Altın Portakal'da en iyi belgesel ödülünü alan yönetmen Piran Baydemir'le Fecîra'yı konuştuk.
Genç yönetmen Piran Baydemir'in Altın Portakal'da da en iyi belgesel ödülünü aldığı Fecîra'yı izlerken aklıma, Tezer Özlü'nün şu sözleri düşüyor:
"Bütün yaşama cesaretimi ölülerden alıyorum.
anlatılarında yaşadığım ölülerden.
bu kahrolası dünyayı, yaşanır bir dünyaya dönüştürmeyi başarmış ölülerden.
dünyanın ihtiyacı olan, her olguyu vermiş, söylemiş yazmış ölülerden".
Çünkü belgeselde, Dersim 38'in gölgesinin, günümüze nasıl düştüğüne tam olarak tanık oluyorsunuz. Dersim'in Şakak köyünde yaşayan Besna, kızı Devrim ve Melek´in gündelik hayatlarından kesitlerin mevsimsel geçişlerle anlatıldığı belgesel, "Dersim´de 1938´de yaşanan acılar günümüzde bir hatıradan mı ibaret?”, "Dersim, barajlarla soluğu kesilmiş Munzur, tarihiyle, coğrafyasıyla bölge halkının hayatını bugün nasıl etkiliyor?" sorularına da kapı aralıyor.
Filmi izlememiş olanlar için de ufak bir hatırlatma, belgeseli //fejira.filmbinder.com/adresinden izlemek mümkün. Baydemir'le, ödüllü belgeseli Fecîra'dan, Dersim'de yapımı süren barajlara kadar çok geniş bir yelpazede söyleştik.
Fecîra internette gösterimde Filmi internetten gösterime sokmak; tekelleşen sinema salonlarına karşı bağımsız sinemacıların alternatif bir yol daha var diyebilmesidir. Emekle, borçla çektiğimiz filmleri yıllardır sinema salonlarına sokamıyoruz. Bu yol bağımsız filmlerin yeni mecrası, neden olmasın diyorum ben de. |
Çocukluğunuz, çatışmaların yoğun olarak yaşandığı yıllarda, Diyarbakır'da, geçti. Aklınızda kalan kareler var mı?
28 Mart Diyarbakır Direnişi’nde polis halkın üzerine gerçek mermi kullanıyorlardı. Bir mermi sol kulağımın yanında geçerek duvara isabet etmişti sesi hala kulaklarımda. Sonraki mermilerden biri 8 yaşındaki İsmail Erkek’e isabet etmişti, orada öldü. Hiçbir zaman aklımdan çıkmadı onun vurulma anı, yere düşmesi ve o küçücük çocuğun bedeninden akan kanı hiç aklımdan çıkmadı.
Yine 28 Mart Diyarbakır Direnişi’nden 6-7 polisin arasında kaldım. Sonrası kaç gün evde morluklarımın geçmesini bekledim.
Gençlik yıllarımda bütün Kürtler gibi bende zaman zaman ayrımcılığa uğradım. Özelikle batı illerinde.
O kareler sizi yönetmen yaptı diyebilir miyiz?
Muhakkak etkili oldu. Sinema öncesi, kendimce fotoğraf çekiyordum köylerde. Fotoğraf çekerken de hiç düşünmezdim bu fotoğrafların bir gün film olacaklarını. Sinema ile tanışmam tesadüfen başladı. İlk defa Kurmanci ‘Kürtçe’ konuşulan bir film izlemiştim ‘Sarhoş Atlar Zamanı’ ve bende kendi anadilimde Kirmanckî ‘Kürtçe’ film yapma isteği uyandırdı. Sonrasında Diyarbakır Sinema Kulübü ile tanıştım. Burada birçok yönetmenlerin filmlerini izleyip film okumalarına katıldım. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin yaptığı sinema atölyelerine katıldım. Daha sonrada ilk kurmaca filmimi çektim ‘Yew Roc’ diye. Aynı yıl Cegerxwîn Konservatuarı Sinema Bölümü’nde 2 yıl eğitim alıp mezun oldum.
Fecîra
Peki, Fecîra'dan söz eder misiniz? Nasıl ortaya çıktı bu belgesel?
Kıştı. Arkadaşım Devrim ile birlikte köylerine gittik. İlk defa gidiyordum ben köylerine, gördüğümde hayran kalmıştım. Beyaz dağın eteklerinde, meşe, ceviz, elma, ağaçların içinde dört haneli bir köy. Diğerleri hepsi gitmişler. Nasıl olur da böyle güzel bir yerde kimseler kalmamış? Tabi cevabı ve sebebi devlet ve sistemin ta kendisidir.
