BEKSAV'ın bahçesindeyiz. Üç hafta öncesine kadar bu bahçede, Kobane'ye götürülecek yardım malzemelerini, oyuncakları paketleyen gençlerden birçoğu artık yok. Büşra Mete, o gençlerden biriydi. Büşra, 31 devrimci ile birlikte Suruç'ta AKP ve DAİŞ eliyle katledildi.
Şimdi onların yokluğunun gölgesinde iki genç; Duygu Bozkurt ve Okan Danacı, Büşra'yı anlatıyor. Sık sık gülümseyerek anıyorlar O'nu. Gülümseyen gözlerinden bahsediyorlar, "Büşra gözleriyle konuşurdu" diyorlar. Komünist şair Şafak Tamer'in dizeleri dolanıyor aklımda; "Yürürken sonsuzluğuna evrenin/ Gülüşünü koydu ellerimize." Artık Büşra'yı da anlatacak bu dizeler.
Duygu ve Okan, Büşra ile yoldaşlar, arkadaşlar.
Okan ile Büşra, Ertuğrul Gazi Lisesi'nde birlikte okumuşlar. Lisedeki arkadaş gruplarına, bir başka Suruç şehidi, yoldaşlarının "Cebo"su Cebrail Günebakan da dahil.
O günleri anlatıyor Okan: "Ben lisede politik çalışma yürütüyordum. Büşra o günlerde henüz aktif çalışma içinde değildi. Ancak yüzü politikaya dönüktü. Bizim ortak yanımız dinlediğimiz müziklerdi. O da benim gibi metal müzik dinlemeyi severdi. Lise yıllarında Kurt Cobain'i çok dinlerdi. İlk başlarda tanışıklığımız kişiseldi, daha sonradan politikleşti. Büşra'daki politik değişim, 2010'da Cebo tutuklandığında başladı. Cebo'yu ziyarete gidiyordu cezaevine. Hapishane sorunlarını dinleye dinleye, bizle daha fazla vakit geçirerek politikleşmeye başladı."
Duygu'nun Büşra ile tanışıklığı ise 2010 yılına dayanıyor. İki genç kadın aynı dönemde İstanbul Üniversitesi'ni kazanıyor. Büşra İletişim Fakültesi'nin gazetecilik bölümünde, Duygu ise sinema-televizyon bölümünde okumaya başlıyor.
Duygu üniversitenin ilk dönemlerini anlatıyor: "İstanbul'a geldiğimde SGD toplantısında karşılaştık. Büşra'nın yanı sıra Polen de o toplantıdaydı. Büşra ile 3 yılı aşkın bir süre SGD'de birlikte çalışma yürüttük. Sürekli yanyanaydık. Üniversiteli Genç Kadın, Özgür Genç Kadın çalışmalarında da yanyanaydık. Daha özel bir ilişkimiz vardı. Gençlikten ayrıldıktan sonra da eskisi kadar olmasa bile görüştük. Büşra aslında üniversiteye geldiğinde kafasında bir örgütlenme fikri vardı. Çünkü üniversiteye gelir gelmez SGD ile ilişki kurmuştu."
Sevdiklerine sevgisini sınırsız sunan ancak abartılı sevgi gösterilerinden hoşlanmayan, samimi, hayatı sade yaşayan, küçük şeylerle mutlu olmayı seven, çikolatayı, abur cuburu çok seven, kararlı, kendi yaşam biçimini onaylamayan ailesi karşısında dik duran, kendine özgürlük alanı yaratan, gelenek kadınlık rollerini sorgulayan, okumaya meraklı, kendini de eleştirme gücüne sahip, kendine has bir tarzı olan genç bir kadın Büşra.
En çok da gözleriyle konuşan bir kadın devrimci.
Okan Büşra'nın sık sık gözlerini anlatıyor: "Büşra'ya demiştim; Biz seninle tanışmadan önce gözlerinle tanıştık' diye. Lisede sınıfa ilk girdiğimizde dikkatimizi çeken gözleriydi. Büşra'nın her şeyini anlatan gülüşüydü. Sevdiğini sözünden değil, gülüşünden anlayabilirdiniz. Bir gülüşünden özlediğini, bir gülüşünden aslında sinirli olduğunu anlayabiliyorduk. Ben birebir konuşmalarda çok gözgöze bakamam, ancak Büşra ile gözüne bakmak zorunda kalıyordum. Çünkü gözleri ile konuşuyordu."
