28 Ağustos’ta gitmiştim en son Cizre’ye. Eyüp Ergen arkadaşımızın, iki çocuğun ve başka gençlerin keskin nişancılar tarafından vurulduğu zaman. On binlerin katıldığı bir cenaze töreniydi. İlçede hayat durmuş, hastanede çalışan sağlık emekçileri iş bırakmıştı o gün. Artık yeter diyorlardı. Silahların gölgesinde çalışmak yetmiyormuş gibi bir de öldürülüyorlardı. Yaşatmak için yola çıkan sağlık emekçileri arkadaşları vurulduğunda onu kurtaramamışlardı. Tam bir buçuk saat yerde yatan bedenine ulaşmaya çalışmışlardı. Öfkeliydi herkes bir o kadar da çaresiz. Cenaze töreni kitleseldi, taziye evleri dolup taşıyordu. Sokaklar sessizdi, tedirgindi kadınlar ve çocuklar özellikle. Barış işaretiyle selamlıyorlardı her geçeni. Bitsin istiyorlardı bu savaş. Ama bitmedi…
MİNARELERDEN EZAN OKUNMADI
Oraya gidene kadar okuduğumuz, izlediğimiz kadarını biliyorduk. Cizre halkının yaşadıklarını öğrenmek için oraları görmek gerekli. İnsanlık adına utanç verici şeylerdi gördüklerimiz. Ağustos sonunda gezdiğim mahalleleri tekrar dolaştık. Tabii şimdi akrepler, özel harekatçılar sokak başlarına kadar gelmişlerdi. Mahallenin içine giremeseler de akrepleri, TOMA’ları, vs. bilumum silahları ile delik deşik etmişlerdi bütün binaları, arabaları. İnsanlar dokuz gün boyunca elektriğin, suyun kesildiği koşullarda aç, susuz mahsur kalmışlardı. Bütün bunları anlatabilmek, gösterebilmek için çırpınıyorlardı. Israrla bahçelerine, evlerin içine çağırıyorlardı bizi. Bir evin içine girdiğimizde manzara korkunçtu. Evin duvarları delik deşikti. Duvarın birinde kocaman bir oyuk açılmıştı. Kadınlar ve çocuklar sanki o anı tekrar yaşıyormuş gibi anlatıyorlardı. Evi taramaya başladıklarında evin diğer tarafından komşular duvarı kırarak içeridekilere bir geçit yapmışlardı. O evdekiler öyle kurtarmıştı canlarını.
SÖZE BARIŞ DİYE BAŞLIYORLAR
Ama canını kurtaramayan yirmi bir sivil vatandaş vardı dokuz günün sonunda. On beş kişi ateşli silahla öldürülmüştü. Altı kişi ise hastaneye ulaşamadığı için hayatını kaybetmişti. Ambulans hizmeti hiç verilememişti. Eczaneler açılamamıştı. Fırınlar ekmek çıkaramamıştı. Sarayın diktatörlüğünü, iktidarın geleceğini korumak için bir kıyım yaşamıştı Cizre halkı. Sokakta karşılaştığımız herkes özellikle kadınlar bizlere sarılırken barış diye söze başlıyorlar ve anlatıyorlardı hâlâ nasıl ayakta olduklarını, yıkılmadıklarını. Israrla da geldiğimiz yerlere anlatmamızı istiyorlardı yaşadıklarını. Ne de olsa onlar da biliyordu barış olacaksa hep birlikte getirilecekti ülkenin doğusuyla batısıyla. Biz de söz verdik bu istediklerini taşımaya döndüğümüz yerlere. Onlar orada bütün bunları yaşarken bizlerin de iyi olmadığını söyledik. Bu kadar saldırıya, bu kadar can kaybına karşı dimdik ayakta olduklarını, çeyrek asırdan beri kırılamayan direnişin dokuz günde bitirilemeyeceğini de özellikle belirtiyorlardı.
SAĞLIKÇILAR HASTANEDE REHİN KALDI
HASTALARIN ÇOĞU ÇOCUK
Hastaneyi ziyaretimizde sadece acilin çalıştığını, poliklinik hizmeti verilemediğini çünkü halkın korkudan hastaneye gelmediğini öğrendik. Acil servise gelen hastaların çoğunluğu çocuk hasta. Salgın haline gelmese de temiz içme suyuna ulaşılamadığı ve mama dahil yeterli gıdaya ulaşılamadığı için hepsi ateş, ishal, kusma şikayeti ile getirilmişler hastaneye. Hastanenin çalışan diğer birimi kadın doğum kliniği. Bir gece önce toplam altı kadın doğum yapmış. Ayrıca gelen gebelerin çoğu strese bağlı erken doğum ve düşük tehdidi ile başvurmuşlar. Dokuz gün boyunca yaralananların hiçbiri hastaneye başvurmamış. Diyaliz ünitesi hasta almaya, 112 acil sağlık hizmeti vermeye başlamıştı.
Sağlık emekçileri silahların gölgesinde çalışmak istemediklerini, yaşatmak için burada olduklarını ancak can güvenliklerinin olmadığını belirttiler. Bütün bu taleplerini yetkililere ilettiklerini ancak dikkate alınmadıklarını söylediler.
Onların da tek isteği vardı: BARIŞ…
Birsen SEYHAN
Sağlık ve Sosyal Hizmet
Emekçileri Genel Sekreteri