Yıllardır tutuklu bulunan ve geçtiğimiz ay tahliye edilen BDP Milletvekilleri Selma Irmak, Gülser Yıldırım, İbrahim Ayhan, Faysal Sarıyıldız ve Kemal Aktaş, cezaevlerindeki hasta tutsaklara ilişkin hazırladıkları raporu tamamladı. Vekiller hazırladıkları raporu, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a sundu.
"Hasta Tutsaklar ve Yaşadıkları Sorunlar", "Adli Tıp Kurumu ve Cumhuriyet Savcılarının Hasta Tutsaklara Yaklaşımı", "Cezaevlerinde Yaşamını Yitiren Hasta Tutsaklar", "Felçli, Hafızasını Kaybetmiş Tutsaklara 'Toplum Güvenliği İçin Tehlikeli' Raporu" ve "Hasta Tutsaklar Sorununa İlişkin Çözüm Önerilerimiz" olmak üzere 5 ana başlıktan oluşan raporda ayrıca ağır hasta tutsaklar ve hasta tutsaklar listesi ile savcılığın Ramazan Özalp'in tahliyesine dair verdiği ret kararının da örneğine yer verildi.
‘HASTA TUTSAK SAYISI ARTIYOR’
Hasta tutsaklar meselesinin yakınları başta olmak üzere çeşitli sivil toplum örgütleri tarafından eylem ve etkinliklerle sürekli gündemde olduğu belirtilen raporda, “Böylesi hassas ve insani bir konuda Adalet Bakanlığı ile defalarca yapılan görüşmelere rağmen bu sorun hala çözülmemiştir. Uzun zamandan beri meclis genel kurulundan, cezaevlerinin önlerinden, fırsat bulunulan her yerde hasta tutsakların durumuna, cezaevlerinde devam eden işkence ve kötü muamelelere işaret etmeye, sorumluları bu konuda önlemler almaya yönelik çağrılar defalarca yapıldı. Sadece biz değil, duyarlı insan hakları savunucuları, demokrat kuruluşlar cezaevindeki ihmallerin ve ağır hasta mahkûmların sorunları hakkında sürekli bir mücadele geliştirmektedirler. Ancak ne yazık ki, bugün karşımızdaki tablo eskisinden daha vahim durumdadır. Hasta tutsakların durumu eskisinden daha vahim, sayıları daha fazla, cezaevindeki kötü muamele şikâyetleri ise almış başını gitmektedir” denilerek, durumun ciddiyeti hususunda bir kez daha uyarıcı hatırlatmalarda bulunuldu.
HUKUKTAN ÖNCE YAŞAM HAKKI
Konunun yaşam hakkı bağlamında hukuki gerekliliklerinin bir kenara bırakılıp insani yönüyle ele alınıp, konunun hassasiyetiyle hükümetin bir an önce çözüm geliştirmesi gerektiğinin altı çizilen raporda, devletin bu konuda kendi yasalarının yanı sıra tarafı olduğu uluslararası sözleşmelerle de sorumlu olduğuna dikkat çekildi. Uluslararası insan hakları hukukunda mahpusların hakları ile ilgili oldukça gelişmiş standartlara yer verildiği hatırlatılarak, bu standartların uygulanması da yine ülkenin demokratikleşme seviyesine bağlı olduğu vurgulandı.
‘ULUSLARARASI SÖZLEŞMELERDEKİ YÜKÜMLÜLÜKLER YERİNE GETİRİLMELİ’
Raporda, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 5/1 fıkrası ve Anayasa'nın 19. maddelerine atıfta bulunularak, “sağlık hakkı” gibi temel bir haktan yararlanması için mahpus açısından, devletin pozitif yükümlülüğü, dışarıdaki yurttaşa göre iki kat daha fazla olduğu belirtildi. Sağlık hakkına ulaşması için mahpusun kendi iradesinin yeterli olmadığı ifade edilen raporda, cezaevindekilerin bir anlamıyla devlete emanet edildiği, vücut sağlığı ve beden bütünlüğünden devletin birinci derecede sorumlu olduğunun altı çizildi.
