HRW raporunda, gazetecileri sahte “Terör suçları” ve “Kamu görevlilerine hakaret veya devlete karşı işlenen suçlardan yargılayıp” tutuklamak için ceza adalet sisteminin kullanılmasını da içeren beş eğilim ortaya konuluyor. Raporda, gazetecilere ve basın organlarına yönelik tehditleri, fiziksel saldırıları, hükümetin yazı işlerine müdahalesi, eleştirel gazetecileri işten çıkarmaları için medya kuruluşlarına baskı yapması, hükümetin özel medya şirketlerine el koyması veya kapatması, yayın dağıtım platformlarına erişimi kısıtlama, para cezası ve eleştirel televizyon kanallarının kapatılması konularına yer verildi.
‘169 MEDYA KURULUŞU KAPATILDI’
Raporda ayrıca, HRW Avrupa ve Orta Asya Direktörü Hugh Williamson'un görüşleri de yer aldı. "Türkiye hükümeti ve Cumhurbaşkanı’nın ülkedeki basını susturmak için yürüttüğü tüm bu sistematik çabaların amacı kamuoyu denetimini önlemekten ibaret” diyen Williamson, “Olağanüstü hal uyarınca 148 gazeteci ve basın çalışanını hapsederek ve 169 medya kuruluşu ile yayın evini kapatarak Türkiye demokrasisinin merkezinde yer alan insan hakları ve hukukun üstünlüğü temel ilkelerini nasıl kasıtlı olarak çiğnediğini gösteriyor” dedi.
‘YARGI SİSTEMİ BASKI ARACI’
HRW, baskıların hedefinde yalnızca ‘FETÖ’ bağlantılı medya ve gazeteciler olmadığını, aynı zamanda Kürt basını, Cumhuriyet Gazetesi ve gazetede çalışan gazeteciler gibi hükümeti eleştiren seslerin de olduğunu tespit etti. HRW, OHAL’in sağladığı yetkilerin, Türkiye’nin geniş kapsamlı “terörle mücadele” yasalarının ve itaatkar yargı sisteminin baskı aracı olarak kullanılması konusunu da inceledi.
Rapor, gazeteci, editör, avukat, politikacı ve basın özgürlüğü aktivistleriyle yapılan toplam 61 görüşmeye ve gazeteciler ile basın çalışanlarının kovuşturulması ve tutuklanmasıyla ilişkili mahkeme belgelerinin incelenmesine dayanılarak hazırlandı.
‘YURTDIŞINA KAÇMAK ZORUNDA KALINIYOR’
Raporda, görüşülen kişilerin çalıştıkları ortamın boğuculuğundan ve hükümetin haber olmasını istemediği konuları haber yapacak mecranın hızla daraldığından söz ettiği görülüyor. Görüşülenlerden bazılarının daha sonra tutuklanmamak veya gözaltına alınmamak için yurtdışına kaçmak zorunda kaldığına yer verildi.
‘HÜKÜMET GAZETECİLİĞİ ÖLDÜRÜYOR’
Raporun devamında şu ifadelere yer verildi:
“Örneğin, Cumhuriyet Gazetesi köşe yazarı Kadri Gürsel ve Zaman Gazetesi’nin eski muhabiri Hanım Büşra Erdal tutuklu ve Radikal Gazetesi’nin eski muhabiri Fatih Yağmur da Türkiye’yi terk etmiş bulunuyor. Vakalarına yer verilen Aslı Erdoğan, Necmiye Alpay ve Ahmet Altan’ın tutukluluk halleri ise raporun yazımı esnasında henüz sürmekteydi. Erdoğan ve Alpay, haklarında 'terör suçlarından' hazırlanan iddianameye bağlı olarak bu ay yargılanmaya başlayacaklar. Bir gazeteci İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne, ‘Türkiye’de eskiden gazeteciler öldürülüyordu. Bu hükümet gazeteciliği bütünüyle öldürüyor’ dedi.