Bu sistemi baştan beri kabul etmeyenler buna karşı direnen kadınlar vardı; Zarife, Fecira, Zilan, Sakine ve diğerleri.
Devrim’in annesi Besna’yi gördüğümde dik duruşu ve sisteme köküne kadar meydan okuması ve hala kendi topraklarında yaşaması bana Dersim 38’de Dersim’in dağlarında hainlere tecavüzcülere, işgalcilere karşı direnen Fecîra’yi hatırlattı. Fecîra sadece günün ilk ışığı değildir, Fecîra sadece kadın ismi de değildir Fecîra Sakine’dir, Zarife’dir, Zilan’dır ve Besna’dır: Direniştir…
Peki, ne kadar süre çalışıldı belgesel için?
Üç ay ön hazırlığını yaptık. Bir yıl da çekimleri sürdü, sekiz ay da montajı, kurgu, ses düzeltme, renk, Dvd, afiş, yani hepsinin çalışması iki yıldan fazla sürdü.
Dört mevsim ve üç kadın. Mevsimler arasındaki geçiş hikayeler arasındaki geçişe de yansımış. Bu anlatım biçimi de bir hayli ilginç...
Dersim'de mevsimler değiştikçe tarihi, acıları, korkuları değişiyor. Bu değişime karşı da direniş var biz bunu gördük Besna Teyze’de, Melek Teyze’de ve Devrim’de. Biz bu direnen güzel insanlara yoldaş olduk bir yıl boyunca. Geçen gün aradım Besna Teyze’yi dedim ödül aldık izledin mi televizyon da, ‘’Yok’’ diyor ‘’sen buraya gel’’ diyor ‘’odunları kes kış geliyor ha…’’ diyor bana. Yani demem o ki bir kere ben gidip hele bana anlatın ne yaşadınız, ne yiyorsunuz, sizi kameraya alacağım demedim de yapmadım da. Röportaj tekniği hiç girmedim. Üç kadının dört mevsim Dêrsîm’de yaşanan sohbetleri, günlük yaşamları üzerine kurduk filmi.
"Barajlar süregelen savaşın yansıması"
Belgeselin aynı zamanda Dersim'de yaşanan soykırıma yönelik bir tepki de oluğunu söyleyebilir miyiz?
Dersim denilince ilk 38 katliamı aklına geliyor insanların. Dersim 38’de kadınların yaşadıklarının paralel olaylarla bu gün de sürmekte olduğunu göstermeye çalıştık. Zorla boşaltılan köylerden, Munzur nehrine yapılan barajlarla değiştirilen ve kuşatılan coğrafya, süre giden savaşın bir yansıması olarak köyde duyulan çatışma sesleri, gökyüzünde dolaşan savaş helikopterleri… Diyebilirim ki tüm bunlar Dersim 38 planlamasının bir parçası gibi yürümektedir.
Kürt sineması son dönemde sürekli gündemde. Yeni filmler belgesellerle coğrafyanın acıları hep anlatıldı, anlatılmaya çalışıyor. Nasıl değerlendiriyorsun bu gelişimi?
Bugüne kadar Kürt destanlarından, Kürt direnişlerinden çok, acılar anlatıldı Kürt sinemasında. Birileri de çıkacak destanlarını anlatacak. Sinemanın en verimli toplumsal bellek yaratan araçlardan biri olduğu herkes tarafından bilinir. Kürt yönetmenleri de sinemacıları bunun farkında çünkü toplumsal hafızayı koruyup yaşatmaya, canlı tutmaya çalışıyorlar. Bence çoğu Kürt sinemacısı bunu yapıyor.
"Kürt sineması için geç kalınmış bir süreç yaşanıyor"
Geç kalınmış bir üretim süreci mi diyorsun yoksa süreç olarak değerlendirdiğinde tam zamanı mı diyorsun?
Dünya sinemasına baktığımız da ilk film 1895 çekilmiş iken. Kürt sinemasına baktığımızda 2000'li yıllardan sonra tartışılmaya başlandı. Bence geç kalınmış bir süreç yaşanıyor.
Altın Portakal'da yaptığın konuşma sonrasında salonda buz gibi bir hava estiğini söylemişsin bir röportajında . Ben sonrasını merak ediyorum, hiç mi yanına gelip belgeseli izleyene kadar böyle düşünüyordum ama belgeseli izledikten sonra fikrim değişti artık şöyle düşünüyorum diyen çıkmadı mı? Tepkiler nasıl oldu?