Devletin mahpusun sağlığı konusunda hiçbir bahanenin veya gerekçenin arkasına sığınamayacağına işaret edilen açıklamada, “Devlet bu hakkı her koşulda sağlamak zorundadır. Bu koşulları sağlayamıyorsa, kişinin özgürlüğünü kısıtlamaya da hakkı bulunmamalıdır” ifadelerine yer verildi. Birleşmiş Milletler (BM) Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin 6/1. maddesinde belirtilen “her insanın doğuştan sahip olduğu yaşam hakkı”na dikkat çekilen raporda, Türkiye’nin de taraf olduğu İşkence ve Diğer Zalimane, Gayriinsani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşmenin 1. maddesinde işkenceye karşı sözleşmeye taraf devletlerin yetkisi altındaki ülkelerde işkence olaylarını önlemek için etkili kanuni, idari, adli veya başka tedbirleri alma yükümlülüğü hatırlatıldı.
AĞIR HASTALARDAKİ ARTIŞ
Devletin hasta tutsaklara yönelik gayri-insani tutumunun bugüne kadar birçok tutsağın göz göre göre ölüme terk edilmesine neden olduğu kaydedilen raporda, “2013 yılı sonu itibarıyla hapishanelerde Adalet Bakanlığı’nın tespit ettiği 154'ü ağır durumda 526 hasta bulunmaktadır. Bu hastalar arasında yürüyemeyen, eli tutmayan, yardım olmaksızın beslenemeyen ve hatta başını dahi hareket ettiremeyen birçok kişi bulunmaktadır. Bu sayı geçtiğimiz aylarda sabit kalıyorken son iki aydır arttığı tespit edilmiş, hasta tutsakların ağır hasta statüsüne geçtiği fark edilmiştir. Pek çok kişinin cezaevine girdikten sonra, cezaevindeki olumsuz koşullardan dolayı sağlığını kaybettiği düşünüldüğünde, hasta tutsak sayısının daha da artacağı anlaşılmaktadır” denildi.
113 HASTA TUTSAK ATK RAPORU BEKLİYOR
Şubat 2013’te infaz kanununa "ağır hastalık veya sakatlık nedeniyle cezaevinde hayatını yalnız idame ettiremeyen ve toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmayacağı değerlendirilen mahkûmun cezasının iyileşinceye kadar geri bırakılacağı" hükmü eklendiği aktarılan raporda, şunlar belirtildi: “Bu doğrultuda Mayıs 2013'e kadar 460 tutuklu ve hükümlünün tahliye talebiyle başvuruda bulundu, bunlardan sadece 43 kişinin cezasının infazının geri bırakıldı ve 417 kişinin talebinin ise reddedildi. İHD verilerine göre siyasi tutsaklardan sadece 5 tahliye gerçekleşmiş olup rakam net değildir. 14 kişi ise Adli Tıp Kurumu’ndan (ATK) rapor beklerken cezaevinde hayatını kaybetti. Bugün hala 113 hasta mahkûm ATK raporu beklemektedir. Bütün bu veriler Türkiye'deki hapishanelerde bulunan ağır hasta tutuklu ve hükümlülerin insani kriterlerden uzak, çok ağır şartlar içerisinde yaşam mücadelesi verdiklerini gözler önüne sermektedir. Bu bağlamda mevcut hali ile Türkiye hapishanelerinde bulunan ağır hastalara adeta bir insanlık dramı yaşatılmaktadır. Bu durum Türkiye'nin ne uluslararası düzeyde imzaladığı antlaşmalar ile örtüşmekte ne de demokrasi ve insan hakları ile bağdaşmaktadır.”
1 MİLYON İMZA GÖRMEZDEN GELİNDİ
“Yapılan düzenlemeye karşın, ağır hastalık hali nedeniyle tahliye başvurusunda bulunan tutuklu ve hükümlerden sadece yüzde 9,5’inin talebine olumlu yanıt verildiği yine Adalet Bakanlığı tarafından ifade edilmiştir” denilen raporda, devamla şu hususların altı çizildi: “Bakanlığın verdiği diğer bilgiyse, 21 Mayıs 2013 itibariyle 460 kişi başvuru yapmış olduğu halde sadece 43 kişinin yasadan faydalandığı yönündedir. Hasta mahpuslar yasal düzenlemeye rağmen hasta mahpuslar, tahliye edilmemekte, cezaevlerinin olumsuz, hijyenden, gıdadan yoksun koşullarında adeta ölüme terk edilmektedirler. Yaşanan dramın özeti budur. İçlerinde yaşı 70-80 arasında olan mahpuslar da olmak üzere, felç, kanser, ameliyatlı yüzlerce kişi cezaevlerinde ceza içinde cezaya maruz bırakılmaktadırlar. Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Hukuk Dayanışma Dernekleri Federasyonu (TUHAD-FED) öncülüğünde hasta tutsakların durumuna dikkat çekmek ve serbest bırakılmaları amacıyla gerçekleştirilen kampanya kapsamında toplanan 1 milyon imzanın bir kısmı Adalet Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı'na teslim edildi. Aileler tarafından gerçekleştiren diğer görüşmelerden hiçbir netice alınamamış, hasta tutsaklar giderek ağırlaşan uygulamalara maruz bırakılmışlardır.”