GAZETECİLER CİDDİ RİSKLE KARŞI KARŞIYA KALIYOR
Gazeteciler, hükümetle PKK arasındaki ateşkesin bozularak iki buçuk yıllık barış sürecinin yerle bir edildiği Temmuz 2015’ten beri, çatışmaların şiddetlendiği ve ağırlıkla Kürtlerin yaşadığı güneydoğu bölgesine erişimin kısıtlandığından da bahsettiler. Güneydoğuda çalışan gazeteciler haber takip ederken ciddi risklerle karşı karşıya kalıyorlar ve bugüne dek güvenlik güçleri ve emniyet mensupları ve hatta halk tarafından tehdit edildiler, gözaltına alındılar ve kötü muamele gördüler.
Ancak, Cumhuriyet Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar’a ateş edilmesi, CNN Türk’ün gazetecisi Ahmet Hakan’a evinin önünde saldırılması ve Hürriyet Gazetesi’ne yapılan saldırının da ortaya koyduğu üzere, geçen sene gazetecilere yönelik fiziksel saldırılar Güneydoğuyla sınırlı kalmadı. Görüşülen gazeteciler, yetkililerin tehdit ve fiziksel saldırıları kapsamlı olarak soruşturmaya istekli olup olmadıkları veya şüphelilerin yargılandığı davalarda adaletin yerine geleceği konularına şüpheyle yaklaşıyorlardı.
KASITLI BİR SANSÜR POLİTİKASI VAR
Geçen yıl boyunca hükümet özel medya şirketlerinin ve diğer kuruluşların yönetimlerini kendi onayladığı kayyımlara devretmek suretiyle bu şirketlere el koyma planını hayata geçirdi. İnsan Hakları İzleme Örgütü, bu uygulamanın kayyımlık kanununun ciddi bir suiistimali, özel mülkiyet hakkının ihlali ve basın söz konusu olduğunda da eleştirel ve karşıt seslerin bastırılmasını amaçlayan kasıtlı bir sansür politikası olduğunu kaydetti. Başarısız darbe girişimini takip eden dönemde hükümet, OHAL uygulamasının verdiği yetkileri kullanarak gazeteleri, haber ajanslarını, radyo ve televizyon kanallarını tamamen kapatma yoluna gitti.
Elde edilen bulgular ışığında, Türkiye hükümeti mesleklerini veya iddia edilen bağlantılarını bahane ederek gazetecileri gözaltına almayı ve yargılamayı sona erdirmeli; ,olağanüstü hal döneminde basına yönelik her türlü kapatmanın ancak hukuk kurallarına uygun şekilde ve son çare olarak uygulanmasını sağlamalı; gazetecilere yönelik saldırıları kınamalı ve zamanında ve etkin soruşturma açılmasını temin etmeli; basını kayyımların yönetimine vermek amacıyla Ceza Kanunu’nu kötüye kullanmaktan vazgeçmeli ve Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu’nu uluslararası insan hakları yükümlülükleriyle uyumlulaştırmalıdır."
İnsan Hakları İzleme Örgütü ayrıca, ABD ve Avrupa Birliği’ne üye ülke hükümetlerinin, Avrupa Konseyi, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’nin nüfuzlarını kullanarak Türkiye hükümetine basın özgürlüğüne saygı göstermesi için baskı yapmaları tavsiyesinde bulundu.
DEMOKRASİYE ZARAR VERİLİYOR
Williamson’un “Özgür ve bağımsız basın, siyasi hayatın işlemesi için gerekli olan fikirlerin, düşüncelerin ve bilginin özgürce yayılmasına yardımcı olur ve yürütme makamları ile onlarla ilişkide olan güçlü aktörlerin üzerinde önemli bir kontrol mekanizması olarak hizmet eder. Türkiye hükümetinin basın özgürlüğünü erozyona uğratması Türkiye’ye ve demokrasisine olduğu kadar uluslararası itibarına da zarar veriyor” şeklindeki ifadelerine de raporda yer verildi.