Ben ödülü Sakin Cansızlara, Rojava’ya adadığım için bir de Kürtçe konuştuğum için ırkçı tepkiler aldım. Yılmaz Güney'den, Ahmet Kaya'dan kalma bir öğretidir bizlere; doğru bildiğimizi korkmadan, çekinmeden, üzerimize geleceklerini bile bile suratlarına söylemek.
Bu tepkiler, benim şahsıma yada filmime değil bütün Kürt yönetmenlerine ve Kürt filmlerinedir. Bütün Kürt filmleri izlendikten sonra çok ciddi çatışmalara girdik Antalya’da. Sayıları az da olsa bazı izleyiciler hala Kürtlerin dilini kabul etmiyorlar. Bunu salonda gördük, aynı salonda filmleri izleyen insanlardan.
Kürt dili vardır, Kürtler de burada. Bunu kabul etmeyen ve karşı çıkanlar vardı. Bizim belgeseli izleyip ağlayan insanlar da vardı. Gurur duyan da vardı, ilk defa Kürtler’i anlatan bir film izleğini söyleyenler de vardı, bu güne kadar biz bilmiyorduk böyle olduğunu ve bize yalan söylemişler yıllardır diyenler de. Böyle olunca biz de çok mutlu oluyorduk.
"İnsanlar farkında olmadan yüzleşiyor"
Sanatın empati kurma, anlama ve yüzleştirme noktasında sihirli bir gücünün olduğuna inanıyor musun?
Festivallerde gözlemlediğim kadarıyla yüzleşme kimileri için zor bir durum, inanmak istemiyor ama kaçmıyor da. Bu da bence sanatın ve sinemanın gücüdür. İnsanlar yüzleşiyor aslında farkına varmadan.
Festivallerde kürtlere sinemasına yönelik önyargılar olduğunu düşünüyor musun?
Türkiye’deki festivaller Kürt sinemasını kabul etmiyor ki. Hiçbir festivalde Kürt sineması başlığı yok biz daha bunun mücadelesini veriyoruz. Bizi kabul etme şekli Türk sineması başlığı altında bunun bir an önce değişmesi lazım.
Dersim'de hidroelektrik santrallerle de bir de doğa katliamı yaşanıyor. Bunu bir ekolojik kırım, yıkım olarak değerlendiriyor musunuz? Buna yönelik ne gibi tepkiniz var?
Ekolojik yıkım olduğunu düşünüyorum. Bu yıkımın Daha önce söylemiştim Dersim 38 katliamının devamı olduğunu düşünüyorum. Sadece o bölgede yaşayan onlarca hayvan ve bitki türü var. Daha önce konuştuğumuz politik sebepler dışında bunlar bile baraja karşı olmaya yeter.
Peki, devletin Alevilere yönelik politikalarını nasıl buluyorsunuz? Devletin kendi Alevilerini yaratmak istediğini mi düşünüyorsunuz?
Aleviler bu ülkede asimile olmaya karşı her zaman direnmişlerdir bence. Zaman zaman inançlarını gizli yaşamak zorunda kalsalar da inançlarından, kültürlerinden vazgeçmemişlerdir. Aleviler’e karşı yürütülen politikalar başta aşağılama, karalama, yıldırma ve asimile etmek üzerineydi. Bunlar açıktan, alenen yapılıyordu. Baktılar Aleviler asimile olmuyor bari bizim olsun dediler. Hz. Ali’yi sevmek Alevilik ise biz de Alevi’yiz gibi komik ifadeler kullanılıyorlar. Her fırsatta bilinçaltları tarafından mağlup ediliyorlar, asıl düşünceleri boşluk bulup dudaklarından dökülüyor. Samimi olsalar inançların kardeşliği kisvesi altında cami-cem evi projesi ya da 3. köprünün ismi gibi konularda Aleviler’in hassasiyetlerini göz ardı etmezlerdi.
Son olarak sizin eklemek istedikleriniz neler?
Filmdeki Melek teyzeden;
Amnano, gewero
Payîzo, temelo
Zimistano, tetero
Ûsaro, zebero
Ama usarra heskeno.
Yazdır, gebertir.
Sonbahardır, gitmez.
Kışdır, kahırdır.
Bahardır, beklemez.
Ama ben baharı severim.
Teşekkürler. / Bianet