CMK’DA YENİ DÜZENLEME ŞART
Raporda uzun tutukluluk sürelerine de değinilerek, “İnsan hak ve hürriyetleri önündeki engellerden birisi olarak da ülke gündeminde yer alan tartışma alanlarından birisidir. Zira bir koruma tedbiri olan tutukluluk halinde aslolan ‘geçici olması’ halidir. Uluslararası mevzuatta da tutukluluk halinin gereksiz olduğu noktada sona erdirilmesi esastır. Uzun tutukluluk durumunun yol açtığı en büyük hak ihlaline ise hasta tutuklular maruz kalmaktadırlar. Yıllardır giderek sayıları artan hasta tutuklular için hiçbir düzenleme sorunu halletmediği gibi uygulamada da sorunlar hiçbir biçimde aşılmış değildir. Oysa tutukluluk hali bir ceza değil bir önlemdir. Ancak cezaya dönüşmüş olan bu durum, hasta tutuklular açısından katmerlenmektedir. Hasta tutuklular için Ceza Muhakemesi Kanununda bu sıkıntıları çözecek bir düzenleme yapılması elzem olmuştur.”
BİLİMSELLİKTEN UZAK ATK RAPORLARI 12 EYLÜL RUHUNU YANSITIYOR
Raporun ATK ve savcıların hasta tutsaklara yaklaşımının ele alındığı bölümde, ATK raporlarının bilimsellikten uzak ve taraflı kararlarının hasta tutukluların maruz kaldığı durumun en başat nedenleri arasında gösterildi. “Adli tıp alanında bilimsel gelişmeyi engelleyici, çelişkili ve yetersiz kabul edilen kararları çözüme bağlayıcı özelliği ile birlikte bilimsel niteliğini de yitirmeye başlamıştır” denilen raporda, “Oysa bilirkişilik, hizmetin niteliği gereği herhangi bir konuda verilecek objektif, teknik ve bilimsel görüştür. Bilirkişiliğin esası bilimsel görüşün özgürce sunulabilmesidir. Kurum 12 Eylül rejiminin etkisinde yapılmış düzenlemelerin ruhunu yansıtmaktadır” ifadelerinde bulunuldu.
4. yargı paketi ile daha önce hasta tutuklunun serbest bırakılması için ATK’nın “Tek başına yaşamını devam ettiremez” raporu yeterliyken, yeni düzenleme ile hasta tutuklunun “Toplum için zararlı olup olmadığı”na ise savcılığın karar verdiği belirtilen raporda, “Cezaevi savcısının kanaatini olumsuz kullanması durumunda tutuklu serbest bırakılmayacaktır. Ağır hasta tutuklu ve hükümlülerin tahliye olabilmeleri için gerekli olan iki şart Adli Tıp Raporu, savcılıktan görüş istenmesi ve Cumhurbaşkanı affı çok uzun bürokratik süreçleri kapsamaktadır. Bu nedenle çoğu mahpus başvuru süreçleri neticelendirilmeden yaşamlarını yitirmektedir. Hasta tutuklu ve hükümlülerin revire çıkmaları, ring araçlarıyla hastanelere gitmeleri, sağlık raporları için uzun süre beklemeleri göz önüne alındığında bu tedavi ve başvuru sürelerin kendisinin cezaya dönüştüğü anlaşılacaktır. Hal böyleyken bilimsel bilgi, kişisel kanı, ayrımcı uygulama gibi herhangi bir nedenle olumsuz rapor almış ve sayılı günleri kalan bir hasta tutuklu veya hükümlünün itiraz hakkının olmaması kabul edilemez. Bu ülkenin en temel sorununu çözme iddiasıyla başlatılan bu süreçte, sözünü ettiğimiz duyarlılığı sergilemek bir yana, mevcut yasalar dahi uygulanmamaktadır” diye kaydedildi.