Sohbet birlikte yapılan ve keyif alınan şeylere geldi. "Büşra ile çok şeyi birlikte yapmaktan keyif alırdık" diyor Duygu, sonra ekliyor: "Birlikte fotoğraf çekmeyi çok seviyorduk. Bir gün çıktık ve İstanbul'un sokaklarında saatlerce fotoğraf çektik."
Okan, yaptığı uzun sohbetleri anlatıyor, "Hep gülünecek şeyler dahil olurdu sohbetlerimize" diyor.
Büşra'dan ve diğer Suruç şehitlerinden geriye elbette çok şey kaldı ve elbette onların sonsuzluğa yürüyüşüyle hayatlardan çok şey de eksildi.
Okan, kalanları gülümseyerek anlatıyor: "Büşra bizde hep gülen, gülümseten bir şeyler bırakmış. Büşra aklıma geldiğinde, gülen yüzünü hatırlıyorum. Cebo'da da öyle. Hep mutlu olduğumuz, birbirimizi mutlu etmeye çalıştığımız anlar aklıma geliyor. Küçük sürprizlerden mutlu olmayı severdik. Yanına giderken, bir daldan koparttığın bir çiçeği vermen bile onu mutlu ediyordu."
Okan'ın hayatından eksilen ne?
Yanıtı: "Görmeyi sevdiğim bir gülüş vardı. Artık göremeyeceğim. Hayatımdaki var olan gülüşlerden biri artık resimleşti."
Duygu, "Yarım gitmiş gibi hissediyorum" diyor ve ekliyor: "Büşra'ya ben kendimi anlatmazdım. Çünkü o beni çok iyi bilirdi. Hayatlarımız içiçe geçmiş bir ilişkiydi. Hem ben O'nun herhangi bir olaya nasıl tepki vereceğini çok iyi bilirdim, hem de O benim. Beni bildiği için beni en iyi anlayabilecek insan oydu. Şimdi yarım gitmiş gibi hissediyorum."
İki genç de kabullenememekten, acıyı tam olarak yaşayamamaktan bahsediyor.
Duygu, "Devrimci insanlarız, acıyı da farklı yaşıyoruz, yas havası ile değil. Ancak bir kabullenmeme hali de var. Yokluk hali tam olarak cisimleşmiş değil. Yokluk hissini düşünmeye başladığında çok büyük boşluk oluşuyor insanın içinde. Şehrin her yerinde anılarımız var bizim. Bir yandan mücadele yürüten insanlar olduğumuz gerçeğini unutmadan acıyla yüzleşilmesi gerektiğini düşünüyorum" diyor.
Okan da benzer bir duyguyu tanımlıyor: "Ben aslında acıyı hala yaşamış değilim. Çünkü patlamanın olduğu andan itibaren yaraları sarmak, yoldaşları defnetmek, ailelerle görüşmeler gibi onlarca şey, duygusal boyutunu geriye itmemizi sağlıyor. Öfkeyi ise yoğun yaşadım. Zaman geçtikçe yokluklarını hissetmeye başlıyorum. Biz bir katliam yaşadık ancak yaralarımızı sararak katliamcıların karşısına daha güçlü çıkmak istiyoruz. Doğrulmaya çalışıyoruz. Bu yüzden acıyı hissetmek geride kaldı. Suruç'tan döndükten sonra iki kez Gülsuyu'na gittim. Biri Cebo'nun anmasıydı, biri de dün aileyi ziyaret etmek içindi. Daha önce Cebo ile birlikte yürüdüğümüz yollarda tek yürüyünce acıyı hissetmeye başladım. Artık yoklar algısı oluşmaya başladı. Ama ne olursa olsun, duygularımı yaşayarak, politik bir bilinçle hareket etmeye çalışıyorum."