcı hukukçularımız olduğu sürece işimiz çok zor. Erdoğan çok daha dürüstçe oynuyor. ‘Ne istediler de vermedim’ diyor. Televizyon ekranlarında ‘FETÖ’nün Erdoğan’la ilgisi yok’ diyorlar. Canikli, üniversiteler için ‘en değerli arazileri onlara vermiştik’ diyor. Yandaşlar, ‘Hayır hiç alakası yok’ diyor. Böyle bir ülkede okumuşlardan, unvanlılardan, profesörlerden, başkanlardan medet ummak yerine, o güçsüzlein gücü halkın sahiplenmesi önemli. 16 Nisan öncesinde olduğu halk biraz daha geleneksel ilişkilerini aşabilirse yeni eklemlenme alanlarını keşfedebilirse olabilir.
Adalet Yürüyüşü sizin için ne ifade ediyor?
Özgürlükler açısından; Kanun-i Esasi’de 1909’da yapılan değişiklikle, toplanma ve gösteri özgürlükleri tanındı. Bu toplu özgürlük, mekân, zaman ve katılımcılar bakımından bu denli kapsamlı olarak ilk kez kullanılıyor. Muhtemelen dünyada da ilk kez. Bu bakımdan, Adalet Yürüyüşü, Türkiye’de toplu özgürlüklerin gelişmesi bakımından bir dönüm eşiği olarak görülebilir. Katılımcılar açısından; her meslekten, her bölgeden ve her yaştan insanların olması, güzergâh Ankara-İstanbul olarak belirlenmiş olmakla birlikte, ülke genelinde geçerli bir yürüyüş izlenimi yaratıyor. Konu bakımından; başlık “adalet” olmakla, başta Anayasa’ya saygı ve hukuk devleti gelmekle birlikte, hukuk güvenliği ve toplumsal barış talebi, haliyle demokrasi ve insan haklarını talep etme ve savunma iradesi öne çıkıyor. Bu bakımdan da, “Adalet Yürüyüşü”, daha çok bir “Türkiye Yürüyüşü” olarak görülebilir; başka toplumları da esinleyebilecek bir eylem tarzı. Bu nedenle, hedefleri bakımından fikri örgüsü çok iyi işlenmeli.