Cezaevlerinde yaşamını yitiren hasta tutsakların da hatırlatıldığı raporda, Adalet Bakanlığı’nın verdiği bilgilere göre 2000 yılından bu yana cezaevinde hayatını kaybeden hükümlü ve tutuklu sayısı şu şekilde yer aldı: “2000 yılında 193, 2001 yılında 158, 2002 yılında 89, 2003 yılında 163, 2004 yılında 54, 2005 yılında 59, 2006 yılında 157, 2007 yılında 176, 2008 yılında 211, 2009’da 196, 2010 yılında 252, 2011 yılında 268, 2012 yılında 260, 2013 yılında 68. 14 yılda 2304 hasta tutsak yaşamını yitirdi.”
SAVCI VE POLİS ENGELİ
Hacer Kaya, Resul Güner, İsmet Ablak, Yılmaz Keskin, Osman Yiğit, Rıdvan Kızgın, Mehmet Aras, Mahmut Çakan, Mahmut Karataş, Gürgin Kurt, Seyithan Taşkıran, Latif Badur, gibi birçok kişinin cezaevinde ağır hasta konumundayken tahliye edilmediği ve yaşamlarını yitirdiği ifade edilen raporda, ağır hasta tutsaklardan biri olan Ramazan Özalp’in durumuna dikkat çekildi: “Yaklaşık 20 yıldır cezaevinde. Birçok hastalığın yanı sıra iki yıl kadar önce felç geçirdi. O günden beri bir et ve kemik yığını olarak yatağında duruyor.
Özalp’a uzunca bir zamandan sonra ATK tarafından ‘cezaevinde yaşayamaz’ raporu verildi. Tahliyesi beklenirken bu kez ülkenin savcı ve polisi devreye girerek, ‘Özalp çıkamaz’ dediler. Ramazan Özalp için TEM’in hazırladığı raporla serbest bırakılmıyor. Sadece tıbbi açıdan değerlendirme yapılması gereken bir konuda ‘güvenlik’ sorununun aslında ‘esas şart’ olarak aranmasının insani ve hukuki hiçbir yanı yoktur.”
FİİLİ İDAM
22 yıldır cezaevinde bulunan ve tek böbreği kanser olan hasta tutsak Avni Uçar, 17 yıldır tutuklu olan 57 yaşındaki felçli Salih Tuğrul, böbrek, karaciğer ve beynindeki tahribatla durumu giderek ağırlaşan ağır siroz hastası Giyaseddin Sevmiş, kemik kanseri olan Halil Güneş, Motornöran ALS hastası olan Lokman Akbaba, 20 yıldır cezaevinde olan hasta tutsaklardan sara, panik atak, ülser, gastrit, iltihaplı yaralar, kalp kapakçığında tıkanma ve yakalandığı damak kanseri gibi hastalıkları olan Mutlak Tozun, kronik ağrılı, kalça ve omuzlarda eklemlerde görülen ‘ankilozan spandilit’ hastası Hasan Kaçar’ın durumlarının genişçe anlatıldığı raporda, söz konusu uygulamanın hasta tutsaklar için fiili idam anlamı taşıdığı vurgulandı.
SUÇSUZ, HASTA VE YAŞLI AMA TAHLİYE EDİLMİYOR
Raporda bir başka dikkat çekici husus ise M. Emin Özkan adlı tutsağın durumu. Bir itirafçının ifadeleri doğrultusunda 20 yıl önce bir suikast silahıyla öldürülen Tümgeneral Bahtiyar Aydın olayından sorumlu tutulan 75 yaşındaki Özkan’ın pek çok hastalığıyla ölümün eşiğinde olduğu belirtilen raporda, Bahtiyar Aydın’ın devlet içinde oluşan çeteler tarafından infaz edildiği ortaya çıkmasına rağmen Lice’nin bir köylüsü olan Özkan’ın hâlâ tutuklu olduğu ifade edildi.
Raporda detaylı biçimde işlenen hasta tutsaklar konusuna ilişkin çözüm önerileri ise 13 maddede şu şekilde sıralanıyor:
- Tutukluların da ağır hastalık hali göz önüne alınarak sağlık durumları gözetilerek tutukluluk halinin sona erdirilmesi ve gerekli görülmesi halinde denetimli serbestlik yöntemlerinden birinden yararlanmasına ilişkin değişiklik yapılmasının insanların sağlık hakkının gözetilmesini sağlayacaktır.
- Tutuklama kararı verilmesinden sonra maruz kaldığı ağır bir hastalık veya sakatlık nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyeceği veya tedavisi, iyileşmesi, bakımının mümkün olmadığı tam teşekküllü devlet hastanesi sağlık kurulu tarafından verilen raporla tespit edilen tutuklu sanıklar hakkında tutuklama nedenleri ortadan kalkmış kabul edilerek tahliyelerine karar verilmelidir.
- 4. yargı paketinde yapılan düzenlemede ağır bir hastalık veya sakatlık nedeni ile ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyen ve toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmayacağı değerlendirilen mahkûmdan bahsedilmektedir. Hasta tutsakların durumlarının günden güne kötüleştiği ve hatta cezaevlerinden ölüm haberlerinin arttığı günümüzde 6411 Sayılı yasa ile yapılan değişikliğin hasta mahpusların derdine derman olmadığı açıktır. Bu nedenle madde yeniden düzenlenerek; sadece maruz kaldığı ağır bir hastalık veya sakatlık ifadesi ile yetinilmelidir. Bilindiği gibi ağır hasta olduğu halde infaz kurumunda yaşamını yalnız idame ettirebilen mahpuslar da vardır. Bu durum gözetilerek ağır hastalık veya sakatlık ifadesi ile yetinilmelidir.
- Maruz kaldığı ağır bir hastalık veya sakatlık nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarındaki tedavi ve bakımının iyileşmesini sağlayamayacağı, ceza infaz kurumunda kalmasının hastalığının ilerlemesine sebebiyet vereceği veya artık tek başına ihtiyaçlarını karşılamasının mümkün olmadığı tam teşekküllü devlet hastanesi sağlık kurulu tarafından verilen rapor üzerine saptanan şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilmemelidir. Tutuklunun ceza infaz kurumunda tedavi edilmesinin mümkün olduğuna ilişkin tam teşekküllü devlet hastanesi tarafından verilen rapora tutuklu veya üçüncü dereceye kadar bir yakının talebi halinde ilk raporu veren sağlık kuruluna bağımsız üç hekimin de dâhil olacağı yeni bir kurul hükümlünün durumu hakkında tekrar karar vermelidir.
- Mevcut yasaya göre cezaevinde bulunan hasta tutsağın, hastalık durumunun cezaevi koşullarında yaşamını sürdürmeye izin verip vermediğinin tespiti sadece Adli Tıp Kurumu tarafından yapılmaktadır. Adli Tıp Kurumu’nun yanında tutuklu ve hükümlülere ilişkin muayene ve rapor düzenlemenin tam teşekküllü devlet hastaneleri, üniversite hastaneleri ile Eğitim ve Araştırma hastaneleri tarafından da yapılabileceğinin kanun hükmü haline getirilmesi gerekir. Bu durumda hasta tutsaklar hastalıklarıyla ilgili raporun zaman kaybetmeden alabileceklerdir. Bu kanun hükmünün çıkarılması ile hasta mahpuslar ayrıca hastane veya Adli Tıp Kurumu tarafından, kendileri için verilen bir rapora itiraz edebilme hakkına kavuşacak ve farklı bir hastaneden de rapor talep edebilecektir. Bu raporların çatışması durumunda oluşturulacak bağımsız bir doktorlar kurulu nihai kararı vermelidir.
- 4. yargı paketiyle İnfaz Yasası’nın 16. maddesine eklenen hasta mahpusun cezasının infazının geri bırakılması için Adli Tıp Kurumu’nun verdiği rapor yanında ‘toplum için tehlikeli olmama’ kriterinin derhal kaldırılması gerekir. Mevcut düzenlemede Adli Tıp Kurumu olumlu yönde görüş bildirse bile Cumhuriyet Savcısının, hasta mahpusun toplum için tehlikeli olmadığı yönünde karar vermesi gerekir. Kendi başına yaşamını devam ettiremeyen kişinin toplum bakımından tehlikelilik durumunun değerlendirilmesi abesle iştigaldir. Bir kişinin toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturup oluşturmayacağı gibi ağır bir sorumluluğun Cumhuriyet Savcısına bırakılması karşısında savcılar böyle bir sorumluluk altına girmeyeceklerdir/girmemektedirler. Kaldı ki bir kişinin toplum güvenliği bakımından tehlike yaratıp yaratmadığına ancak yapılacak bir yargılama sonucunda mahkeme karar verebilir. Hali hazırda gelinen noktada da bu hükmün geniş yorumlandığı ve keyfiyete varan ölçüde yapılan değerlendirmeler neticesinde “tahliye/infaz ertelemesi” kararları verilmemektedir. Bu nedenle bu ibarenin madde metninden çıkartılması gerekmektedir.
- Önemli bir diğer sorun ise hasta tutsakların sürgün ve sevklere tabi tutulması hastalık durumlarının ilerlemesine sebep olan uygulamalardır. Sürgün politikalarından ve hasta tutsaklara yönelik sevk zorunluluğundan vazgeçilmesi gerekir. Hasta mahpusların öncelikle ailelerinin bulunduğu yere en yakın ve tedavilerinin de mümkün olduğu illere sevk edilmeleri gerekir. Hasta mahpusların büyük kısmı Türkçeyi iyi kullanamadıklarından şikâyetlerini tam alamı ile aktaramamaktadır. Bu durum, tanının konmasına ve tedavinin sağlıklı olarak gerçekleşmesi önünde bir engel teşkil etmektedir. Bu sorunun ortadan kaldırılması için Türkçe bilmeyen hasta mahpuslara tercüman verilmelidir.
- Bakanlık sürekli kendilerine bir başvuru olmadığını söyleyerek süreci uzatmaktadır. Oysa hasta mahpusların listeleri ellerindedir, bu meseleyi bürokratik engeller ile ötelemek manasızdır, meydana gelecek olası sonuçlar düşünüldüğünde bu insanları açıkça ölüme terk etmektir.
- Cezaevindeki kişilerin yaşadığı ağır sağlık sorunlarından biri olan kanser hastalığı örneğinde hastalığın tedavisi psikolojik, sosyal ve bedensel destek gerektiren bir süreçtir. Tanı ve tedavinin gecikmeden zamanında ve doğru yapıldığına dair güvencenin hastaya, ailesine, kamuoyuna verilmesinin sağlanması çok önemlidir. Kanser hastalarının ideal tanı ve tedavisi özel uzmanlık gerektiren disiplinli bir yaklaşımla cerrahi, radyasyon onkolojisi ve tıbbi onkoloji birimleri bulunan referans onkoloji merkezlerinde mümkün olabilir. Adli Tıp Kurumu’nun bu ölümcül olabilecek hastalığın tedavi ve takip sürecindeki sorumluluğunun ağırlığından kurtarılması gerekmektedir. Bu amaçla hastaların kısa sürede bu merkezlere sevki, tanı ve tedavisinin yapılması, hastalığın seyrinin bu merkezlerden alınan raporlarla belirlenmesi resmi kurumları insan hakları ihlali iddialarının odağı olmaktan koruyacaktır.
- Cezaevlerindeki hasta tutsak kapasitesini karşılayacak sayıda ve nitelikte sağlık personeli faaliyet göstermeli, temel insani haklardan biri olan sağlık hakkı çerçevesinde cezaevlerinde sağlık hizmeti tüm mahpuslar için ulaşılabilir olmalı.
- Çoğu zaman keyfi gerekçeler ile engellenen hastaneye sevkler zaman kaybetmeden yapılmalı, hastalar hastaneye ring aracıyla değil ambulansla taşınmalı.
- Muayene ve tedavi sırasında jandarmanın odada bulunması, mahpusun kelepçeli olması çok özel istisnalarda uygulanacak bir tedbirdir. Tüm mahpusların rutin olarak kelepçeli muayeneye tabi tutulmasına son verilmeli, hasta mahremiyetine saygı gösterilmeli.
- Ameliyat olmak gibi nedenlerle hastaneye yatırılması gereken mahpuslar, bulundukları ildeki hastanelerde “mahkûm koğuşu” olmadığı gerekçesiyle tedavi edilemiyor veya başka illere götürülüyorlar. Güvenlik tedbiri alınarak mahpuslar da her insan gibi normal odalarda kalma hakkına sahip olmalıdır. / anf